Hz. Fatıma

Aralık 2011A+A-

Şeriati’nin Dediği Gibi: Fatıma, Fatıma’dır!

İslam’ın getirdiği ve yerleşik kabullerin ötesine geçerek değiştirdiği en büyük özelliklerden biri de insana bakıştır kuşkusuz. Hangi renkten, ırktan, coğrafyadan gelirse gelsin herkesi Allah indinde yalnızca kul yapan, iman edenleri kardeş kılan, üstünlüğün ölçütü olarak takvayı öne çıkaran bir din olmuştur İslam. İnsanlık tarihine yeni ve bambaşka aktörler kazandıran; bir zamanların itilen, horlanan, hayatın taşrasına itilen kişilerini tarihin öznesi konumuna getiren bir zindelikle bütünleşmiştir bu algı.

Müslümanlık, tarih içinde yeni bir dinamizm ve büyük ölçekli bir insani sıçrama gerçekleştirerek yeryüzüne, hayata ve tarihe müdahale etmeyi başarmıştır. Ezilenlerin, küçümsenenlerin, horlananların arasından “ufuk insanlar”ın çıkması, bunun en somut kanıtı olmuştur.

Vahiyle biçimlenen bu gelişme, kadına bakışta da kendini göstermiştir elbette. Değerler skalasında ve toplumsal statüde daha önceleri neredeyse adı bile geçmeyen kadınlar, ilk dönem İslam toplumunda sadece iyi bir eş, örnek bir anne olarak kalmamış; onların arasından öğretmenler, direnişçiler, komutanlar, fakihler, bilgeler, öncüler de çıkmıştır. O dönemin koşulları, gelenekleri, toplumsal eğilimleri dikkate alındığında çok ileri ve önemli bir gelişmedir bu. Fakat bu kimlik ve kişilik mücadelesi, oldukça kısa sayılabilecek bir süre içinde gerilemeye, mevzilerini yitirmeye, kazanımlarından uzaklaşmaya başlamıştır. Bugünden geriye baktığımızda az sayıda örnek ve öncü kadın portresiyle karşılaşmamız da bunun sonucudur. Tarihin bu alanda cimri davrandığı, tarihi yazanların da bu konuda taraflı ve art niyetli oldukları, kadınları genelde görmezden geldikleri iddia edilebilir kuşkusuz. Ancak sayının son derece az olduğu son çözümlemede kesin ve bilinen bir gerçektir.

İşte Fatıma, Müslümanların özne olarak müdahale ettikleri tarih içinde bu az sayıdaki örnek kadından biridir. Onun çehresi tarihin içinden süzülerek günümüze bir aydınlık düşürmekte, dikkatimizi çekmekte, anılmayı hak etmektedir.

Elbette Fatıma hakkındaki bilgilerimiz de son derece azdır, sınırlıdır. Onun hayatını ve örnekliğini gerçekliği gözeterek günümüze taşıyabilmek için de birçok alanda iğneyle kuyu kazmak gerekmektedir.

Evet, onu anlatmak gerçekten de zordur. İlk dönemdeki Müslüman toplum içinde çok güçlü ve baskın bir yeri olan kişiler arasında, Fatıma’nın kendine özgü yönlerini ortaya çıkarmak da o yapı ve kadro içindeki yerine ve katkılarına değinmek de kişinin karşısına çeşitli güçlükler çıkarmaktadır. Zira Fatıma hem sıra dışı, özgün bir kişiliktir hem de gücünü, birikimini, değerlerini iman ailesine ve Müslüman topluma adayan bir kadındır. Bugünün dağarcığıyla söylersek, onun bireyselliği kolektivite ile hem zaman zaman ayrışan hem de bütünleşen bir mahiyete sahiptir.

Her şeyden önce onun ilk rehberi, ilk öğretmeni ve ilk arkadaşı “âlemlere rahmet olarak gönderilen” bir peygamberdi. Hz. Peygamber onu zorluklar, yokluklar içinde, kendi mücadele ocağında, kendi derin insanî eğitim merkezinde yetiştirmişti. İslam evinin, İslam mektebinin ilk öğrencilerindendi Fatıma. Hatice’nin de sevgisiyle, özeniyle, bilinci ve direnciyle büyümüştü.

O, birçok açıdan örnek bir “kadın”dı.

Babası için çok değerli bir “kız” çocuğuydu.

Annesinin “göz aydınlığı”ydı.

Kocası için, eşi az bulunur bir “eş” idi.

Çocukları için fedakâr ve örnek bir “anne” idi.

Yaşadığı döneme ve toplumuna karşı sorumluluk bilincine sahip bir insandı, “direnişin ve bilincin sembolü” olan Müslümanlardan biriydi.

Sözü burada -Hz. Fatıma hakkında önemli ve etkileyici bir kitap da yazan- Ali Şeriati’ye bırakalım:

“Dedim ki, Fatıma yüce Hatice’nin kızıdır.
Ama baktım ki bu, Fatıma değil.
Ardından Fatıma Muhammed’in kızıdır, dedim.
Fakat bu da Fatıma değildi.
Fatıma Ali’nin eşidir, diyecek oldum.
Ancak gördüm ki, Fatıma bu da değil.
Fatıma Hüseyin’in annesidir, diyeyim dedim.
Ama yine gördüm ki bu, Fatıma değil.
Bir an için Fatıma Zeynep’in annesidir, dedim içimden.
Oysa gördüm ki Fatıma, bu da değil.
En sonunda şu neticeye vardım:
Evet, bunların hepsi doğrudur, fakat Fatıma bunların hiçbirisi değildir.
Fatıma Fatıma’dır!”

Hz. Peygamber’in Yakın Arkadaşı, Hz. Ali’nin Sırdaşı ve Yoldaşı

Hz. Fatıma’nın 609 yılında, bi’setten yaklaşık bir yıl önce doğduğu kabul edilmektedir. İbn Sa’d ile bazı tarihçiler ise Kâbe’nin yeniden inşa edilmesi sırasında, 605’te doğduğunu ileri sürmüşlerdir. Hz. Aişe’den beş yaş kadar büyük olduğunu kaydeden çok sayıda kaynak olduğu için birinci görüş ağırlık kazanmaktadır. Öz kardeşleri Rukiye ile Zeynep’ten küçük, Ümmü Külsum’dan büyük olduğu söylenmekteyse de Hz. Peygamber’in en küçük kızı olduğu daha doğru kabul edilmektedir. Lakabı “parlak, beyaz ve aydınlık yüzlü kadın” anlamında Zehra olmakla beraber “iffetli ve namuslu kadın” anlamındaki Betül lakabıyla anıldığı da görülmektedir.

İlk dönemde yaşayan birçok Müslüman gibi onun da çocukluk ve gençlik yılları hakkında kaynaklarda çok az bilgi yer almaktadır.

Buhari’inin Sahih’inde yer alan; Kâbe’de namaz kılan Resulullah’ın secdeye vardığı sırada omuzlarına müşrikler tarafından bir devenin dölyatağının atılması üzerine genç Fatıma’nın koşarak babasının üzerindeki pislikleri temizlemesi ve bunu yapanlara kızıp söylenmesiyle ilgili aktarım bunlardan biridir. Fatıma, İslam peygamberinin ilk arkadaşlarından biridir yani; İslam davasının ilk savunucularındandır. Bir de kaynaklar onun, Hz. Ali ve annesi Fatıma bint Esed’in yanı sıra Hz. Ebu Bekir’in ailesi ile birlikte Medine’ye hicret ettiği bilgisine yer vermektedir.

İbn Sa’d, Tabakat adlı eserinde, on beş yaşını tamamladıktan sonra onunla önce Hz. Ebu Bekir’in, ardından da Hz. Ömer’in evlenmek istediğini fakat Resulullah’ın her iki teklife de olumlu cevap vermediğini belirtmektedir.

Bilindiği gibi Fatıma’ya Hz. Ali de talip olmuş ve bu istek hem Fatıma hem de Resulullah tarafından kabul edilmiştir. O günlerde yoksul bir delikanlı olan Hz. Ali, mehir verecek kadar malı bulunmadığından Bedir Savaşı’nda ganimetten payına düşen zırhını, bazı rivayetlerde ise devesini ve bir parça eşyasını satarak 450 dirhem gümüş tutarında bir mehir vermiştir. Kaynaklarda, Fatıma’nın pek göz doldurmayan çeyizinden de söz edilir: Bir kadife örtü, içine hurma lifi doldurulmuş deri bir yastık, iki el değirmeni, deriden yapılmış iki su kabı...

Düğünleri, Resulullah’ın Hz. Aişe ile evlenmesinden yaklaşık beş ay sonra 624 yılında gerçekleşmiştir.

İslam davasına birlikte gönül veren, zorluklara birlikte katlanan, Resulullah’ın en yakınında bulunarak ona her konuda yardımcı olan bu insanlar, Medine’de örnek bir çift olarak herkesin sevgisini kazanmışlardır. Kendileri de sürekli koşuşturmalarına ve sıkıntı çekmelerine rağmen, kapılarını darda kalan herkese açık tutmuşlar, sofralarından misafiri eksik etmemişler, bilincin ve inancın yeşerip dal budak saldığı sıcak ve sağaltıcı bir yuva oluşturmuşlardır.

Bazen yoruldukları hatta birbirlerini kırdıkları görülmüşse de hemen birbirlerini bir daha hiçbir şekilde üzmeyeceklerine dair söz vererek özür dilemekten ve gönül almaktan geri kalmamışlardır. İslam dininin sevilip benimsenmesinde, gönülleri kuşatarak yaygınlık kazanmasında böyle güzel birlikteliklerin, temiz ve ölçülü aile yaşantılarının, direnç ve sabır eken, bilinç ve umut aşılayan ocakların çok etkili olduğunu söylemeye bile gerek yoktur.

Fetihte, Mekke’ye Giren Tek Müslüman Kadın

Bizzat Allah’ın son elçisinin gözetim ve terbiyesiyle yetişen Hz. Fatıma, çeşitli kaynaklardaki aktarımlara baktığımızda, babasının hem ahlakına ve cömertliğine hem de konuşma tarzından yürüyüşüne kadar birçok hasletine sahip olmuştur. Kocası kuyudan su çekmiş, o da el değirmeninde un öğütmüştür. Babası gibi o da sade bir hayat sürmüştür.

Uhud Gazvesinde, seçilmiş ve özel olarak görevlendirilmiş on hanımla birlikte gazilere yiyecek ve su taşıyan Hz. Fatıma, aynı zamanda yaralıların tedavisiyle de ilgilenmiştir. Bu savaşta Hz. Peygamber’in dişinin kırılması üzerine yüzündeki kanları temizlemeye çalışmıştır. Kanın dinmediğini görünce bir hasır parçasını yırtıp yakmış, küllerini babasının yüzüne bastırmak suretiyle akan kanı durdurmayı başarmıştır.

Bu güzel nitelikleri nedeniyle Resulullah onu görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından öper, ona iltifat edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Faziletli kadınlar arasında Asiye ve Meryem’in yanı sıra Hatice ile onun adını anardı.

Babası kendi evine gelince Fatıma da onu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı. Hz. Peygamber sefere giderken aile fertlerinden en son Fatıma ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk kez onunla görüşürdü.

Hz. Fatıma, annesi Hz. Hatice gibi, cesur ve özgüven sahibi bir insandı. Doğru bildiklerini ve düşündüklerini yeri gelince söylemekten çekinmeyen biriydi.

Mekke’nin fethinden sonra, daha önce yaptıklarını unutturup bir akrabalık peşine düşen Ebu Cehil’in yakınları, kızları Cüveyriyye’yi Hz. Ali ile evlendirmek istemişlerdi. Fatıma bunu duyar duymaz açıkça tepki gösterdi. Kızdı. Karşı çıktı. Hz. Peygamber de -bu konuda bir haram ve yasaklama olmamakla beraber- onun hassasiyetine saygı gösterilmesini istedi ve bu durumu Hz. Ali ile konuştu. Kendisinin de böyle bir şeyi düşünmediğini belirten Hz. Ali, Fatıma’nın vefatına kadar bir başka kadınla evlenmediği gibi cariye de edinmedi.

Hz. Ali onu büyük ülküler sahibi bir kişi, bir sırdaş ve bir yoldaş olarak görüyordu. Fatıma, Ali’nin sürekli yalnızlığının sığınağı, kimsesizliğinin gizemli ortağı olmuştur aynı zamanda. Yeri gelmişken belirtmek gerekiyor; Fatıma, İslam ordusuyla birlikte Mekke’nin fethine katılan tek Müslüman kadın olarak tarihe geçmiştir.

Hz. Fatıma, beş çocuk annesidir. Hicretin üçüncü yılında ilk çocuğu Hasan’ı, bir yıl sonra da Hüseyin’i dünyaya getirmiştir. Daha sonraki yıllarda da küçük yaşta ölen Muhassin ile Ümmü Külsum ve Zeynep doğmuştur.

Müslüman Toplumun ve Ehl-i Beyt’in Genç Çınarı

Hz. Peygamber’in kızı ve Hz. Ali’nin eşi olması; Hz. Fatıma’yı kibirliliğe, miskinliğe, evine ve içine kapanmaya itmemiştir. Bilakis o, sorumluluk sahibi bir Müslüman olarak yaşamayı daima önemsemiş ve öncelemiştir.

Medine’de Müslüman hanımlarla gücü yettiğince görüşmüş, konuşmuş, dertlerine çare bulmaya gayret etmiş, onlara yardımcı olmak için koşuşturmuştur. Dedikoduları engellemeye çabalamış, çocukların yetiştirilmesine önayak olmuş, hasta ve yaralıların bakımında aktif bir görev üstlenmiştir.

Hz. Peygamber’in her fırsatta onların evine gelerek ikisi arasına oturması, hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi dile getirmesi, onları birbirine bağlamış hatta zaman zaman Resulullah’ı kimin daha çok sevdiği konusunda şakalaşmışlardır. Meşhur bir rivayettir ki Hz. Peygamber; Hz. Fatıma ile Hz. Ali’yi ve çocukları Hasan ile Hüseyin’i abasının altına alarak “Allah’ım! Bunlar benim ehl-i beytimdir, onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl!” diye dua etmiştir.

Bazı Şii kaynaklar, Hz. Fatıma’ya duyulan sevginin ne kadar köklü ve büyük olduğunu, gizemli ve abartılı rivayetlere dayandırarak yaşatmışlardır. Bu rivayetlerin birine göre Hz. Peygamber miraçta bulunduğu sırada kendisine ikram edilen cennet meyvesinden yemiş, Fatıma bu meyveden hâsıl olmuş, Hz. Peygamber o meyvenin kokusunu özledikçe Fatıma’yı öpmüştür. Bu tür olağanüstü anlatımlar söz konusu kaynaklarda fazlasıyla yer almaktadır. Hatta Fecr Suresi’ndeki “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen ondan hoşnut, o da senden hoşnut olarak Rabbine dön!” mealindeki ayette geçen “raziye” ve “marziyye” kelimeleriyle onun kastedildiği bile ileri sürülmüştür.

Resulullah, Hz. Fatıma’ya son hastalığı sırasında Kur’an-ı Kerim’i Cebrail ile her yıl bir defa birbirlerine okuduklarını, bu yıl Cebrail’in aynı amaçla iki defa geldiğini, bunun da vefatının yaklaştığına bir işaret olduğunu söylediğinde Hz. Fatıma ağlamaya başlamıştır. Buhari ve Müslim’de bu sahneler ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. Ayrıca hadis ve siyer kitaplarında Fatıma’yı övüp yücelten ve babasının ona duyduğu sevgiyi dile getiren başka rivayetler de yer almaktadır.

Birçok kaynakta, Hz. Fatıma’nın babasına çok düşkün olduğu ve Resulullah vefat ettiğinde çok sarsıldığı dile getirilmektedir. O kadar ki defin esnasında “Bu eller Resulullah’ın üzerine böyle çarçabuk nasıl toprak atabiliyor, insanların gönlü buna nasıl razı oluyor?” demekten kendini alamadığı belirtilmekte ve günlerce gözyaşı dökmeye devam ettiği söylenmektedir. Bu büyük üzüntü ve acıya rağmen Hz. Fatıma cenaze, defin ve diğer işlerde kocası ile birlikte koşuşturmuş, babasına son görevini layıkıyla yapma konusunda büyük bir çaba sarf etmiştir.

Fedek Olayı

“Fedek Arazisi” konusu, Hz. Fatıma ile ilgili anlatılarda ağırlıklı bir yer tutmakta ve bu eksende yapılan lüzumsuz tartışmalar onun ismini, örnekliğini, mücadelesini gölgede bırakacak boyutlara kadar vardırılmaktadır. Bu konuyla ilgili anlatımların süreç içerisinde abartıldığı, mezhep kavgalarına malzeme edildiği ve şirazesinden çıkarılarak saptırıldığı bellidir.

Hz. Fatıma, Hz. Peygamber’in vefatından bir süre sonra, muhtemelen Abbas b. Abdülmuttalib’in hatırlatması ve desteğiyle, Hz. Ebu Bekir’e giderek Resulullah’ın mirasından kendilerine düşeni istemiştir. Bu miras, Fedek ve Hayber’deki hurmalıklarla Medine’deki bir bahçeden ibarettir. Hz. Peygamber bu arazilerin gelirini amme işlerine, yolcularla misafirlere ve kendi ailesine harcamaktaydı. Hz. Ali’nin adının hiç geçmediği bu olayda, Hz. Fatıma’nın hem yetişkin ve hak sahibi bir Müslüman hem de ihtiyaç sahibi bir fert ve anne olarak Müslümanların emirine başvurması son derece insani ve olağan bir tutumdur. Hz. Ebu Bekir onlara Resulullah’ın, peygamberlerin miras bırakmayacağına dair sözünü hatırlatmıştır. Fakat ailesinin geçiminin eskiden olduğu gibi yine buraların gelirinden sağlanacağını, kendisinin bu araziyi Hz. Peygamber’in yaptığı şekilde bir mütevelli gibi kullanacağını söylemiştir. Orada bulunan bazı sahabilerin de tasdiki ve görüş bildirmeleri üzerine Hz. Fatıma miras iddiasından vazgeçmiş ve evine dönmüştür.

Fatıma’nın, bir peygamber kızı, dahası öncü ve onurlu bir Müslüman olarak bu ortamda bir eziklik hissetmiş olabileceği ihtimal dâhilindedir. Rivayetler doğruysa, Hz. Ebu Bekir’in peygamber sözünü doğrulamak ve Fatıma’yı ikna etmek için başkalarına ve bu arada Hz. Aişe’ye danışması, yani olayın birdenbire dallanıp budaklanarak büyümesi, hiç düşünmediği sıkıntılı bir durumda kalan Hz. Fatıma’nın üzülmesine ve gücenmesine yol açmış olabilir. Nitekim bazı rivayetlere baktığımızda, bir zaman sonra Hz. Ebu Bekir’in de Fatıma’yı zor duruma düşürdükleri konusunda bir üzüntü yaşadığı ve kendisini ziyaret ederek gönlünü aldığı görülmektedir. Dahası Hz. Ali de yönetime geldiğinde bu arazileri Hz. Ebu Bekir gibi kullanmaya devam etmiştir.

“Hz. Peygamber’in soyunu devam ettiren insan” olarak da nitelenen Hz. Fatıma, 22 Kasım 622’de babasının vefatından yaklaşık altı ay sonra, hayata gözlerini yumdu. Öldüğünde gencecikti. 23 yaşındaydı henüz. En büyük çocuğu olan Hasan 7 yaşındaydı. Onun ölümü de herkeste büyük bir üzüntüye yol açtı. Medine bir kez daha sarsıldı.

Muhammed el-Bakır’ın belirttiğine göre Fatıma’yı bitimsiz gözyaşları eşliğinde Hz. Ali bizzat kendisi yıkayıp defnetti. Cenaze namazını da Hz. Abbas ya da Hz. Ali’nin kıldırdığı söylenmektedir.

***

Hz. Fatıma, ümmetin geneli tarafından sevilip sayılan bir kadın olmuştur. İlk dönemlerden itibaren, hakkında çok geniş, devasa bir literatürün oluşması da bunun göstergesidir. Kız çocuklarına verilen isimler arasında onun isminin büyük bir yaygınlık kazandığı açıktır. Mısır’ı merkez edinen ve Kuzey Afrika’da iki yüzyıla yakın bir dönem hüküm süren Fatımiler de kendilerini ona nispet etmişlerdir.

Zaman zaman olağanüstülüklerle de örülen bu sevgi halesinde ve ismi etrafında oluşan geniş ölçekli literatürde; peygamberin kızı olmasının, Hz. Ali’nin eşi olmasının ve Kerbela’da şehit edilen Hz. Hüseyin’in annesi olmasının da etkili olduğunu söylemek gerekmektedir.

Farklı dillerde onunla ilgili şiirlerin, anlatıların, süreç içerisinde yazılan birçok eserin yanı sıra, Süleyman Çelebi’nin kaleme aldığı ünlü (halk arasında Mevlid adıyla şöhret bulan) Vesiletü’n Necat’ın vefat bahsinde de ağırlıklı bir yer tuttuğu görülür.

16. yüzyılda yaşayan ve Şii olan Fuzuli’nin -aslında Kerbela ile ilgili ünlü bir maktel olan- Hadikatü’s Süeda adlı eserinin dördüncü bölümü Hz. Fatıma’ya ayrılmıştır. Eserde onun hayat hikâyesi yer yer manzum parçalar eklenerek genel hatlarıyla işlenir.

Yunus Emre’ye atfedilen şu dörtlüğü de hatırlamakta yarar var: “Kerbela’nın yazıları / Şehit düşmüş bazıları / Fatma Ana kuzuları / Hasan ile Hüseyin’dir.”

Bektaşi dergâhlarında mürşidin postunun sağında Fatıma’yı temsil eden bir ocak bulunur. Bu tekkelerde yapılan evlenme törenlerinde yapılan duada “Bu gençlerin evliliği, Fatma Anamızla Hz. Ali’nin evliliği gibi mutlu olsun.” temennisi tekrar edilir.

15. yüzyıl başlarında yazıya gerildiği sanılan Dede Korkut Hikâyelerinde, üstün ahlaklı kadınlardan söz edilirken, bunların Hz. Aişe ve Hz. Fatıma’nın soyundan geldikleri söylenir.

“Pençe-i âl-i aba” adı verilen elin başparmağı Hz. Peygamber’i, işaret parmağı Ali’yi, orta parmağı Fatıma’yı, yüzük parmağı Hasan’ı, serçe parmağı Hüseyin’i temsil eder. Bu bakımdan, âl-i abanın zikredildiği birçok manzumede Hz. Fatıma da söz konusu edilir.

“Fatma” adı, Anadolu’nun değişik bölgelerinde de yaygın olarak kullanılmakta; bu arada Fadime, Fadik, Fadili, Fadiş, Fatoş, Fato, Fattey şekilleri de kız çocuklarına hâlen ad olarak verilmektedir.

 

KAYNAKÇA:

Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercümesi, Ötüken Yayınları, İstanbul 1989-90.

Muhammed İbn İshak, Siyer, Akabe Yayınları, İstanbul 1991.

Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, Pınar Yayınları, İstanbul

1992.

M. Yaşar Kandemir, Fatıma, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 12, s. 219-220.

Ali Şeriati, Fatıma Fatıma’dır, Dünya Yayınları, İstanbul 2000.

Sibel Eraslan, Can Parçası Hz. Fatıma, Elest Yayınları, İstanbul 2006.

Kadın Oradaydı / Vahiy Sürecinde Kadın Rolleri, Editör: Elif Çakır, Elest Yayınları, İstanbul 2004.

Süleyman Çelebi, Vesiletü’n Necat / Mevlid, Haz: İskender Pala, Kapı Yayınları, İstanbul 2009.

9. Fuzuli, Hadikatü’s Süeda / Erenler Bahçesi, Haz: Servet Bayoğlu, KTB Yayınları, Ankara 1996.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR