1. YAZARLAR

  2. Bahadır Kurbanoğlu

  3. Görsel Medyada Adil Şahitlik Çabası: “Sözü Esirgemeden”

Bahadır Kurbanoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Görsel Medyada Adil Şahitlik Çabası: “Sözü Esirgemeden”

Aralık 2018A+A-

Hilal TV’de üç yıldır yayınlanan Sözü Esirgemeden programı Aralık 2018 itibariyle sona erdi. Sebep, kanalın içine girdiği ekonomik sıkıntılar. Bu ekonomik sıkıntıların arka planında önemli bir etken olarak Türkiye’nin uzunca bir süredir içine girdiği siyasi tercihler ve bu tercihler karşısında Hilal TV’nin konumlanma biçimi var. Bu konumlanış, en başta reklam piyasası olmak üzere, bir TV kanalını ayakta tutan unsurlara etki etmekte. Çok seslilik konusunda iyi bir sınav vermeyen Türkiye siyaseti, farklı eleştirel yaklaşımlar içerisinde olanları da benzer tarzda etkilemekte. Bu yüzden Hilal TV de gerekli tedbirleri alıp bundan böyle -sponsorlu programlar dışında- bant yayınlarla hayatını sürdürmeye çalışacak.

Bir “Sabah Programı” Niyetiyle Başlamamıştı 

Sözü Esirgemeden, her ne kadar başlarda, izleyicilerin gözünde, sabah saatlerinde yayınlanan bir sabah programı olarak görünse de hem kendi içimizde hem de yönetimle konuştuğumuz konu, programın misyonu meselesi idi. Görünürde gazetelerin de okunduğu bir sabah programı olsa da asıl amaç bir gelenek/çizgi/okul haline gelmiş kurumların ortak aklı ve vicdanıyla biriktirilmiş duyarlılıkların daha geniş kitlelerle buluşmasını sağlamaktı. Mademki Rabbimiz bize böylesi bir alan nasip etmişti, o halde gücümüz yettiği oranda ibadi bilinçle bu nimetin şükrü eda edilmeliydi. Şükrün karşılığı da en başta emekten geçmekteydi.

Televizyon önemli bir araçtı. Bir dergi yazısında, web sitesindeki bir haber-analizde, bir makalede, bir insan hakları kuruluşunun basın bülteninde duyarlılık sahibi sınırlı sayıda çevrenin ilgilendiği, haberdar olduğu konuların geniş kitlelerle buluşturulması önemliydi. Aynı zamanda ciddi bir sorumluluk da getirmekteydi.

Canlı yayında konuların işlenmesinin telafisi yoktu. İşlenen konular ortak sorumluluk alanlarımız, savunularımız, ilkelerimiz, olmazsa olmazlarımız ile ilgili olunca, bunları kitlelerle buluşturmanın da ağırlığı artmaktaydı. Dili sade kılmanın önemi kadar, sadece İslami kesimlere değil, farklı toplumsal kitlelere de sesleniyor olmak tecrübenin gelişimi kadar sorumluluğumuzu da artırıyordu.

Yanlış anlaşılmamak kadar, kendini mümkün olan en doğru biçimde ifade etme çabası önemliydi. Çünkü TV kutusu bir aylık dergi yazısından ya da web sitesindeki bir makaleden çok daha hızlı biçimde geri dönüş aldığınız bir zemine sahip. Canlı yayın mesajları almak, ilgili ilgisiz tepkilere alışmak, o tepkileri bir şekilde ve ivedi olarak cevaplamak ve bunu yapmaya çalışırken temsil ettiğinizi düşündüğünüz ortak akıl ve vicdana bir halel gelmemesi için Rabbinize sığınmak, meselenin hem teknik hem de ilkesel ve ahlaki boyutlarını oluşturmaktaydı.

Olguya, Hadiseye, Habere Nasıl Bakılması Gerektiğini İşlemeye Çalıştık

Dergi, dernek, web sitesi, konferans zeminlerinde ortaya koymaya çalıştığımız çabaları ekrana taşımaya çalıştık. Olguya, gelişmeye, habere sebep sonuç ilişkileri, arka plan derinliği, hikmetli kavrayış çabası içinde nasıl bakılması gerektiğini yansıtmaya gayret gösterdik.Nas-olgu ilişkisindeki fehmetme gayretinin önemini; hayata dokunan, insanı etkileyen siyasi konulara doğru bakışın Kur’an okumak, siyer-tefsir çalışmaları yapmak kadar ehemmiyet taşıdığını, daha doğrusu her iki alanın birbirini beslemesine ilişkin gereklilikleri izleyiciye aktarmaya çalıştık. İlk ve acil hedef Müslümanlar olmakla birlikte, geniş kesimleri bu konularda doğru düşünme ve davranmaya yönlendirmeye çalıştık. Hadiselere sadece “haber” gözüyle değil, “sorumluluk alanı” çerçevesinde bakmak gerektiğini, bunun için de ciddi bir emeğin ortaya konmasının kulluk sorumluluğumuz olduğunu fıkhetmeye davet ettik.

Mesela 2015-2016 sezonunda bu konudaki ilk sınavı Suriye meselesine bakışta vermiştik. Özellikle Hilal TV’nin sadık izleyicilerinin bakış açıları bu konularda çok net değildi; elbette toplumun da. Bu meseleye doğru baktırmaya çalışma çabası, beraberinde bu ölçüyü her konuda kullanma fıkhını getirdi. Konu insani, İslami, ahlaki, siyasi boyutlarıyla ağdalı olmayan yalın bir dille izleyiciye sunulmak zorundaydı. Deliller önemliydi, olayların arka plan bilgilerindeki sahihlikleri ispatlamak da. Zamanla bu konuda lehte epeyce yol kat ettiğimizi, aldığımız geri dönüşlerle gözlemledik. Elbette sürekli tekrarın hak hakikat konularında da ne derece önemli olduğunu test etmiş olduk. Sürekli hatırlatmanın, her vesileyle ölçü ve bakış açılarını tekrarlamanın, bunları her konuda işlevsel hale getirmenin önemini tecrübe ettik.

15 Temmuz’dan Sonra Genişleyen Mağdur Sosyolojinin Sesini Duyurmaya Çalıştık

OHAL ve KHK’lar ortamı sınırlı sayıdaki duyarlı İslami kesimleri olduğu gibi Sözü Esirgemeden’i de daha etkili yayınlar yapmaya itti. KHK ile ihraçlar ve bunlara ilişkin kapalı olan yargı yolu; ağır aksak çalışan OHAL Komisyonu; kurum kanaatini yargı kararlarının üzerine çıkaran anlayışın yaygın uygulaması; uzun tutukluluklar, yazılmayan iddianameler, ByLock, cezaevlerindeki hak ihlalleri, FETÖ ile mücadelede yapılan yanlışlar, yargı kararlarındaki keyfilikler, delilsiz hükümler, yanlış kriterler, devam eden 28 Şubat mağduriyetlerine eklenen yeni “İslami terör örgütü” hükümleri; mültecilere dönük hak ihlalleri vs Sözü Esirgemeden’in ağırlıklı konularını oluşturdu.

Hepsinden önemlisi, İslami kesimleri bu konularda hep duyarlı olmaya davet ettik. Bu konularla ayağına taş geldiğinde ya da ateş kapıya dayandığında değil, her daim ilgilenilmesinin gerekliliğini anlatmaya gayret ettik.

Bu konulardaki suskunluğun hatalardan baş sorumlu olan iktidara da zarar verdiği, o meşhur endişe “düşmanın eline koz verme” durumunun böyle daha da pekiştiğini dile getirdik. İktidarı koruma kollama adı altında kamuoyunda serdedilen yaygın kanaatlerin sorgulanmasına gayret sarfettik. Ne derece etkili olduğumuz, sesimizin gereken yerlere ulaşıp ulaşmadığı elbette tartışılabilir ama daha önemli olan husus, Müslümanların bu konularda kaçınılmaz bir şekilde adil şahitlik, iyiliği emr ve kötülükten nehy misyonuyla yükümlü olduklarını hatırlatmak idi.

Adil Şahitlikte Israr

Karınca kararınca, gücümüz mucibince, sesimizin çıktığı kadar, siyaset ve medyanın konuşulmasından/sorgulanmasından hoşlanmadığı -yukarıda özetlediğimiz- konuları gündemde diri tutmaya çalıştık. Yaklaşık -aileleri hariç- dört yüz bin kişinin etkilendiği ve geniş bir mağdur sosyolojisini inşa eden yanlışlar yumağına söz söylemenin ötesinde, bu sosyolojiden tüm kesimleri programımıza misafir ettik, yaşadıklarının duyulması, hissedilmesi için çaba gösterdik. Mektuplarını yayınladık; mesajlarını ekrandan paylaştık. Kamuoyunun maruz kaldığı propagandaya ilişkin panzehir işlevi görmeye gayret sarfettik. Siyasetçilerin sesimizi duymasını istedik ve onlara da seslendik. Bazen üslubumuzu sertleştirdik ki ortaya çıkan vahamet tablosuna ilişkin belki rahatsızlıkları ya da endişeleri oluşur. Onları “Merhameti olmayana merhamet edilmez!”; “Geciken adalet adalet değildir!”; “Şiarınız/siyasetiniz adalet ve merhamet olmalı!”; “Adalet mülkün temelidir!” diyerek ahlaken uyarmakla yetinmedik, siyasetin pragmatik yüzüne de seslendik: “Oy kaybediyorsunuz/kaybedeceksiniz, kendi bindiğiniz dalı kesiyorsunuz!” dedik. Dedik de dedik! Fayda vereceği umuduyla her yeni gelişme üzerinden uyarılarımızı tekrarlamaya çalıştık.

Bu minvalde çabalar gösteren insan hakları örgüt ve temsilcilerini konuk ederek haykırışımızı gürleştirmeye çalıştık. Onların raporlarını ekrandan tane tane göstererek paylaştık. Dünya siyasi tarihinden ve siyerden örneklerle nelerin asla yapılmaması gerektiğini, bir sürecin nasıl yönetilmemesi ve en etkili, faydalı, adil, maslahata mebni şekilde nasıl yönetilmesi gerektiğini bilebildiğimiz/görebildiğimiz ölçüde yansıtmaya çalıştık.

Belimizi en çok büken husus, Aliya’nın dediği gibi, düşmanların “kripto, hain vb” sözleri değil, dostların sessizliği idi.

Mağdurlar Eğitmenimiz Oldu

Hamdolsun ki bu süreçte duyarlı izleyicilerle ortak frekanslar yakaladık. Program hepimizin sesi, soluğu, duyarlılık alanı olmuştu. Konular “bizim konularımız”dı. Çoğu ya merkez medyada yer almıyor ya da geçiştiriliyordu. Ya da hepsinden fenası çarpıtılmaktaydı. O zaman bunları “bizim program”da masaya yatırmalıydık. Programın bir monolog olmaktan daha fazla diyaloğa dönüşmesi sadece programa gelen canlı yayın mesajlarıyla ilgili bir durum değildi. Mail kutumuz, Messenger’ımız, WhatsApp’ımız hem dertleşme hem de karşılıklı bilgilenme alanımızı oluşturmaktaydı.

Gündeme getirdiğimiz konularda ders çalışırken istifade ettiğimiz kesim hukukçular, bilirkişiler kadar, esasen bizzat mağdurların kendisi olmuştu. Onların mail kutumuza attıkları hikâyelerdeki sahici duygular, bilgiler, öğretici olduğu kadar ibretamiz de olmuştur. Yükü artırdığı kadar duyarlılıkları da artırmıştır. Bilgilenme süreçlerini beslediği kadar geceleri uykularımızı da bölmüştür. Çok izlendiği ifade edilen merkez medya kanallarının bu konulardaki sansür ve çarpıtmalarıyla aynı oranda Sözü Esirgemeden’in ısrarla ve inadına konuları gündemleştirmesi, mağdur kesimlerin seslerini programda duyurmak isteme çabalarını artırmıştır. Bizler de onların sesini sadece programda değil, sosyal medyada da program kesitlerini yayınlayarak daha fazla mecraya ulaştırmaya gayret ettik. Hamdolsun.

Nisa 135 ve Maide 8’in Diliyle Hitap Etmeye Gayret Ettik

Özellikle 15 Temmuz sonrası hem siyasette hem de medyada ortaya konan hatalar, bunların eleştirilmesinin engellenip tek seslilik ortamı oluşturma çabaları ve bu hasılanın hak-adalet konularında oluşturduğu kötü iklim ve maalesef ki bu konulara itirazda en önde saf tutması gereken İslami kesimlerin temkinli suskunluğu hem öfkemizi biledi hem de adalet hissiyatı ve ölçümüzün daha diri savunulması için teşvik edici oldu. Bu da beraberinde adalet konusunun sadece ve sadece Rabbin emri ve onun rızasının temini için çaba gösterilmesi gereken bir alan olduğu için tavizsiz davranılması gerektiğine ilişkin duygu-düşüncelerimizi perçinledi.

Asla ve kat’a kavmiyetçi/cemaatçi siyasi ahlak ile değil, Rabbimizin tüm insanlığa indirdiği ölçü mucibince evrensel adalet ilkeleri gereği davranma zorunluluğu, mazluma kimliğini sormamanın insanlar açısından da ne kadar öğretici olduğunu bizlere kavrattı.

Vesayetin Kemalist’ine de muhafazakârına da “la” demeye çabaladık. Sivas ve 28 Şubat İslami davalarında mağdur edilenlerin bitmeyen çilesinden Hizb-ut Tahrir'e yönelik devam eden hukuksuzluklar zincirine; Alparslan Kuytul, Furkan Vakfı ve cemaatine atılan iftiralardan Halis Bayuncuk (Ebu Hanzala) ve Tevhid dergisine yönelik hukuksuz operasyon ve ithamlara; İHYA-DER gibi FETÖ yapılanmasının kumpasa maruz bıraktığı derneklerden HÜDA-PAR’lılara yönelik mesnetsiz delilsiz yargı kararlarına; medyada yargısız infazlarla El-Kaide-IŞİD operasyonu adı altında mağdur edilen gençler ve ailelerden başta KHK’zedeler olmak üzere hukuksuzluğa mahkûm edilen tüm seküler kesimlere de bilincimiz ve gücümüz nispetinde sahip çıkmaya çalıştık.

Bunun, başta Müslüman sosyoloji olmak üzere insanların en fazla ihtiyaç duydukları hissiyat olduğunu, hele ki somut şahitlik/örneklik sergilendiğinde kitlelerin bu yönde kendi duygu ve düşüncelerini yani akidelerini de değiştirdiğini bu program sayesinde gözlemleme imkânı bulduk.

İslami kesimlerin önemli bir kısmının sadece kendi başlarına gelen ile ilgilenme, ‘öteki’yi ise ihmal etmeyi normal gören vebunu meşrulaştırıcı sebepler üreten anlayışları, yerini mazeret üretmeden ilkesel olarak adalete sahip çıkma, hukuku gaspedilenin yanında olma zorunluluğunu -belki icra değil ama- en azından konuşulur kılıyordu.

Bu anlamıyla yaşadığımız yıpratıcı süreçler bazı hayırları da beraberinde getirmiştir ki Sözü Esirgemeden vesilesiyle, evine ateş düşen tüm kesimlerle görüşüp konuşma zemini oluşmuştur. İnsanların vebalı konuma itildiği, seslerini kimsenin duymak istemediği, aksine suskunluğu meşrulaştıran eleştirinin bol keseden sarfedildiği ortamlarda insanların yanında olmanın hayırlı avantajlarından istifadeyle kardeşlerimizle halleşme, eleştirilerimizi samimi biçimde kendilerine iletme fırsatını da elde etmiş olduk. Samimiyetimize güvenen bu kardeşlerle her konuda açık yüreklilikle dertleşip bundan sonrasına ilişkin neler yapılması gerektiği yönünde de faydalı istişareler yaptık.

Hilal TV Yönetimi Cesaretle Arkamızda Durdu

Hilal TV yönetiminin de bu süreçteki hakkını teslim etmek gerekir. Hem gelebilecek eleştirilere cesaretle göğüs germede serdettikleri kararlı tutumları hem de üç yıllık yayın sürecimizde programa -birilerini küstürmeme ya da öfkelerini çekmeme adına- en ufak bir müdahalede bulunmayıp sergiledikleri ahlaki tutum, adil şahitlik noktasında dayanışmanın önemini ortaya koyan bir örneklik olarak görülmelidir. 

Sözü Esirgemeden, Rabbimizin kısa süreliğine bahşettiği etkili bir platform ve nimet oldu. Nimete şükrü layık-ı veçhile eda edip edemediğimiz din günü vereceğimiz hesapta ortaya çıkacak; lakin imtihanımız her platformda devam ediyor. Kapanan kapılar açılacak olan yenilerinin habercisidir belki kim bilir. Bizim hesaplarımızı kuşatan Rabbimizin hesabına her daim teslim olduk. Hedefimiz emek mahsulü ortak akıl ve ortak vicdanla adil şahitliği ortaya koymak olduktan sonra, eldeki her araç bu işin mütevazı ama etkisini/gücünü Rabbimizden başkasının hesap edemeyeceği imkânlarımızdır. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR