1. YAZARLAR

  2. Ardan Zentürk

  3. RİSK: Türkiye’nin ‘içine’ saldırmak
Ardan Zentürk

Ardan Zentürk

Yazarın Tüm Yazıları >

RİSK: Türkiye’nin ‘içine’ saldırmak

23 Ağustos 2012 Perşembe 00:28A+A-

Eğer, Türkiye ile meselesi olan dış güçlerin, güneydoğu bölgemizi bir yumuşak karın gibi görme eğilimi, son kanlı olayların doğmasına neden olduysa, bölgenin başı gerçek anlamıyla belada demektir...

Kulaklarımız Ankara’dan gelecek “sağlam istihbarat raporlarını” duymaya hazır.

Eğer bu raporlar, PKK terör örgütünün Suriye-İran hatta son dönemlerde ciddi gerginlikler yaşadığımız Irak yönetiminin yönlendirmesiyle kan döktüğünü ortaya koyarsa, dünya, ağır risk alır...

Gaziantep’te olduğu gibi, sivilleri hedef alan, devamında da sokaktaki Türk ile Kürt’ü karşı karşıya getirmeyi umut eden senaryolar, biliniz ki, bu senaryoların yazarlarının elinde patlar...

İran: Azeri gerçeği

Tahran’dan yapılan açıklamalar, İran yönetiminin Türkiye’ye dönük politikasını giderek düşmanlık düzeyine taşıdığını gösteriyor. İran’ın önde gelen siyaset adamlarından Muhsin Rızai’nin, “Türkiye’nin Suriye’ye verdiği zarar cezasızkalmayacak” cümlelerini, “resmi ağız değil” diyerek geçiştiremeyiz. Açıklama, Tahran’da esen genel havayı sergiliyor.

Eğer, Türkiye’nin “cezası”(!) bünyesindeki “Kürt sorunu”nun kaşınması olacaksa, bölgede herkesin rahatı kaçacak demektir. Lafı uzatmadan, İranlı yetkililere minik bir tavsiyede bulunmamız gerekiyor. Azeri kökenli İranlılar’ın, Türkiye’ye dönük düşmanlık yüklü açıklamalar hakkında neler düşündüklerini çok iyi araştırmaları gerekiyor. Türkiye’yi askeri zeminde karşısına almış İran’ın kendi içinde ne ölçüde büyük bir riskle karşı karşıya olduğunu iyi hesap etmesi için...

“Güney Azerbaycan”ın siyasi nabzını almadan Tahran’dan yapılan açıklamalar, acaba, Tebriz’de nasıl karşılanıyor?

Ben merak ediyorum. Ama bence asıl merak etmesi gerekenler, Tahran’da oturanlardır.

Türkiye bunu yapmadı

Bir gerçeği kabul edelim: Türkiye, Irak’ın fiilen üçe bölünmesinde rol almadı. Suriye’nin bugün yaşamakta olduğu ateşten günleri de Türkiye hazırlamadı. Aksine, Türkiye, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasında hayati adımlar attı,

Suriye’nin de bu hallere düşmemesi için çok çaba sarf etti. Buna rağmen, bölgenin yaşadığı kanlı serüvende doğrudan payı olanların faturayı Türkiye’ye çıkartmaya çalışması talihsizliktir. Bağdat’ta oturan Şii Başbakan Nuri el-Maliki, yönettiği ülkenin Sünni ve Kürt nüfuslarına çok iyi davrandı da, Türkiye mi bozdu oraların dengesini? Suriye diktatörü hepimizin bir dönem “dalga geçtiğimiz” Tunus eski diktatörü Zeynelabidinbin Ali kadar “akıllı” olsaydı, bugün ülkesi bu hale gelir miydi? BinAli Suudi Arabistan’da sürgünde, geride bıraktığı ülkesi ise geçiş dönemini barış içinde yaşıyor.

Karşımızda kimler var?

Bir “doğu kuşatmasıyla” karşı karşıyayız: İran-Suriye ittifakı bölgenin iki önemli terör kaynağı PKK ve Hizbullah’ı da yanlarına almış durumda karşımızdalar. Bunlara, Bağdat’taki Şii ağırlıklı yönetimin katılma gayretleri de açıkça görülüyor. Bu ittifakı bir şemsiye gibi koruma altına alan güç ise Rusya. Yarın, PKK veya Hizbullah’ın eksik kaldığı noktada Ermeni terör örgütü ASALA’nın da devreye girmesi halinde inanın, hiç şaşırmayacağım.

Karşımızdaki güç, oyunu, kanlı oynayacağının işaretini Gaziantep’te verdi. Türkiye, “çok geniş bir ittifak” ile karşı karşıya olduğunun bilinciyle hareket etmek zorunda.

Kürecik’e dikkat!

Herhangi bir istihbarata dayanmadan, yalnız bir kaygıyı belirtmek amacıyla yazıyorum: Bu tür bir ittifak açısından Gaziantep tarzı bir eylem yeterli işaret değildir. İttifak’ın asıl hedefinin, Malatya yakınlarındaki Kürecik’te kurulu NATO füze savunma kalkanı radar üssü olduğunu düşünmek zorundayız.

Başkan Obama’nın “Suriye’nin elindeki kimyasal ve biyolojik silahların el değiştirmesi karşısında hareketsiz kalmayız” açıklamasına Rusya ve Çin’den gelen “Kimse kıpırdamasın” ortak mesajı küresel zeminde safların iyice belirginleştiğini ortaya koyuyor.

Devlet-medya ilişkisi

Yaşadığımız dönemde kamuoyunun çok iyi bilgilendirilmesi gerekiyor. Yaşanılan her olaydan sonra yapılan “tahminlere dayalı analizlerin” yerini derhal, “güvenilir istihbarat raporlarının” alması ön koşul!.. “Komplo teorilerine” değil, sağlam bilgilere ihtiyacımız var. Devletin yetkili makamlarının sağlıklı, tarafsız, doğru ve düzenli bilgi aktardığı bir yapı kurmak zorundayız. Aksi halde medya, hiç istemediği halde, “komployu düzenleyenlerin hoparlörü olma” riskiyle karşılaşabilir. Uyarıyorum.

STAR

YAZIYA YORUM KAT