1. YAZARLAR

  2. Cengiz Duman

  3. Hz. Yusuf’un Mısır Yönetimindeki Konumu

Hz. Yusuf’un Mısır Yönetimindeki Konumu

Ocak 2011A+A-

Giriş

Bin dört yüz elli yıllık İslam tarihinde, ümmetin idaresi -bu durum tartışılabilir nitelikte olsa da- İslam çerçevesinde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamdan bakıldığında Hz. Yusuf’un Mısır yönetimindeki konumu tanımlanırken müfessirler pek de zorlanmamıştır.

İslam kaynaklarında yer alan rivayetlerde; Hz. Yusuf’un yönetime geçmesi ile birlikte Mısır melikinin Müslüman olduğu tezi ileri sürülerek problem bir anlamda hasıraltı edilmiştir! Ancak son yüzyıldaki Müslümanların İslam dışı yönetimler altında yaşama realitesi; Hz. Yusuf’un Mısır yönetimindeki konumu ve detaylarının mahiyetini doğru kavramanın zaruri olduğunu göstermiştir.

Bu konuda öncelikle belirlenmesi gereken husus Mısır melikinin itikadi durumudur. Yani Mısır meliki müşrik mi yoksa sonradan Müslüman olan biri midir? Özellikle bu mevzunun açığa çıkarılması gerekmektedir. Şayet Mısır meliki Müslüman olmuş ise onun idaresi altındaki bir peygamber anlayışını İslami açıdan kavramak ya da yorumlamak zor olmayacaktır. Tıpkı Kral Talut (Saul) ve Davut (Samuel) peygamber ilişkisi gibi. Kur’an-ı Kerim, peygamber ve kral ilişkisi hakkında şunları beyan eder:

“Musa'dan sonra Beni İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: ‘Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım.’ demişlerdi. (…) Peygamberleri onlara: ‘Bilin ki Allah, Tâlût'u size hükümdar olarak gönderdi.’ dedi.”1 Tevrat’ta ise bu durum şu şekilde aktarılır: “Sonra Samuel yağ kabını alıp yağı Saul'un başına döktü. Onu öpüp şöyle dedi: Rab seni kendi halkına önder olarak meshetti.”2 “Samuel halka, ‘Rab'bin seçtiği adamı görüyor musunuz?’dedi, ‘Bütün halkın arasında bir benzeri yok.’ Bunun üzerine halk, ‘Yaşasın kral!’ diye bağırdı. Samuel krallığın ilkelerini halka açıkladı. Bunları kitap haline getirip Rab'bin önüne koydu. Sonra herkesi evine gönderdi.”3

Kur’an ve Tevrat’ta anlatılan kıssalarda her ikisi de İslam inancında olan peygamber ve kral münasebeti gündemleştirilerek bu mevzuda mesajlar sunulmaktadır. Bundan olsa gerek İslam kaynaklarındaki Yusuf kıssası tefsirlerinde Yusuf’un Mısır kralı ile ilişkisi inanç bağlamında birliktelik olarak yorumlanmakta ve rivayetlere yansıtıldığı gözlemlenmektedir.

Yok eğer melik müşrik biri ise o takdirde İslam peygamberi olan Hz. Yusuf’un, melikin memuriyeti altındaki tevhidî yönetimini tam manasıyla kavramak veya İslami açıdan yorumlayabilmek için bir hayli argüman gerekmektedir. Lakin Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Yusuf kıssasında Mısır melikinin itikadi durumu ve buna mümasil Hz. Yusuf’un Mısır yönetimindeki konumuna dair açıklık ve diğer mevzular hakkında yeterli argümanlar bulamamaktayız. Bundan ötürü kıssaları anlamada metot geliştiremeyen müfessirler, en kolay yolu seçerek Mısır melikinin Müslüman olduğu tezini ileri sürerek problemi kolayca halletme yoluna gitmişlerdir.

Bu incelememizde Yusuf peygamber (a) kıssasının, bilhassa Yusuf peygamberin Mısır yönetimine geçişi ve iktidarı hususunun Kur’an perspektifinde doğru anlaşılması açısından kıssada geçen bazı olaylara dair yorumlarımız olacaktır.

Üzerinde özellikle durmak ve kavramak istediğimiz konu Hz. Yusuf’un, köle statüsünde gelip hür olarak yönetime geçtiği Mısır ülkesinin yönetimindeki konumunun mahiyeti olacaktır. Yani Hz. Yusuf Mısır ülkesinde tek başına istediği gibi -İslami- yönetim icra eden birisi midir; yoksa şirk inancına göre sevk ve idarede bulunan, Mısır kralı nezdinde kendisine yetki verilip yönetimde kralın kanunlarına göre yer alan melikin “mele”4 takımından birisi midir?

Bilhassa ikili bir yönetim -Mısır meliki ve onun veziri Yuf- konumundaki bir peygamberin; müşrik veya değil, bir kral ve onun iktidarı ile işbirliğinin ortaya çıkaracağı iman-şirk muvazenesinin bize günümüz yaşamı açısından verdiği/vermek istediği mesajları idrak etmeye çalışacağız.

Bu konuda ilk tespit etmemiz gereken husus Hz. Yusuf’un Mısır yönetimine nasıl geçtiğidir. Yani Mısır yönetiminde yer alma veya yer vermeyi öncelikle Yusuf mu, yoksa Mısır meliki mi talep etmiştir?

Hz. Yusuf’un Mısır Yönetimine Geçişinin Mahiyeti

Kur’an, Hz. Yusuf’un, Mısır yönetimine geçişi konusunda şunları beyan etmektedir: “Melik/kral dedi ki: ‘Onu bana getirin, onu kendime tahsis edeyim.’ Onunla konuşunca: ‘Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin.’ dedi.”5 Bu ayetten ve siyak-sibakından anlaşılacağı üzere Hz. Yusuf’un, Mısır yönetiminde yer alması kendisinden sonra Mısır’da yaşayan İsrailoğullarının peygamberlerinden olan Hz. Musa’nın, Mısır’dan ilk hicretinden evvelki kişisel vasfında olduğu gibi Mısır saray aristokrasisi içinde yetişmesinden veya Mısır sarayının ileri gelenleri olan bürokratik/teknokratik hiyerarşisinde bulunmasından ya da Mısır kral/melikini ihtilal ile devirmesinden değildir.

Mısırlı bile olmayan ki, Kur’an’daki Yusuf kıssasında bu durum Hz. Yusuf’un ağzından şöyle beyan edilir: “Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub…”6 Hz. Yusuf, zindan arkadaşlarına, onların rüyalarının tevilini belirtmeden yaptığı bu konuşmada, kendisinin şeceresini izhar etmektedir. Hz. Yusuf’un bu beyanı kendisinin resuller7 zinciri içerisinden biri olarak şeceresini izah etmekteyse de bu şecere aynı zamanda onun etnik konumunu dolayısıyla Mısır ülkesinde yabancı menşeli birisi olduğunu da belirtmiş olmaktadır.

Hz. Yusuf aynı zamanda kuyuda bulunan ve köle edinilen birisidir.8 Yani hür olmayan bir şahsiyettir. Tevrat ise onun, Mısır’daki sosyal konumunu şöyle izhar eder: “Orada, bizimle birlikte muhafız birliği komutanının kölesi İbrani bir genç vardı.”9 Kur’an ve Tevrat’taki bu ifadeler aynı zamanda Yusuf’un etnik menşei ile Mısır sosyal yaşamındaki “köle” ve “yabancı” statüsünü aynı anda belirtmiş olmaktadır.

Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir hususiyetin de altını çizmekte yarar görüyoruz: Aktardığımız Kur’an ve Tevrat’ın Yusuf kıssası ifadeleri benzer olsa da bu ifadeler arasında çok önemli farklılıklar bulunmaktadır. Kur’an’ın Hz. Yusuf’un ağzından sunduğu “atalar” vurgusunda hassas bir tevhidî üslup gözlemlenmektedir. Kur’an bu vurgusunda inanç unsurunu ön plana çıkarıp Yusuf’un tevhid zincirindeki itikadî kimliğini ortaya koyarken Tevrat’ta yer alan ifadede Tevrat’ın yeniden derlenişindeki ırkçı/etnik/dini-milli karakterini yansıtan “İbranîlik”10 vurgusu gözlemlenmektedir. Bu olgu Tevrat’ın tevhidî açıdan olumsuzluk arz eden ve üzerinde ayrıca durulması gereken önemli bir hususiyettir.

Kur’an’ın Yusuf kıssası içerisinde çok fazla tarihsel açıklamalar yapmamasının, icazat yüklü mücmel ifadelerle bu hususları geçmesinin bir sebebi de mezkûr hususlarda Tevrat ve İncil kitaplarında mufassal açıklama ve anlatımların olmasındandır. Kur’an nazil olurken Hz. Yusuf’un “İsrailoğulları”ndan11 bir şahsiyet olduğu zaten bilinmekteydi. Ancak gerek Yahudilik gerekse Hıristiyanlık onu resul olarak kabul etmemekteydiler. Bundan dolayı Kur’an Yusuf’u (a) öncelikle resullük zinciri içersinde sıralamıştır. Bu sıralama aynı zamanda müthiş bir icazatla onun İbrani/İsrailoğulları kimliğini de serdetmektedir. Çünkü Hz. Yusuf’un ağzından sıralanan şeceredeki isimler aynı zamanda, onların İbrani etnik vasfını da ihtiva etmektedir. Kur’an, Tevrat’ın ırkçı anlatım üslubunu benimsemeden inanç üzerinden Hz. Yusuf’un profiline ait ipuçları vermektedir. Tevrat’ta ise Hz. Yusuf’un İbrani karakteri öncelenmek suretiyle etnik aidiyet ön plana çıkarılmaktadır.

Binaenaleyh hem Mısırlı olmayan hem de köle statüsündeki Yusuf’a (a) Mısır yönetiminde yer verme fikri ilk önce ve doğrudan Mısır melikinden gelmektedir. Dolayısıyla Hz. Yusuf, Mısır yönetiminde yer almak için öncelikli bir talep sahibi olmamıştır, esasen böyle bir konumda da değildir. Bu olgu Hz. Yusuf’un Mısır yönetimine geçmesi ve idaresini algılama açısından çok önemlidir.

Şayet Hz. Yusuf’un ne konumda olursa olsun ülke iktidarında yer alma isteği olmuş olsa idi Mısır zindanlarından çıkışında ağır davranmaz, Mısır melikinin kendisine yapmış olduğu görüşme davetini geciktirmezdi. Hz. Yusuf’un zindandan çıkışındaki ağır davranışı hakkında Resulullah Muhammed’in (s) şöyle dediği rivayet edilir: “Resulullah (s) Yusuf’u (a) cömertliği, sabrı ve yumuşak huyluluğu hususunda övdü ve şöyle buyurdu: Eğer ben, Yusuf’un kaldığı zindanda kalsaydım, çıkarmak için gelen adamın çağrısını hemen kabul ederdim.”12 Şurası muhakkak ki Allah Resulü’nün (s) bu sözleri tevazu kabilindendir.13 Ancak bu sözler Hz. Yusuf’un iktidarı kapmak gibi bir acelecilik içinde olmadığının yüzyıllar sonrası algılamasının tezahürüdür.

Şimdi bu önemli hususu ayrıntılarıyla inceleyelim. “Melik, ‘Onu bana getirin.’ dedi. Elçi, Yusuf’a gelince (Yusuf) dedi ki: Efendine dön de, ellerini kesen o kadınların derdi ne idi, diye sor. Şüphesiz Rabbim onların hilesini hakkıyla bilendir.”14 Ayette beyan edilen, Mısır melikinin kendisini zindandan çıkarma amaçlı davetini kale almayan Hz. Yusuf, bu hareketi ile ne olursa olsun hemen iktidarda yer edinmeyi değil, elan ve daha sonraki süreçte emin kişiliğine karşı ileri sürülebilecek pürüzleri gidermeyi düşünmüştür. Râzî bu hususta şu görüşleri aktarmaktadır:

“Onun, Yusuf’un sabrı ve sebatı hususundaki güveni artmıştır. Bu böyledir; zira o, yıllarca hapishanede kaldıktan sonra, melik kendisine hapishaneden çıkma izni verince, o oradan çıkmak için can atmamış, aksine sabredip beklemiş ve her şeyden önce, kendisinin bütün töhmetlerden uzak ve beri olduğuna delâlet edecek olan şeyin (melik tarafından) incelenmesini istemiştir.”15

Eğer Hz. Yusuf, zindana düşmesi ve akabinde kendisine yöneltilen zina iftirası ve suçsuzluğu bilindiği halde hapse atılması olayı hakkında melik ve onun ileri gelenleri açısından, Mısır halkı nezdinde suçsuz ve kusursuz olduğu düzlemine oturtulmamış olsa idi, hem melikin ve hem de onun ileri gelenlerinin gözünde istediği saf, temiz, güvenilir yeri alması zor olacaktı.

“Hz. Yusuf (a) bu meselenin araştırılmasını kendi masumiyetinden herhangi bir şüphe duymasından ötürü istiyor değildi. Çünkü bundan kesinlikle emindi. ‘Rabbim benim tamamıyla masum olduğumu biliyor... Onların tuzaklarını da... Fakat sizin rabbiniz (efendiniz) beni niye zindana gönderdiğini araştırmak zorundadır. Zira artık halkın önüne herhangi bir suçlama veya kötü şöhretle çıkmak istemiyorum. Dolayısıyla genel bir soruşturma benim zulmün masum bir kurbanı olduğumu ispat edecektir. Bu zulmü işleyenler kendi hanımlarının işlediği günahı örtbas etmek için beni hapse tıkan soylular ve liderlerdir.’ demek istemiştir.” 16

Hz. Yusuf bu hareketi ile beşer fıtratına tatlı vaatlere rağmen Aziz’in emanetine ihanet etmediğini, kendisinin suçsuz olduğunu savunduğu halde zindan hayatında da olumlu davranışlarını devam ettirdiğini göstermiş olmaktadır.

Hz. Yusuf’un zindandaki tavırlarının tevhidî emirler doğrultusunda olduğunu ve tebliğ faaliyetini burada da aksatmadan devam ettirdiğini gözlemlemekteyiz. Bu hususu Kur’an şöyle beyan etmektedir: “Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi (…) Onlardan biri dedi ki: (...) Çünkü biz seni muhsinlerden görüyoruz. (…) Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir kavmin dinini bıraktım. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim, Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz.”17

Dolayısıyla Hz. Yusuf, kralın kendisiyle ilgilenmesi anına kadar, onun kendisi hakkında olumlu karar almasını sağlayacak üstün vasıflarını hayata yansıtmış biridir. Böylece Mısır meliki şunları düşünmüş olmalıdır: Yusuf, Aziz’in emanetine ihanet etmediğine göre benim ona tevdi edeceğim ülke yöneticiliğinde bana da ihanet etmez. Zindandaki en zor koşullarda bile orada düzene ve diğer arkadaşlarına emniyet verebilmişse; bu davranışını yönetimde de gösterebilir. Rüyayı böyle yorumlayabiliyorsa demek ki onunla Allah arasında bir ilişki vardır. Melikin yanındaki mele-mütref takımı bile onu desteklemişlerse18 Yusuf’u yönetime almakta saray içi siyasal çekişmeler yaşanmaz.

Ancak Mısır melikinin Yusuf’u yönetimine almaya dair bu büyük isteğine mukabil, Hz. Yusuf’un da Mısır meliki ile görüşme yapmasının önemi hakkında bir öngörü sahibi olduğu ihtimalini de gözden ırak tutmamamız lazım. Bunu bize şu ayet ihsas etmektedir: “Onlardan kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: ‘Beni efendinin yanında an.’ Fakat şeytan ona, anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf), birkaç sene daha zindanda kaldı.”19 Eğer Yusuf’un (a) böyle bir öngörüsü olmamış olsa idi kralın yanında kendisinden bahsedilmesini istemezdi. Çünkü o kraldan ziyade -bunda bir vesile olsa da- Allah’a sığınarak zindandan kurtulmayı tercih ederdi kanaatindeyiz.

Hele ki bir peygamberin müşrik bir kraldan medet umması kadar düşük bir profil sergilediğini kabul etmek işin daha da üzerinde kafa yorulması gereken bir yönüdür. Bu yüzden tefsir külliyatında müfessirler tarafından bir hayli polemik ve spekülasyonlar yapıldığını gözlemlemek mümkündür.20 Ancak şeytanın Hz. Yusuf’un melik nezdinde hatırlatılmasını geciktirme eylemi Hz. Yusuf’a bir zarar verememiştir. Aksine şeytan vesvesesi ile unutulan/unutturulan hatırlatılma isteğinin daha uygun ve yararlı zaman ve zemine denk gelmesi sağlanmıştır. Kıssanın bu aşaması bize olayların akıbetinin Yusuf (a) veya şeytan tarafından değil Allah’ın yönlendirmesi ve tayini ile gerçekleştiğini beyan etmektedir. Bu durum aynı zamanda Hz. Yakub’un oğulları hakkında gerçekleşen olaylardaki edilgen tavrını da anlamamıza yardım etmektedir. “Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. Ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar.”21 Hz. Yakub, oğulları için tedbir almaktadır; tıpkı Hz. Yusuf’un bir an önce kral nezdinde hatırlanma isteğinde olduğu gibi. Şeytanın unutturmasına dair benzer bir olay da Âlim Kul ve Musa kıssasındaki Musa’nın (a) hizmetkârının, balığı unutma sahnesinin anlatımında yer almaktadır.

Tabi bu aşamada tefsirlerde dile getirilmeyen şu önemli hususu da gündem etmek lazımdır: Kendisine atılan iftiralar sonucu hapse düşen Yusuf’un, yine bu sistem içerisindeki bir mekanizmayı kullanarak kendisini aklaması ve zindandan kurtulmayı düşünmesi asla onun Allah’tan başkasından medet umduğu anlamına gelmemelidir. Hz. Yusuf’un Mısır kralı ile görüşmek istemesi, iktidara gelme amaçlı değil, tamamen kendisine atılan iftiranın doğru olmadığı ve haksız yere hapse atıldığını dile getirme amaçlıdır. Buna mümasil “Zindan arkadaşlarına yaptığı tebligatın benzerini kral ve ileri gelenlerine yapmayı düşünmesindendir.” diye düşünmenin daha ideal yorum tarzı olacağı kanaatindeyiz.

Yine bu esnada şu önemli hususun altını kalınca çizmemiz gerekmektedir: Eğer Mısır meliki Musa dönemi Firavun’u gibi Mümtehine Suresi’nin 8. ayetinde bildirilenin aksine 9. ayette bildirildiği gibi22 azgın bir müşrik statüsünde olmuş olsa idi ne Hz. Yusuf ne de Mısır meliki, Mısır’ın yönetimi hususunda birbirlerinden talepte bulunmazlardı. Şöyle düşünelim: Eğer Mısır meliki, Hz. Yusuf’un tüm emin vasıflarını görmesine rağmen kendisi ve yönetimini “…Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir kavmin dinini bıraktım… Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim, Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz.” gibi sözlerle tehdit eden birine bırakın iktidardan bir pay teklif etmeyi, onun zindandan kafasını çıkarmasına bile fırsat sağlamazdı. Dolayısıyla Hz. Yusuf’un zindana atılmasına sebep olan iftirayı mesnet alarak, onun kadın düşkünü zinakâr biri olduğu propagandasını yaymaya başlardı.

Tersinden düşünecek olursak; Mısır meliki, Musa peygamber devrinin Firavun’u gibi olsaydı Hz. Yusuf onun emri altında bir Mısır idareciliğini değil, onun Allah’a itaat etmesini ve halkına yaptığı zulmü durdurmasını talep ederek yeniden zindana dönmeyi tercih ederdi. Tıpkı Aziz’in karısı ve diğer kadınların isteğine rağmen zindanı tercih etmesi gibi. “Rabbim! Benim için zindan bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum, dedi.”23

Hz. Yusuf’u Mısır Yönetimine Götüren Etkenlerin Tahlili

Tevrat’a göre de Hz. Yusuf’a yönetimde yer vermek isteyen veya ona bu teklifi yapan Mısır kralıdır. Hz. Yusuf, kralın rüyasının tevili yanı sıra bu tevilin gerçekleşmesi esnasında yönetimde atması gerekli adımlar hakkında da fikir vermiştir. Bu hususta Tevrat’ta şu ifadeler yer almaktadır: “Şimdi Firavun’un akıllı, bilgili bir adam bulup onu Mısır'ın başına getirmesi gerekir… Bu öneri Firavun’la görevlilerine iyi göründü. Sonra Yusuf'a, ‘Madem Tanrı bütün bunları sana açıkladı senden daha akıllısı, bilgilisi yoktur.’ ve ‘Sarayımın yönetimini sana vereceğim.’ dedi”24 Dolayısıyla Hz. Yusuf’un Mısır yönetimine adım atması, Yusuf’tan (a) değil, Mısır melikinin rüyasına istinaden gelecekte Mısır ülkesinde yaşanacak olaylara müdahil olabilecek kişinin Hz. Yusuf olacağı kanaatiyle celbinden meydana geldiği Tevrat kıssası anlatımı ile de pekişmektedir.

Mısır meliki Hz. Yusuf’u Mısır yönetimine davet ederken Hz. Yusuf’un yaşamındaki onun “Yusufu’l-Emin” örnekliğini baz almaktadır. Yani melik, rastgele bir insanı yönetimine almamaktadır. Yusuf, emin bir kişidir. Onun bu emin kişiliği, kölesi olduğu Aziz’in emrindeki ve zindandaki yaşamında şahitler aracılığıyla tespit edilmiş ve görülmüştür: “…Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyenlerdendir… (Kocası, Yusuf'un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına): Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür.”25 “…Biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi.” “Yusuf’un nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi? Kadınlar, Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik, dediler. Azizin karısı da dedi ki: Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir.”26

Yusuf tevhide inanan ve resul olan dolayısıyla sözüne ve öngörülerine güvenilebilecek bir kişiliktir. Nitekim Hz. Yusuf, krala şu öneride bulunmuştur: “Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim.”27 Eğer Hz. Yusuf sözüne güvenilmeyen bir kişi olmuş olsaydı yaşamı kölelik ve zindanda geçen biri olarak hiç tecrübesi olmadığı ülke yönetimi kendisine tevdi edilir miydi? Özü ve sözü doğru olanın icraatının da doğru olacağı Mısır meliki tarafından kabul edilmiştir ki, Hz. Yusuf’a yönetiminde yer alma teklifini yapmıştır.

Aslında Kur’an’daki Yusuf kıssasında yer alan bu icazat yüklü mücmel anlatım Tevrat’ın Yusuf kıssasında anlatılan aynı sahnedeki Yusuf-Melik muhaveresi ile detaylandırıldığında, Hz. Yusuf’un “âlim ve hafiz” konumu ve de buna inanan Mısır melikinin dayanağı daha iyi idrak edilecektir. “Şimdi Firavun'un akıllı, bilgili bir adam bulup onu Mısır'ın başına getirmesi gerekir. Ülke çapında adamlar görevlendirmeli, bunlar yedi bolluk yılı boyunca ürünlerin beşte birini toplamalı. Gelecek verimli yılların bütün yiyeceğini toplasınlar ve Firavun'un yönetimi altında kentlerde depolayıp korusunlar. Bu yiyecek, gelecek yedi kıtlık yılı boyunca, Mısır'da ihtiyat olarak kullanılacak ve ülke kıtlıktan kırılmayacak.”28

Tevrat’taki bu muhaverede Hz. Yusuf, Mısır ve çevresindeki kıtlık zamanından önce ve kıtlık esnasında “ürünlerin beşte birini toplamalı”, “ülke çapında adamlar görevlendirmeli”, “kentlerde depolayıp korusunlar…”, “ihtiyat olarak kullanılacak…” vb. önlemlerin alınması gerektiğini ve yanı sıra ülkedeki kıtlığa karşı tedbirleri gerçekleştirecek zihniyeti “akıllı, bilgili bir ada” olarak beyan etmiştir. Pek tabii ki, kriz yönetiminde olan yöneticinin idaresindeki insanlar da önemlidir. “At, sahibine göre kişner!” atasözünü baz alırsak; eğer Mısır kıtlık yıllarının yöneticisi adil olmayan, malları hortumlayan, servet sahibi olmak için çırpınan bir kişi ise onun idaresinde olanlar da baştaki yönetici gibi olacaklardır. Nitekim Tevrat, Hz. Yusuf’un bu amaçla tüm Mısır’ı dolaşarak insan kaynakları ve tarım re-organizasyonunu gerçekleştirdiğini şöyle aktarmaktadır: “Yusuf Firavun’un hizmetine girdiğinde otuz yaşındaydı. Firavun’un huzurundan ayrıldıktan sonra bütün Mısır'ı dolaştı. Yusuf ülkeyi boydan boya dolaştı.”29 İşte bu yüzden Mısır meliki, Hz. Yusuf’u emin, âlim, hafiz kişiliğine inanarak onu Mısır yönetiminde yer almaya davet etmiştir.

Pek tabiidir ki, kralın bu tercihi aynı zamanda Cenabı Hakk’ın olaylara hükümranlığının bir neticesi olarak tezahür etmektedir. Çünkü Mısır kralının “karmakarışık rüyalar”30 olarak nitelendirilen rüyası ve bu rüyaya istinaden Hz Yusuf’a Cenabı Hakk tarafından “(Yusuf) erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik.”31“(Yusuf) dedi ki: …Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir.” “Rabbim bana egemenlik verdin ve tevile’l-ehadis’i öğrettin…”32 ayetlerinde beyan edilen “tevile’l-ehadis”33 ilmi verilmiş olması ve nihayetindeki Mısır ve çevresinde (Mesela bunlardan biri Hz. Yakub ve oğullarının yerleşik olduğu Kenan coğrafyasıdır.) gerçekleşen “Ey aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı…”34 ayetinde anlatılan “kıtlık” olgusudur. Bütün bu bileşenlerin amili Cenabı Hakk’tır. Olaylar O’nun istediği yönde ilerlemektedir.

Hz. Yusuf’a Yönetimde Yer Alma Teklifindeki Amaçlar

Mısır kralı Hz. Yusuf’u huzuruna getirtirken “…kendime tahsis edeyim.” ifadesinde bulunmaktadır. Kralın bu ifadesinden, onun, Hz. Yusuf hakkında olumlu intibalar edindiğini ve bundan dolayı Hz. Yusuf’a kendi yanında yani yönetiminde yer verdiğini anlamaktayız. Kur’an’a göre hükümdar, Hz. Yusuf’u hizmetine alır ve onun kendi nezdinde çok üstün bir konumunun bulunduğunu söyler.35

Peki, neden kral onu hiç çekinmeden ‘yalnızca kendisi bakımından ikinci adam’ olacak şekilde ülkenin ‘vali’si tayin edebildi?36 Kral, Mısır üzerinde tek başına hüküm sürerken yönetiminde ikinci birinin olmasını niçin tercih etmektedir? Aslında melikin teklifi eşyanın tabiatına aykırı bir olgudur. Cenabı Hakk, Kur’an’da bu duruma dair şöyle misaller verir: “Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir adam (köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir?”37“Çeşitli ilahlar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?”38

Dolayısıyla Cenabı Hakk dâhil hiçbir yönetici yönetiminde kendisine ortak istemezken, Mısır kralının yönetimde yetki devriyle böyle bir davranışta bulunmasını anlamak için çaba sarf etmemiz gerekmektedir.

Mısır kralı bir rüya görmüştür. Bu da bir yana; kral, rüyanın Yusuf (a) tarafından yapılan teviline inanmıştır. Rüyanın Hz. Yusuf tarafından yapılan tevilinde büyük ve uzun sürecek kıtlığın krallığın yönetimini hayli zorlaştıracağı beyan edilmiştir. Dolayısıyla kral, kendi yönetimi zaviyesinden değerlendirerek bu durumu, kendi makamının ve Mısır ekonomisinin geleceği açısından zararsız atlatmanın çaresi hakkında detaylı olarak bilgi sahibi olduğu Yusuf’u (a) yönetimine almak olarak görmüştür. Kralın, Hz. Yusuf’u yönetime almasını onun bir resul ya da bu resulün tevhidî anlatımlarından etkilenmesi neticesi Müslüman olma ihtimalinden çok ekonomik ve siyasi olarak bir zorunluluk yani menfaat icabı olarak yorumlamamız elimizdeki somut veriler açısından uygun gözükmektedir.

İşte Yusuf kıssasının bu aşaması aynı zamanda şu mesajları Kur’an muhataplarına bildirmek içindir:

“Kralın Hz Yusuf’u kendisine seçmesini Yüce Allah bize niçin anlatıyor? Devlet görevlerinden birine atamanın şartlarından biri bilgi, yani o işin ehli olmak, diğeri de güvenilir olmaktır. Yüce Allah, gelecek nesillerin içinden yetişen siyasilere çok önemli bir ilke bırakmaktadır: Yöneticiler devletin görevlerini, makamlarını ehil kimselere teslim etmelidirler. Bilgili, ahlâklı, geleceği okuyabilen ve güvenilir insanları bürokrat olarak seçmelidirler. Devletin işleri ancak bu insanlarla sağlıklı yürüyebilir. Asırlar önce yaşamış olan bir kral, zindandan çıkan bir kişide bu meziyetleri görmüş ve onu yüksek bir göreve atamıştır. Bunu yapan devletler ilerleyeceklerdir.”39

Hz. Yusuf’un Resul Kimliği ve Tebliğine Karşı Melikin Olumlu Tavrının Analizi

Hz. Yusuf’un yönetime getirilme aşamasında çok önemli bir safhaya da dikkat çekmeliyiz. Mısır meliki Hz. Musa dönemi Firavun’u gibi Hz. Yusuf’un İslami tebliğine karşı koymamıştır. Ancak bu tebliği tam manada kabul edip Müslüman olduğu da belirsizdir. Ortada olan bir gerçek vardır ki o da Mısır melikinin Hz. Yusuf’un itikadî yanını -resul olması gibi- bildiği halde ona ve düşüncelerine karşı koyup onu ve söylediklerini reddetmemiş bilakis ona işbirliği teklif etmiş olmasıdır. Bu durumu tam anlamıyla tespit edebilmek için Mısır meliki ile Hz. Yusuf’un muhaveresini ayrıntılarıyla inceleyelim…

Mısır kralı, Hz. Yusuf ile Aziz’in karısı arasında geçen olay ve rüyasının tevili üzerine yaptığı araştırmalar ve onunla kişisel görüşmesinden -ki ayette “Onunla konuşunca…” diye beyan edilmekte- Mısır kralının, Yusuf’un Allah’ın resulü olduğunu kabul etmese bile Hz. Yusuf’un anlattıklarından onun -kendi dinî anlayışına nazaran- Allah katından destekli biri olduğu/olabileceğini düşünmüş olduğu anlaşılmaktadır. Mısır kralını bu düşünceye sevk eden; Hz. Yusuf’un hem tevhide çağrı yapan değişik ve ilginç konuşmaları, hem rüyası hakkındaki Mısır ülkesi ileri gelenlerinin bile “Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz.”40 diyerek yapamadıkları rüya yorumu/tevili ve hem de her şeye rağmen evinde köle olarak bulunduğu Aziz’e ihanet etmeyen dürüst “Yusufu’l-Emin” kişiliğidir. Hz. Yusuf’taki tüm bu üstün vasıflardan çıkan sonuç bizce şudur ki: Hz. Yusuf, Mısır melikine resullüğünü kabul ettirememiş olsa bile Allah katından destekli biri olabileceği yargısını kabul ettirmiştir.

Melikin bütün bunlar açısından gelecekteki kıtlık yıllarındaki siyasi ve iktisadi konumunu değerlendirerek Hz. Yusuf’a yaptığı teklif, onun krallığı sabit kalmak koşulu ile Hz. Yusuf ve inancına dayalı tüm icraatlarına evet demek olmuştur. Bu hususta şunları kaydeder:

“Kimi ilim adamı der ki: Bu ayet-i kerimeden, faziletli bir insanın facir bir kimseye ve kâfir bir yöneticiye iş yapmasının mubah olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kendisine verilen işte bu görevi verenin kendisine karşı çıkmayacağının bilinmesi şarttır. Dolayısıyla göreve getirilen bu salih insan o işte dilediği gibi ıslahat yapabilmelidir. Şayet salih insanın işleri facir kimsenin tercihi, arzuları ve fücuruna göre yapılacaksa böyle bir şey caiz olmaz.”41

Melik, bireysel olarak şirk inancında olsa bile Hz. Yusuf’un yönetimine karışmadığı için İslami açıdan Yusuf’un, şirk ile İslam karışımı bir yönetim icra ettiğini iddia etmek mümkün değildir. Melikin de Hz. Yusuf’a tevhid dışı istek ve dayatmalarda bulunması muhaldir. Nitekim Tevrat’ta Hz. Yusuf’un hâkimiyeti şöyle anlatılmaktadır: “Seni bütün Mısır'a yönetici atıyorum.”42 “Firavun Yusuf'a, ‘Firavun benim.’ dedi, ‘Ama Mısır'da senden izinsiz kimse elini ayağını oynatmayacak.”43 “Mısırlılar aç kalınca, yiyecek için Firavun’a yakardılar. Firavun, ‘Yusuf'a gidin.’ dedi, ‘O size ne derse öyle yapın.’”44 Kur’an-ı Kerim’de ise bu durum şöyle beyan edilmektedir: “Ve böylece Yusuf'a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik.”45

Mısır melikinin Hz. Yusuf’a yaptığı otorite paylaşımını, çağımız yönetim biçimlerinden biri olan İngiltere demokrasisindeki İngiltere kraliçesinin konumu (meşruti monarşik cumhuriyet) ile kıyaslayarak değerlendirmek mümkündür. Bilindiği gibi İngiltere’deki yönetimde hem krallık ve hem de demokrasi ya da cumhuriyet bir arada sürdürülmektedir.

Hz. Yusuf ve tebligatına dair Mısır meliki ve davranışlarındaki olumlu verilerin Mısır kralının rüyasının gerçekleşeceğine olan inancından ileri geldiği kanaatindeyiz. Bundan dolayı ilerde ülke ve çevresi coğrafyalarda gerçekleşecek kıtlık ve darlık günlerinin tek çaresi olarak Hz. Yusuf’u gören melik/kral, ona Mısır yönetiminden bir pay teklif eder. “Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin.”

Ancak bu aşamada dikkat edilmesi gereken önemli husus, Hz. Yusuf’a teklif edilen Mısır’ın tüm idaresi değil bu idare içerisinde bir mevkidir. Yani Mısır melik/kralı “Sen gel yönet, ben gidiyorum.” dememiştir. Bu Mısır’daki Yusuf yönetiminin iman-küfür yapısı olarak algılanması açısından çok önemli bir olgudur. Şu halde bir tevhid önderi ve söylemleri ile şirk yöneticisi ve müesseseleri nasıl bir arada icraat yapacak/yapmıştır? Bu konunun açıklığa kavuşturulması ya da İslami prensiplerle izah edilmesi gerekmektedir. Mevdudi bu durumu şöyle izah etmektedir:

“Hz. Yusuf'un (a) ülkedeki tüm iktidarın kendisine teslimi için yaptığı teklifin hedefi neydi? Hizmetlerini kâfir bir devletin kanunlarına güç katmak için mi gerçekleştirdi? Yoksa elinde bulundurduğu hükümetin güçleriyle İslam'ın kültürel, ahlaki ve siyasi sistemlerini mi tesis etmek niyetindeydi? Bu sorulara en iyi cevap Allame Zemahşeri'nin Keşşaf tefsirinde 55. ayete getirdiği yorumda verilmiştir. Şöyle diyor: Yusuf (a) ülkenin kaynaklarını benim tasarrufuma verin şeklindeki teklifinde bulunduğu zaman niyeti Allah'ın hükümlerini yürürlükte kılmak, hak ve adaleti tesis etmek ve tüm resuller gibi görevini icra etmek üzere iktidar fırsatı kollamaktı. Yoksa tahta geçmeyi, saltanat sevdası için yahut dünyevi arzularını ve hırslarını tatmin için istememişti. Böylece bir talepte bulundu; çünkü bu işi icra edebilecek bir başkasının bulunmadığını gayet iyi biliyordu.”46

Şimdi öncelikle Kur’an’da serdedilen iki peygambere ait kıssadaki resuller ve yöneticiler (krallar) arasındaki muhaverelere dikkat çekerek, Hz. Yusuf ile Mısır kralı arasındaki muhaverenin tevhidî açıdan niteliği daha detaylı olarak değerlendirilebilir. Kur’an’da kıssaları anlatılan İbrahim ve Musa peygamberler ile onların içinde bulundukları toplumların yöneticileri olan krallar arasındaki iman-küfür ekseninde olumsuzluk arz eden bir çekişme ve çatışma ortaya çıkmaktadır.47 Bu çekişme ve çatışmalar sonucu resullerin çeşitli eziyetler görmeleri, öldürülme tehditleri ve hatta öldürülmeleri, yurtlarından sürülmeleri yönündeki anlatımlar dikkate alındığında Hz. Yusuf ile Mısır kralı arasındaki çok olumlu muhavere iman-küfür bağlamında iyi değerlendirilmelidir diye düşünüyoruz.

Şimdi bu konuda dikkatimizi çeken hususlara değinelim:

a- “Kıssanın anlatımı içerisinde, melikin adının geçtiği tüm ayetlerde ondan olumlu bir biçimde bahsedilmektedir. Oysa Kur'an, daha sonraki Mısır yöneticisini 'firavun' olarak isimlendirmektedir. ‘Firavun’ kelimesi ‘fer'ane’ ve ‘tefer'ane’ fiilinden türemiştir. Bu iki fiil büyüklendi, ceberut ve azamet sahibi oldu, ulaşılmaz bir güce erdi anlamlarına gelmektedir.”48 Kurtubi, bu konuda şunları kaydeder: “Hz. Yusuf dönemindeki firavun salih bir kişi idi. Azgın kişi Hz. Musa dönemindeki firavun.”49 Dolayısıyla Kur’an, Yusuf zamanındaki yöneticiyi olumlu bir isimlendirme ile "melik", "kral" olarak adlandırmaktadır. Tıpkı Sebe melikesinin vasfında olduğu gibi. “Gerçekten, onlara (Sebelilere) yöneticilik/krallık eden (temliku-hum) kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım.”50

b- Kur'an'da anlatılan peygamber karşıtı yöneticiler, peygamberlerle gerek fikrî, gerekse fiilî mücadele halindedirler. Peygamberlerin getirdiği vahiy hemen alelacele reddedilir. Karşı propagandalarla ona tabi olanlara işkence, sürgün ve ölümler uygularlar. Oysa Yusuf kıssasının anlatımında, peygamberin çağdaşı melike ve ileri gelenlerine ait vahiy ve resul karşıtı olumsuz tavırlar bulunmamaktadır.

c- Bilakis Yusuf peygamber melik tarafından eziyetten kurtarılmakta, resulün aklanması temin edilmekte ve görüşlerine itibar edilmektedir. Mısır'a geldiğinde, Aziz’e satılmasıyla birlikte köle statüsüne giren Yusuf peygamberin bu statüden kurtulmasını da Mısır meliki sağlamış olmalıdır.51

O halde Hz. Yusuf ile Mısır meliki arasındaki muhavere içeriğinden şu önemli soruların cevabının bulunması gerekmektedir: Mısır yönetiminin yeniden reorganize edilmesinde Hz. Yusuf ile Mısır meliki arasında iman birlikteliği mi, küfür birlikteliği mi yoksa karşılıklı menfaat birlikteliği mi ortaya çıkmaktadır? Ya da başka bir ifadeyle Hz. Yusuf mu küfre/tağuta ödün vermiştir, yoksa Mısır kralı mı Müslüman olmuştur? Yoksa kavranmaya muhtaç başka bir ilişki biçimi mi oluşturulmuştur?

Konuya devam edeceğiz inşallah.

 

Dipnotlar:

1-Kur’an; 2/Bakara, 246-247.

2-Tevrat; Samuel, 10/1.

3-Tevrat; Samuel, 10/24-25.

4-Mele: “Ülke yönetiminde kralın emrinde, onun adına yönetenler ya da ona danışmanlık yaparak söz sahibi olanlar” demektir. Yusuf Suresi’nin 43. ayetinde Mısır melikinin melesine hitabından bahsedilir. Ayrı kavram Kur’an’ın birçok sure ve ayetinde yer almaktadır.

5-Kur’an; 12/Yusuf, 54.

6-Kur’an; Yusuf, 12/38.

7-“Müslüman müfessirler Yusuf’un peygamber olup olmadığı sorununu ve eğer peygamberse peygamberliğin kendisine ne zaman verildiğini tartışmışlardır.” Mazharuddin Sıddıki, Kur’an’da Tarih Kavramı, s. 105, Pınar Yay., İstanbul/1982.

8-Kur’an; 12/Yusuf, 19-20

9-Tevrat; Tekvin, 41/12.

10-Bir rivayete göre Hz. İbrahim’in atalarından Eber (Ivrî) adındaki atasının kutsallığının, Hz. İbrahim’e intikal etmesinden ötürü Eber’e izafeten İbranî denmiştir. Bkz: Yahudiliğin Hıristiyanlığa ve İslam’a Bakışı, Baki Adam, Dinler Tarihi Araştırmaları Derneği Yay. Hz. İbrahim hakkındaki İbranî kullanımı Tevrat’ta şöyle yer almaktadır: “Oradan kaçıp kurtulan biri gelip İbrani Avram'a durumu bildirdi.” (Tevrat; Tekvin, 14-13.)

11-Tevrat’ta anlatılan kıssada Hz. Yakub, Tanrı Yehova ile güreşmesinden dolayı “Tanrı ile güreşen” veya “Tanrı ile uğraşan” manasına gelen “İsrail” lakabını alır. Tanrı’yla güreşmesine dair anlatılan muharref kıssadan itibaren Yakub’un adı onur unvanı olarak “İsrail” (Yisrael) adıyla; onun çocukları da “İsrailoğulları” (Bney Yisrael) unvanıyla tarihe geçmiştir. Kur’an-ı Kerim’de kırk ayet-i kerimede İsrailoğulları kelimesi yer almaktadır. Kur’an, İsrailoğullarının sıbtlar (oymaklar) halinde olduğunu şöyle beyan etmektedir: “Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Musa'ya, ‘Asanı taşa vur!’ diye vahyettik. Derhal ondan on iki pınar fışkırdı.” (7/Araf, 160.)

12-Buhari, 9; Tefsirul-Kur'an, XII, 5; Müslim, İmam, 238; Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, III/177, Ensar Neşriyat, İstanbul 1990.

13-İbn Kesir, Muhtasar Kur’an-ı Kerim Tefsiri, II/1094, Çağrı Yay., İstanbul 1990.

14-Kur’an; 12/Yusuf, 50.

15-Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, XIII/265-266, Akçağ Yay., Ankara 1990.

16-Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, II/468, İnsan Yay., İstanbul 1996.

17-Kur’an; 12/Yusuf, 36-38.

18-Kur’an; 12/Yusuf, 36-38.

19-Kur’an; 12/Yusuf, 42.

20-Bkz: Fahruddin er-Râzî, A.g.e., XIII/243-247.

21-Kur’an; 12/Yusuf, 67.

22-“Allah sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp çıkaranları ve sürülüp çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır.” (60/Mümtehine, 8)

23-Kur’an; 12/Yusuf, 33.

24-Tevrat; Tekvin, 41/33-40.

25-Tevrat; Tekvin, 41/33-40.

26-Tevrat; Tekvin, 41/33-40.

27-Kur’an; 12/Yusuf, 55.

28-Tevrat; Tekvin, 41/33-36.

29-Tevrat; Tekvin, 41/45-46.

30-“Karışık rüyalar”. Bu, istiare türlerinin en beliğ ve en güzellerindendir. Çünkü “demet haline getirilmiş karışık ot” demektir. Burada karışık rüyalar, onların içinde bulunan hoşa giden ve gitmeyen, iyi ve kötü şeyler, farklı birçok cinsten toplanıp demet haline getirilmiş karışık otlara benzetilmiştir. (Muhammed Ali es-Sabuni, A.g.e., III/176.)

31-Kur’an; 12/Yusuf, 22.

32-Kur’an; 12/Yusuf, 37.

33-Bu ayet grubu içinde yer alan “te’vîli’l-ahâdîs” tamlamasındaki el-ahâdîs (tekili: hadîs) kelimesi sadece rüyalar anlamına değil, “dinî hükümleri ve olaylardaki Allah’ın kudret ve hikmetini anlamak” anlamına da gelir. Râzî, XVIII/ 89-90; Kadir Polater, Kur’ân ve Kitâbı Mukaddes’e Göre Yûsuf Kıssası, s. 14, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), Sayı: 3.

34-Kur’an; 12/Yusuf, 88.

35-Kadir Polater, A.g.e., s. 27.

36-Mevdudi, A.g.e., II/468.

37-Kur’an; 39/Zümer, 29.

38-Kur’an; 12/Yunus, 39.

39-Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, IX/440-447.

40-Kur’an; 12/Yusuf, 44.

41-İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, IX/323. Buruc Yay., İstanbul/1997.

42-Tevrat; Tekvin, 41/41.

43-Tevrat; Tekvin, 41/44.

44-Tevrat; Tekvin, 41/41.

45-Kur’an; 12/Yusuf, 56.

46-Mevdudi, A.g.e., II/472-473.

47-Kur’an; 2/Bakara, 58; 26/Şuara, 18-29.

48-M. Ali Baltaşı, İlk Mesajlar, Birleşik Yay., İstanbul 1993; Kadir Polater, A.g.e., s. 13.

49-İmam Kurtubi, A.g.e., IX/323-324.

50-Kur’an; 27/Neml, 23.

51-Cengiz Duman, Hz. Yusuf'un Mücadele Örnekliği-2, Haksöz Dergisi, Sayı: 56, Kasım 1995.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR