1. YAZARLAR

  2. Ali Eren

  3. İslami Sudan'a Müdahale Kapıda

İslami Sudan'a Müdahale Kapıda

Eylül 1993A+A-

Sudan, geçtiğimiz yıldan bugüne kadar artan bir yoğunlukla dünya gündemini meşgul etti. Sudan'ın böylesi bir yere gelmesinin tek bir sebebi vardı; mevcut rejimin giderek artan bir ivmeyle İslami uygulamaları ülke çapında yaygınlaştırmasıydı. Sudan'daki İslami yönetimden rahatsız olan dünya müstekbirleri önce bölgedeki işbirlikçilerini kullanarak ülkedeki iktidarı zayıflatmaya çalıştılar. Daha sonraları bu karşı cephenin içine bizatihi dahil olarak, süreci hızlandırdılar. Nihayet, geçtiğimiz Ağustos ayı içerisinde Amerika Sudan'ı "terörist ülke" ilan etti. Bütün bu olaylar olurken, ne yazıktır ki, Türkiyeli müslümanlar Sudanlı kardeşleriyle emperyalistlerin İlgilendiği kadar ilgilenemediler. Konunun gündeme girmesi ancak emperyalist saldırıların artmasıyla mümkün oldu.

Sudan'ın bugün yaşadığı problemleri tanımlayabilmek ancak ve ancak ülkenin sahip olduğu iç dinamikleri bilmekle mümkün olabilir. Dolayısıyla tarihiyle, kültürüyle, her şeyiyle Sudan'ı Sudan yapan özellikleri bilmek, bu konuda bize gelen haberlerin daha sağlıklı değerlendirilmesini sağlayacaktır.

Sudan Tarihi

Bölgeye İslam'ın ilk girişi ve bilinçli olarak yaygınlaştırılmaya çalışılması 16. yy'daki Funj Sultanlığı dönemine rastlar. Daha çok sufi örgütlenmeler şeklinde gerçekleşen İslamileşme 18. yy. sonlarına doğru gelindiğinde birçok eğitim kurumunun da yaygınlaşmasıyla halk üzerinde büyük oranda etkili olmuştu. 19. yy.'da ülke Osmanlılar tarafından atanan Mısır valilerince yönetiliyordu. 1881'de Muhammed Ahmed, Mehdiliğini ilan ederek Sudan'ı Mısır idaresinden kurtardı ve 1896'da İngiliz-Mısır ortak sömürgesi kuruluncaya dek devam edecek olan sultanlığı kurdu. (Bu dönem günümüzdeki Sudanlılarca altın dönem olarak hatırlanır.) 1896-1898 yılları arasında İngilizler ülkede Mısırlılarla birlikte nispeten İslamcı politikaların uygulandığı bir idare kurdular. İngilizler bu politikaları ile Mehdi hareketi benzeri İslami bir hareketin halk arasında yeniden çıkışını engellemeyi amaçlıyorlardı. Bu dönemin bir önemli gelişmesi ise, bugün var olan Güney Sudan Sorunu'nun ilk tohumlarının atılmasıydı. İngilizler bölgeye gelirken yanlarında Hristiyan misyonerleri de getirmişlerdi. Her ne kadar göstermelik olarak 1896-1898 yılları arasında ülkeye misyoner girişi yasaklandıysa da bu tür faaliyetlere özellikle Güney bölgesinde ses çıkartılmamıştı. Güney'deki Denka ve Şiluk kabilelerinin dışa kapalı olan yapısı, buraya gelen müslüman tüccar ve alimlerin onlara İslam'ı tebliğ etmelerine engel olmuştu. Bölge halkının bu özelliğinden faydalanan misyonerler onlara İngilizce ve Hristiyanlığı öğreten kurumlar oluşturdular. I. Dünya Savaşı sonrasında İngilizlerin Sudan halkının İslami değerlerini rencide etmeme yolundaki tutumlarında bir değişme oldu. Güney Sudan'da Arapça konuşulması ve bölgeye Arap tüccarlarının gelmesi yasaklandı. Misyoner faaliyetleri desteklenerek İngilizce ve Hristiyanlık öğretimine hız verildi. İngilizlerin bu politikaları Sudanlılarca onların Güney bölgesini Sudan'dan ayırıp İngiliz Doğu Afrika Sömürge Topluluğu'na katmayı istemelerine bağlanıyordu. Nitekim 1930'lu yıllarda ağırlık kazanmaya başlayan milliyetçi hareket dahi en önemli tehlike olarak İngilizlerin Güney politikasını görüyordu. Sonuçta İngilizler bağımsız Güney fikrinin çok gerçekçi olmadığını görerek bölgede bugün de devam eden sorunlu bir yapı oluşturma yönünde hareket ettiler.

1940'lı yıllara gelindiğinde Arap milliyetçiliği özellikle gençler üzerinde etkili olmaya başlamıştı; ancak ne var ki Sudan'da İslami niteliği ağır basmayan bir hareketin halk arasında desteklenmesi mümkün değildi. İşte bu dönemde, ülkedeki iki büyük yapı bağımsızlık mücadelesinin halk tarafından sahiplenilmesini sağladı. Sufi karaktere sahip Hatmiyye ve Mehdi geleneğini sürdüren Mehdi hareketi İsmail el-Ezheri önderliğinde ortak hareket ettiler. Hatmiyye tarikatının başında Seyyid Ali Mirgani bulunuyordu. Bu yapı direk olarak bir parti kurmadıysa da o dönemde Mısır ile birleşilmesi gerekliliğini vurgulayan Ulusal Birlik Partisi'ni (National Unionist Party) [NUP] destekliyordu. Mehdi hareketiyse Seyyid Abdurrahman el-Mehdi önderliğinde "Sudan Sudanlılarındır" sloganı ile Ümmet Partisi çatısı altında örgütlenmişti. 1953'de seçim yapılarak, bağımsızlığı amaçlayan ilk parlamento kuruldu. Bu seçimde Ümmet Partisi ve NUP yüzde 44'er oy almışlardı. 1955 yılında bağımsızlık mücadelesi başarıya ulaştı. Bu dönemde ülkede hakim durumda olan iki yapının dışında Müslüman Kardeşler ve Sudan Komünist Partisi'nin de etkinlikleri vardı. Müslüman Kardeşler (İhvan) daha çok gizli faaliyetlerde bulunuyordu ve nicelik olarak yönetim için bir şey ifade etmiyordu. Sudan Komünisti Partisi daha çok okumuş gençler üzerinde etkiliydi. 1960'lı yıllarda Afrika'daki en büyük Komünist partisi olsa dahi Sudan halkının İslami kimliği dolayısıyla hiçbir zaman kitle desteği alamıyordu.

Bağımsızlığın kazanılmasının hemen ardından 1955 yılında Güney Sudan'da 1972 yılına kadar sürecek bir ayaklanma meydana geldi. Ayaklanmayı çıkaranların kültürel kimliğin ve azınlık haklarının korunması ve siyasi gücün merkeziyetçilikten çıkarılması yönünde istekleri vardı. Böylelikle İngilizler 20. yy. başından beri uyguladıkları Güney Sudan politikalarının meyvelerini almaya başlamışlardı. Kendileri bu toprakları terk etmiş olsalar dahi ülkeyi sürekli bir istikrarsızlığa sevkedecek yeni bir oluşum sağlamışlardı.

1958 Yılında General Abbud sivil yöneticilerin ülkenin içinde bulunduğu durumu düzeltemedikleri gerekçesiyle yönetime el koydu. Halkın da desteğini sağlayabilmek için İslami sloganları ön plana çıkardı. Ülkenin birçok yerinde camiler medreseler açtı, mevcut olan misyonerleri (daha çok Kuzeydekileri ) sınır dışı etti, ancak bunların hiçbiri köklü denilebilecek değişiklikler değildi. Neticede var olan sorunlara herhangi bir çözüm üretememişti. Ülke genelinde grevler ve gösteriler yapılmaya başlandı. Halkın baskısına dayanamayan Abbud 1964 yılında yerini Ümmet-NUP (Ulusal Birlik Partisi) koalisyonundan oluşan sivil yönetime bıraktı.

1964 yılı ile başlayan dönem Müslüman Kardeşler için de yeni bir dönem oldu. Teşkilat yer altından çıkarak özellikle eğitim kurumlarında etkili olmaya başladı. Önceki gizli örgütlenme süreci içerisinde birçok öğretmeni bünyesinde toplamayı başarmıştı. Bu öğretmenler gelecekte üniversite gençliğini de yönlendirecek öğrencilere gerekli İslami alt yapıyı veriyorlardı.

İhvan, koalisyon hükümeti tarafından da ciddi bir alternatif olarak algılanıyordu. Hareketin öncüleri çok net bir İslam anlayışını halka tebliğ ediyorlar ve bilinçli bir şekilde Şeriat'ı savunuyorlardı. Oysa iktidarı elinde bulunduran Ümmet ve Ulusal Birlik Partileri halkın gelenekten gelen İslami anlayışları üzerinde etkiliydiler. Dolayısıyla, Müslüman Kardeşler'in ortaya çıkışı her iki partiyi de rahatsız etmişti. Kendilerine oy veren muhafazakar kitleyi kaybetmek istemeyen her iki parti, parlamento gündemine İslami Anayasa'nın oluşturulmasını aldılar. Ne var ki tüm bu çabalar göstermelikti ve anayasa tartışmaları sürekli olarak sözde kalmaya devam etti.

1969 Yılında Numeyri ülkedeki karışık durumu bahane ederek askeri bir darbe yaptı. Belli oranda Arap sosyalizmine yakın olan Numeyri, politik katılımcılığı arttıracağını, ekonomik yatırımlara öncelik vereceğini, Sudan'ın Arap Dünyası içerisinde önemli bir ülke haline geleceğini vaadetti. Numeyri başa geçer geçmez iki büyük geleneksel parti ile uğraşmaya başladı ve özellikle Ümmet Partisi'nin üzerine giderek parti etkinliğine son vermeye çalıştı. Numeyri'nin bu tutumu onun gelecekteki durumunu da tehlikeye atıyordu, çünkü karşısına aldığı güçler halk üzerinde söz sahibi olan güçlerdi. Nitekim 1983'ten sonra uygulamaya sokulan İslamizasyon politikaları halk tarafından destek görmeyecekti.

1971 Temmuz'unda Komünistler başarısız bir darbe girişiminde bulundular. Girişimin hemen ardından Numeyri Sudan Komünist Partisi'ni kapattı, parti bundan sonra dağıldı. Çeşitli muhalif örgütlenmelere destek verdi ve ancak 1980'li yıllarda tekrar siyasi arenaya çıkabildi.

Numeyri, Güney Sudan sorununu çözebilmek amacıyla o yıllarda Güney Gerilla Kuvveti'nin başında olan Ananya ile Şubat 1972'de Adi-sababa anlaşmasını imzaladı, Bu anlaşmaya göre şunların yapılması planlanmıştı: Yerel hükümet kurumlarının kurulması, Ananya'nın askeri gücünün milli orduya dahil edilmesi, sınırlı bir otonominin sağlanması ve sosyo-ekonomik program paketlerinin planlanması. Anlaşma ile 1955 yılından beri devam eden iç çatışma sona ermişti. Alınan kararlar uygulamaya konuldu, fakat Güney Sudanlı yerel politikacıların -ki büyük oranda isteklerine kavuşmuşlardı- yetersizlikleri yüzünden arzulanan gelişmeler sağlanamadı.

1976 Yılında Numeyri'nin baskısıyla yurt dışına gitmiş olan eski Ümmet Partisi lideri Sadık el-Mehdi ancak günlerce süren çatışmalar neticesinde bastırılabilen bir darbe girişiminde bulundu. Numeyri de tıpkı daha önceki General Abbud'un sahip olduğu endişeye kapıldı. 1977 Yılında yönetimde daha İslami unsurların var olabilmesini sağlayabilmek amacıyla Ulusal Danışma Meclisi'ni kurdu ve Sadık el-Mehdi'yi yurt dışından çağırdı. Numeyri'nin kurduğu bu meclise Müslüman Kardeşlerin partisi durumundaki Ulusal İslami Cephe (National İslamic Front) [NİF]'de katılacaktı. Böylece 1983 Eylül Yasaları'nın -ki bu yasalar Numeyri'nin kafasındaki İslam anlayışının uygulanmasını amaçlıyordu- yürürlüğe girmesine dek sürecek bir İslamileşme politikası yürürlüğe girmiş oluyordu.

Müslüman Kardeşlerin (NİF) bugünkü gücü büyük ölçüde 1977 döneminde ve sonrasında izlediği siyasetten kaynaklanır. NİF Numeyri'nin uygulamaya çalıştığı politikanın gerçekçi olmadığını biliyordu, ancak Numeyri'nin sahip olduğu kaynaklardan akılcı bir şekilde yararlanmak istiyordu. NİF bu dönemde yönetimdeki ağırlığını git gide arttırdı. Özellikle de eğitim ve ekonomi kurumlarına önem verdi. Eğitimde sağladığı üstünlükle ordu içindeki subaylara İslami eğitim verdi böylelikle kendisine ileride destek olabilecek bir yapılanmayı ordu içinde de sağlamış oldu. Bu üstünlük halkın önderliğini yapabilecek şehirli aydınları, entellektüelleri içinde hukukçuların, doktorların ve akademisyenlerin de bulunduğu ve neredeyse üniversitelerde tek söz sahibi durumuna gelen üniversite kitlesinin İslam safına geçerek NİF'i desteklemelerini sağladı. Ekonomi alanında ise NİF tüccarlar, sanayiciler ve esnaf arasında çok etkili bir örgütlenmeye gitmişti. Kısacası kendisine bugünleri yaşatacak temelleri o dönemde iyice sağlamlaştırmıştı,

1983 yılında Numeyri Eylül Yasaları'nı çıkartarak ülkede Şeriat düzenini ilan etti. Ancak ne var ki, az önce de açıklanan sebeplerden dolayı hiçbir gruptan destek göremedi. Yalnızca NİF bu dönemi kendi lehine kullanmak için sınırlı bir destek verdi, bu destek Numeyri'nin 1985'te NİF'in üzerine gitmesiyle sona erdi.

Ülkede Eylül Yasaları'nın ilanından hemen sonra Güney'de ayaklanmalar başladı. Güney Sudan'da Sudan Halkının Kurtuluşu Hareketi (Sudan People's Liberation Movement) [SPLM] ve onun askeri kanadı olan Sudan Halkının Kurtuluşu Ordusu (Sudan People's Liberation Army) [SPLA] kuruldu. Yeni kurulan SPLM/SPLA örgütü kendisini ayırımcılığa karşı olarak tanımlıyordu, yani Güney ve Kuzey ayrılmamalıydı. İlk açıklamalarında bunu vurguladıktan sonra hedeflerini şöyle özetliyorlardı: Rejimin yıkılması, yeni ekonomik düzen ve yeni bir siyasi yapı. Örgüt Kuzey'de bulunan muhalif güçlerle de iş yapma yoluna gidiyordu, örgüt isteklerini belirtmesine rağmen ideolojik kimliğini bu tanımlamada çok net ifade etmiyordu, ancak bu kimlik daha sonraki gelişmelerde ortaya çıkacaktı.

1983-1985 yılları arasında Numeyri iktidarı iyice zayıflıyordu. İktidar reformcu kimliğe sahip Cumhuriyetçi Kardeşlerin lideri müslüman Mahmud Muhammed Taha'yı astı. 1985 yılında İhvan'ın üzerine giderek Mart ayında bürolarını kapattı. Ülkenin birçok yerinde genel grevler ve gösteriler yapılıyordu.

Nihayet Mart 1985 tarihinde Numeyri'nin Amerika ziyareti sırasında ülkede Suvaru'z-Zeheb (Altın Süvariler) önderliğinde askeri bir darbe gerçekleşti. Yönetimi devralan Askeri Kurul bir sene içerisinde seçimlere gidileceğini ve geçici olduklarını açıkladı. Yönetim SPLM'ye de silahlarını bırakma ve görüşmelerde bulunma çağrısı yaptıysa da SPLM bunu reddetti. Nisan 1986'da seçimler yapıldı. Bu seçimde Ümmet Partisi %40, Demokratik Birlik Partisi %30, NİF yaklaşık %20 oy almış kalan oylar ise birkaç küçük partiye dağılmıştı. Demokratik Birlik Partisi (Democratic Unionist Party) [DUP]. Ulusal Birlik Partisi'nin (NUP) laiklerle birleşmesiyle oluşmuş (1969) bir partiydi. Tüm bu partilerden oluşan bir koalisyon hükümeti kuruldu. Kurulan hükümet SPLM ile irtibata geçerek Koka Dam (Etiyopya)'da bir anlaşmaya vardı. Böylelikle silahların bırakılması, Eylül Yasaları'nın yürürlükten kaldırılması gibi konular üzerinde mutabakat sağlanmış oluyordu. Ancak ne var ki SPLM bu anlaşmayı çok fazla ciddiye almıyordu. Bu noktada ideolojik kimliğini belli etmeye başlamış ve laik, demokratik bir Sudan amaçladığını açıklamıştı.

1989 yılında Ümmet ve NİF partilerinin koalisyondan oluşan yeni bir hükümet kuruldu. 30 Haziran 1989 tarihinde bu koalisyon Ömer Hasan el-Beşir tarafından yapılan askeri bir darbeyle son buldu.

30 Haziran'da gerçekleşen darbeyle ilgili olarak yavaş yavaş kabul gören bir görüş var ki bu da darbeyi NİF'in başında bulunan Hasan Turabi'nin yaptırdığı. Buna göre her ne kadar Beşir darbeden sonra diğer partilerle birlikte NİF'i de kapatıp Turabi'yi hapse attırdıysa da bu hareket stratejik olarak planlanmıştı. Böylelikle kimse ki buna batılı ülkeler de dahil darbenin arkasında fundamentalist olarak tanımlanan NİF'in olduğunu bilemeyecek, reaksiyoner tavırların ortaya çıkışı önlenmiş olacaktı.

Hasan Turabi ve Beşir bu konuda hiçbir açıklamada bulunmadılar. Ancak darbe sonrası yönetim kademelerinde görev alan kişilere bakıldığında veya Ulusal Devrim Komuta Konseyi'nden -şu anda Sudan'ı yönetiyor- çıkan kararlara bakıldığında NİF'in aslında gizliden gizliye ülkeyi idare ettiği söylenebilir (Hasan Turabi resmi olarak hiçbir devlet kademesinde görevli olarak görünmüyor.)

Yeni İslami Rejim

Mevcut İslami rejimin birçok sorunu var: Güney Sudan, diğer siyasi partilerle ilişkiler, dış ilişkiler ve İslamizasyon.

Yeni rejim başa geçer geçmez Güney Sudan Sorunu'nu çözmeye koyuldu. NİF, SPLM'ye çağrıda bulunarak görüşmelerde bulunmaya davet etti. Ancak ideolojik kimliğini netleştiren SPLM/SPLA kendisine üst üste yapılan bu çağrılara hep bir ön şartla evet dedi: Laik bir devletin kurulması. Örneğin 1989 sonlarında eski ABD Başkanı Jimmy Carter'in da bulunduğu görüşmede ülkede iki yeni askeri parti ve bir yeni dini olmayan parti kurulmasını ve eski büyük partilerin ve NİF'in yeni siyasi düzen içerisinde kesinlikle yer almaması teklifinde bulundu. Neticede görüşme anlaşmazlıkla tamamlandı. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da Ümmet ve Demokratik Birlik Partisi'nin tutumları. SPLM/SPLA yukarıdaki açıklamayı yapmış olmasına rağmen 1991'in Mart ayında Adisebaba'da bu iki büyük parti Komünist Parti'nin de katıldığı bir toplantıda SPLM ile aynı masada oturup Ulusal Demokratik Birliktelik (National Democratic Alliance) ismiyle NİF'e karşı ortak bir cephe altına girip laik, dini olmayan çoğulcu demokrat bir Sudan tanımlamasını kabul edebiliyordu.

NİF, SPLM'nin Ağustos 1991'de SPLA-Nasır (veya SPLA-Birlik, bağımsız Güney Sudan fikrini savunuyor) ve SPLA-Torit (Garang tarafından yönetiliyor) olarak ikiye ayrılmasından sonra, Garang grubuyla 23 Şubat 1993'ten itibaren çeşitti defalar görüşme masasına oturduysa da henüz anlaşma sağlanamadı. SPLA'nın diğer Nasır kanadıysa Mayıs ayı içerisinde yeni bir bölünmeye uğradı.

NİF Güney Sudan'daki problemi çözmede halk milislerinden oluşmuş Halk Savunma Kuvvetlerini kullanıyor. Bu kuvvetlere her yaştan insan girebildiği gibi genelde gençler üniversite öncesi bu kamplarda eğitim görüyorlar.

Sudan'ın karşılaştığı en önemli sorunlardan bir tanesi de çevresindeki işbirlikçi rejimlerin Sudan'ın İslami kimliğinden rahatsız olmaları. Bu rejimlerin en başında Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt, Cezayir ve Tunus geliyor.

Mısır önce Halayib bölgesinin kendisine ait olduğunu söyleyerek Sudan'a sataştı. Ancak Sudan problemin çözümüne reel yaklaşarak bölgede referandum yapılmasını yahut da Müslüman ülkeler arasındaki sınırları emperyalistlerin kurduğunu öne sürerek bu bölgenin her iki ülkeye de açık bırakılmasını teklif etti. Böylelikle Mısır bu problemin üzerine daha fazla gidemedi. Daha sonraki Mısır taktiği ise Beşir ile NİF'in arasını açmaya çalışmak oldu ancak bu taktik de Beşir'in net İslami anlayışa sahip olmasından dolayı geri tepti. Son olarak Sudan'ı Mısır'daki radikal müslümanlara yardım etmekle suçladı ve Sudan ile asıl meselesinin İslam fundamantalizmi konusunda olduğunu beyan etti ve Mısır'da NİF muhalifi Ulusal Demokratik Birlik (NDA)'ın şube açmasına izin verdi. Mısır, Suudi Arabistan -SPLA'ya silah taşıyan bir Suud gemisine Sudan'ca el konmuştu. Kuveyt, Tunus ve Cezayir ortak bir açıklama yapıp Sudan'ı İslam Fundamentazlizmi konusunda uyararak daha demokratik davranmaya çağıracaklardı. Beşir'in cevabı ise net idi "İslam düşmanı Batılıların ağzıyla konuşuyorsunuz."

Nihayet Büyük Şeytan Amerika'da olaya karışıyordu. Bölgede Amerikan uşaklığı yapan rejimler istedikleri yaygarayı koparıp olayı uluslararası bir problem niteliğinde algılanmasını sağlayabilmişler ve uluslararası polis Amerika'nın müdahalesine zemin hazırlamışlardı.

Amerika Sudan'ın açlık ve işkence yok diye ısrarla yaptığı açıklamaları dikkate almayacaktı. Ekim 1992'de BM'de Sudan'ın üyelikten atılıp atılmayacağı tartışılacaktı. 10 Mart 1993'de İnsan Haklan Komisyonu Sudan'daki insan haklan ihlallerine ve baskılara değinecekti, yine Mart ayında Amerikalı Hermann Cohen, Sudan'ın terörist ülke ilan edilebileceğini belirtecekti. İlerleyen zaman içerisinde Somali benzen bir hareketten söz edilir oldu. Bu plana göre Sudan'da 40 mil çapında güvenli bölgeler oluşturulması, belli yerlerde uçuş yasağı konması ve ekonomik yaptırımlar uygulanması planlanıyordu (plan Somali planına benzetiliyor ancak aslında Irak'taki-ne daha yakın görünüyor. Amerika Irak'takinin aksine Somali'deki hareket gerekçesini dünyaya daha iyi açıkladığını düşünüyor.) Son olarak Amerika Ağustos ayında Sudan'ı "terörist ülke" ilan etti.

Sudan'daki İslami rejim, böylesi bir senaryoyu önceden ön görmüş görünüyor. ABD Somali'ye çıkartma yaptığında Sudan bunu kesinlikle tasvip etmediğini açıklamıştı ve yapılan işgalin Sudan'a da gözdağı vermek amacında olduğunu söylüyordu.

Batılıların bu karşı saldırılarında Sudan'daki rejimi destekleyen çok az ülke vardı: İran, Sudan'ın Güney'de SPLA'ya karşı yürüttüğü savaş için 300 milyon dolar tutarında silah yardımı yapmıştı. Siyasi çevrelerde de hep Sudan'dan tarafa olmuştu. Libya ve Irak'sa bu desteklerini ancak siyasi sahalarda verebilmişlerdi.

Sudan'da Hayat

Sudan'ın nüfusu yaklaşık olarak 25 milyon. Nüfusun 4 milyon kadarını Hristiyanlar oluşturuyor. Genelde Hristiyanlar güneyde yaşıyorlar. Ocak 1991 tarihinde ülkede Federal yönetim şekli hakim oldu. Bu esasa göre üçü Hristiyan olmak üzere Sudan 9 eyalete bölünmüş durumda. Hartum'daki merkeze bağlı olmak kaydıyla şu beş bakanlık her eyalette var: Milli Eğitim, Maliye, Ziraat, Sağlık ve bakanlar arası koordinasyonu sağlayan Bakanlık. Her bakanlık kendi bölgesi ile ilgili uygulamaları yürütüyor ancak bakanlığın genel politikası bunların ve merkezden bir bakanın katılımıyla belirleniyor.

Rejim iktidarı ele alır almaz İslami uygulamaları halka ağır ağır vermeye çalışmış. Faiz ve içki yasaklanmış, Nisan 1990'dan sonra ekonomide İslami bankacılık esasına dayalı yeni bir sisteme geçilmiş, İslamizasyon konusunda rejim bir de evlilik kurumunu teşvik ediyor 400-500 çiftin evlendiği merasimleri finanse ederek SPLA'nın ısrarla vurgu yapıp Güneylileri uyardığı ülkenin özellikle de güneyin İslamileşmesi yumuşak bir geçişle sağlanmaya çalışılıyor. Halka İslami motiflerin verilmesinde iki büyük unsur Sudan'daki müslümanların işini kolaylaştırıyor. Birincisi müslüman kadınlar. Üniversitelerde zaten ezici bir çoğunluğa sahip olan kadınlar hayatın her sahasında faaliyet gösteriyorlar ki bunlara Halk Savunma Kuvvetleri de dahil. Toplantılarda, gösterilerde ve yürüyüşlerde çoğunluğu kadınlar oluşturuyor. İkinci unsur ise müzik. İslami toplantıların, gecelerin, yürüyüşlerin vs. hepsinde dinlenen ve söylenen müzikler ortamın İslami havasını güçlendirmede önemli rol oynuyorlar.

Ülkede ekonomi alanında da yeni yatırımlar yapılmış. Her banka, fonunun %40'lık payını tarım için ayırmak zorunda. Bu sayede önceleri bulmakta sıkıntı çekilen pamuk, susam, buğday, gibi ürünlerin yetiştirilmesinde büyük gelişmeler kaydedilerek bir kısmı ihraç edilir duruma gelmiş. Halk "ne ekersek onu yeriz, ne üretirsek onu giyeriz" sloganı ile yola çıkarak, Sudan makamlarınca yapılan açıklamaya göre %13 gibi bir büyüme hızıyla dünyada en hızlı büyüyen ülke olmuş.

NİF ülkede gerçekleştirdiği reformlarla ve daha öncesinde yapmış olduğu çalışmalarla halk arasında büyüyen bir desteğe sahip. Ordu içerisindeki subayların önemli bir kısmı NİF üyesi. Üniversite gençliğinin ve akademik kadronun hemen hemen hepsi NİF'i destekliyor. Bir örnek verilecek olursa Sudan'da 1986'da ayrı sandıkta yapılan seçimlerin -üniversiteliler ve halk ayrı sandıklarda oy kullanıyorlar- üniversitelilere ayrılan 51 milletvekili koltuğunun 49'unu NİF'in belirlediği kişiler kazanmış. Ülkenin önde gelen aydınları, avukatları, sanayicileri ve akademisyenleri büyük ölçüde NİF üyesi.

NİF'in sahip olduğu halk desteği gittikçe artacak görünüyor. Daha önce halk bazında İslami temsil ediyor görünen DUP ve Ümmet Partileri Sudanlılar üzerine birtakım hesaplar yapmış olsalar dahi, tarih içerisinde iktidarları İslami politikalar üretmeye zorlamış olan Sudan halkının; laik, din düşmanı, demokrat, çoğulcu ve komünistlerle işbirliğine gitmiş açıkçası İslam'ı karşısına almış partilere çok iyi gözle bakmayacağı aşikar olsa gerek. Nitekim emperyalist politikalar neticesinde dünya üzerinde yalnız bırakılmaya çalışılan Sudan'daki İslami rejim ABD tarafından "terörist ülke" ilan edildikten sonra halkından bir kez daha destek gördü. 24 Ağustos'ta Hartum'da yapılan Amerikan aleyhtarı gösteriye yaklaşık 750 bin kişi katıldı. Takip eden günlerde ülkenin çeşitli yerlerinde yapılan benzer olaylarda binlerce insan İslam'ı yüceltti, Amerika'ya lanet yağdırdı.

Kısacası Batılı emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri Müslüman Sudan Halkı'nı müslümanların gündeminden uzak tutmaya, hazırladıkları komplolarla İslami rejimi yok etmeye çalışıyorlar; Oysa onlar istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR