1. YAZARLAR

  2. Hülya Şekerci

  3. Kur'an Çerçevesinde Kadın -2

Kur'an Çerçevesinde Kadın -2

Kasım 1993A+A-

Fatma Candan Günaydın

II. KUR'AN ve AİLEDE KADIN

a. Kadın-Erkek Farklılığı

Yaratılışta, Allah'a kul olmada, sorumluluk yüklenmede, yüklendiği sorumlulukları yaşama ve yaşatmada kadın ve erkek arasında bir ayrımın yapılmadığını vurgulamıştık. Ancak "insanın" kadın ya da erkek olarak yaratılması, her birinin kendine has fiziksel ve ruhsal farklılıklarla birbirinden ayrıldığını göstermektedir. Bu durumda zorunlu eşitliğin ötesinde, birbirini tamamlayıcılık özelliğinin ele alınması ve bu anlamda erkek ve kadının birbirine eşit olmadığının vurgulanması gerekmektedir. (17) Ayrıca bu farklılıkları görmezden gelerek yapılan bir eşitleme kimlik bunalımına neden olmaktadır.

Rabbimiz, insan soyunun devamı için farklı fizyolojik özelliklerle donattığı kadın ve erkeği; birbirlerinde sükun bulmaları ve aralarında sevgi ve merhamete dayalı bir ilişkinin temellendirilmesi için adeta birbiriyle örtüşen bir kimlikle yaratmıştır (30/21). Fizyolojik farklılıkların oluşturduğu bu tamamlanmışlık kadına; anneliği, anneliğe hazırlayan biyolojik farklılıkları ve dış görünümünden kaynaklanan çekiciliği tanırken, erkeğe; fiziki güç ve gücün hayata geçirilmesine imkan sağlayan özellikleri tanımıştır.

Kadının erkeğe oranla daha çekici olduğu gerçeğini Kur'an-ı Kerim belirtmiştir. Al-i İmran Suresi 14. ayette "Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan şehvet tutkusu insanlar için süslendirilip çekici kılındı (züyyine)." deniyor.

Cennet tasvirlerinde kadının cinsel kimliğinin kullanılması (44/53-54; 52/20; 55/56; 56/35, 38), yukarıdaki ayette bahsedilen "züyyine" (süslendi) ifadesiyle daha iyi anlaşılmaktadır. Bu ayetlerde kadının erkeğe sunulmasının temel nedeni kadındaki bu cazibedir. Zaten bunun fakında olan kadınlar, insanlık tarihi boyunca bu özelliklerini erkeklere karşı kullanmışlardır. (18) Ancak burada sorun kadının bu ayetlerde cazibesinin vurgulanmasıyla, onun onuruna bir eksiklik gelip gelmeyeceğidir. Kanaatimizce ayetlerdeki tasvirler kadının yaratılış itibariyle cazip kılınmışlığının anlatımıdır.

Cinsellik hem kadın, hem de erkek için "onlar sizin elbiselerinizdir, siz de onların elbiselerisiniz" (2/187) ayetinde görüldüğü gibi nikah akdi ile meşrulaştırılmıştır. Bu noktada, salt kadın ya da erkeği öncelemekten öte bir birliktelik, birbirleriyle huzura kavuşma ve aralarında sevgi ve merhametin olduğu bir beraberlik (30/21) söz konusudur.

Ayrıca Kur'an toplumsal ahlakı da göz önünde bulundurarak kadının cazibesinin istismarını örtünme emri ile engellemiştir. Hıristiyanlıkta görüldüğü gibi cinselliği lanetleme yerine olumlarken, bir taraftan örtünme emredilmiş ve bir taraftan da cinslere irade eğitimini tavsiye edilmiştir (19) (24/30-3i).

Ancak şu vurgulanmalı ki; kadın-erkek farklılığını birinin diğerine üstünlüğü olarak ele almak, üstünlüğü takva çizgisinde değerlendiren İslam'ı değil, maddeci görüşün güç anlayışını ön plana çıkarmak olacaktır.

b. Nikah

"Onun ayetlerinden biri de, size, kendi nefislerinizden kendileriyle sükun bulacağınız eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet koymasıdır." (Rum, 21).

Sağlıklı bir toplum öncelikle "sevgi ve merhamet"i yakalamış olan eşlerin kurduğu sağlam aileler ve bu aileler arasında iğreti olmayan sürekli ilişkilerin kurulmasıyla oluşabilir. İşte bu yüzden, zihinlerindeki ideal toplumu özleyenler çabalarına aile kurumunu ıslah etmekle başlayabilirler.

Aile; evlilikle yani evlenecek taraflar arasında akid olan nikah bağı ile kurulur. Nikah, iki insanın aralarındaki nikaha ilişkin kararın topluma duyurulmasıdır. Nasıl ki herhangi bir konuda yapılan akid ile taraflara karşılıklı hak ve sorumluluklar doğarsa, bunun gibi nikah akdi ile de eşlere belli haklar verilir ve bazı sorumluluklar yüklenir (2/28).

Bu hak ve sorumluluklara geçmeden önce sağlıklı bir evliliğin oluşturulması için gerekli şartlara dikkat çekmek gerekir. Fıkıh kitaplarında "nikah" bahsinde geçen "denklik" yani eşlerin birbirine uyumu, uygunluğu oldukça önemlidir. Gerçi bu fıkıh kitaplarında denkliğin dinde mi, nesepte mi, hürriyette mi, malda mı ya da bunların hepsinde mi aranacağı mezhep imamları tarafından tartışma konusu yapılmıştır. (20)

Kanaatimizce, gerek evliliğin sıhhatli bir biçimde yürütülmesi, gerek aile içinde meydana gelebilecek problemlerin çözümü için, eşlerin hayata bakış ve onu algılayış tarzının birbiriyle çatışmaması, birbirin uygun veya yakın olması öncelikle önem arzetmektedir.

Eşlerin meselelere bakış açıları arasındaki uçurum genellikle büyük problemlere sebep olmaktadır. Söz konusu farklılıklar ile eşlerin konuştukları ve ilgilendikleri ortak noktalar sınırlı kalmakta ve arkadaşlarıyla paylaştıkları bir çok problemi eşiyle tartışabilme noktasına bile gelememektedirler.

Bir başka zihniyet ise "nasıl olsa değişir" mantığı ile eğitilmek üzere evlenilen, fakat bir türlü ilgilenilmeyen kadınlarla yapılan evliliktir. Bu tür evliliklerde erkeğin eşine yeterince zaman ayırarak onu tüketim kültürünün alışkanlıklarından arındırması ve tevhidi bilinci aşılaması ise sık rastlanan bir vakıa değildir. Müslüman bir ailede hedeflenen, eşlerin hayırlarda yarışması iken, modern dünyanın müslüman kadınları Allah yolunda çaba sarfeden eşlerini en azından destekleyerek yardım edecekleri yerde, bitmeyen tüketim ihtiyaçlarını karşılayamadıkları için eşlerine problem çıkarmaktadırlar. Tevhidi bilince sahip kadınların da kendilerine uygun olmayan eşler ile evlenmesi doğal olarak çok daha büyük problemlere sebep olabilecek boyuttadır. Bu hoş olmayan sorunların ortaya çıkması tabiidir. Çünkü yukarıda değindiğimiz gibi eşlerin dünyaları aynı değildir ve bu farklı dünyalar ise birbirine benzemeyen farklı problemler üretmektedir.

Böylelikle, birbirlerinin duygu ve düşünce dünyalarına nüfuz edemeyen eşlerin aynı evde farklı dünyaları oluşturması ise, özlenilen toplumu oluşturmasını istediğimiz çocuklar için olumsuz bir atmosfer oluşturmaktadır. Anne ile babasının dünyaları arasında bir tercihe zorlanan çocuğun, anne babasına farklı tavırlar ile yaklaşmak zorunda kalması kişilik gelişimi için oldukça olumsuzdur.

Çocuğun özellikle ilk dönemlerde annesiyle daha fazla ilişki kurduğunu düşünürsek, İslam adına topluma öğretilecek tüm bilgi ve davranışların ilk temellerini annesinin attığını görebiliriz. Bu durum ise kadının eşiyle birlikte hem çocuğunun zorunlu olarak katılacağı toplumu değiştirme, hem de toplumu dönüştürecek olan çocuğunu iyi bir biçimde eğitme çabalarının önemini ortaya koymaktadır.

Öncüllerimizin doğruluğuna inandığımızda ortaya çıkacak olan zorunlu sonuç ise, İslami hareketi köstekleyici değil de bizzat oluşturucu ve oluşan mekanizmayı işletici bir ailenin kurulması için müslüman kadının da en az müslüman erkek kadar tevhidi bilince sahip olması gerekliliğidir.

Nikah konusunda bahsedeceğimiz diğer önemli bir konu, ekonomik boyut ile ilgilidir. Kur'an'da nikah ile ilgili ayetleri okuduğumuzda ekonomik meselenin önemle vurgulandığını görüyoruz. İşte bu ayetlerden bir kaçı:

"Müminlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğimiz takdirde- size helal kılındı." (5/5)

"İçinizden özgür olan mümin kadınları nikahlayacak genişliğe güç yetiremeyenler, o zaman sağ ellerinizin malik olduğu inanmış cariyelerinizden (alsın). Allah sizin imanınızı en iyi bilendir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyleyse onları, fuhuşta bulunmayan, iffetli ve gizlice dostlar edinmemişler olarak vekillerinin izniyle nikahlayın. Onlara ücretlerini (mehirlerini) maruf bir şekilde verin." (4/25)

"İçinizden evli olmayanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah, kendi fazlından onları zengin eder. Allah geniş (nimet sahibi)dir, bilendir." (24/32)

"Nikah (imkanı) bulamayanlar, Allah onları kendi fazlından zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar." (24/33)

Bu ayetlerden anladığımız kadarıyla evlilik için mehrin şart koşulması, hür kadınlarla evlenecek yeterli maddi imkanı bulamayan erkeklerin cariyelerle evlenmesi, evli olmayanların evlendirilmesi için diğer müslümanların yardımları gibi hususlar hep evlilik için gerekli maddi yeterlilikle ilgilidir. Yalnız buradaki ekonomik yeterlilikten, lüks bir şekilde yaşam değil, yaşanılan toplumda vasat bir hayat için gerekli maddi imkan anlaşılmalıdır.

Gözden kaçırılmaması gereken diğer bir nokta ise "herhangi bir şekilde evliliğe güç yetiremeyenlerin iffetlerini korumaları"nın istenmesidir. Bu ayetler ışığında toplumumuzda yapılan nikahları değerlendirdiğimizde önemli aksaklıklar görüyoruz.

Geleneksel kesimde nikah her-şeyden önce bir çok formaliteyle zorlaştırılmaktadır. Ayrıca evliliğe karar verme yani birbirlerini tanıma sürecinin çok kısa tutularak hemen nikaha gidilmesi de evlilik sonrası sorunları beraberinde getirmektedir. Özellikle bazı yörelerde neredeyse haram gibi algılanan boşanma da gerçekleşmediğinden, eşler kendileri için zulüm olan hayatı sürdürmek durumunda kalmaktadırlar.

Geleneksel anlayışın karşısında bulunan bazı kesimler ise, toplumda sınırları çiğneme endişesiyle evlenecek kişilerin görüştürülmemesi ve yeterince birbirini tanımadan evlendirilmesi olayını eleştirmektedirler. Ancak kendileri de bu tanıma sürecini ölçüsüz ve uzun tutarak flörtü İslamileştirme yoluna gitmiş, dolayısıyla onlar da sapmanın diğer yönünü oluşturmuşlardır.

Formalitelerle zorlaştırılan nikahı eleştirenler, maddi imkansızlıklar ya da başka sebeplerle ailelerine ve yakın çevrelerine bile duyurmadıkları halde "kendi aralarında nikah" (!) yapmaktadırlar. Çözüm gibi görünen bu olay, büyük çözümsüzlüklere neden olmakta ve sağlıklı örnek oluşturulacak aile yapısının kurumlaşmasını zorlaştırarak, çoğu zaman kadını mağdur durumda bırakmaktadır.

Nikah, insanlardan gizli olmaması durumunda anlam kazanacakken, şahitliklerini gizleyen iki şahit ile yapılan nikah ne derece geçerlidir. Halbuki Allah, şahitliğin gizlenmesini istemiyor. Zaten toplumda çıkacak fitnelerin önlenmesi de iki insan arasındaki ilişkinin niteliğinin bilinmesiyle önlenebilir.

Sonuç olarak müslümanlar, giderek rahatlaştırılmaya çalışılan kadın-erkek ilişkilerinin etkilerini, serbest düşünebilme, özgür olma mantığı ile açıklamamalı, her konuda olduğu gibi özellikle de bu tip ilişkilerde de Kur'an'da zikredilen müminlerin özelliklerine uygun bir hassasiyet göstererek örneklik oluşturmalıdırlar. Evlilik şartlarını yakalamayan kişiler ise, hayali ve maceracı günübirlik girişimlerin çıkmazından sakınıp iffetli davranışların erdemliliğini kuşanmalıdırlar.

c. Muta Nikahı

Muta nikahı, erkeğin belli bir ücret karşılığında bir kadınla belli bir süre evlenmesi anlamındadır (S. Ateş, cilt 2, s. 250). Mutaya konu olan ayeti bir önceki ayetle birlikte zikredelim:

"Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, karılarınız anaları, birleştiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız -eğer onlarla henüz birleşmemişseniz, (kızlarını almaktan ötürü) üzerinize bir günah yoktur-, kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın kanları ve iki kız kardeşi bir arada almanız. Ancak geçmişte olanlar hariç. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

(Savaşta esir olarak) ellerinize geçen (cariye)ler müstesna, evli kadınlarda evlenmeniz) de haramdır. (İşte bunlar) size Allah'ın yazdığı yasaklardır. Bunlardan ötesini, iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız) size helal kılındı. O halde onlardan ne kadar yararlandınızsa, ona karşılık kesilen ücretlerini (mehirlerini) bir hak olarak verin. Hakkın (mehrin) kesiminden sonra karşılıklı anlaşmak suretiyle kesilenden az veya çok vermenizde üzerinize bir günah yoktur. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Nisa, 23-24).

Ayetteki ihtilaf istimta (yararlanma) karşılığında verilecek ücretin mehir mi, yoksa belli bir süre yararlanma ile verilmesi gereken bir ücret mi olduğu noktasındadır.

Muta ile ilgili olarak bize ulaşan haberlerde muta nikahının mubah iken menedildiği bildirilmektedir. Ancak rivayetler mubah ya da haram kılındığı dönemler hakkında son derece çelişkilidir. Bu çelişik rivayetleri telif etmek isteyen muhaddisler mutanın bir kaç kez yasaklanıp serbest bırakıldığını söylemişlerdir. Kısacası Ehl-i Sünnet alimlerinin çoğunluğu, önceleri helal olan mutanın sonra haram kılındığı görüşünde birleşirler. (21)

Ehli Şia ise ayette geçen "yararlanma" ve "ücret" kelimelerinden yola çıkarak, burada zikredilen nikahın muta olduğunu söylüyorlar. Menşei İslam olsun olmasın Peygamber'in görüş ve duyuşu dahilinde yapıldığından yola çıkarak mutanın meşruluğu sonucuna varan M. H. Fadlullah, Hz. Ali'nin şu sözünü naklediyor: "Eğer Ömer onu yasaklamasaydı, insanlardan ancak çok azı zinaya düşerdi." (22)

Mutahhari ise olayı daha da serbestleştirerek muta nikahını tahsil dönemindeki öğrencilere tavsiye etmektedir. (23)

Biz konuyu Kur'an bütünlüğünde değerlendirmeye çalışalım, öncelikle Nisa Suresi 23. ayette kendileriyle evlenilmesi haram olan kadınlar zikredildikten sonra bu kategorinin dışındaki kadınlarla mehir (ücret) verilerek evlenmenin helal olduğu söyleniyor (Nisa, 24). Kur'an'da nikahtan söz eden ayetlerde ücret kelimesinin mehir anlamında kullanıldığı da gözden kaçmamalıdır.

Geçici nikahın, teşri sebebinin taraflardan biri veya her ikisinin de daimi nikaha hazır ya da böyle bir imkandan mahrum bulunması durumu olduğu söylenmektedir. (24) Ancak Kur'an'da hür kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyenlerin cariyelerle evlenmesi, bu da söz konusu olmazsa "iffetlerinin korunması gereği"nin vurgulanması (5/5; 24/32-33) bu durumu geçersiz kılmaktadır.

Belli dönemlerde muta nikahının yapıldığına dair rivayetlere dayanarak bu nikahın yapıldığını kabul etsek bile, recm olayında olduğu gibi müslümanlaşma sürecinde konu ile ilgili ayet gelmeden önce eski uygulamaların devamı olduğunu söyleyebiliriz. Bize gelen haberlerin sıhhati bir yana şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki, Kur'an'da zina yapana uygulanacak ceza bellidir ve ayet geldikten sonra cahiliyedeki uygulamalar kaldırılmıştır. Bunun gibi bize gelen haberlerde muta uygulamasından bahsedilmesi bu nikahın caiz olduğuna delalet etmez.

Kur'an'da aile hukuku, özellikle miras ile ilgili ayetlerin en ince ayrıntısına kadar açıklanmasına rağmen muta ve muta nikahından doğacak çocuk ile ilgili hükümlerin bulunmayışı görüşümüzü destekler niteliktedir.

Muta nikahının İslam'ın genel ahlak anlayışına ters olduğunu düşünmemiz de mutayı olumsuzlamamızın önemli diğer bir sebebidir.

Bu konuyla ilgili tartışmalar yoğun olarak 1979 İran İslam Devrimi sonrasında gündeme gelmiştir. Bir yanda mezhebi taassuplarını bir türlü kıramamış kişiler, diğer yanda İslam düşmanları devrimi olumsuzlamak için türlü yollara başvurmuşlardır. Bu noktada muta nikahı konusundaki uygulamalar nedeniyle İran karalama yoluna gidilmiştir.

Kanaatimizce Şia alimlerinin muta nikahını kabul edişleri ve savunuşlarını İslam'a yaklaşım metodlarından ileri gelmektedir. Başka bir deyişle Ehl-i Sünnet ve Şia arasında bu ve başka meselelerdeki farklı yaklaşımlar bir metedoloji sorunudur, örneğin Şia alimlerinin Kur'an ve Sünnete bakış açıları aynı zamanda Ehl-i Beyt ve masum imamları değerlendirme tarzlarıyla da alakalıdır.

İran'da Muta konusunda uygulamalara baktığımızda, muta nikahı yapan kişilerin oranının son derece sınırlı olduğu söylenmektedir. Ve bu nikahı toplumda yaygın bir şekilde her isteyen her istediği gibi gerçekleştirmemekte, aksine resmi hüviyeti olan kurumlarda belli şartlar gerçekleştiğinde yapılmaktadır. (25)

Herhangi bir mezhebi görüşe taraf olma endişesi taşımadan yapacağımız bütüncül bir değerlendirmede muta nikahının Kur'an'a ve Kur'an'ın genel prensiplerine ters düştüğü kanaatindeyiz. Bu uygulamalar İslam'ın yönetim sistemi olarak kabul edildiği andan itibaren gerek modern dünyada, gerekse İslam dünyasında yankılar uyandıran İran'da görülse de görüşümüz bu yöndedir.

d. Çok Kadınla Evlilik

Kur'an hükümleri adalet kavramı üzerine bina edilmiştir ve bu hükümlerden oluşan vahyi sistem, birey ve toplumun yaşayacağı problemlere en adil ve en gerçekçi çözümleri beyan etmiştir. Ancak insanlar vahyin öğretilerine tek yönlü, çoğunlukla önyargılı ve dünyevi bir bakış açısıyla yaklaştıkları için getirilen çözümleri yanlış anlamakta ve 'adaletsiz' olduğunu söyleyebilmektedirler. Algılamalarındaki en büyük hata, insanın fıtri özelliklerini, toplumda karşılaşacağı sorunları bilmemeklerinden ve tek taraflı bakış açılarıyla çözüm aramaya çalışmalarından kaynaklanmaktadır. Hiç bir hukuk sistemi insan fıtratına her yönüyle uygun ve adaleti gerçekleştirecek böyle bir sistem ortaya koyamamıştır.

Çok kadınla evlilik meselesini de bu doğrultuda ele alacağız ve adalet ile bağlantılı olarak ortaya koymaya çalışacağız. Konuyla ilgili Kur'an'da üç ayet yer almaktadır.

"Şayet yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Onlar arasında adalet yapamayacağınızdan korkarsanız bir tane alın, yahut ellerinizin altındakilerle yetinin. Haksızlık etmemeniz için en uygun olanı budur." (4/3)

"Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki: "Allah, size onlar hakkında hükmünü açıklıyor. Kendilerine yazılmış olan (miras hakları)nı vermeyip kendileriyle evlenmek istediğiniz öksüz kadınlar ve zavallı çocuklar hakkında ve öksüzlere karşı adaleti yerine getirmeniz hakkında kitapta size okunanlar(la Allah hükmünü açıklamaktadır). Yaptığınız her hayrı muhakkak ki Allah bilir." (4/127)

"Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında adalet yapamazsınız, öyle ise (birine) tamamen yönelip ötekini askıda gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, sakınırsanız, Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (4/129)

Ayetler, görüldüğü üzere adalet prensibini esas alarak tek eşle evliliğin en uygun evlilik olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü ne kadar istense de çok eşle evlilikte adalet yerine getirilemeyecek, bu da çeşitli problemlere yol açacaktır. Bununla birlikte birden fazla kadınla evliliğe de izin verilmiştir. Eşler arası adaleti şart koşmasına ve insanların bunu tam anlamıyla yerine getiremeyeceğini bilmesine rağmen, İslam'ın bu izni vermesinden şöyle bir sonuç çıkarılabilir. Öyle durumlar gerçekleşmeli ki tek eşle evlilik, tam adaletin gerçekleştirilemediği çok eşle evlilikten daha büyük bir adaletsizliği doğursun. Böyle durumlarda çok eşle evlilik daha adil olacak ve İslam'ın istediği gerçekleşecektir.

Savaş sonrası ortaya çıkan durumlar bu olayı açıklamada verilecek örneklerden biridir. Bilindiği gibi savaş sonrası toplumlarda erkek sayısı azalmakta ve toplumda bir çok kadın, eşsiz, babasız yani yetim kalmaktadır. Kadınlar böyle mağdur durumda kaldıklarında ya geri kalan hayatlarını büyük sıkıntılar, buhranlarla geçirecek veya kötü yola sürüklenerek toplumu fesada uğratacaktır. II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'da kadın nüfusunun erkek nüfusundan çok fazla olması ve daha sonra bu kadınların ucuz işgücü olarak kullanılmasıyla başlayan bozulma ve fesad bugün hala önlenebilmiş değildir. Kadınların bu şekilde hem kendilerini, hem toplumu zor durumlara itecek bir tehdit unsuru olmaları yerine, bir erkeğin gözetimi-koruması altına girmeleri hem kendi ihtiyaçları, hem de toplumun ihtiyacı açısından elbette daha doğru olacaktır. Çok kadınla evlilik böyle bir durumda toplumun fesadını önleyecek kadınların da daha az sıkıntıyla topluma kazandırılmasını sağlayacak yegane metoddur. Bu durumlarda çok eşle evlilik kadınların tamamen lehine işlemektedir. Çok eşle evlilikte eşler arasında adaletin tam gerçekleşemeyeceği bir gerçektir ve kadınlar zaman zaman zulümle karşılaşabileceklerdir. Ancak öyle zor bir ortamda, toplumda bu şekilde bırakılmaları daha büyük bir zulümdür ve İslam bunun önünü kapatmıştır.

Böyle durumlara kıyasla farklı olaylarda da yine aynı işleyiş gerçekleşebilir. Mesela aile içerisinde kadının işlevini sürdüremediği zamanlar olabilir. Hastalık vb. gibi durumlarda, aile bundan direkt olarak etkilenecektir. Hem çocukların bakımı yapılamayacak, hem de ailede annenin işlevini yerine getirememesi sonucu buhranlar baş gösterecektir. Bu durumda erkek bu kadını boşayıp çocuklarına bakacak ve yarım kalmış aile işleyişini sürdürecek yeni bir eş alma yoluna gidecektir. O halde erkek ilk eşini boşanmak, zaten yardıma muhtaç bir halde yapayalnız mı bırakmalıdır, yoksa kadın ikinci eşin varlığını kabul edip birlikte ve daha az sıkıntıyla hayatlarım sürdürmeli midir?

Yıllarca bir aileye emek vermiş, çocuklar yetiştirmiş bir kadının bu işlevini sürdüremediği, yardıma muhtaç olduğu bir anda bırakılması adalete elbette sığmaz. Fakat ailenin diğer bireyleri, hayatlarını tamamen olumsuz etkileyen bu durumla baş başa yaşamak zorunda da değildir. Hem ona layık olduğu ilgi ve sevgiyi göstermeli hem de ailenin yıkılmaması, işleyişinin devam etmesi için bir çözüm bulmaları gerekmektedir. Bu durumda çok eşle evlilik İslam'ın getirdiği en adil çözümdür. İslam, her konuda olduğu gibi bunda da ağırlığını gerçek adaletin ikamesi yönünde koymuştur. İnsanlar ise, insan ve toplum tabiatını anlayabildikleri ölçüde İslam'ın mükemmelliğini ve evrenselliğini kavrayabileceklerdir.

e. Erkeğin Yöneticiliği Meselesi

Kur'an-ı Kerim bilindiği gibi meseleler hakkında genel prensipler vazeder, çoğunlukla ayrıntıya girmez. Ancak aile ile ilgili düzenlemelere baktığımızda şaşırtıcı bir şekilde ayrıntıya girdiğini ve kesin hükümler koyduğunu görürüz. İnsanlık tarihi boyunca hiç bir toplumda varlığı inkar olunamamış aile kurumunu İslam'ın da bu derece önemsemesi ve en ince ayrıntısına kadar hükümler vaz'etmiş olması, sağlıklı bir toplum oluşturulmasında ailenin öneminin ne derece büyük olduğunu göstermektedir. Toplumun düzenli bir işleyişe sahip olması, onu oluşturan alt birimlerin de düzenli ve sağlıklı bir yapıda olmasına bağlıdır. Bu noktada toplumun en küçük birimi olan aileye düzenli bir işleyiş kazandırılmalı ve devamı sağlanmalıdır. Her topluluğun işleyişinde farklı sorumluluklar, görevler ve bu görevlerin ifa edilmesi için verilmiş yetkiler olduğu gibi ailede de bu durum söz konusudur. Erkeğin yöneticiliği meselesi de bu bağlamda ele alınmalı, eşler arası ve aile içi hukukta doğru ve geçerli ilkeler yakalanmaya çalışılmalıdır. Bu doğrultuda konuyla ilgili ayetleri şöyle sıralayabiliriz:

"Allah'ın bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde sorumlu yöneticidirler." (Nisa, 34)

"Onların lehine de aleyhlerindeki maruf hakka denk bir hak vardır. Yalnız erkekler için onlar üzerinde bir derece var." (Bakara, 228)

Konuyla ilgili tartışmalar birinci ayette geçen "kavvamune" kelimesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. "Yönetici" olarak meallendirilen kavvamune kelimesinden yola çıkarak pek çok müfessir, erkeğin dünya işlerinde mutlak bir üstünlük, yöneticilik vasfına haiz olduğunu ifade etmişlerdir. Hatta bazı müfessirler bu üstünlüğü ahirete de taşırmışlardır. (ilgili örnekler daha önce belirtilmişti.)

Kavvamune kelimesini doğru şekliyle anlayabilmek için Kur'an'da geçtiği diğer ayetleri de incelememiz yerinde olacaktır.

"Ey inananlar adaleti ayakta tutanlar olun," (Kunu kavvamine bi'l kıst.) (Nisa, 135)

"Ey inananlar adil şahidler olarak Allah için hakkı ayakta tutanlar olun." (Kunu kavvamine lillahi şüheda'e bi'l kıst.) (Maide, 8)

Ayetlerde görüldüğü gibi kavvamune kelimesi sadece yöneticilik anlamı ifade etmemektedir. Öncelikle içerdiği anlam koruyup-gözetmek, (26) işleri güzel idare etmek, (27) bir şeyi hakkıyla yerine getirip ayakta tutmaktır.

Dolayısıyla kelimenin sadece yöneticilik manasına hamledilmesi eksik ve yanlış olacaktır.

Erkeklerin kadınlar üzerinde kavvam olması, yaygın olarak anlaşıldığı gibi ontolojik, fazilet vb. alanlarda mutlak üstünlüklerden kaynaklanan bir yöneticilik değildir. Ailenin koruyup gözetilmesinde, temsil edilmesinde ve işleyişinde sahip oldukları sorumluluğun daha fazla olmasından kaynaklanan bir görev ve yetkidir. Ayette "erkeklerin kendi mallarından harcaması dolayısıyla..." şeklinde bir ifade bulunması verilen hükmün illetini anlamak açısından önemlidir.

Ayetin evlilik hayatı ve aile düzeni ile ilgili olduğu açıktır. Allahu Teala tüm düzenlemelerde fıtri kabiliyetler ölçüsünde sorumluluk yüklediği ve yetkilendirdiği gibi burada da erkeği daha fazla sorumlu tutmuştur. Bu sorumluluktan ve aileyi koruma noktasından sahip olduğu fıtri kabiliyetten dolayı aileyi idare etme ve yönetmede bir önceliğe sahiptir. Yukarıda da ifade edildiği gibi küçük dahi olsa bir topluluğun düzenli işlemesinde böyle bir hiyerarşiye ihtiyaç vardır ve bu çok doğaldır.

Ancak burada yönetme olayının algılanışı da çok önemlidir. Yönetme deyince akla baskı, emir ve ceza değil, istişare ile oluşan, insanın düzenli hayat sürmesini sağlayan bir olgu gelmelidir. Hz. Peygamber'in uygulamasında da bunu görebiliyoruz. Peygamber olması onu çevresindekilerle istişareden alıkoymamış, bizzat' Kur'an'ın teşvikiyle bunu her zaman gerçekleştirmiştir. Ancak bu dönemden günümüze dek süren sultacı yönetimler "yönetme" kavramının baskıcı, totaliter bir anlam kazanmasına sebep olmuştur. Bu etkinin erkek yöneticiliği konusunda zihinlere ve dolayısıyla aileye de yansıdığı söylenebilir. Halbuki devlet yönetimi konusunda Hz. Peygamber'in uyguladığı bu istişari metod her konuda olduğu gibi ailenin işleyişinde de erkeğin yönetici olması konusunda bize ışık tutacak önemli bir veridir.

Kısacası erkek, sahip olduğu özellikler doğrultusunda yüklendiği sorumlulukları, ailenin korunup-gözetilmesi, idaresini, istişare ile gerçekleştirecek, bu konuda kendisine verilen önceliği bir zulüm vesilesi olarak kullanmayacaktır. Çünkü en küçük bir zulmün olduğu yerde İslam yoktur.

f. 'Darb' Olayı

"Darb (dövme) meselesi" bugüne kadar ve günümüzde de İslam düşmanlarının, özellikle feministlerin kullandığı önemli noktalardan biri olduğu gibi, bazı müslümanların da şartları gözetmeden mutlak biçimde meşrulaştırdığı bir konu olmuştur.

Söz konusu ayet şöyledir: "Allah'ın bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler kadınlar üzerinde kavramdırlar. İyi kadınlar gönülden itaat edenler, -Allah, (onları ve haklarını) nasıl koruduysa- görünmeyeni koruyanlardır. Başkaldırıp-diretmelerinden korktuğunuz kadınlara Öğüt verin, yataklarda yalnız bırakın, doğun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür." (4/34)

Ayette öncelikle salih kadınların "görünmeyeni koruyanlar" olarak tanımlanması ve devamında da dövme olayından bahsedilmesi bir namussuzluk olayını çağrıştırmaktadır. Ancak metinde "nuşuz" kelimesinin geçmesi olayın sadece namussuzluk ile sınırlandırılamayacağını göstermektedir. Kelime olarak isyan, başkaldırı, geçimsizlik hali anlamlarına gelen nuşuz ile aile içinde sürekli problem çıkarma, dik kafalılık, huysuzluk, geçimsizlik gösteren, yani olgun bir kişiliğe ulaşamamış kadınlar anlaşılmaktadır. Ayet, sürekli bu fiilleri yapma eğilimini taşıyan kadınların terbiye metodunu göstermektedir. Nuşuz hali gösteren kadınların aile huzurunun yeniden elde edilmesi konusunda ayet bir metod göstermektedir. Bu metodda erkek, kadının işlediği fiile göre tavır takınmalıdır. Ancak yine de kadının davranışlarında bir düzelme değil de, aksine bir bozulma görülürse, bu bozulmaya karşılık erkeğin tedricen daha sert tedbirler olarak en son dövme olayına başvurması, ailenin kurtarılması açısından son bir çare olabilir. Aile huzurunu tek taraflı bozan kadın, dövülme gibi onur kırıcı bir olayla karşılaştığında aile saadetini kurtarma konusunda daha sıhhatli düşünebilir.

Ancak şu unutulmamalıdır ki, "dövme" sınırları belli özel bir durum için söz konusudur. Başka bir deyişle ayet, aile içinde tüm kadın-erkek ilişkileri için genelleştirilemez. Çünkü aile ortamında esas olan eşler arasında sürekli istişareyle saygı ve sevgi unsurunun temellendirilmesidir. Söz konusu ayet dövme olayını, bu saygı ve sevgi unsurunu tek yönlü olarak bozan ve istismar eden, şirret kadınlar için sınırlandırmıştır.

O halde özel şartlar için geçerli olan dövme olayını "erkek eşini dövebilir" şeklinde genelleştirmek kişinin kendi zalimliğini Kur'an'a alet etmek olacaktır.

Burada şu soru akla gelebilir: Aile huzurunu bozan kişinin kadın değil de, erkek olduğu zamanlarda problem nasıl çözülecektir? Kadın, erkeğin aile içindeki geçimsizliklerine, sorumsuzluklarına katlanmak zorunda mıdır? Elbette ki kadın da eşini düzeltme yönünde bazı girişimlerde bulunup öğüt verebilir. Ancak kadının erkeği dövmesi kadının yapısı gereği üstlenemeyeceği bir davranış olduğu gibi vakıaya da tekabül etmediğinden erkek yüzünden bozulan ve boşanma noktasına yaklaşılan bir durumda ise kadının yapacağı mahkemeye başvurarak problemin çözülmesi yönündeki talebi olacaktır.

Kişiliğini oluşturamamış, şirret, laftan anlamayan, huzursuzluk çıkarıp ailenin işleyişini tek taraflı bozan kadınlar için boşanma öncesi önerilen bu metodu, ailenin saadeti için çalışan, sorunlara yaklaşımda ölçülü, vakarlı kadınlar için de onların belki haklı olarak karşı gelmelerine teşmil etmek Kur'an'a aykırıdır. Rasulullah'tan gelen haberlerde bir çok problemlerine rağmen hanımlarının hiç birini dövmemiş olduğunu görüyoruz. Bu da bizim için önemli bir veridir.

Notlar:

17- Roger Garaudy, İslam ve insanlığın Geleceği, s. 141, Pınar Yayınları, İst.-1990.

18- İlhamı Güler, "Kur'an'da Kadın Erkek Eşitsizliği", İslami Araştırmalar Dergisi, C.5, Sayı.4, Ankara-1992.

19- A.g.m.

20- İbn Kayyım el-Cevziyye, Zad'ül Mead, C.5, s.262, Pınar Yayınları, İst-1989.

21- Daha geniş bilgi iç in bkz.: Süleyman Ateş, Çağdaş Kur'an Tefsiri, Cilt: 2, s. 250, Yeni Ufuklar Neşr., İst.-1990.

22- M. H. Fadlullah, Min Vahy-il Kur'an, Cilt: 7, s. 112, Akademi Yay., İst-1991.

23- Mutahhari, Kadın, s. 55, Akademi Yay., İst-1991.

24- A. g. e.,s. 61,

25- Bekir Topaloğlu ile röportaj, Zaman Gazetesi, 2 Ocak 1993.

26- Ragıp el-İsfehani, Müfredat, Mısır, 1306.

27- Mu'cemul Veciz, Mısır, 1990.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR