1. YAZARLAR

  2. Yıldırım Türker

  3. Ölüm değil çözüm
Yıldırım Türker

Yıldırım Türker

Yazarın Tüm Yazıları >

Ölüm değil çözüm

12 Mayıs 2008 Pazartesi 04:36A+A-

Yine ölenlerin sayıları geliyor oralardan.
Başbakan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başarılarını övüyor, mutlu sona yaklaştığımıza dair demeçler veriyor. Genelkurmay Başkanımız, neredeyse çapkın bir ifadeyle çok yakında bir sürpriz patlayacak diyor. Birkaç gün sonra da PKK liderlerinin Irak’tan kaçmak zorunda kaldığı haberiyle aydınlanıyoruz.
Her şeyde bir hafiflik hissi. Kürt meselesi çözüldü çözülecek. Eli kulağında, PKK yenilecek.
Bu şahane muktedirlerimizin zafer muştularına ölü asker ve gerillaların listeleri eşlik ediyor.
Gerillalardan daha çok ölü var.
Demek ki Kürt sorunu çözülüyor.
Kimsenin gerçekten ve içtenlikle buna inanabileceğini sanmıyorum.
Kimsenin bu kadar kör, yalanına bu kadar inançlı, imanı bu denli kavi olabileceğine inanmak mümkün mü?
Üstünden kaç gün geçti, bir akşam internette gazetelerin ‘flaş’larına göz gezdirirken, Akşam’ın sitesinde “DTP ortalığı karıştırdı. Sakarya’da gerginlik” başlığıyla irkildiğimi hatırlıyorum. Ertesi gün Sakarya’daki linç girişimi hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşacaktık. Ama işte, kimi basın organlarımız ve onların çalışanları bu haberi sıcak sıcak sunarken bilgisayarlarının refleks tuşuna basıvermişti bile. Kendini öldürtmeye ant içmiş, meydanlarda paramparça edilesi Kürtler yine ortalığı karıştırmıştı.
27 Nisan’da DTP’nin Sakarya’da düzenlediği dayanışma gecesini yükselen değerimiz Alperen Ocakları üyesi bir grup ülkücü basmıştı. 1500 kişi altı saat boyunca kapalı bir salonda mahsur kalmış, 65 yaşındaki Ebubekir Kalkan kalp krizi geçirerek ölmüştü.
Bütün görgü tanıkları Kalkan için talep edilen ambulansın uzun süre gelmediğini anlatıyordu. Şanlı Türk polisimiz linççi kalabalığı dağıtmamış, besbelli bu linç girişimini zamanında yapılmış bir uyarı olarak değerlendirmiş, adeta desteklemişti. Gece yarısını epeyi geçtikten sonra salondan çıkabilen kalabalık da saldırıya uğramış, DTP’lilerin araçları parçalanmıştı.
Gelinen nokta budur. Sesiz sedasız atlatmış bulunduğumuz linç girişimi, güvenlik güçlerinin de yardımıyla bir katliama dönüşebilirdi.
Sakarya, linç konusunda deneyimli bir ilimizdi oysa. 2005 yılının yine bir Nisan gününde Trabzon’da yaşanan linç girişimlerini protesto etmek amacıyla açıklama yapmak isteyen Sakarya Gençlik Derneği üyeleri ülkücü bir grubun saldırısına uğramıştı.
Sakarya Gençlik Derneği’ne üye biri kadın, yedi kişilik grup, Atatürk Bulvarı’nda, “Provokasyona son” başlıklı bildiriyi okumak istemiş, bu sırada, yaklaşık 30 kişilik başka bir grup, açıklama yapmak isteyenlere saldırmıştı. Olaya müdahale eden polis, gençleri saldırıdan korumak için Türk Telekom Sakarya İl Müdürlüğü binasına sokmuş, polisin binaya girmesine izin vermediği ülkücü grup, Türk bayrağı açarak, Gençlik Derneği üyelerine yönelik tehdit içeren sloganlar atmıştı. Emniyet Müdürü, linççi kalabalığı sükûnete davet ederek dağıtabilmiş ve evet bildiniz, olayla ilgili kimse gözaltına alınmamıştı.
Yaratılan savaş iklimi sonucu Kürtlere yönelik saldırılar karşısında sessiz kalınıyor. Ahmet Kaya’lı tişört giydiği için linç edilmekten kılpayı kurtulan Kürt gençlerinin, saldırıya uğrayan mevsimlik işçilerin üstünden sessiz sedasız geçiverdik.

İşbirlikçiler
Bir kere daha hatırlatmakta yarar var. Zygmunt Bauman, ‘Modernite ve Holocaust’da şöyle diyor: “Unutmamak gerekir ki soykırıma katılanların çoğu, Yahudi çocuklara kurşun sıkmış ya da gaz odalarına gaz vermiş değildir...Çoğu bürokrat notları düzenlemiş, taslakları hazırlamış, telefonda konuşmuş ve konferanslara katılmıştır. Onlar masalarında oturarak tüm bir halkı yok edebilirler. Görünürde zararsız gayretlerinin nihai sonucunu bilselerdi, bu bilgi kafalarının uzak girintileri içinde kalırdı ancak. Yaptıklarıyla kitle katliamları arasındaki neden-sonuç ilişkisini bulmak zordu. İnsanların, gereğinden fazla kafa yormaktan kaçınma ve dolayısıyla neden-sonuç zincirini en uç bağlantılarına dek gözden geçirmeye yanaşmama gibi doğal eğilimleri ahlaksal yönden pek ayıplanamazdı. Bu hayret verici ahlaksal körlüğün nasıl mümkün olabildiğini anlamak için, silah fabrikasında çalışan, yeni büyük siparişler sayesinde fabrikalarının ‘idamının durdurulmasına’ sevinen, ama Etiyopyalılarla Eritrelilerin birbirlerine yaptığı toplu katliamlara gerçekten üzülen işçileri düşünmek; ya da ‘hammadde fiyatlarındaki düşüş’ dünya çapında iyi bir haber olarak karşılanırken ‘Afikalı çocukların açlıktan ölmesi’ne aynı şekilde, dünya çapında ve içtenlikle ağlamanın nasıl mümkün olabildiğini düşünmek yararlı olabilir.”
Gerçekten de hayret verici bir ahlâksal körlük hayatımızı işgal etmiş durumda.
Birileri hâlâ hayatımızın merkezindeki bu düğümün ancak kanla, savaşla çözülebileceğine inanıyor.
Onların bu inancı, hazır bekleyen linçci katilleri harekete geçiriyor.
Onların girişimleri basın tarafından ‘abartılmadan’, ‘hırsızın hiç mi suçu yok?’ yaklaşımıyla veriliyor.
Çoğunluk sessiz kalıyor.
Neden-sonuç ilişkileri göz ardı edildiğinden herkes masum, birkaç çapulcuysa kahraman kalıyor.
Kürtlerin pis koktuğu bilgisiyle mücehhez bir ulus olarak ne kadar de- mokrat insan kaygılarına aboneysek de gün geliyor Kürtlerle konuşurken ses tonumuza ekmeği geç getiren kapıcıyla konuşuyormuşuz gibi bir tını yerleşiyor. Sıkıldığımıza karar veriveriyoruz. Sokma akılla ne kadar yol alınabilirse sonradan edinilmiş demokratlıkla da o kadar yol alınabiliyor.
Karşılarında boyun büküp ‘Ben bu tarafta fazla bir şey yapamıyorum, sen de artık bir süre daha böyle idare et’ diyemiyorsak, onların akılsızlığından, siyasi hatalarından bezmiş olarak yanlarından çekiliveriyoruz.
Üstelik vicdanımız da rahat.
Zulüm sürüyor. Hepimiz seyrediyoruz; kimimiz tiksintiyle yüzünü buruşturarak kanal değiştiriyor, kimimiz köklü devlet politikamızın dayattığı sinizmle inanmıyor-ciddiye almıyor-provokasyon okuması yapıyor, kimimiz daha da siniyor.
Vakit kaybedildikçe hayat bizden uzaklaşıyor.
Hepimiz bu kışkırtılan ve desteklenen linç furyasının işbirlikçisi oluyoruz.

Radikal gazetesi

YAZIYA YORUM KAT