1. YAZARLAR

  2. Vahdettin Işık

  3. Tebdil ve Tahrif Kavramları Çerçevesinde Dini Ulusallaştırma Çabalarını Anlama

Tebdil ve Tahrif Kavramları Çerçevesinde Dini Ulusallaştırma Çabalarını Anlama

Şubat 1998A+A-

Gittikçe yoğunlaşan bir gündem akışı ile başbaşayız. Gün geçmiyor ki bize ilişkin bir şeyler konuşulmasın. Öyle ki, tarihin tozlu rafları arasında kalmış birçok mesele bile bir anda tüm toplumun ortak sorunuymuşçasına gündemin ortasına oturabiliyor.

"İslami olanı ve/yahut olmayanı belirleyen kaynak nedir? Resulullah'ın konumu nedir ve yetkileri nerede başlamakta, nerede bitmektedir? İbadetin dili bütün bir ümmette aynı mı olmalıdır yoksa herkes kendi konuştuğu dil üzere mi ibadet etmelidir?" gibi konular arasında dolaşan bir dizi tartışmanın da ana mihverini belirlemeye katkıda bulunmak için iki Kur'anî kavram üzerinde durmayı yararlı görüyoruz. Kavramlardan birisi 'tebdil', diğeri de 'tahrif diye Kur'an'da kullanılmaktadır.

Bu kavramları seçmemiz elbette bazı ön kabullere dayanmaktadır. Ön kabullerimizden birisi şudur: Aynı dine (dolayısıyla da aynı ölçüyü veren kaynağa) inandığını söyleyen insanlar arasında meydana gelebilecek bir sorun, bu ortak kabul görmüş olan kaynağa bağlı olarak çözülmelidir.

Nitekim ekranlarda ve kimi yazılı basın organlarında tartışmaya taraf olan İnsanlar, en azından görünürde bu gerekliliğe büyük ölçüde uygun davranmaktadırlar. Yani, tartışmanın her iki tarafı da kendi görüşünü savunurken Kur'an'dan veriler almaya gayret göstermektedir. Bu durumda insanların aklında doğal olarak şu tür müşkiller oluşmaktadır: Ya "aynı kaynaktan deliller getirdiğini iddia eden bu insanların inandıkları kaynağın (Kur'an'a demek isteniyor) bizzat kendisinde, bu konuda bir tutarsızlık var olduğu için inananları da tutarsızlıklar sergiliyorlar" ki, bu birinci seçenektir; ya "her iki tarafın iddialarını da Kur'an mümkün görüyor ama bu insanlar bunu farkedemiyorlar" ki, bu ikinci seçenektir; ya da "bu insanlar Kur'anî öğretiyi bütünsel olarak algılayamamaktan kaynaklanan bir açmaz yaşamaktadır" ki, bu da üçüncü seçenektir; veyahut da "insanlar çeşitli saiklerle sahip oldukları iddialarını Kur'an'a doğrulattırmak istiyorlar", bu da dördüncü seçenektir.

Bu seçeneklerin sayısı artırılabilirse de ilk akla gelen tereddütlerin bu dört noktada odaklandığını müşahade ediyoruz.

Şimdi yazımızın konusunu oluşturan kavramları açıklayarak meseleyi çözmeye katkıda bulunabiliriz.

Tebdil ifadesi. 'Be-De-Le' fiilinin tef'il kalıbından masdardır. 'Bir şeyi kaldırıp, yerine başka bir şeyi koymak/değiştirmek; bir şeyin kendinde değişiklik yapmak/orijinalliğini bozmak' gibi anlamlara gelmektedir.1

Kur'an-ı Kerim'de hem bir şeyi kaldırıp yerine başka bir şeyi koyma, hem de bir şeyin kendinde değişiklik yapma anlamlarına uygun kullanımlara rastlamaktayız: "Zulmedenler sözü kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler" (Bakara,59); ''Sonra kötülüğün yerini iyilikle değiştirdik" (A'raf.95) ayetlerinde birinci anlama uygun bir kullanıma rastlamaktayız. "Bundan böyle kim onu (vasiyeti) işittikten sonra değiştirirse (Beddele) günahı değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir" (Bakara,181) ayeti ile "Muhakkak ben dininizi değiştirmenizden, ya da yeryüzünde fesat çıkarmanızdan korkuyorum" (Ğafir, 26) ayetlerinde, vasiyetin ve/yahut da dinin bir başka vasiyet veya dinle değiştirilmesi anlaşılabileceği gibi, bizzat vasiyette veya Allah'ın dininde değişiklik/tahrif yapmak da anlaşılabilmektedir. "Allah'ın kelamını değiştirmek istiyorlar" (Feth.15) ayetinde de ikinci kullanıma yani, bir şeyin kendinde değişiklik yapmak, orijinalitesini bozmak/tahrif etmek anlamına uygun bir maksat bulunmaktadır.

İlahi hikmetin bildirdiği şer'i ahkamı tarihin bir döneminin ürünü olarak addedip, onun yerine insan algısının sınırlılığı ile ma'lul yeni hükümler vaz etmeye kalkışmak tam bir tebdil ameliyesidir. Bu tebdil, münkeri marufla değiştirmek değil, bilakis maruf olanı münkere tebdil etmektir. Bir tür iptal ve/yahut reform anlamına gelen bu ameliyeleri en yakıcı şekilde yaşayan toplumlardan birisi içerisinde yaşadığımız toplumdur. Bunun yakın tarihteki en somut örneklerinden biri, bin küsur yıldır bütün bir İslam ümmetinin tevatüren yaşattığı ezanın ulusal bir dille okutturulmasıdır. Esasen, bu tür uygulamalar tarihin bir döneminde kalmış olmayıp halen yoğunlaştırılarak devam etmektedir. Ramazan boyunca yapılan medyatik din tartışmaları/propagandaları da bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Şimdi de tahrif kavramı üzerinde durabiliriz:

Tahrif, "Ha-Ra-Fe" fiilinden türetilmiştir. Tef'il kalıbından olup masdar ifadedir.

'Ha-Ra-Fe'nin masdarı 'el-Harf'tir ve 'çevirmek, değiştirmek' demektir.2

'El' Harf isim olarak kullanıldığında, 'harf, kenar, uç' anlamlarına gelir. "Allah'a bir harf üzerinde kulluk edenler vardır; Öyle ki, başına bir iyilik gelse, O'ndan hoşnut olur; ama başına sınayıcı bir güçlük gelse hemen bütünüyle yüz çevirir ve böylece dünyayı da ahireti de kaybeder. Zaten hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kayıp da gerçekte budur"3 ayetinde geçen 'Allah'a bir harf üzerinde kulluk etmek' ifadesi, 'mutmain olmayarak, Allah'ın dinine bir bütün olarak sarılmayıp da kıyısından köşesinden tutunarak kulluk etmek' demektir. Böyle bir kulluk ise, hakikate iman etmenin gereği olan bir kulluk değil de herhangi bir çıkar umarak 'suret-i hakk'tan görünmek' demektir. Nitekim, ayetin devamında bu durum çok açık olarak anlaşılmaktadır.

Büyük şehid Seyyid Kutub ayetin tefsirinde şöyle der;

"Ayetin değindiği bu gruba mensup insanlar, İnanç sistemine pazarda alınıp satılan bir meta gözüyle bakarlar:

"Eğer işler iyi giderse hoşnut olur."

"Yani, 'iman iyidir. Baksana yarar sağlıyor. Sütü artırıyor, ziraatı geliştiriyor, ticareti kârlı kılıyor. Sürümü garantiliyor der.

Fakat eğer sınav amaçlı bir sıkıntı ile karşılaşırsa yüzgeri eder, sırt çevirir. Böylece hem dünyayı hem de ahireti kaybeder.

'...Kur'an-ı Kerimin ifade tarzı, onun Allah'a yönelik ibadetini' bir yol kenarındaymış gibi' şeklinde tasvir etmektedir. Bu ibadet inanca dayanmamakta, bu yüzden o kişi sürekli ve kalıcı olarak ibadet etmemektedir. Kur'an-ı Kerim bu tür insanların ibadetini daha ilk dokunuşta yere yıkılacak olan dengesiz bir bedensel hareket gibi tasvir ediyor. Bunun için bir fitne ile karşı karşıya kalınca hemen yüz üstü yere kapanıyor. Dengesiz durduğu için yere yuvarlanması kolay oluyor...

Fitne anında yüz üstü yere kapanan kişi, kuşkusuz büyük bir kayba uğrar.

'İşte apaçık hüsran budur.'

