1. YAZARLAR

  2. Cengiz Duman

  3. Tahrif Edilmiş Bir Kur’ani Kavram: Veli/Evliya

Tahrif Edilmiş Bir Kur’ani Kavram: Veli/Evliya

Mayıs 2010A+A-

Kur’an-ı Kerim’den yaklaşık iki bin yıl önce nazil olmuş olan Tevrat, İsrailoğullarınca gereğince korunamamıştır. Çeşitli nedenlerle yazılı ana metni kaybolan bu kitap, daha sonra beşer aracılığıyla hafızaya dayanan bir metotla yeniden derlenmiş, bu derleme esnasındaki ilave ve çıkarmalarla birlikte otuz dokuz ayrı kitaplık bir külliyat ortaya çıkmıştır.

Kur’an, kendisinden önce nazil olan Tevrat, Zebur ve İncil’in uğradığı akıbete uğramamıştır. Bunun nedeni Kur’an’a, Cenab-ı Hakk tarafından korunma garantisi verilmesidir. “Elbette biz, biz indirdik zikri ve elbette onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr, 15/9)

Cenabı Hakk’ın verdiği bu güvence ile Tevrat, Zebur ve İncil gibi Kur’an’ın metninin tahrif edilememesine mukabil onun anlamı tahrif edilmiş/edilmektedir. Bu tahrif, Kur’an’ın çeşitli metotlardaki (tasavvufi-batini vd.) tefsirler ve sahih olmayan hadisler vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.

Kur’an’ın Ayetlerini Tahrif

Yeri döşedik ve oraya sabit dağlar yerleştirdik.” (Kâf, 50/7) Bazı mutasavvıflara göre; Allah, arzı serdi, onu zahiren yüksek dağlarla tuttu. Hakikatte arz, yaratıklar; dağlar da velilerdir. Allah, velilerle yaratıklarını tutar, onlarla insanlardan belaları savar.1

Konuya örnek olarak İmam Hanbel’in Kitabu’z-Zühd’ünde yer alan bir hadise bakalım: “Bu ümmet içerisinde kırk kişi İbrahim meşrebi üzerinde, yedi kişi Musa meşrebi üzerinde, üç kişi İsa meşrebi üzerinde bulunur. Bunlar meşrebine göre insanların efendileridir.” Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadisin devamına göre bunlar ile yağmur yağdırılır, Allah bunlar vasıtasıyla belayı defeder ve bunların yüzü suyu hürmetine insanları rızıklandırır.2

Kur’an’ın manasının tahrifinde kullanılan bu tefsir/tahrif metodu yüzünden mushafta aynı şekliyle yerinde kalan bir kelime veya kavram, tefsiri yapılırken tevhidî kulvardan çıkarılarak, aslına zıt anlamlara dönüştürülmüştür. Kur’an kavramlarının birçoğunun tarihî akış içerisinde mahalli kültürlerin etkisiyle asıl anlamından koparılıp birtakım düşüncelerin ifade vasıtası yapıldığı ve hayata bu şekliyle geçirildiği bir realitedir.3 Bu durum neredeyse biyolojideki metamorfoz/başkalaşım olayına benzemektedir. Minik bir balık olarak suda yaşama başlayan kurbağa, ilerleyen süreçte karada ve suda varaklayarak, zıplayarak yaşayan bir canlıya dönüşmektedir. Yine ipek böceği boğum boğum yerde ilerleyen bir kurt iken süreç içerisinde havada uçan kanatlı kelebek haline gelmektedir. Başı ve sonu birbirine tamamen aykırı olan metamorfoz sürecini tam olarak bilmeyenler bu canlıları ve yaşamlarını tam anlamıyla algılayamazlar.

Kur’an’ın manasının tahrifi de benzer bir metamorfoz ve tahrif süreci sonunda gerçekleşmiş/gerçekleşmektedir. Bu yüzden İslam toplumlarında veli/evliya kavramı ne lügat manası ne de Kur’an’da kullanıldığı mana ile değil, daha çok bu kelimeye sonradan kazandırılmış manasıyla kullanılmaktadır.4 İnceleyeceğimiz veli/evliya kavramı bu olguya en önemli örnektir.

Kur’an-ı Kerim’deki “veli” ve çoğulu “evliya” kavramı süreç içerisinde uğratılmış olduğu tahrifin etkisiyle Kur’an’ın tarif etmediği bir vasfa ve hatta tevhid dışı bir kavrama dönüşmüştür. Kur’an’daki veli/evliya anlatım ve hedefi ile onun pratiğe aktarımı arasındaki bu muazzam fark veya başkalaşım bizi hayretlere düşürmeye yeterlidir.

Veli/evliya kavramının, Kur’an perspektifinde anlaşılması için bu kelime ve kavramların tevhid dışı yamalardan temizlenerek saf haline irca edilmesi ve anlaşılması gerekmektedir. Kur’an’a göre Allah’ın, evliya/dostları vardır. Aynı zamanda şeytanın da evliya/dostları vardır. Yine kâfirlerin de evliya/dostları veya düşmanları bulunmaktadır.5

Bu yazımızda Kur’an’ın nüzul sürecinden başlamak üzere, Kur’an-ı Kerim’de beyan edilen veli/evliya kavramını, kapsamını, hedeflerini inceleyeceğiz.

Veli/Evliya Kavramının Lügat Anlamı

“Evliya” kelimesi “veli”nin çoğuludur ve “veliler” demektir. Kur’an-ı Kerim’de geçen “veli/evliya” kelimesi yer aldığı toplam 87 ayetin 46’sında Allah’ın insanlara dostluğu, 2 ayette insanların Allah’a dostlukları, 10 ayette insanlarla şeytan arasındaki dostluk, diğerlerinde ise iyi veya kötüler arasındaki dostluklar için kullanılmıştır.6

Kur’an-ı Kerim’de 10’dan fazla yerde Allah’ın ismi olarak geçen “veli”, esmâ-i hüsna hadisinde (Tirmizi, Da’avât, 82) de yer almıştır.7

Veli kelimesi Türkçeye genelde ‘dost’ olarak çevrilmektedir. Dost kelimesinin Türkçe karşılığı hakkında sözlükte şu tanımlar yer almaktadır. 1- Sevilen kimse, sevgili; ahbap, arkadaş. 2- Aralarında iyi ilişkiler bulunan…8 Öncelikle Türkçe meallerde ‘dost’ olarak çevrilen “veli” kavramının Türkçe ‘dost’ kelimesinin ifade ettiği anlamdan çok daha geniş kapsamlı olduğunu belirtelim. Şimdi bu durumu lügavi ve ıstılahi yönden açmaya çalışalım.

Arapça “veli” kelimesi hakkında İbn Manzur şunları kaydeder: “Yardımcı anlamında, Allah'ın sıfatlarından biridir. Bütün tasarruf yetkisiyle birlikte eşyaya malik olan demektir. Fıkıhta, yetim çocuğun bakım işlerini üstelenen kimse ve kadın için nikâh akdini yapmaya yetkili şahıs demektir. Yakın, ahbap, dost anlamına gelir.”9

İbn Farsi “Veli: yakınlık, yakınlaşma demektir.”10 derken, Cevheri’nin Sıhah’ında ise yakınlık, yakınlaşma, düşmanın zıttı anlamında ve yanı sıra sıhr (akrabalık) anlamında kullanıldığı kaydedilmektedir.11

Serahsi, el-Mebsut’ta fıkhi bir tarif yaparak; “Veli, isteyip istemediğine bakmaksızın, bir başkasını bağlayıcı karar alma ve uygulama yetkisini elinde bulunduran kişidir. Bu yetkiye velâyet denir.”12 demektedir.

Sözlüklerde yer alan bu anlamların icmali olarak örnek verebileceğimiz bir tanım daha bulunmaktadır. Ragıp el-İsfahani, Müfredat’ında13 kavrama dair şu ideal tanımda bulunmaktadır: “Velâ, tevâli kavramları iki şey arasında kendilerinden olmayan bir şeyin girmesine izin vermemesidir. Bu yakınlık, mekân açısından, soy açısından ve dostluk/arkadaşlık dayanışma/yardımlaşma ve inanç sistemi açısından olabilir.”14 Mukatil bin Süleyman15 “veli” kelimesinin bu anlamlarını kategorize ederek eserinde bunlara dair ayetlerden tek tek örnekler vermektedir.

Fahruddin er-Râzi şunları kaydetmektedir: “Veli kelimesi, ism-i fail anlamında, feîl veznindedir. Bu kelime Arapların şu sözlerinden alınmıştır: ‘Falanca bir şeyi uhdesine aldı…’ Nitekim Hüzelî şöyle demiştir: ‘Seni yolundan saptırmak isteyen bazı azgın kimseler sana yaklaşmaksızın, (seni) tehdit etti.’ Yine bu kelimeden olmak üzere denilir ki, ‘Benim evim onun evine yakındır.’ Ayrıca sana sevgi ve yardım hisleriyle yaklaşıp seni hiç terk etmediği için yardımcıya da ‘veli’ denilmektedir. Yine, halkın işlerini yönettiği, onlara emirler ve yasaklar çıkardığı için şehrin yöneticisine de ‘vali’ denilir. ‘Mevla’ (efendi) kelimesi de bu kökten gelmektedir. İşte bundan dolayı ‘velayet’ (dostluk) ‘adavet’in (düşmanlığın) zıddı olmuştur.”16

Veli kelimesinin lügat manası hakkında Kur’an-ı Kerim’de geçen şu ayetleri örnek verebiliriz:

Ölen birinin yakını anlamında: “Haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse, onun وَلِيِّهِ velisine yetki verdik. Ancak o da kısasta ileri gitmesin. Zaten o, alacağını almıştır.” (İsra, 17/33)

Yetimin gözeticisi olarak: “Yetimin malına, rüştüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (İsra, 17/34)

Yakın akraba/asabe17olarak: “Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan مَوَالِيَ yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir وَلِيًّا veli (oğul) ver.” (Meryem, 19/5) “Allah'a ant içerek birbirlerine şöyle dediler: Gece ona ve ailesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da  وَلِيِّهِ velisine: ‘Biz (Salih) ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz.’ diyelim.” (Neml, 27/49)

Muktedir durumda olmayan bir akraba için gözeticilik ve şahitlik: “Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise وَلِيُّهُ velisi adaletle yazdırsın.” (Bakara, 2/282)

Cahiliye dönemi Arap dil ve toplum yapısını yansıtan Kur’an’ın bu anlatımlarında ortak nokta olarak; nesep, soy, kan bağının getirdiği fıtri diyebileceğimiz bir dayanışma, sahiplenme gözlemlenmektedir.

Kur’an, nüzul dönemi “veli” anlayışının eksik ve olumsuz yanlarını ıslah ederek şeriat haline getirmiştir. Cahiliye döneminde bir veli yetimin bakımını üstlenerek ve ona kalan mirastan istediği gibi tasarrufta bulunarak kendi zevkine göre harcama yaparken; Kur’an, “Yetimin malına, rüştüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” şeklinde hukuki bir tanımla tevhidî bir yapılanma ortaya koymaktadır. Ölen birinin velisi için de “Bir kimse zulmen öldürülürse, onun velisine yetki verdik. Ancak o da kısasta ileri gitmesin.” diye emrederek sınırlar ve ölçüler tespit etmektedir.

Anlattığımız bu olgu veli/evliya kavramının Arap yaşamını yansıtan lügat anlamındaki pratiğinin tevhidî dönüşümünü resmetmektedir. Şimdi kavramın cahiliye dönemi Arap toplumundaki toplumsal pratiğini biraz daha açalım.

Veli Kavramının Cahiliye Toplum Yaşamındaki Karşılığı

Arap cahiliye toplumu bedevi ve hadari18 olmak üzere iki ayrı şekilde yaşam süren bir toplumdu. Hadarilere oranla bedevilerin yaşamı daha zorluydu. Çünkü bedeviler hem çöl tabiatıyla, hem yaşamlarını idame ettirecek diğer şartlarla boğuşmak zorundaydılar. Bunun için hem nüfus bakımından çoğalmak hem verimli yaşam ortamları bulmak ve hem de bu ortamları sağlarken kendilerini dışarıdan gelecek saldırılara karşı korumak durumundaydılar.

Cahiliye döneminde ıyal19 denilen anne-baba ve çocuklardan oluşan küçük çekirdek ailelerden başlayan toplumsal yaşam, al, fasile, fahz, batn, ammare ve kabile20 organizasyonu şeklinde büyüyerek bu insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamaktaydı. Bu toplumsal yapıda ıyal’in başı olan baba, çocuklarının ve hanım/hanımlarının velisiydi. Yani onları koruyup gözetmek, geçimlerini sağlamak vb. tüm hayatları ile sorumlu kişiydi. Bu yüzden baba “veli” sıfatını almaktaydı.

Ölenlerin hayatta bıraktıkları, yine onların hayattaki en yakın akrabaları olan amca, dede, kardeş gibi en yakın akrabaları tarafından himaye altına alınmaktaydılar. Yetim kalanların tüm geçimleri ve korunmaları bu aile bireylerince sağlanmaktaydı. Peygamberimizin yetim kalması sonrası dedesi ve amcası tarafından sahiplenilmesi de bu durumun bariz örneklerindendir. Yine aynı şekilde Hz. Lut’un babasının ölümünden sonra dedesi Azer (Terah) ve amcası İbrahim (a) tarafından himaye altına alınması uygulamasının çok uzun süreçlerin uzantısı olan bir gelenek/yaşam tarzı olduğunu göstermektedir.

İşte yetimleri himayelerine alan bu akrabalar böylece onların “velisi” olmaktaydılar. “Veli” tam manasıyla yardım eden, yakın olan, arada başka kimsenin olmadığı ortamda, hâkim ve her şeye karar veren kişi olarak bu sıfatı almaktaydı. Bu yüzden hem miras mallarında hem kan davaları gibi durumlarda, kısas ve diyet gibi önemli kararları veren kişi “veli”ydi. Kur’an’daki beyanlar bu durumu açıkça izah etmektedir: “Bir kimse zulmen öldürülürse, onun velisine yetki verdik…”; “Yetimin malına, rüştüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın…”; “…Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise velisi adaletle yazdırsın.”

Cahiliye Araplarında bu kan, soy, asabe veli/yakınlığı yanında başka şekillerde de akrabalık, yakınlık tesis etmek mümkündü. Arapların bu yolu tercih etmelerinin sebebi hem nüfuz alanlarını genişletmek hem de yaşamdaki zorlukları bu yakınlıklar yoluyla aşmaktı.

“Cahiliye devri Araplarında derece derece uzaklaşmak üzere müşterek cedlerin erkek tarafından çoğalan zürriyetlerinden teşekkül eden aile kümelerine, İstihlak, Muahat ve Hilf yolları ile giren yabancılar da karışıyordu.”21 Böylece cahiliye döneminin fertlerinden bir adam istediği bir yabancıyı kendi nesebine katarak, kendi ailesinden sayabilirdi.22

Cahiliye dönemindeki bu olgu “nesebî asabe” ve “sebebî asabe” olarak iki şekilde tezahür etmekteydi. “Nesebî asabe”, erkeklerin akrabalığı baz alınarak rahim akrabalarını oluşturan topluluk iken; “sebebî asabe” ise kan, soy bağı olmaksızın İstihlak, Muahat ve Hilf yoluyla edinilen soy dışı akrabaları da kapsamaktadır.

İşte Arap sosyal yaşamındaki bu “sebebî asabe” olgusu cahiliye klanında bir asabeye dâhil olan fertlerin tümü birbirlerinin velisi/mevlası23 sıfatını oluşturmaktadır. Yani kan ve soy bağı olmaksızın bir Arap şahıs ile “sebebî asabe” vesilesiyle kabileye dâhil olan kişiler, bu yolla bağlı oldukları kabilenin fertlerinin mirası ve kendi mirasları dâhil her türlü sosyal yanlarından ortaklaşa yararlanabilirdi. Ortaya çıkan kan davalarında o kabilenin ferdi olarak değerlendirilir ve diyet uygulamaları buna istinaden gerçekleştirilirdi. Bu kişiler aynı zamanda bağlı oldukları kabilenin dışarıdaki birer temsilcisi olurlardı.

Anlaşılacağı üzere sanki “rahim akrabalığı” varmış gibi sosyal birliktelik oluşturan bu konum cahiliye dönemi Araplarında veli/evliya olarak nitelenen sosyal bir vakıanın, kavramın daha da genişlemesine yol açmıştır.

Istılahi Manasıyla Veli Kavramı

Kur’an’daki veli/evliya kelimesinin ıstılahi kullanımında asabe, kan ve soy bağı unsurları bir kenara bırakılarak tamamen akidevi özellik ön plana çıkar. “Kur’an-ı Kerim’de veli/evliya kelimesi aynı kökten türeyen kelimelerle birlikte doksana yakın ayette zikredilmektedir. Bu ayetlerde; Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber’in, mü’minlerin, zalimlerin, kâfirlerin, münafıkların, müşriklerin, Yahudi ve Hıristiyanların Ehl-i Kitab’ın, şeytan ve putların dostlukları (evliya) haber verilmektedir.”24 Yani Kur’an, veli/evliya kelimelerini iman ve inkâr açısından değerlendirerek inanç ekseninde tespitlerde bulunmaktadır.

Bu tespitlere göre yeryüzündeki akideler iman ve küfür olarak iki kısma ayrılmaktadırlar. İman edenler bir grubun, küfür/inkâr edenler ise diğer grubun içerisine girmekte ve birbirlerinin dostu/yakını olmaktadırlar. “Ey İman edenler! Benim de düşmanım عَدُوِّي sizin de düşmanınız عَدُوَّكُم olanları dostlarأَوْلِيَا  edinmeyin. Onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir.” (Mümtehine, 60/1)

Dolayısıyla vahye inananlar ve bunun müteselsil cüzlerindeki hiyerarşi olarak Allah, Peygamber, mü’minler birbirlerinin velileri/evliyası olarak tanımlanmaktadırlar. “Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan bilmiş ol ki Allah’tan sana ne bir dost/veli وَلِيٍّ ne de bir yardımcı نَصِيرٍ vardır.” (bakara, 2/120)

İnkârcılar ise karşı bir grup olarak nitelendirilerek onların da birbirleri ile dost/veli oldukları şu ayet ile bildirilmektedir. “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veliler أَوْلِيَاء edinmeyin. Sizden kim onları dost يَتَوَلَّهُم edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.” (Tevbe, 9/23) Bu ayet-i kerimede bariz olduğu üzere Cenab-ı Hakk, Kur’an’ın nüzul döneminde asabe/yakınlığın ifadesi olarak kullanılan veli kelimesini kan ve soy bağından tecrit ederek tamamen inanç bağlamında konumlandırmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’deki veli/evliya kavramının ıstılahi anlamdaki en önemli kullanımı yaratılış kıssasında gerçekleşmektedir.

Yaratılış Kıssasında Veli Kavramı

Hz. Âdem’in yaratılışı ve dünyaya inişini konu alan “yaratılış kıssası” aynı zamanda dünya üzerindeki insan ve Şeytan arasındaki mücadelenin mahiyetini de kıssa etmektedir.

Yaratılış kıssasına göre dünya üzerinde “halife”25 olarak yaşamaya başlayan insanın karşısına Şeytan’ın çıkacağı ve bir şekilde insanları Allah’a karşı isyan ettirmeye çalışacağı beyan edilir. “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve avenesi sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların أَوْلِيَاء dostları kıldık.” (Araf, 7/27)

Bir diğer ayette ise bu olgu şöyle beyan edilmektedir: “Hani biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik; İblis (Şeytan) hariç hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve soyunu mu أَوْلِيَاء dostlar ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin عَدُوٌّ düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!” (Kehf, 18/50)

Yaratılış kıssasının bir bölümünü anlatan çeşitli surelerdeki bu ayetlerde üzerinde durulan önemli bir konu vardır. Cenab-ı Hakk, Âdem ve eşinin yeryüzüne inmesini emrederken, aynı zamanda orada bir mücadele başlayacağını bildirmektedir. “Şeytan, ana-babanızı … cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın.” ifadesi bu mücadeledeki tarafları ve mücadele fiilini beyan etmektedir.

Bu kıssadaki mesaja göre, yeryüzünde hayata başlayan insan ve Şeytan iki ayrı gruptadırlar. Bu iki grubun iki aykırı özelliği vardır: İman ve inkâr. Âdem ve eşi “iman” safındadırlar. Buna mukabil, Şeytan, inkâr safındadır. Yani insanların yeryüzündeki yaşamlarında Allah’ın emirlerine uyup, karşı gruptan olan Şeytan’ın isteklerine boyun eğmemeleri gerekmektedir.

İşte Cenab-ı Hakk bu mücadelede kendi emirlerini dinleyen dolayısıyla onu gereği gibi tanıyan/lar/ın, Allah’ın yakını/dostu/velisi/evliyası olacağını bildirmektedir. Dolayısıyla “yaratılış kıssası”nda yer alan veli/evliya kelimesinde kelimenin lügat anlamındaki kan, soy, asabe bağı değil; iman bağı esasını ortaya çıkaran inanç/akide özelliği vurgulanmaktadır.

Allah’ın emirlerine uyanlar, kıyamete değin, hem Âdem ve eşi soyundan, yani insan hem de “iman edenler” olmaları vasfıyla inanç/din kardeşleridirler. Hucurat Suresi’nde beyan edildiği gibi “Mü’minler ancak kardeştirler.”26 Tüm bu sıfatların bileşimi olarak Müslümanlar birbirlerinin velisidirler.

Yine aynı şekilde Şeytan’ın direktiflerine uyanlar da Allah’ın emirlerine aykırı hareket ederek Şeytan’a uydukları için hem “Şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar.”27 hem de onun veli/dostu/evliyası olmaktadırlar.

Şeytanlarla kardeş…” ve “Şeytanları, inanmayanların أَوْلِيَاء dostları kıldık.” ayetlerindeki, ihvan/kardeş ve veli/evliya kullanımında, insan ile Şeytan arasındaki bir kan, soy, asabe bağı değil; Şeytan’ın emirlerini uygulamak, dolayısıyla ona tabi olmayı yansıtan ve vurgulayan iman/inanç özelliği ortaya çıkartılmaktadır. O halde tüm bu anlattıklarımız mucibince şu tespitlerde bulunabiliriz: Yeryüzünde hayatın başlamasından itibaren insanlar inanç temelinde iki ayrı kutba ayrılmıştır: İman edenler ve inkâr edenler. İman edenler birbirleri ile kardeş ve velidirler. İnkâr edenler de -Şeytan ve kâfirler- birbirleri ile kardeş ve birbirlerinin veli/evliyasıdırlar. Allah ise iman edenlerin velisi/evliyasıdır.

Ne zamanki yeryüzünde hayat süren insanlar; “Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.”28 ayeti gereği, Allah’ın emirlerini tebliğ eden resullere ve onların getirdikleri vahye dolayısıyla Allah’a ittiba ederlerse, bu grup iman temelli veli/dostluk kutbunu oluşturmuşlardır. Kimler de Allah’ın yolladığı resullere, onların getirdiği vahye ve dolayısıyla Allah’a karşı gelmişlerse, binaenaleyh bu aykırı fiilleri yaparak Şeytan’ın vesvese ve emirlerine uymuşlarsa, onlar da inkâr temelli dostluk/veli kutbunu oluşturmuşlardır.

“Yaratılış kıssası”ndaki ayetlerin nezdinde, iman temelli dostluk kutbunun hiyerarşisini tespit etmek mümkündür: 1- Allah, 2- Resul/resuller, 3- İman edenler/Müslümanlar.

Yine aynı şekilde inkâr temelli dostlar kutbunun hiyerarşisini de çıkarabiliriz: 1- Şeytan, 2- Şeytan’a uyan kâfirler/inkârcılar.

İman Kutbunun Veliliği/Yakınlığı/Dostluğu

Yaratılış kıssasının anlatımlarından kategorize ettiğimiz “iman kutbu”nun dost hiyerarşisini Kur’an ayetleri nezdinde inceleyelim:

1- Allah’ın Veliliği: Kur’an-ı Kerim’in, “yaratılış kıssası”ndan başlamak üzere veli/evliya kelimelerinin geçtiği 50’ye yakın ayette29 Cenab-ı Hakk inananların velisi olduğunu açıklamaktadır. Çünkü Allah, yaratıcıdır ve yarattıklarını koruyup-gözeten, onların ihtiyaçlarını karşılayandır. Bundan dolayı Âdem’i yaratmasından itibaren uyulacak, ibadet edilecek, emirleri yerine getirilecek tek varlığın kendisi olduğunu beyan etmiştir. Onun bu isteğini yerine getirenlerin velisi/dostu da yani kulluğun karşılığını veren de tabii olarak tek olan Allah olacaktır.

“Allah’ın inananların velisi olduğunu bildiren ayetlerin çoğunda veli kelimesinden sonra Nasir, Şafi, Vâk, Hamid, Mürşid gibi sıfatlara veya benzer manalar ihtiva eden ifadelere yer verilerek dostun sevdiği için bir yardımcı, koruyucu, kurtarıcı, yüceltici, iyiliğe yöneltici olması, bu şekilde dostluğun sevgiye dayanması ve pratik ahlâki sonuçlar doğurması gerektiğine işaret edilmiştir.”30 Çünkü dünya ve ahirette insanın tek yardımcısı, dolayısıyla velisi/dostu Allah’tır. “Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız أَوْلِيَاؤُكُم. Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır.” (Fussilet, 41/31)

Şu ayet-i kerimelerde Allah’ın tek ve yaratıcı olduğuna vurgu yapılarak, dünya ve ahrette tek dost/velinin O olacağı hatırlatılmaktadır: “Bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı نَصِيرٍ vardır.” (Bakara, 2/107) “Allah, inananların dostudur وَلِيُّ. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” (Bakara, 2/257) “O, (insanlar) umutlarını kestikten sonra, yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O, hakiki dosttur الْوَلِيُّ, övülmeye lâyık olandır.” (Şura, 41/28) “Siz ne yeryüzünde ne de gökte (Allah'ı) aciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dost وَلِيٍّ ve yardımcı da نَصِيرٍ bulamazsınız.” (Ankebut, 29/22)

Bu ve benzeri diğer ayetlerde insanlara hatırlatılmak istenen, öğüt verilen; Allah’a iman etmeleri ve Allah’ın emirleri dairesince yaşamalarıdır. Bunu yaptıkları yani Allah’ı “veli” kabul ettikleri takdirde bu dünyadaki tüm isteklerinde olduğu gibi ahirette de arzu ettikleri tüm şeyler onlara tek olan Allah tarafından sunulacaktır. “Allah, mü’minlerin velisi olarak onları hidayete erdirir, karanlıklardan nura çıkarır; onlara elçiler gönderir, kitaplar indirir, yardım eder, şefaatte bulunur, korur, gözetir, rahmetiyle kuşatır.”31

Şayet Şeytan ve onun oluşturduğu inkârcı dost/veli kutbunu seçerlerse; o dostların onlara verebilecekleri bir karşılık yoktur. “Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dostوَلِيًّا  edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.” (Nisa, 4/119)

Dolayısıyla Kur'an var olan dünyayı inanç açısından ikiye ayırmaktadır: İnananlar ve inkâr edenler. İnananların sahipliğini, yol göstericiliğini, yardımcılığını, velayetini dolayısıyla veliliğini ise Allah; inkâr edenlerin ise Şeytan üstlenmektedir.

2- Resullerin Veliliği: Yaratılış kıssasında dikkat etmemiz gereken bir konu açıklanmaktadır. Hz. Âdem ve eşi, Cenab-ı Hakk’ın bizzat hitabına yani emir ve nehiylerine muhatap olmuşlardır. “Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva)32 beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yiyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.33

Ancak Âdem sonrası yeryüzünde yaşamaya başlandıktan sonra bu ilişki nasıl olacaktır? Yani Allah’ın emir ve nehiyleri nasıl bildirilecek, insanlar bunu nasıl alacaklardır? İşte bu husus şöyle açıklanmaktadır: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan (cennetten) inin! Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz.” (Taha, 20/123)

Yeryüzünde kıyamete kadar yaşam sürecek insanların, yaşadıkları dönemlerde, kendilerine Allah tarafından gönderilmiş resullere inanmaları ve onların Cenab-ı Hakk’tan getirdikleri şifahi ve yazılı vahye uymaları gerekmektedir. Böyle yaptıkları takdirde “yaratılış kıssası”nda dikkat çekilen “İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dostlar ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!” öğüdünü tutarak; İblis/Şeytan’ın emirlerine karşı gelecekler ve ona tabi olmayacaklardır. Dolayısıyla Şeytan ve taraftarlarını dost/veli edinmeyeceklerdir.

O halde her dönemde kendilerine hitap eden resuller, Allah’ın temsilcileri olduğu için onu ve getirdiklerini (vahiy) nazarı dikkate alanlar; Allah’ın emir ve nehiylerine tabi oldukları için Allah, onların velisi/dostu olmakta ve aynı zamanda resulün kavminin iman edenleri resulü dost/veli edinmiş olmaktadırlar. “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âli İmran, 3/164)

Yeryüzünde resulü dost/veli tutmak, Allah’ı dost/veli tutmak anlamını taşımaktadır. Çünkü Allah’ı veli edinmek yani O’nun emir ve nehiylerini yerine getirmek, O’na kulluk etmek ancak resuller ve onların getirdikleri vahiyler doğrultusunda olacaktır. Resullere tabi olanlar da yeryüzündeki mücadelede, Şeytan ve onun inkârcı kutbuna karşı çıkanlar demektir. Yani resulleri veli edinmek yeryüzünde Âdem’in inişinden itibaren başlayan hak-batıl mücadelesinde haktan, tevhidden yani Allah’tan yana taraf ve yakın olmak demektir. “Yoksa siz, içinizden cihad edenleri; Allah'tan, peygamberinden ve mü’minlerden başkasını dost ve sırdaş وَلِيجَةً edinmeyenleri kendi ilmiyle ayırt etmeden, Allah'ın sizi kendi hâlinize terk edeceğini mi sanırsınız? Allah yapageldiğiniz şeylerden haberdardır.” (Tevbe, 9/16)

Allah’ın velisi/yakını/dostu olmak için Resulullah’ın velisi olmak gerekmektedir. Aksi takdirde Allah’ı ve O’nun emir ve nehiylerini algılamak nasıl mümkün olacaktır? “Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (Cuma, 62/2) “Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe, 9/128) Bu ayetler Resul’ü veli edinmeyi gerektirmez mi? Resul’ü veli/dost edinen Allah’ı da veli/dost edinmiş olmaz mı?

Resulullah’ın, mü’minler üzerindeki veliliğinin niteliğini anlatan bu ayetler onun Müslümanları nasıl koruyup kolladığını göstermektedir. Müslümanların da Resulullah’ı en az onun kendilerini sevdiği kadar sevmek zorunda olduklarına dair şu ayet Resul ile Müslümanlar arasındaki velilik bağının ne derece kuvvetli olduğunu göstermektedir: “Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır.” (Ahzab, 33/6)

3- Mü’minlerin Veliliği: Kur’an’da, kendilerine gönderilen resullere tabi olanlar, iman edenler anlamında “mü’minler” olarak vasıflandırılmaktadırlar. Neden? Çünkü onlar “Birbirlerinin velileridirler.” Yani candan sevgi, muhabbet, birbirlerine atıfetleri bakımından kalpleri birlik içerisindedir.34 Allah’a inanmakta, O’nun görevlendirdiği elçilerine ve dolayısıyla onların tebliğ ettiği Allah’ın emir ve nehiylerine de uymaktadırlar. “Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır.” (Yunus, 10/62-63) Bundan dolayı “inananlar” olarak vasıflandırılmakta dolayısıyla dünya üzerindeki iman-küfür mücadelesinde iman edenler kutbunu oluşturmaktadırlar. Mü’minler, Allah’ı ve Resulü’nü dost/veli edinmişlerdir. “Bu, Allah'ın, inananların veli/dost/yakını مَوْلَى olmasından dolayıdır. Kâfirlere gelince, onların velisi مَوْلَى yoktur.” (Muhammed, 47/11)

Mü’minlerin, Allah ve Resulü’nü veli edinmeleri, Arap cahiliye anlayışındaki “veli” kelimesinin karşılığı olan kan, soy, asabe manasında değildir. Bu tamamen Allah’ı tanıma ve emirlerini yerine getirme, yani inanç temelinde bir kabule tekabül eden veli/evliya kelimesinin sonradan kazandığı ıstılahi anlamındadır. Bunun en güzel örnekliği Mekkeli Müslümanların Medine’ye hicretinde yaşanmıştır. “Mekkeli muhacirlerin umumiyeti için Hz. Peygamber bir genel toplantı tertipledi ve bu toplantıda her bir çalışan ve eli iş tutan Medineli Müslümanın (Ensar), bir Mekkeli Müslümanı (Muhacir) kardeş edinmesi (veli) teklifinde bulundu. İki tarafın aile mensupları, bu suretle ortaklaşa çalışacaklar, kazanacaklar ve hatta öz kardeşler, yeğenler ve başka akrabaları bertaraf etmek suretiyle birbirlerinin mirasçısı olabileceklerdi. Herkes gönül rızası ile bu teklifi kabul etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, muhtelif kabiliyetlerin muvazeneli bir surette eşleştirmesi için bu kardeşleştirme (velayet) hareketini bizzat idare etmiştir.”35 “Muhacirlerle Ensar arasında kırk beş veya yüz elli kişinin kardeş (veli) olduğu tarihen sabittir.”36

“Ensar ile Muhacirin arasındaki kardeşlik (veli/evliyalık), kısa bir müddet sonra nazil olan Hucurat Suresi’nin 10. ayet-i kerimesinde de beyan buyrulan “Mü’minler (dinde) ancak kardeştirler. Onun için (ihtilaf ettikleri zaman) iki kardeşinizin arasını düzeltin ve (Allah’ın emrine muhalefet etmekten) sakının ki, merhamet olunasınız.” kelamullahı ile daha da genişleyerek İslam dünyasındaki bütün mü’minleri içerisine almıştır. Yalnız bu din kardeşliğinin mirasa ait hükmü, Bedir harbinden sonra değiştirilerek Enfal Suresi’nin 75. ayet-i kerimesi ile miras, akrabaya ait olmuştur.”37

Müslümanların, tavır almaları gereken bir diğer husus daha açıklanmaktadır: “Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dostأَوْلِيَاء  edinmesinler. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır.” (Âli İmran, 3/28)

Anlaşılacağı üzere mü’minlerin alacağı bu tavır tamamen inanç, iman ekseninde bir tavırdır. Çünkü mü’minler soy, sop, kan bağı gibi değerlerin ortaklığını ifade etmezler. Onlar tamamen inanç, Allah’a iman ekseninde birliği ve yakınlığı temsil ederler.

Kur’an’daki çeşitli surelerde beyan edilen benzeri ayetlerde, mü’minlerin, Allah ve Resulü yanında diğer mü’minleri de veli edinmesi emredilmektedir. Neden? Çünkü aynı kutba -iman- ait olan bu insanlar birbirlerini veli edinmedikleri takdirde aralarına girecek olan Şeytan ve onun taraftarları (Kâfirler=Yahudiler-Hıristiyanlar-müşrikler-münafıklar vd.) Müslümanları kendi kutuplarına çekebilecek, Müslümanlar arasında fitne çıkarabileceklerdir. Bu yüzden mü’minlerin yalnızca mü’minleri yani kendi gibi inanmış olanları dost/yakın/veli edinmeleri gerekmektedir. Mü’minlerin kendi aralarındaki bu veliliği diğer insanlarla beşeri, ticari, sosyal münasebetlerin iptal edilmesi anlamında değildir. Bu dostluk tamamıyla dinî, itikadi anlamdadır. Dinî ve itikadi açıdan mü’minler aleyhine olacak durumlardan kaçınılması isteğidir.

“Mü’minlerin, düşmanları olan kâfirlerle dost olmaları men edilmiştir. Kastedilen kâfirler, Müslümanların can düşmanı olan Kureyş müşrikleridir. Müslümanların düşmanları olan kâfirlerle sıkı dostluk kurmaları onları korumaya çalışmaları, kendi sırlarının öğrenilmesine, güçlerinin azalmasına, hatta birbirlerine düşmelerine sebep olur. Bu dostluk, Müslümanların güvenliği açısından men edilmiştir. Fakat bu ayetler, Müslümanlara düşman olmayan başka din mensuplarıyla iyi ilişkiler kurmaya, onlara insanca davranmaya mani değildir. Cenab-ı Hakk, Müslümanlarla savaşmayan insanlara iyi davranılmasını öğütlemiştir.”38Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri veli تَوَلَّوْ edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost يَتَوَلَّهُمْ olursa işte zalimler onlardır.” (Mümtehine, 60/8-9)

İnananların veliliğinde bir başka farklı husus da cinsiyet ayrımcılığının olmamasıdır. Bunu şu ayette gözlemlemekteyiz: “Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar da birbirlerinin أَوْلِيَاء velileridir...” (Tevbe, 9/71)

Cenab-ı Hakk, Tevbe Suresi’nde münafıkları ve tutumlarını anlatırken; inkârcı münafıkların veliliğinin vasıflarını şöyle tanımlamıştır: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyar ve cimrilik ederler. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fâsıkların kendileridir. Allah erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de içinde ebedi kalacakları cehennem ateşini vaat etti. O, onlara yeter. Allah onlara lânet etmiştir! Onlar için devamlı bir azap vardır.” (Tevbe, 9/67-68)

Şeytanın velisi olan münafıkların bu olumsuz veliliğine karşılık olarak Allah, inanan erkek ve kadınların veliliğini şöyle beyan etmektedir: “Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar da birbirlerinin أَوْلِيَاء evliyalarıdır. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resulü’ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir. Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaat etti. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.”

İmam Razî, mü’minlerin veliliğini şöyle yorumlamaktadır: “Bil ki Allah Teâlâ, mü'minleri birbirlerinin velisi, dostu olmakla vasfedince, bunun peşinden, o dostluğun adeta bir tefsiri ve izahı olacak şeyleri de zikrederek, ‘Bunlar iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, Allah'a ve Resulü’ne itaat ederler.’ buyurmuş ve böylece mü'minin münafıktan ayrılmış olduğu bu beş hususu zikretmiştir. O halde münafık Cenab-ı Hakk'ın geçen ayetinde de vasfettiği gibi, kötülüğü emredip iyilikten sakındırmaya çalışır; mü'min ise bunun aksini yapar. Münafık, namaza, bir tür tembellikle kalkar; mü'min ise bunun aksi haldedir. ‘Ellerini (cimrilikle sımsıkı) yumarlar.’ (Tevbe, 9/67) ayetinde de buyrulduğu üzere, münafık, zekât ve diğer farzlar hususunda cimrilik eder, mü'min ise aksine zekâtını ve diğer vecibelerini yerine getirir. Allah'ın da vasfettiği gibi, Allah ve Resulü, münafığa cihada koşmasını emrettiğinde, o, kendisi cihada katılmadığı gibi, başkalarını da katılmaktan alıkoymak ister. Hâlbuki mü’min bunun aksini yapar ki, işte bu husus ayette ‘Allah'a ve Resulü’ne itaat ederler.’ lafzıyla beyan edilmiştir. Cenab-ı Hakk, mü'minlerin sıfatlarını belirtince, münafıklara cehennem ateşini vaat etmesine karşılık mü'minlere de gelecekteki rahmetini, yani ahiretteki mükâfatını vaat ettiğini beyan ederek, ‘İşte bunlar yok mu? Allah onları rahmetine mazhar edecektir!’ buyurmuştur.”39

Görüldüğü gibi örnek verdiğimiz ayetlerde ve Razî’nin yorumlarında; hem olumlu hem de olumsuz veliliğin vasıfları ve sonuçları beyan edilmekte ve veli/evliya kavramının lügat anlamından ıstılahi anlamına nasıl evrildiği gözlemlenebilmektedir.

4- Allah’ın Velilerinin Vasıfları: Cenab-ı Hakk, birbirlerinin velisi olan bu topluluğun ortak vasıflarını da şöyle tanımlamaktadır: “Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır.” (Yunus, 10/63) “Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resulü’ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/71)

Bir başka ayette ise birbirlerinin velisi olan mü’minlerin vasıfları hakkında şu şekilde bir tanım yapılmaktadır. “Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır!” (Bakara, 2/177)

İnkâr Kutbunun Veliliği/Yakınlığı/Dostluğu

Cenab-ı Hakk’ın yaratılış kıssasında beyan ettiği, inkârcıların velisi/dostu olan Şeytan’ın başı çektiği inkârcı dost kutbunun üyeleri müşrikler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve münafıklardır. Bunun yanı sıra kıyamete kadar İslam karşıtı her din ve ideoloji bu kutup içerisinde dostluk oluşturan üyeler olacaktır. Şimdi inkârcı dost kutbunun hiyerarşisini inceleyelim:

1- Şeytan’ın Veliliği: Yaratılış kıssasında Âdem’e secde etmeyerek Allah’ın emrine asi olan İblis/Şeytan bu inkârından dolayı Allah’ın lanetine uğramış ve yine onun müsaadesiyle kıyamete kadar insanları inkâr safına çekeceğini açıklamıştır. “Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi. Allah: ‘Öyle ise in oradan! Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! Çünkü sen aşağılıklardansın!’ diye buyurdu. İblis: Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi. Allah: ‘Haydi, sen mühlet verilenlerdensin.’ buyurdu. İblis dedi ki: ‘Öyle ise beni azdırmana karşılık, ant içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!’ dedi. Allah buyurdu: Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!” (Araf, 7/12-18)

Bu olaydan sonra cennette olan Âdem’i ve eşini aldatan Şeytan yüzünden yeryüzünde yaşamaya başlayan ve kıyamete kadar gelip geçecek tüm insanlara Cenab-ı Hakk şu mesajı vermektedir. “Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların أَوْلِيَاء dostları kıldık.” (Araf, 7/27) “Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu أَوْلِيَاء dostlar ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır.” (Kehf, 18/50)

Dolayısıyla Allah, Şeytan’ı, insanın baş düşmanı ilan etmiştir. Yeryüzündeki inkârcıların başı ve onları organize eden küfrü ayakta tutan Şeytan’dır. Bundan ötürü Şeytan, inananların düşmanıdır. Mukabil olarak Müslümanların karşısında yer alan tüm inkârcıların veli/dostu da Şeytan’dır. Cenab-ı Hakk bu olguyu şöyle beyan etmektedir: “Onun (Şeytan) hakkında şöyle yazılmıştır: Kim onu veli تَوَلَّاهُ edinirse bilsin ki o, kendisini saptıracak ve alevli ateşin azabına sürükleyecektir.” (Hac, 22/4) Cenab-ı Hakk, Şeytan’ın hükümran olacağı alanı da bildirmektedir: “Onun hâkimiyeti, ancak onu dost يَتَوَلَّو edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlaradır.” (Nahl, 16/100) “İşte o Şeytan, ancak kendi yakın/dostlarını أَوْلِيَاءه korkutur.” (Âli İmran, 3/175) Şeytan’ın insanları kandırma ve dostları arasına katma metodu ise kendi ağzından beyan edilmektedir.40

Şeytan’ın iğvalarına kanan insanların da onun dostları olduklarını Kur’an şu şekilde açıklamaktadır: “…Bir grup da dalalete müstahak oldu. Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları kendilerine dostأَوْلِيَاء  edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar.” (Araf, 7/30) Şeytan’ın, kâfirlerin dostu olması ise kâfirlere azgınlık yollarını güzel göstererek, onları sapıklığa ve küfürde sebata teşvik etmesidir. Kâfirlerin Şeytan’ın dostu olmaları; Şeytan’ın sözünü tutup, ona itaat göstermeleri ve ona bağlanmalarıdır.41

2- Kâfirlerin Veliliği: Bu hususta Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: “Mü’minleri bırakıp da kâfirleri veliler أَوْلِيَاء  edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir.” (Nisa, 4/139) İnananların, kâfirleri dost edinilmemesinin gerekçesi ise şöyle açıklanır: “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dostlar أَوْلِيَاء edinmeyin. Allah'tan korkun…” (Maide, 5/57) “…Onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar.” (Mümtehine, 60/1)

Verdiğimiz bu ayetlerden anlaşılacağı üzere kâfirler ile dostluk kurulmaması emri tamamen akidevi yöndendir. Çünkü onlar ile yapılacak dostlukta, Şeytan ve orduları mü’minleri aldatarak kâfirlerin safına çekecekler böylece inananları yenilgiye uğratmış olacaklardır.

Kur’an-ı Kerim, inananların karşısında olan, vahyi ve resulü inkâr eden, Müslümanları küçümseyen kâfirlerin birbirleri ile dost/veli olduklarını şöyle beyan etmektedir: “Kâfir olanlar da birbirlerinin dostlarıdır أَوْلِيَاء Eğer siz onu yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.” (Enfal, 8/73)

Şeytan’ın önderliğindeki kâfirler ise grup gruptur. Bunlar:

a) Müşrikler:

Müşrikler kendileri inkâr ettikleri gibi sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dostlar أَوْلِيَاء edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin.” (Nisa, 4/89. Ayrıca bkz: Zümer, 39/3)

b) Yahudiler:

De ki: Ey Yahudiler! Bütün insanlar değil de yalnız, kendinizin Allah'ın dostları أَوْلِيَاء olduğunuzu iddia ediyorsanız, bunda da samimi iseniz, haydi ölümü temenni edin!” (Cuma, 62/6)

c) Hıristiyanlar:

Sizden önce kendilerine kitap (Tevrat ve İncil) verilenlerden (Hıristiyan ve Yahudilerden) dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost أَوْلِيَاء edinmeyin.” (Maide, 5/57)

d) Münafıklar:

Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyar ve cimrilik ederler. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fasıkların kendileridir.” (Tevbe, 9/67)

Kur’an-ı Kerim, kâfirlerle dost/veli olunmamasını istediğinde, mü’minlerin kan, soy, asabe bağı olan kâfirleri de buna dâhil etmektedir: “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli أَوْلِيَاء edinmeyin. Sizden kim onları dost يَتَوَلَّهُم  edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.

Cenab-ı Hakk’ın bu emrinde veli/evliya kelimesinin lügat anlamının tamamen zıddı bir durum oluştuğu görülmektedir. Kur’an’ın ıstılahi anlamdaki bu emirleri nazil olmazdan önce soy, kan, asabe bağından ötürü; Müslüman olsun olmasın veli/evliya konumunda olan Araplar; bu ayetin nazil olmasından sonra veli/evliya kelimesine Cenab-ı Hakk’ın yüklediği iman birlikteliği dolayısıyla soy, asabe bağı olmuş olsa bile birbirleri ile veli/dost olamamaktadırlar. İşte bu veli/evliya kelimesinin lügat anlamından ıstılahi anlam/kavrama geçişini tam anlamıyla yansıtan bir durumdur.

Ahirette Allah’ın Veliliği

Veli/evliya kavramının Kur’an’daki en çarpıcı anlatımlarından birisi de ahirete dönük ayetlerde velinin kimliği tartışmasında ortaya çıkmaktadır. “Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız أَوْلِيَاؤُكُم Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var…” (Fussilet, 41/31) Allah bu dünyada da ahirette de velimizdir. Ancak ahirette Şeytan’ın veliliği söz konusu olamayacaktır. Çünkü Şeytan kıyamete kadar Allah’tan müsaade almıştır.42

Veliliğin işlevsel boyutu ahiretteki veliliğin anlatımlarında gündeme gelmektedir. Çünkü veli olmak bir yönüyle yardım etmek, ihtiyaçlara cevap vermek demektir. İşte ahirette Şeytan ve onun takipçileri bundan mahrum kalacaklardır. “Ateşe arz olunurlarken onların, zilletten başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İnananlar da: İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır, diyecekler. Kesinlikle biliniz ki, zalimler, sürekli bir azap içindedirler. Onların Allah'tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir dostlarıأَوْلِيَاء  yoktur. Allah kimi saptırırsa artık onun kurtuluşa çıkan bir yolu yoktur.” (Şura, 42/45-46) “Ötelerinde de cehennem vardır. Kazandıkları şeyler de, Allah'ı bırakıp edindikleri dostlar أَوْلِيَاء da onlara hiçbir fayda vermez. Büyük azap onlaradır.” (Casiye, 45/10)

SONUÇ

- Veli ve evliya kelimesi Kur’an-ı Kerim’de yer almaktadır. Ancak bunun pratiğe aktarımında; günümüze kadar gelen süreç içerisinde uğratılmış olduğu metamorfoz ve tahrifin etkisiyle Kur’an’ın tarif etmediği bir vasfa ve hatta tevhid dışı bir kavrama dönüştüğü görülmektedir.

- Cahiliye dönemi velilik/velayet müessesi ile Kur’an’ın inşa ettiği velilik/velayet sistemi harmanlanarak; hicret sonrasında Peygamberimiz (s) tarafından, Mekke “Muhacir”leri ve Medine “Ensar”ı arasında pratiğe yansıtılmıştır.

- Kur’an nazil olmazdan ve nazil olurken de cahiliye Araplarının fıtri veya geleneksel bir yaşam tarzı olarak; kan, soy, akrabalık bağları üzerine kurulu bulunan “veli/evliya” müessesi, Kur’an tarafından, inanç/akide üzerine yeniden inşa edilmiştir.

- Cenab-ı Hakk, yaratılış kısasında, veli ve evliya kelimesini ıstılahi anlamda beyan etmiştir. Buna göre Allah, inananların velisidir. Yeryüzündeki insanlar ile Allah arasında onun mesajını ileten, Cenab-ı Hakk’ın “Benden size hidayet geldiğinde...” diye belirttiği resuller velidirler. Ve en son olarak Allah’a inanıp resullere tabi olanlar veli/evliyadırlar. Buna mukabil Allah’a isyan eden Şeytan da bir velidir ve ona tabi olan inkârcılar da onun velisi/evliyasıdırlar. Dolayısıyla bu iki ayrı kutup kıyamete kadar iman ve inkâr ekseninde bir veli/evliya/velayet sistemi oluşturmuşlardır. Bu sistemin iman kutbu hiyerarşisi Allah, resuller ve mü’minlerdir. İnkâr kutbu hiyerarşisi ise Şeytan ve inkârcılar olarak tezahür etmiştir. Veli/evliya hakkındaki bu hudutlar Kur’an’daki yaratılış kıssasında açıklanmış olup kıyamete kadar bakidir.

- Kur’an’ın bize bildirdiği bu inanca dayalı velilik/velayet sistemi haricinde “özgün” bir veli/evliya anlayışı yoktur. Tasavvufi bir sistem olarak; cahiliye dönemi soy, asabe, kan bağına dayalı veli/evliya anlayışı ve Kur’an’ın itikad/akide üzerine kurduğu veli ve evliya anlayışı dışında; inşa edilmiş ve geliştirilmiş olan veli/evliya merkezli tasavvufi anlayış, Kur’an dışı ve hatta tevhide aykırı temalar barındırır. Kur’an’a göre inanan herkes yani tüm Müslümanlar ve hatta kâfirler veli iken, tasavvufi sistemde “özgün” ve ulaşılamaz “aşkın” velilik sistemi ihdas edilerek, Allah ve insanlar arasında kutup-üçler-yediler-kırklardan oluşan hiyerarşik bir ruhbanlık sistemi oluşturulmuştur. “Şayet kırklardan biri ölürse ümmet arasında bulunan velilerden biri onun yerine getirilir. Yedilerden biri ölürse kırklardan biri yerine getirilir. Üçlerden biri ölürse yedilerden biri yerine getirilir. Sayıda tek, fakat bütün yaratıkların sayısına denk olan kutup ölürse üçlerden biri yerine getirilir. Bu Allah’ın izniyle kıyamete kadar böyle sürüp gider.”43 şeklinde kendisini sunan bu anlayış tamamen uydurmadır. Kâinatın bu anlayış ve hiyerarşiye dayalı olarak Allah tarafından yönetilmesi, kullar ile Allah arasına “aşkın” ve “özgün” veli/evliyaların sokulması tam bir ruhbanlık örneğidir ve asla Kur’an ve onun mesajı tevhid ile bağdaşmaz, her yönüyle şirk yansımasıdır. “Fusus sahibi (İbni Arabî) ve benzerleri, velinin Allah’ın vasıtasız, nebinin ise vasıtalı yoldan vahiy aldığını; bu bakımdan hâtemu’l- evliya’nın daha üstün olduğunu iddia etmişlerdir.”44 “İbnu’l Arabî’ye göre Hz. Muhammed: ‘Âdem su ile çamur arasında iken ben peygamberdim.’ demiştir. Ötekiler yaratılmazdan önce o peygamberdi. İşte hatemu’l-evliya da onlar su ve çamur arasında iken veli idi.”45 Kur’an’da vahiy, gayb, resul ve Allah’ın vasıfları incelendiğinde, bu tasavvufi yorumların Kur’an’ın beyanları ile tamamen zıt anlayışlar olduğu görülür.

- Veli/evliya kavramının bin dört yüz elli yıllık süreç içerisinde kendisine yükletilmiş olan tevhid dışı tüm yamalardan, aykırı anlamlardan arındırılması gerekmektedir. Veli/evliya kavramının Kur’ani perspektifinde anlaşılması için bu kelime ve kavramların yeniden aslına irca edilerek pratiğe yansıması sağlanmalıdır.

 

Dipnotlar:

1-Süleyman Ateş, İslamTasavvufu, s. 527, Yeni Ufuklar Neş.

2-Süleyman Ateş, A.g.e, s. 527.

3-Arif Çifçi, Veli ve Evliya Terimleri Üzerine, Haksöz Dergisi, Sayı: 2, Şubat-1992.

4-Arif Çifçi, A.g.y., Haksöz, Sayı: 2.

5-Muhammed el Behiy, İnanç ve Amelde Kur’ani Kavramlar, s. 226, Yöneliş Yay.

6-T.D.V İslam Ansiklopedisi, Dost maddesi, C. IX, s. 511.

7-Şamil İslam Ansiklopedisi, C. VIII, s. 223.

8-D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 299.

9-İbn Manzur, Lisanu'l-Arab, Daru'l-Mearif, Kahire, ts., C. VI, s. 4920-4921.

10-İbn Farsi, Mucemu Mekayisi'l-Luğa, C. VI, s. 111.

11-Cevheri, İsmail b. Hammad, es-Sıhahu Tacü'l-Lugati ve Sıhahu'l-Arabiyyeti, 2. Baskı, Tahkik: Ahmed Abdülgafur Attar, Daru'l-İmi'l-Melayin, Beyrut, 1984, C. VI, s. 2528 - 2529.

12-Abdulaziz Bayındır, Fıkha Göre Nikâh Sözleşmesinde Velinin Yeri, http://www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/nikah-sozlesmesinde-veli.html; Şemsuddin es-Serahsî, el-Mebsût, XVI/124, Babü Men La Tecuzü Şehadetühü; Kasım b. Abdullah Ali, Enîs’ul-Fukahâ, s. 148.

13-Ragıp el İsfahani, Müfredat, 906–914.

14-Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, s. 575.

15-Mükatil bin Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, s. 250-254, İşaret Yay.

16-Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, C. V, s. 430.

17-T.D.V İslam Ansiklopedisi, Asabe maddesi, C. III, s. 452.

18-M. Şemsettin Günaltay, İslam Öncesi Arap Tarihi, s. 25, Ankara Okulu Yay.

19-M. Şemsettin Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, s. 106, Ankara Okulu Yay.

20-M. Şemsettin Günaltay, A.g.e, s. 109.

21-Neşet Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s. 129-130, AÜİF Yay.; M. Şemsettin Günaltay, A.g.e, s. 107.

22-M. Şemsettin Günaltay, A.g.e, s. 107; Neşet Çağatay, A.g.e, s. 130

23-M. Şemsettin Günaltay, A.g.e, s. 109.

24-Remzi Kaya, Kur’an-ı Kerim‘de Dost Kavramı, UÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. V, Sayı: 6, 1994

25-Bakara, 2/30.

26-Hucurat, 49/10.

27-İsra, 17/27.

28-Bakara, 2/38.

29-Remzi Kaya, A.g.d.

30-T.D.V İslam Ansiklopedisi, Dost maddesi, C. IX, s. 511.

31-Ali Ünal, A.g.e., s. 578.

32-Havva ismi Kur’an’da geçmez. Bu isim Tevrat metninde yer almaktadır. Bkz: Tevrat/Tekvin, 3-20.

33-Bakara, 2/35; Taha, 20/117; Araf, 7/19.

34-İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, C. VIII, s. 319.

35-Muhammed Hamidullah, Resulullah Muhammed, s. 124, İrfan Yay.

36-Hayati Ülkü, İslam Tarihi, s. 112, Çelik Yay.

37-Hayati Ülkü, Age, s. 112. Bkz: Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, C. III, s. 540-544, Yeni Ufuklar Neş.

38-Süleyman Ateş, A.g.e, C. III, s. 544.

39-Fahruddin er-Râzi, A.g.e, C. XII, s. 85-86.

40-Araf, 7/16-17; Nahl, 16/63

41-Fuad Abdülbaki, Kur’an Kelimelerinin Anahtarı, Timaş Yayınları, s. 563

42-Araf, 7/14-15.

43-Hakaik, No: 77; Süleyman Ateş, A.g.e, s. 528.

44-Süleyman Ateş, A.g.e, s. 533.

45-İbni Teymiyye, Mezhebu’l-İttîhâdiyyin, s. 115-123; Süleyman Ateş, A.g.e, s. 534.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR