1. YAZARLAR

  2. Büşra Ceyran

  3. İlahi Bir Teselli: Duha Suresi

İlahi Bir Teselli: Duha Suresi

Temmuz 2018A+A-

Duha Suresi kalb-i selim ile yaklaşıldığında muhatabına bir titreyişi, bir kavrayışı armağan eden Allah’ın kelamından bir cüzdür. Bunun içindir ki sureyi ancak ilmek ilmek incelemeli ve Müslüman ferasetiyle ayetleri yerinde fehmetmeye cehdetmeli.

Surede odak noktası “vahiy”dir. Allah Teâlâ vahiyden kırılan Resul’ünü (as) vahiyle teselli eder. Bu sürecin aslında vahyin ağırlığının yorduğu elçiyi biraz dinlendirme lütfuyla başlaması da vahyin yine başrolde olduğunun delilidir.

Duha Suresindeki kavramların surenin tefsiri açısından ehemmiyeti açık. Öyle ki bazen bir kelime surenin özetini bünyesinde barındırabiliyor.

Çokça zikredildiği gibi surenin nüzul sebebi aslında vahyin kesintiye uğraması manasındaki fetretü’l-vahiy hadisesidir. Epey yoğun bir dönem sonrasında vahiy durmuş ve Resulullah (s) endişeye ve hüzne kapılmıştır. Böyle bir hal müşrikler tarafından da es geçilmemiş, “Rabbin seni terketti!” şeklindeki alaylarına konu olmuştur. Oysa kulunu terketmeyen Allah Teâlâ bilakis ona (s) bir süre istirahat fırsatı tanımıştır.

Burada dikkat çeken ayrıntı ise müşriklerin açık çelişkisidir. Çünkü onlar Resul’ün mecnun olduğu, vahyi kendi ürettiği, söylediklerinin vehimden başka bir şey olmadığı iftirasının sahipleridir.

Vahyin ezası capcanlı, dipdiri, yorucu gündüz telaşını ve kesintisi de durgun, sakin bir vakit olan geceyi, tekrar gelişi de gündüzün habercisi kuşluğu anlatır. İşte duha budur.

Gündüzün geceye ihtiyacı neyse yorgun peygamberin vahyin kesilmesine ihtiyacı da odur.

Zaman ve mekândan münezzeh olan Allah Teâlâ’nın zaman ve mekân içinde hayatını idame ettiren bizler için vahyi vakitler üzerinden anlatması tenezzülün ifadesidir.

Rivayet odur ki Cebrail (as) kesintinin ardından vahyi getirince Resulullah (s) sevinçten tekbir getirir. Bu yüzden duha dâhil onun devamındaki kısa surelerin okunması sonrasında tekbir getirmek sünnettir. Tekbir bir peygamber sevincidir. Tekbir mutlu olan insana en büyüğün Allah Teâlâ olduğunu hatırlatır.

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla

1- Ant olsun kuşluk vaktine.

Surede “vav” yemin sigası, kuşluk vaktine şeref kazandırır. Çünkü o bir mucize olan vahyin gelişinin temsilcisidir. Kuşluk vakti güneşin yükselmeye başladığı, her yanı aydınlattığı andan gündüzün başlamasına kadar olan vakittir. Yani duha.

Vahyin kesilmesinden sonraki nüzulü kuşluk vaktinin içindeki manadır.

2- Sükûna erdiği (örtüp bürüdüğü) zaman geceye.

Seca bu ayette leyl yani geceyi niteler. Peki, öyleyse nasıl bir gece sorusu karşılığında sükûna ermiş bir gece cevabını alır. Seca; durgun, sakin, kararını bulmuş anlamlarına gelir. Yani bu ayet için karanlığı çöktüğü zaman geceye demek gecenin zaten karanlık olması sebebiyle pek bir anlam ifade etmez.

Seca tam anlamıyla bizlere teskin olmamız için ayrılan vakti olan geceyi niteleyen bir kavramdır. Nitekim ilk vahiyden itibaren Resulullah (s) ve beraberindeki müminler için çok yoğun, hareketli, sancılı bir süreç başlamıştır. Bu süreç mücadele, sabır ve gayretin bitmek tükenmek bilmeyen azmin azıkları olduğu yolun habercisidir. Vahyin gelişi müminlerin ıstırap dolu imtihanlarının da ayak sesidir.

Bir süre duran vahiy bir terkediş değil bir gece durgunluk ve içe dönüp rahatlamak için bir nimettir. Gerginlikten bir süre kurtuluştur. Rahman’ın rahmetidir. Tıpkı gündüz sonrası verdiği gece gibi.

3- Rabbin seni terketmedi; darılmadı da.

Ayette geçen tevdi kavramı fonetikten de anlaşılacağı üzere vedayı çağrıştırır. Oysa veda kullar içindir. Allah Teâlâ için kullanılmaz. Terketmek ve darılmak ise kuluna karşı işlediği istenmeyen davranışların bazı zamanlardaki karşılığıdır. Ayet tek tek vakitlerin anlatımının ardından Resul’ün terk edilmediği mesajını veriyor.

Bu, Rabden elçisine bir tesellidir. Resulullah’ın  (s) ifadesiyle “Rabbim beni en güzel şekilde terbiye etti.” sözünün bir karşılığıdır. Çünkü Allah Teâlâ süreci tek tek istiarelerle açıklamış ve nihayetinde rahmetini esirgemediğini, bir terketme veya dargınlığın söz konusu olmadığını buyurmuştur.

4- Elbette ahiret senin için dünyadan hayırlıdır.

Edna ve ala olan arasında bir ayırımı ifade eden ayet dünyada bulunmanın bir Müslüman için ancak sıkıntı ve zorluklarla mücadele süreci olduğuna, asıl sona, hüsn-ü akıbete dikkatleri çekmiştir. Bir Müslüman için ahiret en büyük teselli ve müjdedir. Dünya tüm noksanlıkların ve kırgınlıkların diyarıyken ahiret tüm hesapların görüleceği ve istenilen hayatı yaşayanların esenlik diyarıdır. Allah Teâlâ’nın elçisini tesellisinde ahireti ön plana çıkarması da rahmetin tecellisini hatırlatma ve bir bırakmanın olmadığını pekiştirmedir.

Dünya, bizim için bir tarladır ve bu tarlayı ekmek o kadar da kolay olmayacaktır. Oysa hasat vakti Rahman olan Allah’ın müjdesiyle bir göz aydınlığıdır. Bu demlerimizin geçiciliği bir gerilim hattına eş olsa da gerçek bir yurdun bizi beklemesi varlığın en büyük sevinçlerindendir.

Vahiyle birlikte Resulullah (s) hep hayırdan hayra doğru ilerlemiş ve din kemale ermiştir. Bir müjdenin erken tecellisi olarak da bu ayet görülebilir. Çünkü tedricin sonu nihai mukadderat Allah Teâlâ’nın izniyle bir esenlik olmuştur.

5- Elbette Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın.

Allah Teâlâ birbiriyle bağlantılı olan ayetlerde buyurduğunu pekiştiren bir ayet daha indirmiş ve hayırlı olandan da hoşnut olunacağı müjdesini vermiştir. “Rabbin verdiğinde hoşnut olunacak nedir?” sorusu akla gelebilir. Bunun için müfessirler pek çok yorumlarda bulunmuş, kimisi ahiret mükâfatlarından kimi şeref ve izzetten bahsedildiğini söylese de ortak nokta Rabbimizin verdiğinden razı olmamanın mümkün olmadığıdır.

6- Seni yetimken barındırmadı mı?

Yetim kelimesi günlük dilde kullanımı itibariyle sıradan gibi gözükse de kelimenin kökeni aslında çok değerli. Yetim Arapça bir kelime. Babasını kaybetmiş kimse manasında yaygınlaşsa da tek ve benzersiz veya pek az bulunur şeye de yetim denilmiştir. Örneğin “durretun yetimetun” tek ve benzersiz inci demektir. Yetimin değeri ilahi muhafazadan gelir.

Allah, yetimi korur bizden de korumamızı ister. O’nun boyasıyla ancak böyle buluşuruz. Allah Teâlâ Kureyş içerisinde bir inci gibi parlayan kulunu himaye ettiğini anlatır. Allah Teâlâ elçisini barındırmış, muhafaza etmiş, tedip etmiş ve terk etmemiştir. Duha Suresi bu anlamıyla âlemlere usvetun hasene olan Peygamber’in hayatının kendisine hatırlatılmasıdır. Allah her şeye kadirdir.

7- Şaşkınken seni doğru yola iletmedi mi?

Duha Suresi bize pek naif bir anlatımın örneğini sunuyor. Bu ayette de ‘dalalet’ kelimesinin kullanımı ağır bir üslup olarak görülmemeli. Böyle görmek bakış açısındaki eksikliğin ifadesidir. Çünkü Allah Teâlâ’nın ayetleri eşi olmayan bir belagat abidesidir. Burada dallan denildiğinde yine Arapça kullanımına gitmekte fayda var. Kelimenin bir anlamı da pekçok seçeneği olan kişinin hangi yola gideceği konusunda şaşırmış olmasıdır. Öyle ki hemen hemen her insan böyle bir durumla karşı karşıya gelmektedir. İlahi bir lütuf ise hidayet vesilesidir.

Resulullah’ın  (s) cahiliye kıskacında, erdemli biri için oldukça zor bir toplumda bir arayışının olduğunu Hira’dan biliyoruz. İşte hidayet tüm bu karışıklığın, keşmekeşin sonrası gösterilen dosdoğru yoldur.

Dallan tabiri çok ince anlamlara sahiptir. İnsanın bam teline dokunan ve akıl sahipleri için bağlantı kurmalarını sağlayacak güzel bir benzetmeyi de ifade ediyor. Öyle ki geniş düzlükteki tek bir ağaca “dalle” denilir. Çölde kaybolmuş tek bir ağaç. Ayet cahiliye çölündeki tek bir ağaç olarak bize Resulullah’ı (s) işaret eder. Allah kimsesiz kulunu hidayete erdirmiştir. İnananlar topluluğuna imam kılmıştır. Yüzyıllar geçse de adı âlemde tüm Müslümanların dilindedir. Davasını göğüsleyen mücadele erleriyle ayakta durmaktadır.

Tek bir ağaç gibiyken binlerce gülden evla olarak anılmak muazzam bir hal. Bu durumdan kasıt Fuzuli’nin şu beyitidir:

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin, boşa yorulmasın

Çünkü bin gül bahçesine su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)

8- Seni fakirken zengin kılmadı mı?

Bu ayet-i kerimede üzerinde durulan zenginlik ve fakirlik terimleri farklı yorumlara sahiptir. Bazen malvarlığı kastedildiği siyer-i nebi kaynaklarıyla gösterilmiş, bazen de bir ümmeti olmasıyla zengin kılındığı söz konusu edilmiş, bazen cahiliye dönemi dinle henüz buluşmaması olarak fakirlik şeklinde izah edilmeye çalışılmıştır.

Her şeye rağmen Resulullah (s) kanaati ve sabrı ile tüm müminler için bir emsal teşkil etmiştir. “Gerçek zenginlik mal çokluğu değildir. Fakat asıl zenginlik gönül zenginliğidir.” buyurmuştur.

9- O halde yetime gelince (sakın onu) kahretme (ezme).

İnsan biriciktir. Yetim olan insan daha biriciktir. Ayetlerde özel bir yer verilmesi de bunun göstergesidir. İşte böyle bir değer atfedilenler için bir yetim peygamber örnek gösterilerek onlara herhangi bir eza verilmemesi emrediliyor. Diğer surelerde de çokça yetimin hakları korunmuş herhangi bir adaletsizliğe karşı detaylı bir anlatım yapılmıştır.

İslam coğrafyası da pek çok kanlı mücadelelere sahne olmuş ve olmakta. Ümmetin yiğitleri Allah yolunda canlarını vermekte ve geride bıraktıkları göz bebeği evlatlarına ise Müslüman hassasiyeti, Kur’an’ın istediği şiar ile bakılması gerekmektedir. Yine en yakın çevremizden başlayarak yetim olan insanlar için Resulullah’ın (s) ümmeti olma temsili gösterilmelidir.

Resulullah (s) şöyle buyurmuştur: “Ben ve ister kendisinin, ister bir başkasının yetimini koruyup gözetleyen; şu ikisi gibi olacağız.” (Şahadet parmağıyla orta parmağını gösterdi.)

10- İsteyene gelince sakın azarlama!

Her türlü istek bir eksikliğin giderilmesi için seçilmiş olduğunu insana hatırlatmalı. Biri bizden bir şey istiyorsa bu, bizim için bir fırsat ve nasiptir. İnsan nasibini tepmemeli. Resulullah (s) “Vermemenin ne kadar kötü bir şey olduğunu bilseydiniz, kimseyi geri çevirmezdiniz.” manasında bir nasihatte bulunmuştur.

Mükellefiyet, elinden geleni yapmayı gerektirir.

11- Bununla beraber Rabbinin nimetini anlat!

Duha Suresi merkez konusunu vahye atfetmiştir. Öyleyse Rabbin nimeti tüm bu verilenlerle birlikte Kur’an-ı Kerim’dir. Müslümanlar için böyle bir nimet ile nimetlendirilmenin ehemmiyeti tartışılmaz. İnsan yürüdüğü her yolda bir rehbere ihtiyaç duyar. İşte Kur’an-ı Kerim en uzun, en önemli yol için en sağlam kaynaktan gelmiş en doğru rehberdir. Öyleyse tüm bu özellikleri bünyesinde bulunduran bu nimet en büyük dünya nimetidir.

Allah Teâlâ kulundan bu nimet karşılığında vahyi yaşamasını ve anlatmasını istemektedir. Yaşamak bir nevi tebliğ niteliği taşısa da sözün önemine binaen “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır.” buyruğu nimeti neşretmeyi gerekli kılar. Tüm insanların bu nimete ihtiyacı var.

Kur’an şairi merhum Mehmet Akif Ersoy’un mısraları durumu açıklıyor:

“İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin

Ne duvarlara asılmak, ne el sürülmemek için.”

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR