1. YAZARLAR

  2. Hamza Türkmen

  3. Tevhidi mücadele ve açık tavır

Tevhidi mücadele ve açık tavır

Aralık 1992A+A-

Tevhidi mücadele tarihi, bozguncularla Islahatçılar arasında düşünsel ve sosyal alanda devam edegelen çatışmaların bir kronolojisidir. Bozgunculuk; özgürlüğü istismar ederek, özgürlüğün ve esenliğin ana kaynağını bulandırmaya kalkışmak, uyumlu olanı bozmak, fıtrata uygun olan ilişki biçimlerini zedelemektir. Bozgunculuk, eşyanın tabiatına uygun olan işleyişten vazgeçmek; yaratılış kanunlarına, Rabbani iradeye tabi olan sosyal ve düşünsel hayatın dirlik ve düzenliliğine isyan etmek eylemidir. Bozgunculuk, Rabbimizin düzene koyduğu fıtri yapımıza (7/172) bir başkaldırı, düzeltilmiş olan yeryüzünü (7/56) tahrif etme tutumudur.

Bozguncu/müfsid, kötü amel/seyyiat sahibi kişidir. O, Allah'a teslim olma fıtratı üzerine yaratıldığını reddeder, Allah'ın bütünleştirilmesini emrettiği zorunlu ve uyumlu tüm ilişkileri keser (2/24). Tabii ve sosyal ilişkilerdeki uyum ve adaleti zedeler. Gayba taş atar. Ancak bütün bu eylemlere yön veren tercihlerinde iradesini serbestçe kullanır. Zaten bunun için de kıyamet günü hesaba çekilecektir.

Kur'an, ifsad olmuş bir toplumu akidevi, sosyal, siyasi, ekonomik vd. sahalardaki karanlıklardan aydınlığa ulaştırmak üzere Rabbimiz tarafından elçisi Hz. Muhammed aracılığıyla bir rahmet olarak tüm insanlara gönderilen bir kurtuluş mesajıdır. Bu mesajın ilk insan topluluğundan günümüze kadar devam eden ana teması ise Tevhiddir. Tevhid, Rabbimizi birlemek, hayatın itikadi ve siyasi bütün ünitelerinde yaratma, yürütme, hüküm koyma yetkisini sadece Allah'a has kılma anlayışının adıdır.

Yeryüzündeki uyumu ve adaleti bozmaya kalkışan eylemler karşısında salih amel sahibi muvahhid insanların karşı iradesi, sosyal hayatta kendini göstermeli ve kollektif bir bilince dönüşmelidir. Biliyoruz ki yaratıcısına kul olmak üzere yaratılan insan türü, asla Allah'tan başka bir gücün önünde eğilmemeli, Rabbani ölçü dışında herhangi bir ölçüye sarılmamalı ve zulme rıza göstermemelidir.

Tevhidi mücadele, hayattaki her türlü bozulmaya, zulme, şirke karşı çıkışın adıdır. Hayatın bütün ünitelerinde olumsuzluğunu sirayet ettirmek isteyen bozgunculuk fiili engellenemez ve hayatın bozulan dengeleri yeniden ıslah edilmeye çalışılmazsa herkes için zulüm, sömürü ve helak işlemi kaçınılmaz olur (11/116).

Tevhid anlayışı, bozulmuş olanı yeniden vahyi çizgiye dönüştürmek, bireyi, toplumu ve evreni ıslah etmek yükümlülüğünü içinde barındıran devrimci bir eylemi gerekli kılar. Dolayısıyla tevhidi mücadelenin ekseni, bozulma ve düzeltme (ifsad ve ıslah) fiilleri arasında devam eden çatışmalar dairesi içinde odaklaşır.

Böylece tevhid anlayışı bize, teori ile pratiğin iç içeliğini ve inanç-amel bütünlüğü ayrıştırılmazlığını göstermiş olur.

Tevhid; hayata, hayatın öncesi ve sonrasına bakışımızı belirleyen bir inanç sistemidir. Aynı zamanda tevhid inancı yaratıcımızla, yaratılmış olanlarla; kendi nefsimizle, sosyal ve fiziki çevremizle olan ilişkilerimizi düzenleyen bir dünya görüşüdür. Tevhid inancı, hayatla ve hayatın düzenlenişiyle ilgisi nedeniyle, hayatın bütün ünitelerinde yaratıcımız olan Rabbimizin iradesine uyulması halinde adalete ve barışa ulaşılabileceğini ortaya koyar. Tevhid; Rabbimize rağmen inanç sistemleri ve sosyal düzenler oluşturmaya çalışan isyankarların eylemlerini Allah'a ortak koşmak olarak niteler, reddeder ve bizi müfsid olanlarla mücadeleye sevkeder.

Bunun içindir ki tevhid inancı hayata bakışımızı belirlediği kadar, hayat tarzımızı, tebliğ ve mücadele metodumuzu da belirler. Tevhid, hayatı kuşatan temel bir programdır. Bu programın ana ilkelerinin ne olduğunu ve hayata nasıl indirgeneceğini belirleyen ise Kur'an-ı Kerim'dir. Hz. Muhammed ise, bu programın sosyal hayata geçirilmesi konusunda, tüm Müslümanlara ve insanlığa en doğru şehadette bulunmuştur (22/78).

Tevhid anlayışının kendi içinde devrimci bir eylemliliği barındırdığını yukarıda ifade etmiştik, Tevhid dinini, yeryüzünde ikame etme mücadelesi, Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi gerektiğinde tek başına (16/120), esas olarak toplu biçimde (3/104), ama ümmet anlayışı içinde (2/143) yerine getirilecek bir yükümlülüktür. Tevhid bireysel veya içe dönük bir eylemi değil; yeryüzünde ve toplumda ifsad olmuş düşünsel, sosyal ve fiziki yapıyı yeniden ıslah etmeyi amaçlayan dışa dönük toplu bir eylemi (11/117) öngörür. Ama bu "eylemlilik, ilah, risalet ve kitap konusunda doğruyu gereği gibi kavramış insanların birlikteliği ile gerçekleşebileceği gibi, düşünsel bir cehalet içinde yaşayan kurak bir sosyal ortamda muvahhid bir bireyin toplu şahitliği amaçlayan mücadelesiyle de başlayabilir.

Bizler "iyiliği emretmek, kötülüğü men etmek" (3/104) ilkesi ve kulluğumuz gereği kötü olanlarla, bozguncularla, cahili inançlar ve sosyal sistemlerle, zulüm, zorbalık, sömürü, her türlü şirk ve hak ihlalleriyle mücadele etmek zorundayız. Bu eylemlilik, bizim tevhide olan inancımızın gereğidir. Ancak programsız, zemini ve hedefi doğru tanımlanmamış bir mücadelenin ciddiyetinden ve sürekliliğinden bahsedilemez. Mücadeleye nereden ve nasıl başlayacağımızı, hayat programımızı oluşturan Kur'an belirlemektedir. Önemli olan Kur'an'ın mesajının doğru kavranabilmesi ve vahyi emirler ile içinde yaşadığımız olaylar ve konum arasında doğru bağlantılar kurabilmemizdir.

Kur'an anlaşılır (43/3), kolaylaştırılmış (19/97) ve çelişkisiz (39/28) bir kitaptır. Mesajı yalındır. Onun mesajı ön yargılardan arınmış bir halde ve ciddi bir yaklaşımla kısa bir zamanda kavranabilir. Rabbimizin bize önerdiği Kur'an'daki inanç ve hayat programının değerlendirilmesinde, bilenlerin birikiminden Kur'an'la sağlaması yapılmak kaydıyla yararlanılmaya çalışılması, kavrayış verimliliğimizi daha da güçlendirir.

Tevhidi mücadele bilgi, inanç ve eylem temelleri üzerine yükselen dışa dönük, açık bir tavırdır. Kur'an'ın mesajını ve bildirdiği esasları gereğince kavrayan bireyin bu kavrayışının inanç haline dönüştüğünü gösterecek tek belirleyici kıstas o kişinin tevhidi mücadelenin sorumluluğunu üstlenmesidir. Ancak, tevhidi ilkeleri ve Kur'an'ın ana temalarını gereğince kavramamış insanların verdiği mücadele, İslam adına da yapılsa tabii ki zaaflarla malul olacaktır.

İslami çalışmalardaki zaaflar, öncelikle parçacı, erteleyici tutumlardan; Kur'an'la yaşadığımız konum arasında bağ kurmak ve çözüm üret­mek yerine, tarihi rivayetleri veya farklı sosyal vakıalardan devşirilen modelleri esas alıcı, Kur'an bütünlüğünden kopuk anlayışlardan kaynak­lanmaktadır. Bu zaaflardan en önemlilerinden birisi de, tevhidi mücadele tavrının dışa dönük boyutunun ertelenmesi veya mücadelenin gizliliği anlayışıdır.

Gizlilik nedir?

Gizlilik, topluca şahitlikte bulunacak, iyiliği emredip kötülükten sakındıracak olan bir sosyal yapının kendini egemen sistemi zorlayabilecek bir güce ulaşıncaya kadar gizlemesi tutumu mudur?

Gizlilik, içinde yaşanılan cahili sistemin tebliğ ve sosyal ilişki imkanı sağlayan araçlarını kullanmayı tanınmamıza neden olacağı veya şirke bulaşacağı çekincesiyle reddetme tavrı mıdır?

Gizlilik, müslüman sıfatımızdan dolayı resmi kurumlarda, bürokrasi­de, iş hayatında veya savcılık veya istihbarat birimlerinde fişlenmemek, mevcut sistemdeki yaşamamızı uyumlu ve risksiz sürdürebilmek için takındığımız bir maske midir?

Yoksa gizlilik, egemen sistem içinde rol alabilmek veya bozguncular ve şeytanın dostları ile müşterek coğrafyanın imkanlarını paylaşabilmek kaygısıyla ortaklıklar kurabilmek için Kur'an'ın muhkem hükümlerini tevil etme aymazlığı mıdır?

Kur'an'ın ilk nazil olan sureleri olarak üzerinde genel ittifak bulunan Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddesir surelerindeki ayetlere bakacak olursak ve bu ayetler ışığında Rasulullah'ın ve ilk müslümanların tavırlarını kavramaya çalışırsak; mesajın ve tevhide şahitlik etme görevinin açık bir şekilde dile getirildiğini görürüz. Ne ilk oluşturulan İslami nüvede gizli hücrelere ayrıştırılmış hiyerarşik bir gizlilik mevcuttur, ne de tebliğ gizliden gizliye yapılmaktadır. Bu konuda tebliğin veya sosyal şahitlik olayının gizlenmesine veya ertelenmesine yönelik tavırları n teorileri, Kur'an bütün­lüğünden ve Kur'an'ın ilk nazil olan ayetlerinin belirleyiciliğinden değil bazı şaz rivayetlerden, geleneksel fıkhi kalıplardan ve beşeri hareketlerin telkin ettiği modellerden kalkarak oluşturulmaktadır. Çok özel şartların ve hayati nedenlerin dışında, tebliğin ve sosyal şahitlik olayının gizlenmesi, Kur'an nasslarına aykırıdır.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, hiç bir peygamber tebliğini ve varlığını gizlememiştir. Zira insanların geneline hitap eden tevhidi mesaj, gizlenerek tebliğ edilemez. Tebliğ edilen mesaj, tebliğ edilenin şahsında vardığını göstermeli ve tebliğcinin şahsında hakikatin şahitliği sergilenmelidir. Zaten Kur'an bildirmektedir: Rabbimiz bize, müslüman adını, Rasul bize ve biz de insanlara şahit olalım diye vermiştir. (22/78).

Daha ilk surelerden öğrendiğimize göre Mekke'nin önde gelen azgınları namaz kılanları engellemektedir (96/9-10). Engellenen eylem, bilindiği-görüldüğü için engellenmektedir. Müslümanlar, ilk inzal olan ayetleri açıktan okuyorlardı. Tebliğleri gizli değildi. Dolayısıyla tebliğ ettikleri mesajın şahitliğini de gerçekleştiriyorlardı. İnkarcılar, kendilerine okunan ayetleri bildikleri-duydukları için onları reddediyor ve bu ayetler hakkın­da "öncekilerin masalları" diyorlardı(68/15).

Bu ilk inen ayetler itikadi ve siyasi bir eylem çağrısını ilk elde içinde barındırıyordu, işaret ettiğimiz bu ilk ayetlerden ve surelerden tebliğin ve şahitliğin gizliliği veya ertelenmesi konusunda herhangi bir farklı yoruma neden olacak hükme rastlamak mümkün değildir.

İlk surelerde Rabbimizin tekbir edilmesi (73/3), inzal olan ayetlerin (74/16) ve insanlara şahitlik edecek elçinin önemi (73/15), cehennem (74/31) ve cennet (74/40) kavramları vurgulanarak dinin temel ölçüleri belirtiliyor ve vahye tabi olmadan ölçü koyanlar kınanıyor (74/19), yalanlayanlara itaat etmekten sakındırılıyor (68/8), namazın kılınması ve zekatın verilmesi (73/20) ve yoksulların doyurulmasına ön ayak olunması (89/18) isteniyordu.

Burada müslümanların maslahatlarıyla ilgili özel görüşmeler, sadece müslümanları veya özel birliktelikleri ilgilendiren istişari oturumlar, bazı hükümlerin tedrici bir yöntemle sübut bulması, konumuzla karıştırılmaması gereken bir durumdur. Mekke'de ve özelde Mekke'nin ilk dönemlerinde müslümanların sayıları oldukça azdı. Hırpalanıyorlardı, insanların kendilerini yakalayıp kaçırmalarından korkuyorlardı. Ama onlar, inandıkları doğruları tebliğ ettiler, tevhidi mücadelenin şahitleri olmaya devam ettiler. Bu yüzden de, Allah'ın yardımlarıyla desteklendiler (8/26). Ama asla kendilerini ve mesajlarını gizlemediler ve ertelemediler, inandılar ve inandıklarını güçleri oranında yaşadılar, inandıklarının şahitliğini yaptılar.

Tevhidi mücadele ne sosyal ve siyasi eylem boyutu olmayan bir fikir çevresi veya kulübü oluşturmayı, ne de doğru bilgi üzerinde kurumlaşmayan bir mücadele pratiğini öngörür. Tevhidi mücadele, düşünce ve eylemin meczedildiği bir inanç bütünlüğünden fışkırır. Bu bütünlüğü yakalayamayan İslami çabaların, söz konusu ilgi bölünmüşlüğünü aşmadan, vahdeti sağlayacak kollektif bir iradeyi oluşturabilmeleri tabii ki mümkün olmayacaktır. Tekrar edelim. Tevhidi mücadele; bilgi, inanç ve eylem temelleri üzerine yükselen dışa dönük, açık ve bütüncül bir tavırdır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR