1. YAZARLAR

  2. Adem Özköse

  3. Suriye ve Esaret Günleri Üzerine

Suriye ve Esaret Günleri Üzerine

Haziran 2012A+A-

KAN GÖLÜ SURİYEDEN KURTULUŞ

Kameraman Hamit Coşkun ile beraber Suriye'de olup bitenleri görüntülemek için Suriye'ye giden Adem Özköse burada kaçırılarak 2 ay boyunca tutsak edildi. Kayıp oldukları ilk günlerde Suriye yönetimi gazetecilerin ellerinde olduğunu açıkladı. Türkiye kamuoyu kısmen rahatlamıştı. En azından hayatta oldukları teyit edilmişti. En kısa zamanda dönebilmeleri için dua edenlerin endişeli bekleyişi başladı.

Ancak Suriye yönetiminin ilerleyen zamanlarda "elimizde değiller" şeklindeki açıklaması bu endişeleri zirveye çıkardı. Bu bir tek anlam taşıyordu. Kimse birbirine ifade etmek istemese de göz gözü görmeyen bir ortamda bu iki Müslüman gazeteci şehit edilmişti. Nihayetinde Adem'in Suriye konusunda yaklaşımı tarafsız bir gazeteciden öte bir Müslüman olarak tezahür ediyor ve kamuoyu da bunu biliyordu.

Esed'in askerleri ilk etapta bunu anlamadıkları için esir ettilerse de muhtemeldi ki kimliklerini tespit ettiklerinde infaz etmişlerdi. En kötümser senaryo bu şekilde zihinlerden geçiyordu. Aileleri, sevenleri endişeli bir şekilde bu iki genci bekleyedursun aslında durum başkaydı. Hayattaydılar ve kimlikleri Türkiye hükümetinin, sivil örgütlerin baskılarıyla hayatta kalmalarını sağlamıştı. Pazarlıklar yapıldı. Kim nerede ve nasıl pazarlık yaptı bilemiyoruz. Ama en sonunda kardeşlerimiz önce İran'a sonra Türkiye'ye ulaştı.

Mavi Marmara gemisinden sonra Suriye'de ölümün kıyılarında gezinmiş Adem Özköse'ye yaşadığı süreci sorduk.

RÖP: Gülşen Demirkol Özer

Öncelikle hoş geldiniz. Türkiye’ ye döndüğünüzden bu yana birçok yerde anlattınız ama süreci bir kez de Haksöz okuyucuları için anlatabilir misin?

Suriye halkının özgürlük, adalet ve onurlu bir yaşam için başlattığı soylu isyan ilk gününden itibaren kitle iletişim araçları vasıtasıyla değersizleştirilmeye, itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. İslam ümmetinin gurur duyması, örnek alması gereken Suriyeli Müslüman devrimcilere, muhaliflere yönelik yapılan haberler, iftiralar Suriye yolculuğumuzun temel nedenini oluşturdu. Daha önceleri Afganistan, Gazze, Patani, Irak gibi savaş bölgelerine gidip direnişçilerle konuşarak direnişçilerin amaçlarını, düşüncelerini Türkiyeli Müslümanlarla paylaşmıştım. Suriye konusunda kamuoyuna doğru bir fotoğraf vermek istiyordum. Hazırlayacağımız belgesel vasıtasıyla o doğru fotoğrafı çekip kamuoyu ile paylaşmak için kameraman arkadaşım Hamit’le birlikte yola çıktık. Önce İdlip yakınlarında kaçırıldık. Baas rejimini destekleyen Şiilerin yaşadığı bölge olarak bilinen Fua’da 11 gün tutulduktan sonra Suriye yönetimine teslim edildik. Suriye yönetimi 57 gün boyunca bizi devrimcilerin tutulduğu Şam’daki bir hapishanede alıkoydu.

Sizi kaçıranlar kimlerdi ve Suriye tablosunda nasıl bir yer işgal ediyorlar?

Bizi kaçıranlar Baas rejimine destek veren silahlı bir milis gruptu. Şebbiha ismi verilen bu gruplar bir taraftan gayri resmi olarak muhaliflere karşı savaşıyor, diğer taraftan da başta uyuşturucu ve kaçakçılık olmak üzere kirli işlerle uğraşıyor. Baas rejimi zor durumda kaldığı zaman bu gruplardan destek alıyor. Ayrıca bu grupların işlediği suçlara genelde göz yumuyor. Daha çok Nusayri ve Şii gençlerden oluşan Şebbiha çeteleri özgürlük isteyen insanlara karşı yönetim tarafından verilen mücadelede önemli bir yer teşkil ediyor. İşledikleri katliamlarla bilinen Şebbiha çeteleri silah ve mühimmat ihtiyaçlarını da devletten karşılıyor.

Kaçırıldıktan sonra 11 gün boyunca yemek verilmediğini ve bir hücrede tutulduğunuzu ancak fiziksel işkenceye maruz kalmadığınızı söyledin röportajlarda. Peki, durum diğer mahkûmlar içinde böyle miydi?

Kaldığımız hapishanenin Guantanamo’dan, Ebu Garip’ten, İsrail zindanlarından eksiği yok; fazlası vardı. Devrimci gençlere gece-gündüz işkence yapılıyordu. Biz de her yeni güne işkence çığlıklarıyla uyanıyorduk. Hapishanede tutulanlar arasında 13-14 yaşında çocuklar, hatta kadınlar bile vardı. İşkenceler öyle gayri insani boyutlara ulaşmıştı ki devrimcilere günlerce su verilmiyor, tuvalete çıkmaları bile yasaklanıyordu. Tuvalete çıkamadıkları için üzerlerini kirletmek zorunda kalan gençler bu sefer de üzerlerini kirlettikleri için işkenceye uğruyorlardı. Elektrik verme, falakaya yatırma, kaba dayak gibi işkence yöntemleri ise her gün rutin bir şekilde devam ediyordu. Kaldığımız hapishanede yaşananların inanın bir korku filminden farkı yoktu.  

Suriye’de uzun bir süre yaşamıştın. Fakat bu kez giderken şartlar bambaşkaydı. Giderken nasıl hissettin? Böyle bir sonuç öngörmüş müydün?

Bir senenin ardından tekrar Suriye yollarına düşerken son derece heyecanlıydım. Gördükleri baskılar nedeniyle yıllardır susan, korku duvarlarının arkasına gizlenen bir halkın bin bir türlü fedakârlıkla yürüttüğü bu özgürlük mücadelesi beni son derece heyecanlandırıyordu. Suriye halkının bir seneyi aşkın süredir büyük bedeller ödeyerek yürüttüğü bu destansı mücadele Batı’da veya Latin Amerika ülkelerinde yaşanmış olsaydı şimdiye kadar bir sürü kahramanımız olmuş, yüzlerce şiir yazılmıştı. Bu tarihî olaya, bir halkın isyanına şahitlik etmek istiyordum.

Suriye’ye girmeden önce kaçırılacağımızı, Baas zindanlarında alıkonulacağımızı tahmin etmiyordum. Çünkü daha önce savaş muhabirliği yaptığım bölgelerin şartları da çok ağırdı. Fakat bir şekilde başım çok fazla belaya girmeden bu bölgelerden çıkmıştım. Aynı şekilde çekimleri yapıp, haberleri hazırladıktan sonra Suriye’den de çıkacağımı düşünüyordum. Fakat başımıza hesap etmediğimiz şeyler geldi.

Esir kaldığınız süre içinde seni en fazla endişelendiren ne oldu?

Baas zindanlarında kaybolmak, yaşadığımıza dair haberlerin Türkiye’ye ulaşmama ihtimalinin olması açıkçası beni bir hayli endişelendirdi. Çünkü bizi sorgulayan muhaberat elemanları bize sürekli olarak Türkiye’nin bizim yaşayıp yaşamadığımızı hiçbir zaman öğrenemeyeceğini söylüyorlardı. İnsanlar bizim için bu denli duyarlı davranmasalardı belki de yıllarca Baas zindanlarında kalacak, belki de öldürülecektik. Fakat namazlardan sonra bizim için edilen her dua, Suriye konsolosluklarının önünde özgürlüğe kavuşmamız için atılan sloganlar; basının, sivil toplum örgütlerinin, hükümet yetkililerinin göstermiş olduğu duyarlılık özgürlüğe kavuşmamız için birbirlerini destekleyen vesilelere dönüştüler. Ve sonunda da özgür olduk.

Hamit’ in bu süre içinde senden ayrı bir yerde tutulduğunu ifade etmiştin. Peki, bir biçimde haberleşebildiniz mi? Onun durumu nasıldı ve en önemlisi sen ona dair neler hissettin?

Kaldığımız cezaevinde tutsakların birbirleriyle konuşmaları, hatta birbirlerini görmeleri bile yasaktı. Bundan dolayı biz de Hamit’le birbirimizi uzun bir zaman göremedik, birbirimizle konuşamadık. Fakat birtakım riskler alıp, şartları zorladıktan sonra anlık irtibatlarımız oldu. Birkaç saniye de olsa konuşma, birbirimizin halini sorma imkânı oluşturduk. Hücreye atıldıktan 52 gün sonra ilk defa kucaklaşma, hasret giderme, birbirimizi görme imkânı bulduk. Hamit’ten haber alamamak, Hamit ve ailesine karşı hissettiğim sorumluluk duygusu beni bir hayli tedirgin etti. Bu durum benim için katlanılması en zor olanıydı.

Bu sıkıntılı süreçle nasıl baş ettin? Şu anda o günlerin etkisini üzerinden atabildin mi?

En büyük destekçim, beni ayakta tutan Kur’an ayetleri oldu. Bir taraftan hafızlığımı tekrarlıyor, diğer taraftan da Kur’an ayetleri üzerine düşünüyor, tefekkür ediyordum. Özellikle sabır, tevekkül ve mücadele ayetleri bana büyük bir moral verdi. Kendime adeta Kur’an’dan, Kur’an ayetlerinden bir dünya kurdum. Kur’an okudukça, Rabbimizin kendi yolunda zorluklara, çilelere katlananlara vaat ettiği müjdeleri düşündükçe teslimiyetim daha da arttı.

Baas zindanlarındaki en önemli motivasyon kaynaklarımdan biri de şehitlerdi. Şeyh Ahmed Yasin, rahmetli Bahaddin Yıldız ağabey, Mavi Marmara şehitleri sık sık aklıma geliyordu. Şehitlerin Allah’ın dini ve mazlum insanlar için yaptıkları fedakârlıkları, verdikleri mücadeleyi düşündükçe direniş ve mücadele azmim daha da artıyordu. Ayrıca Baas zindanlarında kaldığım süre boyunca kendimi yabancı bir ülkede esir düşmüş biri olarak görmedim. Bu topraklar bizim, ümmetimizin toprakları; bu mücadele de bizim, aynı dine, peygambere inandığımız kardeşlerimizin mücadelesiydi. Suriye halkının, kardeşlerimizin bir yılı aşkın bir süredir sürdürdükleri bu destansı mücadeleye iki ayı aşkın bir süre Baas zindanlarında kalarak katılmak benim için büyük bir onurdur.

Her türlü baskı, iftira ve karalamalara, imkânsızlıklara rağmen Baas rejimi karşısında geri adım atmayan, teslim olmayan Suriyeli devrimcilerin ödedikleri bedelleri düşündüğümüzde bizim yaşadıklarımız, çektiklerimiz inanın son derece basitleşiyor. Baas zindanlarını gördükten sonra Suriyeli devrimcilere karşı olan saygım çok daha fazla arttı. Çünkü bu gençler zindanda kalırken, kardeşlerimizin yaşadıklarına şahitlik ederken onları karalayanların, bu gençlerin arkasında Batılı güçlerin olduğunu dile getirenlerin ne denli bir yanlış içinde olduklarını daha iyi anladım. Allah bu fedakâr gençlere iftira atanlardan, onları karalayanlardan mutlaka hesap soracaktır.

Döneceğine dair umudunun zayıfladığı anlar oldu mu?

Hayatta kaldığımız her gün benim için bir umuttu. Beni kaldığımız hücreden çıkaracak tek gücün Allah olduğuna bütün kalbimle inanıyordum. Umudumun azaldığı anlarda Kur’an ayetlerine daha fazla sarılıyordum. Ayetler üzerine tefekkür ettikçe sabrım, direncim, umudum daha da fazla artıyordu. İçimde bir gün özgür olacağımıza dair yoğun bir umut vardı. Fakat bu kadar kısa sürede özgür olacağımızı açıkçası beklemiyordum.

Döndüğünde çocuklarının tepkileri nasıldı, sen yokken durum onlara nasıl aktarılmış?

Oğullarım Şamil ve Ahmet Yasin yaşları küçük olduğu için yaşadıklarımızı pek fazla algılayamamışlar. Fakat kızım Fatıma Kevser farklı bir durumun yaşandığını hissetmiş. Örneğin 4 yaşındaki kızım aile dostlarımıza, dostlarımızın çocuklarına benim resmimi göstererek “Benim babam şehit oldu!” diyormuş. Suriye’den dönüp eve ilk girdiğimde kızım bana “Baba, çalışma odanı özledin mi, seni Esed mi kaçırdı?” gibi sorular sordu. Sanırım kızım tam olarak anlamasa da yaşananlardan bir şeyler hissetmiş.

Şu anda Suriye adı geçince hissettiklerin neler? Yaşadıklarından sonra nasıl bir kritik yaparsın? Zihninde değişen bir değerlendirme var mı?

Suriye denince aklıma korku dolu bakışları sürekli gözlerimin önüne gelen zindanlardaki çocuklar, her gün işkence altında olan Suriyeli gençler geliyor. Onurlu bir halk her gün öldürülüyor, katlediliyor, zindanlara dolduruluyor; fakat insanlar, ümmetimiz bu onurlu halkın acılarına, haykırışlarına gerektiği şekilde cevap vermiyor. Ayasofya’nın açılması için meydanları dolduranlar, Suriye’de katledilen 2-3 yaşlarındaki çocuklar için seslerini çıkartmıyorlar. Ne yazık ki zulümler kanıksandı, vicdanımızı, zulüm karşısındaki Müslümanca hislerimizi kaybetmeye başladık.

Suriye’de bütün kırmızıçizgiler aşıldı, mazlum bir halk resmen soykırıma tabi tutuluyor. Olaylar başladığından beri 114 0’ı çocuk olmak üzere tam 14 bin kişi hayatını kaybetti. 60 binden fazla Müslüman genç Baas zindanlarında kayboldu. Merak ediyorum. Acaba bugün Suriyeli kardeşlerimizin yanında olmayacağız da ne zaman olacağız? Bugün onların acılarını paylaşmayacağız da ne zaman kardeşlerimize el uzatacağız?

Suriye’de katledilen sadece Suriye halkı değil; bizim insanlığımız, Müslümanlığımızdır. Suriye halkı bedeller ödeyerek imtihan verirken biz de kardeşlerimize karşı olan görevlerimizi yerine getirme konusunda imtihana tabi tutuluyoruz. Suriye’de katledilen o minicik yavrular yarın mahşer gününde bizlerden şikâyetçi olurlarsa Rabbimize nasıl cevap vereceğiz?

Yaşadıklarını anlatmayı planladığın bir kitap yazacağını ifade etmiştin. Biraz bahseder misin?

Başımızdan geçenleri daha ayrıntılı bir şekilde bir kitap vasıtasıyla insanlarla paylaşmayı düşünüyorum. Her ne kadar İranlı yetkililer bana; “Baas zindanlarında gördüklerinden hiç kimseye bahsetmeyeceksin!” deseler de insanlar orada yaşananları bilmeliler. Bu zindanlardaki gençlere karşı bir mesuliyet, bir vefadır. Bundan dolayı bütün gözlemlerimi, hissettiklerimi Türkiye kamuoyu ile paylaşacağım. “Hücre” ismini vermeyi düşündüğüm kitap vasıtasıyla insanların Suriye’de yaşanan acıları, bizim yaşadıklarımızı daha iyi anlayacaklarını düşünüyorum.

Son olarak bir fütüroloji denemesi yapmanı istesem Suriye için ne söylersin? Bir gün tekrar Şam sokaklarında gezmeyi hayal edebilir misin?

Cezaevinden çıkıp Tahran’a gitmek için havaalanına doğru ilerlerken Hamit’e “Bir gün, en yakın zamanda Şam’a yine geleceğiz!” demiştim. O da “İnşallah abi” diye cevap vermişti. İslam ve özgürlük için çocuklarını, bir nesli feda eden onurlu Suriye halkı mutlaka kazanacak ve Suriye’nin güzelim şehirleri, -Şam, Hama, Humus, Der’a, Lazkiye- bir gün inşallah özgür olacaktır. Suriye halkının yeri-göğü dolduran özgürlük haykırışlarının, kararlı ve dimdik duruşunun karşısında ne Baas rejimi ne de başka bir güç durabilir. “Milyonlarla birlikte cennete gireceğiz!” diye haykıran, zillet altında yaşamaktansa ölümü tercih eden Suriye halkının kazanacağına, Baas rejiminin yıkılacağına artık daha fazla inanıyorum.

Bu yoğun ve yorgun günlerinde sorularımızı yanıtladığın için teşekkür ederim. Rabbim ailece yaşadığınız sıkıntılarınızı ecre çevirsin inşallah.

İnşallah… Ben de bu vesileyle Haksöz dergisi ve özellikle Özgür-Der’e gerek Suriye halkının verdiği mücadeleye verdikleri yoğun destek gerekse de bizim özgür kalmamız için gösterdikleri özveri nedeniyle teşekkür ediyorum. Allah hepinizden razı olsun. İnşallah hep birlikte yürümeye, zalimlere karşı durmaya, dini, dili, mezhebi ne olursa olsun mazlumların yanında olmaya devam edeceğiz. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR