
Referandum Siyonistleri de Geriyor!
Ha’aretz gazetesi Zvi Bar’el yazdığı 1 Ağustos’da yazdığı makalesinde 12 Eylül’de yapılacak referandumu değerlendirdi. Okuyucuların Bar’el’in değerlendirmesinde kaynak olarak kullandığı Dani Rodrik’in Çetin Doğan’ın damadı olduğunu göz önünde bulundurması
Kemalizm yerine Erdoğanizm / Zvi Bar'el
AKP'yle orduyu karşı karşıya getiren mücadelede iki taraf da melek değil. Mücadelenin önemli bir safhası referandumda belli olacak. Erdoğan'ın önerdiği reformlar ülkeyi daha İslami bir devlete dönüştürmeyecek ama yeni bir çağın, yani Kemalizm yerine Erdoğanizm'in köşe taşını oluşturacak.
Dani Rodrik'in ismi genellikle ekonomi teorileriyle, uluslararası yatırımlarla ve ekonomi danışmanlığıyla birlikte anılır. İspanyol Marrano (Ortaçağ'da zorla Hıristiyan yapılan, fakat Yahudi kimliğini gizlice sürdüren topluluk) kökenli olan ve uluslararası çapta tanınan Yahudi profesör, Harvard Üniversitesi John F Kennedy Okulu'nda Uluslararası Ekonomi Politik üzerine çalışıyor.
Bununla birlikte Rodrik, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan ve politikalarına ciddi eleştiriler yöneltiyor. Rodrik'in eşi Pınar Doğan da Harvard'da iktisat profesörü ve Erdoğan hükümetini devirmeyi amaçlayan bir komplonun lideri olduğu şüphesiyle geçen hafta üçüncü kez tutuklanan emekli general Çetin Doğan'ın kızı.
Komplo için CIA'e gerek yok!
Balyoz Operasyonu, eski 1. Ordu komutanı Doğan'ın başını çektiğinden şüphelenilen darbe girişiminin adı. Planın Taraf gazetesi tarafından yayımlanan ayrıntılarına bakılırsa, 2003'te Doğan ve bir grup üst rütbeli subay bir Türk savaş uçağını düşürmeyi ve iki camiyi havaya uçurmayı, böylece orduyu hükümetin güvenliği sağlamakta yetersiz kaldığı gerekçesiyle kontrolü ele almaya 'zorlayacak' büyük bir kaos yaratmayı planladı.
Nisanda Rodrik blog'unda kendisinin ve eşinin de 'bu hikayeye kandığını, fakat bazı şahıslara karşı tutuklama furyasının ilk safhalarında yöneltilen ithamların zorlama göründüğünü' yazdı.
Rodrik yayımlanan kanıtlardaki bir dizi çelişkiye dikkat çekerek, bunların Amerika'daki bir mahkemenin önüne gelse geçerli sayılmayacağını söylüyor ve şunu ekliyor: "ABD veya Batı Avrupa'da kendine saygısı olan hiçbir editör, bu belgeleri yayımlamayı aklının köşesinden bile geçirmez."
Rodrik Doğan'ın yanlış yere suçlandığına inanıyor. "Doğan'a ve davaya dahil edilen diğer emekli subaylara yönelik bu iftira teşebbüsünün arkasında kim olduğunu bilmiyoruz. Bazıları Fethullah Gülen'i işaret ediyor. Türk basınındaki bazı çevreler de suları bulandırmayı ve kendi izlerini kaybettirmeyi amaçlayan gizli paramiliter gruplarca bir komplo kurulduğunu ima ediyor. Bazıları akıl almaz biçimde CIA'in parmağı olduğunu bile söylüyor."
Ocakta ilk ayrıntılar ortaya çıktığından bu yana Türkiye'de bu tür teorilerden geçilmiyor. Türklerin kafasını meşgul iki olay daha var. Biri hükümeti devirmeyi ve AKP'yi kapatmayı hedefleyen Ergenekon komplosu. Diğeriyse yine subaylarla ilişkilendirilen İrticayla Mücadele Eylem Planı. 2007'de subaylardan en az birinin, PKK'nın faaliyet merkezlerini tespit etmek için İsrail'den alınan iki insansız Heron uçağının düşürülmesini istediği iddia ediliyor. Subayların, dinci bir hükümet ve partiyle mücadelele-rinde Kürtlerle ve radikal sol gruplarla işbirliği yapmanın gerekli olduğuna inandığından kuşku duyuluyor.
Ve bir başka hipotez: Muhtemelen bu gelişmeler, Türk ordusunun üst komuta kademesi içindeki muhalefeti de açığa vuruyor. Bu teori, eski genelkurmay başkanı Hilmi Özkök'le onu planın detaylarını medyaya sızdırmakla suçlayan Doğan arasındaki aleni çatışmaya dayandırılıyor.
Bugün [dün] Yüksek Askeri Şura subayların terfisini ve görevden alınmasını görüşmek için toplanıyor. 'Aşırı' dini faaliyet içindeki askerlerin ordudan atılmasından sorumlu Şura yılda bir kez toplanıyor. Cumhurbaşkanı ve başbakanın onayını gerektiren kararları genellikle sorgusuz sualsiz kabul ediliyor.
Terfi ettirilmesi düşünülenler arasında, suçlama altında olan veya hakkında tutuklama kararı çıkarılan onlarca yüksek rütbeli subay da var. Türk ordusunun kurallarına göre, yargılanan veya tutuklanan bir ordu mensubu terfi alamıyor. Soru şu: Yüksek Askeri Şura söz konusu subayları buna rağmen terfi ettirme kararı mı alacak, yoksa kurallara riayet edip terfilerini en az bir yıl erteyecek mi? Ordunun siyasetteki ağırlığını azaltmaya çalışan Erdoğan bu hafta, hükümetin anayasaya aykırı eylemlere girişmesi halinde orduya müdahale yetkisi veren (fiiliyatta askeri darbe yapmasına imkân tanıyan) yasa maddelerini kaldırmak niyetinde olduğunu açıkladı. Erdoğan'ın ordu personelini sivil mahkemelere tabi kılmak yönündeki başarısız çabaları dahilindeki bu girişim, hâlâ başbakanın nüfuz alanının dışında olan Anayasa Mahkemesi'nden döndü.
Erdoğan daha fazlasını istiyor
Bu kişisel bir mücadele değil, Türkiye'nin gelecekteki karakterine dair ideolojik bir savaş. Savaş bir dizi cephede yürütülüyor.
Bunlardan biri, son yıllarda yasalarda ve anayasada AB baskısıyla yapılan değişiklikler. Bu değişiklikler çerçevesinde Milli Güvenlik Kurulu, kararları bağlayıcı olan bir yapıdan, çoğunluğunu sivillerin oluşturduğu bir danışma organına dönüştürüldü.
Ancak ordunun resmi siyasi gücünde azalma olsa da, askeri seçkinler hâlâ birçok destekçiye ve bağlantıya, hepsinden önemlisi de yargının desteğine sahip. Bütün bunlar Erdoğan hükümetinin hareket alanını daraltma-sını mümkün kılıyor. Hükümetin, seleflerinden daha özgür davranmasını sağlayan daha esnek sınırlar bunlar, fakat Erdoğan daha fazlasını istiyor. Hedefi orduyu tamamen hükümete tabi kılmak ve hükümeti kısıtlama veya varlığını tehdit etme gücünü elinden almak. Görünürde bu Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından önemli bir adım ve AB'nin üyelik için koyduğu koşullarla da uyumlu.
Medya ağır baskı altında
Sorun şu: Birçok Türk, bilhassa muhalefettekiler, bu reformları AKP'nin elini güçlendirecek ve devletin laik karakterini değiştirecek adımlar olarak görüyor. Erdoğan hedefine ulaşmak için medyaya ve esasen medya kuruluşlarının sahiplerine ağır basınç uyguluyor. Bunun en önemli örneği, ülkenin en büyük medya patronu olan Aydın Doğan'a vergi usulsüzlüğü gerekçesiyle kesilen yarım milyar dolarlık para cezası.
Ancak daha yaygın eylem biçimi, en son darbe planlarını haber yapan gazetecilere açılan davalar. Bu türden yaklaşık 5 bin dava açılmış durumda. Bazı gazeteciler mesleği bırakacaklarını söylüyor. Birçok gazeteci de, orduya veya hükümete destek olan yazılar yazdıkları için savcılar ve yargıçlar tarafından doğrudan doğruya tehdit edildiklerinden yakınıyor.
İki tarafın da melek olmadığı bir mücadele bu. Önemli safhalardan biri, 12 Eylül'deki referandumda belli olacak. Tesadüfen belirlenen bir tarih değil bu; amaç, halka baskıcı askeri rejimi hatırlatmak ve Erdoğan'ın önerdiği reformların lehine bir sonucu teşvik etmek.
Reformlar Türkiye'yi daha İslami bir devlete dönüştürmeyecek. Ancak yeni bir çağın, Erdoğan çağının köşe taşını oluşturacak. Yani Kemalizm yerine Erdoğanizm. (1 Ağustos 2010)
Kaynak: RADİKAL
HABERE YORUM KAT