1. YAZARLAR

  2. Tarık Asaf

  3. Müesses Nizamın Gölgesinde İran Cumhurbaşkanlığı Seçimleri

Müesses Nizamın Gölgesinde İran Cumhurbaşkanlığı Seçimleri

Temmuz 2021A+A-

İran halkı 18 Haziran 2021 günücumhurbaşkanlığı seçimlerinin yanı sıra il, ilçe ve belde başkanlarını belirleyecek yönetim konseyleri için de oy kullandı. Seçim öncesi Ali Hamaney ve Yargı Erki Başkanı’nın atadığı 12 üyeden oluşan Anayasa Koruyucular Konseyi, aralarında Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri ve uzun yıllar bürokraside önemli kademelerde yer alan meclis eski başkanı Ali Laricani gibi reformist ve ılımlı muhafazakârlar ilepopülist söylemlerle özellikle kırsal kesimlerde ciddi teveccüh gören ve kendisini yakın zamanda liberal demokrat olarak tanıtan eski cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın da aralarında bulunduğu birçok önemli ismin adaylık başvurularını veto etti. Adaylık için müracaat eden 592 kişiden yalnızca 40’ı onay alabildi.

Seçimlerin sonucu hiç kimse için sürpriz olmadı. Ali Hamaney’in İran Devriminin 40. yılı münasebetiyle yayımladığı “Devrimin İkinci Aşaması” başlıklı bildiri sonrası kritik görev değişiklikleri oldu bu değişikliklerin belki de en önemlilerinden biri İbrahim Reisi’nin Yargı Erki Başkanlığına getirilmesiydi ki bu durum, yaşanacak sürecin habercisiydi. Reisi’nin bu makama getirilmesiyle Hamaney sonrası “dinî lider” koltuğuna oturacağı yönünde kamuoyunda oluşan algı iyiden iyiye güçlenmişti. Anayasa Koruyucular Konseyinin kapsamlı seçim mühendisliği neticesinde Reisi’nin cumhurbaşkanlığı makamına getirilmesi, Hamaney’in ölümünden sonra yerine Reisi’nin geçeceği yönündeki söylentileri de bir nevi doğrulamış oldu.

Seçim öncesi yapılan mühendisliğin farkında olan İran halkının çoğunluğu sandığa gitmedi. Tahran ve Tebriz gibi İran’ın en büyük şehirlerinde resmî rakamlara göre katılım oranı yüzde 30’un altında kaldı. Küçük şehirlerde ve kırsalda ise katılım nispeten fazlaydı. Genelde kırsal kesimin muhafazakârlığıyla yorumlanan bu durumu insanların birbirlerini tanıdığı küçük yerleşim birimlerinde sandığa gitmemenin getireceği riskten kaçınma refleksi olarak görmek de mümkündür. Seçimlerde ikinciliği geçersiz oylar kazandı. Sandıklardan 4 milyondan fazla geçersiz oyun çıkması, vatandaşların bilinçli tepkisini yansıttığı gibisosyal medyada yayılan mahkûmlara ve askerlere zorla oy kullandırıldığı yönündeki iddiaları da doğrular mahiyetteydi.

Rejim, 2017’den bu yana yoksulluk ve siyasi kısıtlamalar nedeniyle ülke geneline yayılan protestolarla zayıflayan meşruiyetini güçlendirmek için yüksek katılıma ihtiyaç duyuyordu. Ancak yüksek katılım reformcuların şansını artırıyordu. Bu nedenle en yetkili ağızlar geçmiş seçimlerin aksine katılımın düşük olmasının devrimin meşruiyetine zarar vermeyeceğini ifade etmişlerdi. Ali Hamaney, geçtiğimiz yıllarda yaptığı bir konuşmasında, bazı ülkelerde seçimlere katılım oranlarının bütün teşvik ve propagandalara rağmen 30-40’larda kaldığını, bu durumun bir yönetim için utanç vesilesi olduğunu ve böyle yönetimlerin meşruiyetlerinin olamayacağını söylemişti. 18 Haziran’da İran, tarihinin en düşük katılımlı cumhurbaşkanlığı seçimini yaşadı ve tüm ön alma çabalarına rağmen rejimin meşruiyeti tartışmaları engellenemedi.

1979 devrimi ve ardından düzenlenen referandumla meşruiyet zemini sağlayan rejim, seçim süreçlerinde müesses nizamın izin verdiği ölçüde görece özgürlük ortamı sağlar ve seçim süreci dışında göremeyeceğimiz kişilerin kamuoyu önünde boy göstermesine izin verirdi. Bu “olağandışı” süreçte din adamları ve siyasetçiler halkın sandığa gitmesinin dinî bir vecibe olduğunu sık sık dile getirerek oy kullanmayanların günahkâr olduklarını iddia ederler, hatta birileri daha da ileri giderek seçime katılmayanları tekfir ederlerdi. 18 Haziran’da ise Hamaney’e bağlı kadroların yaptığı seçim mühendisliğine tepki olarak birçok kesimden seçimleri boykot çağrısı yapıldı. Tartışmalı 2009 seçimlerinin ardından ev hapsine alınan reformist kanadın önemli siyasetçilerinden Yeşil Hareket lideri Mir Hüseyin Musevi, seçim öncesi Anayasa Koruyucular Konseyinin kararlarını eleştirerek “Önceden tasarlanmış ve halkı tahkire yönelik seçimler karşısında bilinçlenen ve ülkenin geleceği için perde arkasından ve gizlice alınan kararlara teslim olmayanların yanındayım.” diyerek seçimleri boykot çağrısına destek vermişti. Devrimin 42. yılında gerek yüksek sesle dile getirilen bu tür tepkiler gerekse katılımın son derece düşük kalması; İran halkının, artık seçimleri bir çözüm aracı olarak değil, basit bir müsamere olarak gördüğünü ortaya koymaktadır.

Dünyanın her yerinde muhalif hareketler, iktidarı elde ettikten sonra bölünmeler yaşar. Bu durum İran siyasetinde de en açık şekliyle görüldü. 1979 yılında gerçekleşen devrim sonrası Şah’ın tahttan indirilmesi için mücadele edenler arasındayeni yönetim şeklinin belirlenmesinden kamusal özgürlüklere ve Batı’yla ilişkilere kadar birçok konuda fikir ayrılıkları ortaya çıktı. İran’ın devrimden sonraki ilk cumhurbaşkanı Ebu’l-Hasan Beni Sadr müesses nizamın ilk kurbanlarından oldu. Beni Sadr’ın, İslam Cumhuriyeti Sistemi ve Ruhullah Humeyni’ye yönelik eleştirilerinin; Halkın Mücahitleri örgütü ile paralelliği, örgütün silahlı mücadele başlatması ve devrimin önde gelen şahsiyetlerine yönelik düzenlediği suikastlar Humeyni’yi “devrimin kazanımlarını korumak” için önleyici hamle yapmaya zorlamıştı. Süreç Beni Sadr’ın azledilmesi ve ülkeden kaçmak zorunda kalmasıyla sonuçlandı.

İran Anayasasına göre dinî liderlikten sonraki en yüksek ikinci makam olan cumhurbaşkanlığı, asıl hüviyetini, 1989 yılında Ruhullah Humeyni’nin ölümünün ardından başa gelen Hamaney-Rafsancani ikilisinin anayasayı değiştirerek başbakanlık makamını kaldırılmalarıyla kazandı. Ülkede bir nevi başkanlık sistemine geçilmişti. Yeni sistemde görev süresi boyunca Hamaney ile Rafsancani arasında ciddi fikir ayrılıkları olmamasına rağmen sonraki yıllarda Rafsancani’nin reformcu kanadın ağabeyliğini üstlenmesiyle Hamaney ile fikir ayrılıkları ortaya çıktı. 2009 yılındaki şaibeli seçimin ardından Rafsancani, kıldırdığı ilk cuma namazında, seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle sokaklara çıkan göstericileri destekledi ve tutuklanan insanların serbest bırakılmasını istedi. Bu olaydan sonra cuma imamlığından alınarak namaz kıldırması yasaklandı. Çocuklarının 'yolsuzluk' ve 'fitne çıkarmak’la suçlanmalarının ardından Ayetullah Meşkini’nin ölümünden beri sürdürdüğü Uzmanlar Meclisi başkanlığını bırakmak zorunda kaldı.

Reformist cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ise halkın siyasal katılımına, muhalefet ve ifade özgürlüğüne önem veriyor, bu doğrultuda adımlar atıyordu. Ancak muhafazakârlar İslami düzene aykırı buldukları politikalarının, İran halkını Batı etkisine açık hale getirdiğini ve zamanla toplumun asli kimliğini yitireceğini iddia ediyorlardı. Hatemi döneminde “reformcu” Selam gazetesinin yayınının yargı tarafından durdurulması ve sansürü kolaylaştıran bir basın kanununun Meclis’te kabulü üzerine Tahran’da üniversite öğrencilerinin düzenlediği protesto gösterileri birçok şehre yayılmıştı. Gösterilerin ilk günlerinde Hatemi hükümetinin göstericilere yönelik yumuşak tavrı Devrim Muhafızları Ordusu tarafından eleştirilmiş, “Sabrımız tükendi, eğer bu mesele halledilmezse daha fazla tahammül etmeyeceğiz!” şeklinde muhtıra verilmişti. Gerek Anayasa Koruyucular Konseyi gerek Devrim Muhafızları Ordusu gerekse muhafazakarların hâkim olduğu diğer devlet kurumları, en ufak bir eleştiriyi dahi rejime yönelik saldırı olarak algılayarak sözde devletin en yüksek ikinci makamı olan cumhurbaşkanlığını hizaya sokmak için her türlü argümanı kullanabiliyordu.

2005 yılında cumhurbaşkanı seçilen Mahmud Ahmedinejad, kendinden önceki iki cumhurbaşkanının aksine din adamı değildi. Rafsancani’nin siyasi tecrübesine ve kurumlar üzerindeki etkisine sahip olmadığı gibi Hatemi’nin reformist siyasi görüşlerine de uzaktı. Ancak Misbah Yezdi gibi muhafazakâr din adamlarının desteğini alan Ahmedinejad, Devrim Muhafızları Ordusu ile işbirliğine önem verdi. Devrim Muhafızları mensuplarına önemli pozisyonları vererek bu kurumun etkisini daha da artırdı. Mesela Devrim Muhafızlarına bağlı şirketler, ekonominin hemen her alanına sirayet etmeye başladı.Bürokrasiden ekonomiye, iç güvenlikten dış politikaya kadar birçok alanda Devrim Muhafızları ve aşırı muhafazakârların etkinliği artarak devam etti. Özellikle cumhurbaşkanlığının ikinci döneminde İstihbarat Bakanı’nı azletmesiyle Hamaney ile arasında ciddi görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Atadığı bakanların Hamaney tarafından reddedilmesine tepki olarak makamına gitmedi. Görev süresi biter bitmez de kendisine yakın isimler tutuklandı. Sonraki dönemlerde adaylığı Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından reddedildi. İki dönem cumhurbaşkanı olan kişi, artık bu makam için ehil kabul edilmiyordu. Böylece güllük gülistanlık başlayan süreç, istenmeyen adam pozisyonuyla sona erdi.

Son cumhurbaşkanı Hasan Ruhanide kendinden önceki cumhurbaşkanlarının kaderini paylaştı. 1999'daki öğrenci hareketlerinin bastırılmasına katılan ve 16 yıl boyunca Milli Güvenlik Kurulu sekreterliği görevini üstlenen Ruhani, ılımlı mesajlarla iktidara gelmişti. ABD ile yapılan nükleer anlaşmanın İran halkından önemli ölçüde destek görmesi Ruhani’ye bir nebze olsun özgüven sağlamış ve basın karşısında Hamaney’in sözlerini tartışan açıklamalar yapabilmişti. Fakat Trump yönetiminin nükleer anlaşmadan çekilmesi ve ambargoyu genişletmesi; Suriye, Irak, Yemen gibi ülkelerde mazlum halkları katletmek için yapılan harcamalar ve de son olarak Covid salgınının etkisiyle ülke tam bir ekonomik darboğaza girdi. İran tarihinin en başarısız cumhurbaşkanı olarak tarihe geçen Hasan Ruhani, seçim sürecinde açıkladığı sosyal, ekonomik, kültürel vaatlerinin yanı sıra Muhammed Hatemi, Mehdi Kerrubi, Mir Hüseyin Musevi gibi siyasilerin ev hapsi cezalarını kaldırma vaadini de gerçekleştiremedi.

Müesses Nizamın Temsilcisi İbrahim Reisi

Aşırı muhafazakârların en önemli figürlerinden biri olan Reisi, İran kamuoyunda “ölüm komitesi” olarak adlandırılan 1988 yılında siyasi mahkûmların yargılama sürecini yürüten kurulun dört üyesinden biridir. Ayetullah Humeyni’nin emriyle Murtaza İşraki, Hüseyin Ali Niri ve Mustafa Pur Muhammedi ile birlikte cezaları kesinleşmiş binlerce mahkûmu idam sehpalarına gönderdiler. Beş ay gibi kısa bir sürede göstermelik yeniden yargılamalarla Halkın Mücahitleri örgütüne göre 30 bin, İran içinden gayrı resmî kaynaklara göre ise 3 ila 4 bin arasında siyasi mahkûm idam edilerek toplu mezarlara gömüldü. Ahmed Muntazari, dönemin Devrim Rehberliği Naipliği görevinde bulunan babası Ayetullah Muntazari’nin ölüm komitesi üyelerine hitabını içeren ses kayıtlarını sosyal medya üzerinden yayınladı. Muntazari, “Muhaliflere yönelik idam kararı vermeyi bırakın yoksa halk sizi gelecekte eli kanlı katiller olarak anacak.” diyordu. Nitekim Muntazari’nin öngörüsü gerçekleşti.

Reisi’nin Vaatleri

Uzun süredir darboğaza girmiş İran rejimi, bir nebze olsun nefes almak istiyor. Fakat darboğazdan çıkışı muhafazakârlar dışındaki siyasetçilerle gerçekleştirmek istemiyor. Hasan Ruhani’nin reformist kimliği, vaatlerini gerçekleştirememesinin temel sebeplerinden biri sayılabilir. Çünkü müesses nizam, reformist görüşleri bekası için tehlikeli görüyor ve bunların başarısız olması için sistemi tıkıyor. Reisi, çok yaşlı olmaması, devrim ideallerine bağlılığı, aile ve hemşerilik bağları, müesses nizam kadrolarına yakınlığı gibi nedenlerle rejimin ihtiyacı olan açılım politikalarını gerçekleştirebilecek kişi olarak görülmekte. Hatta sistemi yeniden rayına oturtmak adına “muhalif” kesimlere de alan açabileceğinden bahsedilmektedir. Reisi’nin en büyük seçim vaadi “yolsuzlukla mücadele” idi ve bu vaat aslında sistemin 40 yıl gibi kısa sürede boğazına kadar yolsuzluğa gömüldüğünün en açık ifadesiydi. Reisi’ye göre ülke yolsuzluktan kurtarılır, birilerinin cebine akan paralar halka yönlendirilirse ekonomik ambargo olsa bile İran’ı sıkıntıdan kurtulabilir. Reisi’nin iflas noktasına gelmiş ekonomiyi, “direniş ekonomisi” çerçevesinde düzeltip düzeltemeyeceğini, başta tarım ve sanayi sektörleri olmak üzere farklı iş kollarının beklentilerini karşılayıp karşılayamayacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Ancak halkı ekonomik darboğazdan kurtaramaz, refah düzeyini artıramazsa sadece “rehber”lik hayalleri suya düşmez, örnekleri defalarca görüldüğü gibi büyük toplumsal hareketlere, hatta rejimin çöküşüne de yol açabilir.

İran Dış Politikasının Geleceği

Ruhani hükümetinin 8 yıllık icraatını hükümet mensuplarının kendi ağızlarından dile getirmeyi, tecrübelerini kayıt altına almayı amaçlayan bir projenin parçası olarak reformist akademisyen Said Leylaz’ın Cevad Zarif ile yaptığı 7 saatlik röportajın 3 saatlik kısmı geçtiğimiz Nisan ayında basına sızdırıldı. Söz konusu ses kaydında Zarif, özellikle Suriye, Irak, Yemen, Lübnan ve Afganistan gibi ülkelere yönelik geliştirilen politikalarda cumhurbaşkanının ve hükümetin etkisizliğini ortaya koyuyordu. Ortadoğu ülkelerinin neredeyse tamamı, Asya, Afrika hatta Balkanlarda kritik öneme sahip ülkelere büyükelçi atamasından askerî harekât düzenlemelere kadar tüm tasarrufun Devrim Muhafızları Ordusunda olduğunu ifade ediyor ve bundan şikâyet ediyordu. Bu durum gerilimlere neden olsa da “devrimci kurumlar” istediklerini gerçekleştiriyorlardı. Reisi ile başlayacak yeni dönemde muhtemelen kurumlar arası benzer çatışmalar olmayacak ve İran’ın özellikle Irak ve Suriye’de mazlumlara yönelik mezhepçi politikaları hız kesmeden devam edecektir.

Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan ABD ile yapılan nükleer anlaşma ise İran’ın dış politika önceliklerinden biridir. Muhafazakârlar anlaşmayı ülkeye ihanet olarak değerlendirmişlerdi. Ancak Trump’un anlaşmadan çekilip yaptırımları ağırlaştırması ve İran’a ciddi bedeller ödetmesi dolayısıyla artık kimse anlaşma karşısında tavır alma cesareti gösteremiyor. Reisi deanlaşmaya karşı olmadığını fakatgüçlü bir hükümetle şartları İran lehine değiştireceğini söylüyor. Joe Biden yönetiminin göreve başlamasıyla ABD’nin nükleer anlaşmaya dönebileceklerinin sinyallerini vermesi, atmosferin yumuşamasına yol açtı. Viyana görüşmeleri de İran için olumlu bir havada devam ediyor. Her ne kadar taraflar anlaşma öncesi ellerini yükseltmeye çalışıp karşı tarafa görüşlerini dikte etmeye çalışsa da nükleer anlaşmaya epeyce yakınlar.

Diğer taraftan Çin ve Rusya ile yakın ilişkileri devam edecektir. ABD emperyalizmini eleştirecek, Rus ve Çin emperyalizmine destek çıkacaktır. Asla çatışmaya dönüşmeyecek İsrail karşıtlığını da sürdürecektir. Yaptığı katliamlarla İslam dünyasında iyice olumsuzlaşan imajını bir nebze olsun düzeltme adına Filistin davasını, Kudüs’üsahiplenecek, her yıl vahdetten bahsedecektir.

Sonuç olarak, İran rejimi emir-komuta zincirinin en üstünde Ali Hamaney’in olduğu devlet kurumlarında kadrolaşan belirli siyasi elitlerin ortak politikalarıyla idare ediliyor. Müesses nizam ister cumhurbaşkanlığı olsun ister devletin başka kurumları olsun devlet kademelerine istediği kişiyi getirebilme kudretine sahiptir. Seçim ve sandıklar ise orta oyununun parçası olarak her dört yılda bir defa ortaya konmaya devam edecektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR