1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. “PKK Ne İstiyor?”
“PKK Ne İstiyor?”

“PKK Ne İstiyor?”

Mehmet Faraç’ın, Kürt hareketindeki siyasal güzergâhın ilginç dönemeçlerini irdeleyen “PKK Ne İstiyor” kitabını Haksöz-Haber için Suna Hasanbaşoğlu ve Meryem Tunç kardeşlerimiz değerlendirdi.

27 Şubat 2010 Cumartesi 22:58A+A-

Cumhuriyet Gazetesi Gözlüğüyle "PKK NE İSTİYOR?"

Yazarın, 2008 ve 2009 yılları arasında PKK süreciyle ilgili kaleme aldığı analizlerinden oluşan "PKK Ne İstiyor" 269 sayfalık kitabı Ocak 2010'da, Cumhuriyet Kitapları tarafından basıldı. Kitapta detaylı tarihi bilgiler verilmesi yanında, konuların içeriği birbiriyle zaman zaman kopuyor, ancak akıcı ve anlaşılabilir bir dil kullanılmış.

Yazar, kitabın giriş bölümünde PKK lideri Abdullah Öcalan'ın örgütü kurma aşamasını ve tutuklanma sürecini ayrıntılarıyla özetlemiş. Öcalan'ın Suriye'de başlattığı ve 1999'daki tutuklanma sürecine kadarki bölümü, bir aksiyon filmini aratmayacak şekilde anlatmış ve tabii ki gerçekleştirilen operasyonlarda Türk MİT'inin üstün başarı ve kahramanlıklarını da ilave etmeyi unutmamış (!).

GİRİŞ

 PKK'nın 10 yıl önce Abdullah Öcalan'ın yakalanmasının ardında ciddi bir değişim geçirdiğini ifade eden yazar, örgütün Kuzey Irak'taki kolu "Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK) peşmergeler'in yoğun baskısı yüzünden iki yıldır planladığı faaliyetlerini yürütemediğini, ayrıca PKK'nın İran'daki "Partiya Jiyana Azadiya Kurdistan (PJAK) Kürdistan Özgür Yaşam Partisi" nin de son üç yıldır suskunluk yaşadığını belirtiyor.

 Şu an gelinen noktada ise, PKK'nın ABD, Irak ve Türkiye koalisyonuyla oluşturulan üçlü mekanizma'nın yarattığı sancıyı çektiğini, Kuzey Irak'ın Erbil kentinde üçlü mekanizma tarafından kurulan koordinasyon merkezinin, PKK'nın bu ülkedeki faaliyetlerini tamamen enterne etmeyi hedeflediğini söyleyen yazar, "Peki üçlü mekanizmanın kıskacı daralttığı bir süreçte PKK nereye gidiyor" sorusunu gündeme getirmiş. Bu soruya, 2005 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda, eski Grişim Dergisi editörü şu anda Star gazetesi yazarı Mehmet Metiner şu yanıtı vermiş:

 "Öcalan yakalandıktan sonra PKK kuruluş felsefesini değiştirdi. Yola çıkarken düşündüğü amaçlarını inkar etti. ' Bağımsız Kürdistan' idealinden, demokratik cumhuriyet söylemini dillendiren siyasal bir partiye dönüştü. Dolayısıyla, artık elinde silah, dağda olmayı gerektiren bir örgüt olmaktan çıkmış olması gerekiyordu. Çünkü Öcalan yakalandıktan sonra dillendirdiği demokratik cumhuriyet tezi ancak siyasal bir parti eliyle gerçekleştirilebilecek talepleri içeriyordu." (s.46)

 Metiner konuşmasının devamında, örgüt içinde ciddi çözülmelerin olduğunu, şiddet yanlıları ile barış yanlıları arsında ciddi bir kapışmanın yaşandığını, örgüt üyelerinin kendi içinde zihni ayrışma içinde olduklarını, PKK'nı bugün, 'Kürt davası', 'Bağımsız Kürt ideali' yerine, Öcalan'ın özgürlüğü için mücadele eden bir konuma dönüştüğünü ifade ediyor.

 2008 ANALİZLERİ

"MUSTAFA KEMAL'İ ÖNEMSİYORUM"

 Öcalan'ın yakalanmasının ardından PKK'nın, bilinenin tam aksine şiddeti dayatma yöntemi olarak kullanırken; Kürt kimliğinin anayasaya girmesi, Kürtçenin resmi dil olması, Öcalan'ın serbest bırakılması gibi üç ana hedef üzerinde ilerlemek istediğini ifade eden yazar, Öcalan'ın özellikle Atatürk'ü ve Kemalizm'i referans alarak çözüm önerileri yaptığını dile getirdikten sonra Öcalan'ın, 14 Mart 2008 tarihli şu açıklamasını örnek veriyor:

 "Ben Kemalizm'i bir olgu olarak ele alıyorum. Kemalizm ile ilgili bilimsel gerçeklikler var. Örtüştüğümüz ve örtüşmediğimiz yönler var. Aslında Mustafa Kemal cumhuriyetçidir, milliyetçi değildir. Kendisini koruma altına almak için Türkçülüğü geliştirdi. Kürt sorunu konusunda da özerklik anlayışına sahipti. Yani muhtariyet istiyordu. Bunu dile de getirmişti ama Mustafa Kemal'in Kürtlerle uzlaşması engellendi. Kendilerini Kemalist olarak tanımayanlar Mustafa Kemal'i bilmiyorlar. Ona azıcık saygıları varsa onu doğru anlarlar."(s.53)

 Kitapta, her fırsatta güvenlik güçlerinin kahramanlıklarını dile getiren yazar, PKK'nın Kandil'e yönelik hava saldırısının ardından, içine düştüğü eylemsizlik sürecinde yeniden toparlanmak için çırpındığından ve özellikle Güneydoğu kırsalında artık güvenlik güçleriyle çatışmaktan kaçındığından bahsediyor. Yazar bununla birlikte İslami basını da eleştiren şu vurguları yapıyor:

 "Başta şeriatçı basın olmak üzere medyanın bir kesimi Dağlıca saldırısının sonrasıyla ilgili yargı aşaması sürerken, TSK'yı yıpratmayı amaçlayan yayınlar yapıyor. Oysa bu sırada PKK'nın 23 yıllık şiddet serüveninin nasıl kesintiye uğradığına ilişkin saptamalar gözden kaçırılıyor. Tarihin en büyük askeri ablukası altında kımıldayamayacak konuma getirilen PKK'nın, içine sürüklendiği tabloyu operasyonların bilançosu çok net açıklıyor. Bu rakamlar, salt TSK'yı yıpratmak isteyen tarikat kalemşorları ile İkinci Cumhuriyet taraftarlarını değil, PKK' nın ne kadar kapsamlı ve tehlikeli bir yapılanma içinde olduğunu bilmeyen kesimleri de yanıtlıyor."( Bu arada yazarın, her yazısında operasyonlarda ölen PKK'lı sayısını altını çizerek verirken, aynı operasyonlarda ölen askerlere hiç değinmememsi de olaya objektif yaklaşmadığını gösteriyor.)

 PKK şaşkInlIk yaşIYor

 PKK, 16 Aralık 2007'den bu yana, eylem hücrelerinin bir bölümü dağılmış, yönetim kademesi yeraltına ya da geri plana çekilmiş, sevk ve idare konusundaki yeteneğini önemli oranda yitirmiş bir örgüt profili çizdiğini ifade eden yazar, bununda, terör eylemlerini yürüten bir örgütü, aksiyonunu yitirmesi değil, önümüzdeki süreçte giderek savunma pozisyonundan bile uzaklaşacağı anlamına geldiğini dile getiriyor.

 Abdullah Öcalan'ın yakalanmasının ardından başlayan sarsıntıyı iki yılda üzerinden atabilen örgüt, 1992-1995 yılları arasında önemli katılımlar sağladı diyen yazar, örgütün son 3 yıldır ise, ciddi bir çözülme yaşadığını şu sözleriyle ifade ediyor:

 "PKK son iki yıldır (2006-2007) bu tükenişin farkında ve bu yüzden hem DTP hem halk kitleleri üzerinden 'edi bese' (yeter artık) sloganıyla çığlık atıyor. Bu çığlık, salt örgütün aldığı darbelerden kaynaklanmıyor. PKK'nın son 5 yıldır etkinleştirmeye çalıştığı, 'siyasallaşmış PKK' hedefinin propagandasına da hizmet ediyor. DTP milletvekilleri 16 yıl aradan sonra inanılmaz sert çıkışlar yapabiliyorlar. Öcalan'ın İmralı'dan avukatlarına sık sık, 'demokratik konfederalizm' tezine dayanarak dile getirdiği, 'çatışma ve kan dökmek çözüm değil' şeklindeki yaklaşımı da, örgütü propaganda ve hedefe yöneltmeye çalışıyor"(s.77)

 Kitapta, PKK nın dini kullandığı iddaları da yer almaktadır. DTP nin, kara harekatını protesto için 2008 yılında, Diyarbakır da yürüyüşün ön saflarında elinde Kur'an bulunan bir kişiden bahseden yazar bunun, emekli bir imam olup, miting kürsüsüne çıkarak; 'Kürdistan da kan akıtma, Tayyip Erdoğan bu kitaptan utan' diye bağırdığını sözlerine ekliyor. Bu durumun, 'PKK ve DTP dini unsurları mı kullanıyor?' sorularını gündeme getirdiğini belirten yazar, PKK' nın uzun yıllar boyunca dini belgeleri, muhafazakar kişi ve kurumlar kullanılarak yürütülen bir psikolojik savaşın etkisi altında tutulduğunu, örgüte yönelik 1985'ten itibaren 'Ermeni' 'dinsiz' 'kafir' suçlamalarıyla yürütülen mücadelede Güneydoğu'daki tarikat egemenliği kullanılarak PKK'nın muhafazakar toplum nazarında etkisizleştirilmeye çalışıldığını dile getirdikten sonra, helikopterlerden Kur'an ayetlerinin atılmasının da bu dönemlere denk geldiğini ifade ediyor.

 Bölgede, devletin PKK ile mücadelede Hizbullah'tan medet umması, PKK'ya karşı din kullanılarak yürütülen mücadelenin başarısızlığını gösterse de, bu aynı zamanda dini baskının yoğunlaştırılması anlamına geliyor diyen yazar, PKK ile Hizbullah arasına giren arabulucular da barış sağlayamayınca, Öcalan'ın bir süre sonra 'Kürdistan İmamlar Birliği' adlı yapılanmayla PKK'nın melleleri harekete geçirildiğini, örgüt, fahri imamlar üzerinden PKK'nın din düşmanı değil, devlet karşıtı bir yapılanma olduğu propagandasını yayarak bölgedeki Nakşi ve Nurcu grupların sempatisini kazanmaya çalıştığını ifade ediyor.

 Kitapta, PKK'nın kendi içinde ayrılmalar yaşadığına değinen yazar, DTP'de, 'güvercin' ve 'şahin' kanat olarak nitelendirilen ayrışma tartışılırken, PKK yönetimi ile Abdullah Öcalan'ın görüş ayrılığının yaşandığını, Öcalan'nın geçmişteki avukat görüşmelerinde, zaman zaman DTP'ye sert uyarılarda bulunduğunu, 22 Temmuz 2007 seçimlerinin hemen ardından yaptığı Abdullah Öcalan'ın şu sözlerine vurgu yapıyor:

 "DTP'nin elinde binlerce kadro var, ama bunları kullanmasını bilmiyorlar. Benin adım etrafında gidip gelip 20 milletvekili çıkardılar. Benim ismimi kullanmasalardı bu sonucu alamayacaklardı. Politika ciddi bir iştir. Yapamıyorlarsa bırakıp gitsinler."(s.91)

 Kitapta, PKK'nın ne istediğinin aslında Öcalan'ın yakalanmasından sonra netleştiği ifade ediliyor. Örgüt, Kürt dili ve kimliğinin anayasaya girmesini ve Öcalan'ın serbest bırakılarak siyasi yaşama entegre edilmesini savunuyor. Dağlarda askerlerin ölmesi/öldürülmesi, kent merkezlerinde çocuk kadın demeden onlarca yurttaşın bombalarla öldürülmesi işte bu hedefe hizmet ediyor. PKK'nın şiddet yoluyla dayatmaya çalıştığı bu talepler, son zamanlarda kimi çevrelerce de dile getiriliyor. Yazar ayrıca Taraf gazetesinin de yaptığı yayınlarla adeta PKK'nın psikolojik savaşına katkı sunduğunun da altını çiziyor.

 Kitapta, PKK ile Hizbullah'ın ortak yönlerine de vurgu yapılmaktadır. Kürt siyasal hareketinde, şiddeti yöntem olarak kullanana iki aşırı ucun benzer tek hastalığı, kan akıtmak değil. PKK ve Hizbullah'ın örgütlenme stratejisindeki 'ajan' kavramı önemli bir yer tutar diyen yazar, kendilerinden olmayanı, isteklerine karşı, ya da muhalif olan herkesi ajan diye damgalamak, bu iki örgütün vazgeçilmez stratejisi olduğunu, PKK içinde 300, Hizbullah içinde ise en az 40 militanın ajan suçlamasıyla öldürüldüğü vurgusunu yapıyor.

 Ergenekon tartışmaları sırasında PKK'yı mit kurdu' şeklindeki yayınların da, Öcalan üzerindeki kuşkularını derinleştirdiğine değinen yazar, Öcalan'ı MİT'le ilişkilendirenlerin başında DYP Milletvekili Abdulmelik Fırat'ın geldiğini, Fırat'ın 'PKK, derin devlet tarafından kurulmuş bir organizasyondur' sözleriyle anlatıyor.

 DTP, FETHULLAH cemaatİNe nİçİn yöneldİ?

 Kitapta, Fethullahçılar'ın 1994 yılından bu yana Kuzey Irak'ta kurdukları 10 kolejle etkin olmaya çalıştıklarını, iki üniversitede ise geleceğin Kürdistan'ının misyonerlerinin yetiştirildiğini ifade eden yazar, cemaatin başta Diyarbakır olmak üzere Güneydoğudaki eğitim kurumları sayısının 80'e ulaştığını, hem PKK hem DTP'ye göre Fethullahçılar'ın, bölgede Kürtlüğü reddeden bir nesil yetiştirmek, ekonomi ve gençliği kullanarak, gençliği kendi saflarına çekmek istediklerini, bölgedeki ikinci radikal güç olan Hizbullah'ın da PKK ve DTP ile aynı kaygıları yaşadığını sözlerin ekliyor. Yazar ayrıca, PKK yöneticilerinden Cemil Bayık'ın 23 Kasım da yaptığı şu açıklamasına yer vermiş:

 "Fethullahçılar'ı etkisiz kılmalıyız. AKP ve Fethullahçılar Müslümanlığı kullanarak tamamen ekonomik ve siyasi çıkarlar elde etmek istiyorlar. Bunun için halkımızın AKP'yi etkisizleştirmesi gerekiyor. Onun da yolunun, Fethullahçılar'ı etkisizleştirmekten geçtiği bilinmelidir. "(s.111)

 Güneydoğu Said Nursi'nin Kürtçülüğü ile ümmetçiliğini sahiplenenlerin kavgasına sahne oluyor diyen yazar, Kürt kökenlilere, Türk–İslam sentezini dayatmaya çalışan bir cemaatin arkasına bürokrasi ve ekonomik gücü alarak ne kadar yol alabileceğini, şimdilik net olarak bilinmediğini ifade ediyor. Faraç, karşı olduğu Fethullahçılığı ve gerici gördüğü Nurculuğu zayıflatmak için, bölgede Said Nursi'yi veya Kürdi'yi destekleyenleri Kürtçü olarak göstererek Atatürkçü zaviyeden dindar kesim arasında çatışma safları oluşturmaya çalışıyor.

 2009 ANALİZLERİ

 Kitapta, PKK'nın tasfiye planıyla ilgili en büyük çekinceyi, kuzey Kürtlerinin yaşadığını belirten yazar, peşmergeler'in Kandil de sıkışan örgütün Kuzey Irak içlerinde KDP ve KYB'yi hedef alabileceğinden endişe edildiğini, Kürtlerin de bu kaygıyla hem PKK ile çatışmaktan kaçındığını, hem de diplomasinin daha etkin kullanılmasında ısrar ettiklerini ifade ediyor. KDP ve KYP, PKK'nın hareket alanının iyice kısıtlanmasından sonra lider kadronun Avrupa ülkelerine ilticasının sağlanmasını istiyor diyen yazar, peşmergelerin,bir Kürt örgütünün, yine Kürtler tarafından imha edilmesinin, Kuzey Irak'ta Kürdistan'ın devletleşme çabalarına, önümüzdeki süreçte darbe vuracağından kaygılandıklarını sözlerine ekliyor.

 14 Mayıs 2009'da Murat Karayılan'ın Kandil Dağı'ndan 'Bağımsız Kürdistan' düşünden vazgeçtiklerini bildirdiğini ifade eden yazar, DTP genel başkanı Ahmet Türk'ün de "PKK değişti" sözleriyle onu desteklediğini belirtiyor.

 PKK'nın Kürdistan düşünden vazgeçmesini yeni bir gelişme olarak değerlendirmediğini söyleyen yazar, PKK, Öcalan'ın yakalanması, örgüt içindeki bölünmeler, terör gruplarındaki kopmalar, ve son olarak sınır ötesi operasyonları yarattığı yorgunluk nedeniyle bu hedefinden zaten uzaklaştığını, örgütün geçen sene kandilde topladığı son kongrede de bu hedeften vazgeçtiklerini belirttiklerini ve Türkiye'nin üniter yapısı içinde "siyasi çözüm" beklentisine vurgu yapıldığını ifade ediyor.

 TERÖR BATAKLIĞININ GEREKÇELERİ

 Mehmet Faraç, Güneydoğu'da yaşanan sıkıntılarla ilgili olarak, 5 Eylül 2009'da CNBC-e Bussines dergisi tarafından 34 kriter esas alınarak hazırlanan "Türkiye nin yaşanabilir illeri araştırması" yayınlandığını, araştırmaya göre yaşanabilir 10 kent olarak " Ankara, Eskişehir, İstanbul, Antalya, Trabzon, Edirne , Isparta, İzmir, Artvin, Kırklareli şeklinde, yaşamak için ideal bulunmayan 10 kentin ise "Ağrı, Diyarbakır, Hakkari, Şanlıurfa, Şırnak, Batman, Muş, Kars, Ardahan, Mardin."olarak ifade edildiğini belirtiyor.

 Türkiye'nin yaşanamayacak son 10 kenti doğu ve güneydoğuda. Ve buralar ne yazık ki çatışmaların en yoğun olduğu şehirler… Ayrıca buralarda altyapısızlık ve sosyal güvenlik 21. yüzyılda bile hüküm sürüyor… Böylesi bir ortamda sağlıklı bir toplum olabilir mi? diyen yazar, bu çarpıcı araştırmanın sonuçlarının, PKK, Hizbullah, İslami hareket, El Kaide, Koruculuk, kapkaç, uyuşturucu, töre cinayetleri, kan davaları, aşiret çatışmaları ve mafya örgütlenmelerinin niçin özellikle bu bölgede yoğunlaştığını bizlere bir kez daha gösterdiğini söylerken, asıl suçlunun "İnsan mı Devlet mi?" olduğu sorularını gündeme getiriyor.

 SONUÇ

 Sonuç olarak yazar, PKK'nın nihai hedefini gözler önüne serdiği kitabında, pek çok konuda bölge halkının ortak kimliğini ifade eden İslami literatüre uzak olduğunu ve saygı da taşımadığını sergiliyor, akıcı üslubuna rağmen değerlendirmelerinde yaptığı tekrarlar okuyucu için sıkıcı oluyor. Ama "Apocular ne istiyor" sorusuna da oldukça güncel örnekler veriyor.

 Suna Hasanbaşoğlu – Meryem Tunç
HAKSÖZ-HABER

HABERE YORUM KAT