Gazze Çağrısı ve Mücadele Gerçeği
Üzüntülerimiz ve sevinçlerimiz, özlemlerimiz ve korkularımız kimliğimizi, hayata bakışımızı yansıtır; bizi başkalarından ayırır, beraberliklerimizin üzerine oturduğu zemini açığa çıkarır. Yedi aya yaklaşan bir zamandır doğal olarak gözümüz, kulağımız Gazze’de. Gazze’den yansıyan dehşet manzaralarıyla dertleniyor, kardeşlerimizin kararlılık ve dik duruşlarıyla iftihar ediyor, sevinç duyuyoruz. Gazze’de Siyonist çetenin icra ettiği vahşet manzaralarını görmezden gelenleri, umursamayanları, üzerinde durmayı gerektirecek bir şey yokmuş gibi tüm bu kan donduran zulümleri geçiştirenleri de şaşkınlık ve ibretle izliyoruz.
Davası Büyük Olanının Derdi, Tasası da Büyük Olur!
Rabbimize hamd olsun bir davamız ve bu dava bilincinin kazandırdığı bir derdimiz var. Hissediyor, üzülüyor ve tepki veriyoruz. Hamd ediyoruz çünkü kardeşlerimizin acısını hissedebilmek, paylaşabilmek bizi dünyevileşmiş insanlardan, duyarsız, umarsız yaratıklardan ayırıyor. Hayatta bir hedefinin, bir davasının olması, dava bilinciyle hareket etmesi insanı gerçek manada insan kılan bir haslettir aksi durum sıradanlaşmaktır, hayatı anlamsızlığa, amaçsızlığa mahkûm etmektir, adeta böcekleşmektir.
Bu zaviyeden bakıldığında acı duymak, kaygılanmak, üzülmek hiç de kötü, terk edilmesi gereken, zararlı vasıflar değil, bilakis insana değer katan, insanın şerefini artıran hasletlerdir. Şüphesiz bu tür elim hadiselerin yaşanmamasını isterdik ama yaşandı, yaşanıyor. Öyleyse bazılarının yaptığı gibi mutlu olmak, rahat etmek, sıkılıp üzülmemek için gerçeklere gözümüzü kapatacak halimiz yok. Bu açık bir sorumsuzluk, vicdansızlık olur.
Bize yakışan ise gerçekleri görüp gereken tavrı almak, kardeşlik ve dayanışma sorumluluğumuzun gerektirdiği çabalara yönelmektir. Bizler hoşlanılmayan, üzüntü, sıkıntı veren vakalara karşı gözünü kapatanlardan değil, kardeşlerinin, mazlum ve mustazafların acılarını yüreğinde hissedip bir nebze dahi olsa sıkıntılarını azaltmak için gayret edenlerden olmalıyız.
Umursamazlık Gibi Ümitsizlik de Haramdır!
Bu noktada mümin kimliğinin gerektirdiği hassasiyet ve perspektifle yaşananları değerlendirmeli ve mutlaka tavır geliştirmeliyiz. Umursamazlıktan da umutsuzluktan da kaçınmalıyız. Umursamazlık sorumsuzluğa yol açar, insani erdemleri öldürür. Umutsuzluk ise karamsarlığı, kötümserliği besler; harekete geçmeyi, çaba sarf etmeyi, mücadeleyi imkânsızlaştırır. Şahit olduğumuz korkunç manzaralar karşısında zayıflık hissetmemiz ve üzülmemiz, dehşetli zalimlikler karşısında zulmü durdurmaya, zalimleri engellemeye yetecek çapta bir şey yapamamanın üzüntüsüyle kahrolmamız anlaşılabilir bir hal olmakla beraber, zayıflığımızı, yetersizliğimizi öne çıkartarak ümitsizlik hislerine kapılmak, elden bir şey gelmiyor çaresizliğine teslim olmak kesinlikle yanlıştır, saptırıcı bir eğilimdir.
Bu bir mücadeledir; kıyamete kadar sürecek bir mücadele. Kitabullah’ta “Fitne kalmayıncaya, din de yalnız Allah'ın oluncaya kadar, onlarla savaşın.” (Bakara, 2/193) buyruluyor. Fitnenin, yani şirkin, yani zulmün tümüyle ortadan kalkması ve kulluğun da sadece Rabbu’l-Âlemin’e hasredilmesi, O’ndan başka ilahlık iddiasındaki güçlerin hükümranlıklarına son verilmesi kıyamete kadar sürecek bir mücadele demektir.
Sürekli Zayıflıktan Yakınarak Güç Kazanamayız!
Hiç kuşkusuz zulmün de zalimlerin de hep olacağını; tağutların, zalimlerin Allah’ın nurunu söndürmek için hiç durmadan tuzaklar kurup saldırganlıklarını sürdüreceklerini, birbiri ardına vahşet tabloları icra edeceklerini biliyoruz. Bize düşen ise her durumda mümin sorumluluğuyla ve dava bilinciyle hareket etmek; asla yılgınlık, bıkkınlık göstermemek; kâfirlerin, zalimlerin saldırılarını püskürtmek için elimizden geleni yapıp Rabbu’l-Âlemin’e sığınmak, O’na tevekkül etmektir.
Sürekli biçimde zayıflıktan, acizlikten şikâyet etmek, hiç durmadan yakınmak, söylenmek bize bir şey kazandırmaz. Ancak bizi daha da mecalsiz, takatsiz kılar. Oysa bizler zayıflığımızın, acziyetimizin farkında olup bunu gidermek için kesintisiz biçimde çaba sarf etmekle mükellefiz. Güçlü, azgın düşmanlarla kuşatılmış olduğumuzun bilincinde olarak sabretmeli, direnmeli ve Rabbimizin yardımına sığınmalıyız. Biliyor ve iman ediyoruz ki O, kadir-i mutlak’tır, O’ndan başka güç ve kudret sahibi yoktur. (La havle vela kuvvete illa billah.) Ve hiç şüphesiz Allah Azze ve Celle’nin yardım ettiğine karşı galip gelecek yoktur. (Âl-i İmran, 3/160).
Zalimler Güçlü Ama Direniş İradesini Kırmaya Muktedir Değiller!
Yaşadığımız hadiselerin, karşı karşıya olduğumuz zulmün çok şedit, İslam ümmetinin zayıf omuzlarına nazaran katlanılması giderek zorlaşan çok ağır bir yük olduğu açıktır. Bu vahim manzara bugün ortaya çıkmış bir durum olmayıp birkaç asırlık kuşatılmışlığımızın, esir edilişimizin bir neticesidir. Dolayısıyla kısa süre içinde giderilmesinin mümkün olamayacağı da ortadadır. Güç dengesi neredeyse tümüyle aleyhimizedir. Egemen güçler adeta hiçbir engelle karşılaşmadan zulümlerini icra edebiliyorlar. Bu manada hiçbir kural, ilke ya da anlaşma ile de kendilerini sınırlamıyorlar.
Ama tüm bu rahatlıklarına, azgınlıklarına rağmen Müslümanların direniş iradesini bastırmayı, yok etmeyi; arzuladıkları düzeni tümüyle tesis etmeyi de bir türlü başaramıyorlar. Allah Azze ve Celle’nin yardımıyla İslami direniş zalimlerin boğazına saplanmış bir kılçık gibi onları rahatsız etmeye, uğraştırmaya devam ediyor; İslam beldelerinde kalıcı bir hâkimiyet tesis etmelerine asla izin vermiyor. Gazze’de de Suriye’de de Keşmir’de de Mısır’da da ve coğrafyamızın tamamında da aynı durumla karşı karşıyayız.
Evet, ağır bedeller ödedik, ödemeye de devam ediyoruz. Kâfirler, zalimler çok büyük yıkımlar, katliamlar gerçekleştirdiler, hâlâ da zulümlerini aralıksız sürdürüyorlar ama Rabbimize hamd olsun İslami direnişi bitirmeye, mücahidlere boyun eğdirmeye, hedefledikleri ortamı tesis etmeye muvaffak olamadılar. Allah’ın izniyle asla da olamayacaklar.
Tam bu noktada mücadelenin geleceğine dair karamsar değerlendirmelerle, spekülatif yorumlarla meşgul olmanın bir hayra yol açmayacağının ve ancak bize fayda sağlayacak, davaya bağlılığımızı, ümmete aidiyetimizi pekiştirecek çabalara yoğunlaşmak gerektiğinin tekrar altını çizelim. Yaşadığımız sürece ilişkin olarak gerek ferdî gerek toplumsal düzlemde dikkat etmemiz, öne çıkartmamız gereken hassasiyetler mevcuttur; bunlara odaklanmalıyız.
Yaklaşık yedi aydır süregelen Gazze şahitliğimiz bizi hayatın mahiyetine dair daha net, daha sahih, daha anlamlı değerlendirmelere ve tutumlara sevk etmiş olmalıdır. Karşılaştığımız dehşetli manzaralar bizi hayatın sürekli bir mücadele içerdiği, ancak Rabbu’l-Âlemin’e teslimiyet ile anlam kazanacağı, izzetli ve şerefli olmak için zulme ve şirke kesintisiz bir tavır almak gerektiği gerçeğini daha net biçimde içselleştirmeye yöneltmelidir.
Gazze Hadisesinin Hayatımıza Yansıyan Sonuçları Olmalıdır!
Bu meyanda önceliğimizin daha konforlu, daha müreffeh bir ömür sürmek, dünyaya dair daha fazla birikim, mal, servet, imkân, şöhret elde etmek değil, bize Rabbimizin rızasını kazandıracak bir hayat yaşamak olduğu hususunda netleşmeliyiz. Birbirlerine bu hakikatleri hatırlatan, sürekli biçimde münkerden nehyedip marufu emreden bir toplulukla beraber olmayı önemsemeli, bu aidiyet bilincini geliştirmek ve yaygınlaştırmak için çaba sarf etmeliyiz.
Gazze’de şahit olduklarımız toplumsal düzlemde de sorumluluğumuzu artırmış, dolayısıyla bizleri daha yoğun, daha kuşatıcı ve sürekli bir eylemlilik geliştirmeye yöneltmiş olmalıdır. Gazze’ye, Siyonist çetenin sürdürdüğü soykırıma ve Gazze’de devam etmekte olan direnişe yönelik protesto ve dayanışma organizasyonları, gündemleştirme-bilgilendirme etkinlikleri, boykot çabaları bu süreçte hem kendi bilincimizde hem de toplumsal tasavvurda konunun canlı tutulması için gerekli araçlardır. Yine bu süreçte dualarımızla ve bilhassa da infaklarımızla Gazze’deki mücadelenin bir parçası olma bilincini yaygınlaştırmalı, mücadelenin ötelerde yaşanan bir hadise olmayıp doğrudan bizim de bir parçası olduğumuz bir dava olarak algılanması için gayret etmeliyiz.
Gazze hadisesine dair yapıp etmelerimizle ilgili olarak ne küçümseyen ne de abartan bir tutum içinde olmalıyız. Müslümanların kardeşlik duygularıyla bir araya gelip attıkları adımlar, yükselttikleri tepkiler elbette değerlidir, anlamlıdır, asla küçük görülemez. Bu çabalar hem ağır saldırı altındaki mazlumlara moral olmakta, yalnız olmadıkları hissiyatını güçlendirerek motivasyonlarını artırmakta hem de saldırgan zalimlerin yalnızlıklarını belirginleştirmeye, giderek daha fazla yalıtılmaya, dünyadan soyutlanmaya doğru gittikleri kanaatini güçlendirmektedir. Bu bilinçle gündelik bazda ve somut etki anlamında ne getirdiğinden bağımsız olarak zulümleri sürdüğü müddetçe zalimleri lanetlemeyi ve onların kaybetmeye mahkûm olduğu gerçeğini haykırmayı sürdürmeliyiz.
Öte yandan yaptıklarımızı yeterli görmemeli, asla abartmamalıyız. Şüphesiz ne yapılırsa yapılsın bu dehşetli zalimlik dizisi karşısında azdır, yapılanlar yetersizdir: Her zaman daha fazlasını yapma, daha çok çaba sarf etme lüzumu vardır. Biz de bunun için çalışmalı, birbirimizi buna teşvik etmeliyiz. Biliyoruz ki tüm yaptıklarımızdan ve yapmadıklarımızdan hesaba çekileceğimiz o dehşetli din gününde Rabbimize mazeret olarak sunabileceğimiz amellere çokça ihtiyacımız olacak. Öyleyse şimdiden bunları artırmak için seferber olmalıyız.
Resulullah (s) “Ölüp de pişman olmayacak hiç kimse yoktur.” buyurunca ashap: “Ya Resulullah, bu pişmanlığın manası nedir?” diye sordular. Efendimiz: “Ölen kişi iyi bir kimse ise iyiliğini artırmadığına, kötü kişi ise günahlardan vazgeçmediğine pişman olacaktır.” buyurdu. (Tirmizi, ‘Zühd’)
Hayırlı Bir Amelden Ancak Ondan Daha Hayırlısı Lehine Feragat Edebiliriz!
Bu süreçte güzel gelişmelere de şahitlik ettik. Yanımızda, etrafımızda pek çok kardeşimizin samimi gayretler içerisine girdiğini, zulme maruz kalan Müslümanlara destek olabilme adına herkesin bir şeyler yapmak için koşturduğunu gözlemledik. Küresel manada yaygınlaşmış günah ve düşmanlığa teşvik ortamına karşın, insanların birbirlerini hayra çağırmaları; duaya, eyleme, infaka teşvik etmeleri güzel gelişmelerdir. Tüm bunlar hayata anlam katan, müminlerin niyetlerini, eylemlerini değerli kılan görüntülerdir. Rabbimiz artırmayı nasip etsin, bu çabaları hepimizden kabul buyursun.
Bu vesileyle bir kere daha hatırlatmakta yarar görüyoruz. Allah için yaptığımız şeyleri gücümüz yettiğince sürdürelim, çoğaltalım, yaygınlaştıralım. Hayır üzere yapılan bir işten, bir uğraştan vazgeçmeyi ancak ondan daha hayırlı bir amel, uğraş söz konusu olduğunda meşru ve mazur görelim; aksi halde o işi asla terk etmeyelim. Çağrıldığımız hayırlı amellere gücümüz yettiğince iştirak edelim; basit mazeretlerle, tembellik ve bencillik kokan kaygılarla sonucunda ecir elde edeceğimiz, kardeşlik duygularımızın pekişmesine vesile olacak çabalardan uzak durmayalım. Gündelik hayatın günah yükünden, bencillik, cimrilik, tembellik gibi zaaflardan bizi uzaklaştıracak, bize Rabbu’l-Âlemin’in hayır kapılarını açacak çağrılara gönlümüzü, gözümüzü ve kulağımızı açalım.
Allah Teâlâ Gazze hadisesini en doğru biçimde hissetmeyi, layıkıyla tefekkür etmeyi bizlere nasip etsin; daha ötesi bizleri ibret alıp hayatında bir değişikliğe vesile kılanlardan eylesin. Şahit olduğumuz bu manzarayı eksiklerimizi görüp giderebilmek için bir fırsat kılsın! Hayata bakışımızda ve ilişkilerimizde daha tutarlı, daha samimi, daha mümince bir tavır geliştirmeyi hepimize nasib-i müyesser eylesin!