Çünkü bu tür insanlar iç huzurunu, güvenini, kararlılığını, hoşnutluğunu kaybeder. "4

Bu bağlamda şöyle de denilebilir: Bu halde kulluk edenler işlerine gelen kısmıyla Allah'ın hükümlerine uygun davranıyor, işlerine gelmeyen hususlarda ise Allah'ın hükümlerine aykırı davranıyorlar. Mesela, içerisinde bulunduğu ortam gerektiriyorsa namaz kılmakta, zekat vermekte, oruç tutmakta v.b. hatta İslami öğretiyi savunmakta iken konjonktürel olarak bütün bunlara aykırı davranabilirler. Mesela, bir yandan Ramazan'da oluşan duyarlılıkları da gözeterek düzenlenen Kur'an sempozyumlarında, müslümanların içerisinden birisi gibi Kur'an'a ilişkin tebliğ sunan birileri, diğer yandan İslami olan herşeyi toplumun hayatından silmek isteyen güç odaklarının "dine karşı din"i kullanmak amacıyla oluşturdukları kurullarda aktif olarak görev üstlenebilmektedirler.

Yinelersek tahrif, tef'il kalıbından masdardır. 'Bir şeyi uzatmak, kelimeleri harf harf yapmak, yani gerçek anlamından çıkarıp, birkaç anlama gelebilecek hale sokmak' demektir.5 Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de "yahudilerden kelimeleri yerlerinden tahrif edenler vardır"6 ayetinde tahrifin nasıl yapıldığına ilişkin açık bir beyan bulunmaktadır: 'Kelimeleri yerlerinden tahrif etmek' suretiyle gerçeği örtmeye çalışırlar. Yani, sözleri bağlamlarından kopararak çarpıtırlar. Ayetlerde kullanılan kelimelerle gerçekte kastedilen şeyi değil de, kendisinin anlaşılmasında çıkar umduğu şeyi anlamak gerektiğini salık verirler.

Çokça istismara konu olmuş bir ayeti örnek vererek konuyu açıklığa kavuşturabiliriz. Bilindiği gibi Kur'an'da "Allah'a, rasulüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz..." (Nisa, 4/59) buyrulmaktadır. Bu ayetten açıkça anlaşıldığı gibi, itaat edilmesi gereken emir sahibi 'biz' den olmakla tahsis edilmiş/özele indirgenmiştir. Kim(ler)in 'biz' kavramı içerisinde olup olmadığını ise diğer ayetlerden kolaylıkla çıkarabiliriz. Mesela, Nuh(a)'un oğlunun bile 'salih amel' sahibi olmadığı için aileden sayılmayacağını Rabbimiz bildirmektedir.7 Keza, "Rabbi, İbrahim'i bir takım emirlerle denemiş, o da onları yerine getirmişti. Allah: 'Seni insanlara önder kılacağım' dedi. O 'soyumdan da' deyince/zalimler bu sözün dışındadır' buyurdu." (Bakara,2/124)8

Bütün bu gerçekler ortadayken, birilerinin kalkıp ta şu anki tağuti otoritenin temsilcilerine itaat etmenin Allah tarafından farz kılındığını söylemesi tam anlamıyla bir tahriftir. Zira, bizimle aynı inanç ve eyleme sahip olmayan insanları sırf bizimle aynı soydan/ırktan geliyorlar ve aynı toplumda yaşıyoruz diye 'biz' kümesinin anlamı içerisine sokmak Allah'ın bildirdiğine aykırı bir anlamı ayetin kapsamına almak demektir. Zaten, 'kelimeleri yerlerinden tahrif etme'nin tam karşılığı da zaten budur.

Bir başka uygun örnek de son günlerin tartışmalarında yıldızı iyice parlayan Y. Nuri ÖZTÜRK' ün yerini belirlemek açısından anlamlıdır.

Y.N.Ö. 15 Ocak 1998 tarihinde ATV adlı TV kanalındaki konuşmasında, önce Nisa sûresinin 75. ayetini okuyor: "Size ne oluyor ki Allah yolunda ve; 'Rabbimiz bizi halkı zalim olan bu şehirden kurtar, bize katından bir veli, bir yardımcı gönder' diyen mustaz'af erkek, kadın ve çocuklar uğruna savaşmıyorsunuz!" Bu ayeti okuduktan sonra da ekliyor: Türk halkı bu görevi yani mustaz'aflar uğrunda savaşma işini tarihi boyunca bihakkın ikame etmiştir. Bunun için da Kore'ye evlatlarını göndermiştir...

İlginçtir; Allah bu ayetin öncesinde dünyevi nimetlere meylederek savaşmayı yerer ve ahireti tercih etmenin gereği olarak savaşmanın hayırlı olduğunu anlatır. Mezkur ayetin sonrasında ise, şöyle buyrulur: "Mü'minler Allah yolunda, kafirlerde tağut yolunda savaşırlar. Öyleyse şeytanın velileriyle savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır."9

Şimdi iyice düşünelim. Emperyalizmin en büyük temsilcisi ABD'nin öncülüğünde varlığını sürdüren NATO'ya girebilmek için TC'nin Kore'ye asker gönderdiğini bilmeyen mi var. Apaçık olan bu gerçeği gözardı ederek işbirlikçi TC'nin Kore macerasını 'mustaz'af erkek, kadın ve çocukların çağrısına uyarak 'Allah yolunda savaşmak' olarak sunmak, işte kelimenin tam karşılığıyla 'tahrif'tir. Zira 'ayeti bağlamından anlamını gerçekte kastedilen anlamın dışında bir anlama çekme'ye tahrif denildiğini daha önceden belirtmiştik.

Bu tahrif çabaları son dönemlerde iyice artmış görünüyor. Nitekim, TV'lerde yapılan tartışmalarda görülüyor ki. "İnsanlar arasında öyleleri var ki, bilgisi olmayanları Allah yolundan saptırmak ve onu gülünç duruma düşürmek için. yol gösterici mesajlar üzerinde kelime oyunu yapmaya kalkışıyorlar..."10

''Onlar, mü'minleri bırakıp kafirleri dostlar ediniyorlar. Kuvvet ve onuru/izzeti onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz bütün kuvvet ve onur Allah'ındır."11

Yazımızın başlangıç kısımlarında, yapılan bu tartışmaların insanların zihninde çeşitli müşkiller oluşturduğunu söylemiştik. Bu kavramsal açıklamalardan sonra söyleyebiliriz ki, esas sonun dördüncü seçenekte belirtilen nedene dayanmaktadır. Yani, tartışmanın taraflarından olan ve tartışmaları başlatan birileri açıkça 'ulusçu söylemin bir parçası olarak "ulusal bir din" oluşturmak amacıyla bazı tartışmaları başlatmıştır. Bu tartışmayı başlatanların asıl maksatlarının hakikati ortaya çıkarmak değil, evrensel istikbarın işbirlikçisi olan yerli kadroların müslüman çevrelere yönelik başlattıkları dayatmalara meşrulaştırıcı bir çerçeve sunmaktır. Bu insanların yaşanan somut ve yakıcı sorunlar karşısında kimlerden yana tavır aldıkları ve Allah'ın ayetlerini asıl bağlamından kopararak anlamlandırmak suretiyle bir çeşit tahrif sürecini İşlettikleri göz önüne alınırsa söz konusu yargımızın haklılığı daha bir anlaşılmış olacaktır.

Yazımızı Rabbimizin aydınlatıcı uyarısına kulak vererek bitirebiliriz:

"Ey iman edenleri Kendinizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük etmekte ve zarar vermekte kusur etmezler. Size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğzları ağızlarından dışarı vurmuştur. Sinelerinin gizli tuttukları ise daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık. Belki akıl erdirirsiniz. "12

Dipnotlar

1- Müfredat, s. 111-2

2- Müfredat, s. 228

3- 22/Hacc sûresi, 11

4- Seyyid Kutub, Fi Zılal-il Kur'an, c. 7, s. 330-1

5- Müfredat, 228

6- 4/Nisa süresi, 44 (Benzer kullanımlar için bkz., 4/46; 5/13-41)

7- 11/Hud sûresi, 45-6, Mü'minun, 23/27

8- Kur'an-ı Kerimde mü'minlere hitapta kullanılan çoğul ifadelerde yalnızca müslüman olanların kastedildiğine dair çokça örnek gösterilebilir. (örn.,1/4-7; 2/282; 2/143; 22/78 v.d.)

9- 4/Nisa sûresi,76

10- 31/Lokman, 6

11- 4/Nisa, 139

12- 3/Al-i İmran, 118

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR