1. YAZARLAR

  2. Fevzi Zülaloğlu

  3. İslam Düşüncesi Sempozyumu

İslam Düşüncesi Sempozyumu

Nisan 1996A+A-

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının düzenlediği 'İslam Düşüncesi sempozyumu' 15-16 Mart tarihleri arasında yapıldı. Açılış konuşmasını Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın yaptığı sempozyum, Cuma günü saat 14.00'de başladı. I.Oturum'da 17.30'a kadar İslam'ın ekonomik modeli var mıdır, nedir? gibi sorunların tartışıldığı tebliğler sunuldu.

H.Oturum'da konuşmacılarından Asaf Hüseyin 'Küreselleşen Dünyada İslam' başlıklı bir tebliğ sundu. A. Hüseyin, tebliğinde Batı'nın ekonomik, siyasi ve kültürel parametrelerle "globalleşme" adı altında ezme politikaları yürüttüğünü söyledi. Ona göre küreselleşme, kültürel ve siyasi köleleşmenin yeni adıdır. İslami köklerimize dönüp saf bir zihinle Batı'nın globalizasyon tuzağından kurtulabileceğimizi söyleyen Asaf Hüseyin, yakın tarihte Cemaleddin Afgani ile başlayan bu sürecin güçlendirilmesi gerektiğini söyledi.

Alman müslüman Ebu Bekir Reige, kafirlerin korktuğu şeyin İslam ordusu değil, müslümanların zekat toplaması olduğunu söyledi.

Tartışmacılardan Ahmet Davudoğlu Batı ile ilişkilerimizde çözülecek unsurlar ve yeniden kurulacak unsurlar olmak üzere müslümanların iki hesabı olduğunu ifade etti. Fehmi Koru ise emperyalizmin tecridi dayattığı bir ülkeye tecrid olma şansı dahi tanımayacak kadar pervasız olduğunu söyledi.

Cumartesi saat 10.30'da başlayan sempozyumun I. Oturum'un başkanlığını Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu yaptı. Konuşmacılar ise, Osman Bakar ve Abdülkerim Sürüş idi.

Malezya Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Osman Bakar tebliğinde teknolojinin müslümanlar tarafından kullanılabilirliğinin sınırlarına dikkat çekti. Bakar, teknolojinin insanın ruh sağlığı üzerindeki etkilerinin araştırılması gerektiğini, müslümanların ürettiklerine değil, Allah'a teslim olmalarının elzem olduğunu söyledi. Devamında Bakar, teknolojinin zararlı olanların kullanılmasının insanın onurunu korumayı amaçlayan şeriata aykırı olduğunu söyledi. Önemli olan, teknolojinin kölesi değil, efendisi olmaktır dedi.

İkinci konuşmacı olan Abdülkerim Sürüş, 'Bilim ve Bilginin Çağdaş Kullanımı'na dair bir tebliğ sundu. Sürüş, modern bilimin Batı'nın malı olarak görülmesinin, körü körüne düşmanlık yapılmasının doğru olmadığını söyledi. Geleneğin taklit edilerek uygulanmasının da modern bilimin bütünüyle kabul edilmesinin de mümkün olmadığını söyleyen A. Kerim Sürüş, post-pozitivizmi (pozitivizmi aşmayı)n kabul edilebileceğini, ancak post-rasyonalizm (aklın aşılması)in bizi mistisizm, ruhçuluk batağına götüreceğinden dolayı kabul edilemeyeceğini ifade etti.

Sürüş, teknoloji tartışmalarıyla ilgili olarak ise, şu gerçeklerin altını çizdi: Teknolojiye biz başkalarının teknolojisi diyemeyiz. Nasıl elma ağacının müslüman olup olmadığını sormuyorsak, bilimlerin ulaştığı test edilmiş doğruların da bağımsız bir kimlikten değil, eşyanın özünde varolanın ortaya çıkarılması şeklinde algılanması gerekir.

Süruş'a göre eğer post-modernizm geçerli bir paradigma olursa, sadece amprik bilimin değil, din bilgisi de dahil tüm bilgileri yenecektir.

Müzakerecilerden Mehmet Bekaroğlu, konuşmacılara bir dizi soru sordu. Sorular post-modern söylemin tipik argümanlarına sahipti. Modernizm konusunda ağzını açan birçok kimse gibi Cemaleddin Afgani'ye dil uzatmaktan geri kalmadı. Bekaroğlu'na göre Afgani'nin "Batı karşısında biz bilimsel kafaya sahip olmadığımız için yenildik" iddiası, kirli bir zihnin ürünüydü. Oysa Bekaroğlu, bu tezini işlerken bile bilimsel bir yöntem kullanıyordu. Teknoloji karşıtlarının Afgani düşmanlığını anlamak mümkün değil. Eğer teknolojinin maddi kullanımına karşı iseler, neden böyle bir sempozyumda konuşmacı, müzakereci olarak yer alıyorlar? Yok eğer teknolojinin emperyalizm tarafından kullanılmasına karşı sıkıyorlarsa, Batı istikbarına karşı olmada Cemaleddin Afgani'nin eline kimse su dökemez.

Cumartesi öğleden sonraki oturumun başkanlığını Mehmet Aydın yaptı. Konuşmacılar ise A. Kadir es-Sufi ve R. Garaudy idi.

Sufi'ye göre, yahudi bankerlerin monopollerine karşı İslami cemaat ve örgütler, kağıt paranın hakimiyetine son verecek tedbirleri almakta geç kalırlarsa daha da köleleşeceklerdi. Yani müslümanlar kendi para sistemlerini kurmalıydılar.

Sufî, modernizmin sekülerizmle eşanlamlı olduğunu ve artık geçerliliğini post-modernizmle birlikte yitirdiğini ifade ettiği konuşmasında yeni dönemin "Genç Osmanlılar" dönemi olduğunu, İstanbul'da bir darphane açarak Osmanlı devletinin yeniden tesis edilmesi gerektiğini, Anadolu yakasında kullanılmamış bir arazi üzerinde serbest pazar kurma planları yaptıklarını anlattı. Böylelikle İstanbul dünya müslümanlarının başkenti olacaktı.

'İslam ve Modernlik' konusunda bir tebliğ sunan R.Garaudy modern kültürün doğayı kirletip insana karşı şiddeti doğurduğunu söyledi. Garaudy'ye göre, Batı'da demokrasi diye bir şeyden bahsetmek batılıların iki yüzlülüğünü görmezlikten gelmekti. Amerika'nın zencilere yaptığı uygulamaları yok sayarak geliştirdiği söylemin parlaklığına kapılmak bir aldanıştı. Garaudy, Batı'nın çoğulculuğu da sadece kendisi için istediğini söyledi.

Garaudy, modernitenin aslında bir din olduğunu, fakat Batı'nın bunu söylemeye cesaret edemediğini, bu beşeri dinin zenginliği tekellere bırakırken, fakirliği arttırdığını ifade etti. Ona göre İslam'ın üstünlüğünü yeniden ortaya koymak, insanlığın tek kurtuluş yoluydu. Çünkü "İslam'da şiddetin yaşandığı bir orman, birbirleriyle çatışan çıkarlar yoktu. Toplumun bir tarafında zenginlik, diğer tarafında fakirlik de yoktu".

Oturuma müzakereci olarak katılan Ali Bulaç, modern zihnin kurucu öğelerinden biri olarak gördüğü kültürün seküler, ulusal ve milli olduğunu, özü itibariyle İslam'a ait olmadığını, kültür ile İslam'ın meydan okumayı tasarladığı alanlar arasında olumlu bağ kurulamayacağını söyledi.

Bulaç'a göre Afgani'den başlamak üzere günümüze kadar müslümanların "Batı karşısında niçin geri kaldık?" şeklinde yanlış bir soru sordukları, bunun doğrusunun "İslam'ın ve müslümanların Batı'ya cevabı ne olmalıdır?" sorusu olduğunu söyledi.

Diğer bir müzakereci olan Nilüfer Göle ise Ali Bulaç'ın bu sorusunun dahi Batı'dan bağımsız düşünülemediğinin işareti olduğunu, İslam düşüncesinin kendini Batı karşısında konumlandırdığını söyledi. Göle, 70'li yıllarda İslami hareketlerin hem politik, hem kültürel hem de geleneklere yönelik eleştirilerinin olduğunu, şimdilerde ise geleneklerin müslümanları pasifleştirdiği eleştirisinin yumuşadığını ifade etti. N.Göle İslam dünyasındaki İran modelinin moderniteye tepkisinin yukarıdan aşağı değiştirmeyi amaçladığını, RP modelinin ise pragmatik bir tutum seçerek modernlikten pay almaya çalıştığını söyleyerek konuşmacılara yönelik değerlendirmesini bitirdi.

Tartışmacılardan Abdurrahman Arslan ise hristiyanların 14. yüzyıldan itibaren dini protestanlaştırdığını, sonunda seküler modern kültürün kazandığını, şu anda ise globalizasyon saldırılarına 1,5 milyarlık İslam dünyasının muhatap olduğunu söyledi. Arslan, İslam'ın globalizasyona karşı tek din olduğunu ifade ederek, dünya sistemine katılıp özgün olmayan bir parçası olmaktansa, hiç katılmamanın daha uygun bir çözüm olduğunu dile getirdi.

Sempozyumun değerlendirme konuşmasını Mehmet Aydın yaptı. Aydın, geleneği olmayanın modernleşemeyeceğini, ancak gelenekte olmayan bir şeyin dışarıdan alınmasının da farz-ı kifaye olduğunu ifade etti. Batı karşısında niçin geriledik, gelenekte bir sorun mu var? şeklinde Mehmet Akif'lerin gündeme getirdiği soruların anlamsız olmadığını söyleyen Aydın, Kur'an eksenli değişimin zilletten izzete geçiş demek olduğunu söyledi.

M. Aydın, her tepkide olduğu gibi, Batı'ya karşı oluşan radikal, fundamentalist tepkilerin de zaaflar içerdiğini, hayatı yeniden inşa edebilmemiz için İslami tefekkürü güçlü bir şekilde oluşturmamızın elzem olduğunu söyleyerek sözlerine son verdi.

Sonuç

Sempozyum boyunca görüldü ki, müslümanlar hâlâ Batı modemizminin İslam'da neye tekabül ettiğini araştırıyor, buna göre konum alıyorlar, özgün İslami tezlerden hâlâ yoksun yaklaşımlar sergiliyorlar.

Anti-modernizm adına teknik düşmanlığı yapmak, Batı emperyalizminin herhalde daha çok işine geliyor!..

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR