1. YAZARLAR

  2. Ali Yalçın

  3. FETÖ İle Mücadeledeki Zaaflar, 15 Temmuz Direnişine Gölge Düşürmemeli

FETÖ İle Mücadeledeki Zaaflar, 15 Temmuz Direnişine Gölge Düşürmemeli

Temmuz 2017A+A-

Sorular:

1- 15 Temmuz hadisesi Türkiye siyasi ve toplumsal yapısı bağlamında ne ifade etmektedir?

2- 15 Temmuz sonrasında süreci güvenli biçimde yürütme adına başvurulan olağanüstü hal uygulamasının halen devam ettirilmesine nasıl bakıyorsunuz?

3- FETÖ ile mücadele adına devletin idare ve yargı düzleminde takındığı tavrı haklı ve meşru buluyor musunuz?

4- Bu süreç başka türlü yürütülebilir miydi?

5- Tüm bu gelişmeler karşısında İslami camianın tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?


1) Eski Türkiye olarak adlandırılan Türkiye bir vesayet rejimiydi. 2000 sonrası bu rejimde peyderpey değişimler yaşandıkça, vesayetçi iç ve dış odaklarda homurdanmalar başladı. Milletin yeni bir Türkiye’ye doğru başlattığı yürüyüş, bazen bir darbe planı, bazen bir e-muhtıra, bazen yurt dışından çeşitli gerekçelerle yapılan tehdit ve şantajlar şeklinde tezahür eden bariyerlerle engellenmeye çalışıldı.

Bütün bu odaklar her zaman karşısında milleti buldu. Daha önce bu halkın hassasiyetlerini belli ölçülerde yönetime yansıtmaya çalışan, toplumun kendisinden gördüğü, elit oligarşik merkezin yerine çevrenin sesi olmaya çalışan liderlerine sahip çıkamamanın acı neticelerini tecrübe etmiş olan millet bu kez liderlerine sahip çıkmaya kararlıydı. İktidarın da dik duruşuna koşut olarak toplumun 15 yıllık direnişi yeni bir toplumsal siyaseti doğurdu.

Bu yeni toplumsal siyaset, Türkiye’yi 1920’deki referanslarıyla buluşturmaya, Türkiye’yi o doğrultuda yeniden inşa etmeye, yeni bir yönetme biçimi ve devlet-millet ilişkisi inşa etmeye başladı. Türkiye tarihi açısından bu yepyeni bir durumdu. Yüz yıldan uzun bir süredir ilk defa millet, kendi tarihsel kodlarına uygun bir inşanın öznesi olma yoluna girdi.

15 Temmuz darbe ve işgal girişimi, en temelde bu birlikteliği hedef aldı. Zira darbenin arkasındaki güçler, bu birlikteliği kendileri açısından en büyük tarihsel tehlike olarak görüyorlar ve bu birlikteliğin ümmette yepyeni modeller üreteceği korkusunu yaşıyorlardı.

Batı’yı mihver kabul eden her siyaset, ister sağ kapitalist, ister sol sosyalist olsun Batı tarafından kabul edilebilir çerçevede görülürken, mihveri değiştirmeye çalışan siyasetler en büyük tehlike olarak görülmüşlerdir. Türkiye’deki bu gelişmelerin bu tablonun neresine düştüğünü hem sömürgeci emperyalist odaklar hem de millet farkında olarak bu süreç gelişti. Batı ne istemediğini ne kadar iyi biliyorsa millet de ne istediğini o kadar müdrik idi. Ve neticede 15 Temmuz bu çerçevede gelişen büyük kavganın tezahür ettiği bir zemin oldu.

15 Temmuz darbe girişimi gecesi Filistin’den Tunus’a, Suriye’den Doğu Türkistan’a ümmet coğrafyası sabaha kadar, yani darbeciler püskürtülünceye kadar uyumadı ve dualarıyla direnişe destek oldu. Bu da gösteriyor ki halkın sahip çıktığı ‘Yeni Türkiye’ istikameti ulusalcı temelde bir hattı değil, İslam ümmetinin ve “Dünya 5’ten büyüktür!” iradesi çerçevesinde “Başka bir dünya mümkün!” diyebilen insanlığın buluştuğu bir hattı ifade ediyor.

15 Temmuz direnişi bize Türkiye sosyolojisinin zaman içerisinde çok daha bilinçli, ülke ve dünya siyasetini okuyan, riskleri ve imkânları ölçebilen, istikametinin farkında olduğunu gösterdi.

Örgütlü kitleler kadar örgütsüz kitlelerin de bir sevk-i tabii ile sokaklara koştuğu 15 Temmuz gecesi, 1 milyon üyesiyle meydanları dolduran Memur-Sen bu değişimin hem parçası hem şahidi oldu. Şahitliğimiz, anın vacibini yerine getirmenin yanında ve ötesinde kazanımlarımıza sahip çıkma, planları bozma, Yeni Türkiye’yi inşa istikametine ortak olma şeklinde uzun soluklu bir hatt-ı siyaseti, şuuru ve basireti işaret ediyor.

15 Temmuz gecesinin saf ve berrak ruhu, FETÖ’nün ve ideolojik grupların zehirlemesine de OHAL sürecindeki hükümetin zaaflarına da indirgenmemesi ve kurban edilmemesi gereken son derece değerli bir kazanımımızdır. Bu ruhun kaybolması, silikleşmesi, bulandırılması 15 Temmuz direnişine ve şehitlerine en büyük ihanet olacaktır.

2) Türkiye 15 Temmuz’da kanlı ve vahşi bir darbe girişimine maruz kaldı. Yanı sıra uzun zamandır bir koalisyon şeklinde hareket eden terör örgütlerinin yoğunlaşan saldırıları darbe girişimiyle birleşince ortaya ciddi bir beka sorunu çıkmış oldu. Böylesi olağanüstü bir süreci olağan bir süreçle bertaraf etmek mümkün değildi. OHAL böyle bir ihtiyaca binaen ilan edildi. Hiçbir hükümet ülkeyi OHAL ile yönetmek istemez. Çünkü OHAL, bir müddet sonra hükümet tarafından alınan kararların meşruiyetini tartışılır hale getirir. Hükümetin de bunun farkında olduğunu düşünüyoruz. Hükümet çevrelerinin OHAL’i bir fırsat olarak görmekten öte bir zorunluluk olarak gördüğünü, görmesi gerektiğini ifade edelim. Tehlikenin geçip geçmediğini, OHAL’i gerektiren şartların kalkıp kalkmadığını bilemiyoruz. Ancak OHAL sürecinin uzamasının birtakım sıkıntı, mağduriyet ve istismarları beraberinde getireceğini/getirdiğini, meşruluk krizi doğuracağını biliyoruz. Bu durumda, çok zorunlu değilse OHAL’in kaldırılması, normalleşmenin sağlanması taraftarıyız.

Bunların yanında, OHAL’in uzamasını dillerine dolayan kötü niyetli çevrelerin de bizzat OHAL’in kendisini istismar ederek bir siyasi muhalefet malzemesine dönüştürdüklerini de görüyoruz. Fransa’da bir terör saldırısının ardından ilan edilen ve hâlâ süren OHAL’i, adeta OHAL’i sıradanlaştıran ve “hukukileştiren” katı yasal düzenlemeleri görmezden gelmeleri bunun en büyük kanıtıdır.

Öte yandan OHAL’in kaldırılması hükümetin karar vereceği teknik bir meseleyken, OHAL uygulamaları sırasında ortaya çıkan tablo hepimizi ilgilendirmektedir. OHAL’de ortaya çıkan mağduriyetler, millete sıkıntı veren durumlar ve bunların nedenleriyle ilgilenmek şahitlik sorumluluğumuzun bir gereği olarak daha fazla üzerinde durulması gereken meselelerdir.

3) Devletin FETÖ ile mücadelesi gayet haklı, gerekli ve stratejiktir. Gizli ve kirli ilişkileri olan, son derece yaygın, stratejik tüm kurumları ele geçirmiş, emniyet, ordu ve MİT gibi stratejik kurumlara sızmış, hâlâ önemli bir kısmı tespit edilememiş, liderlerine ilahi bir bağlılıkla bağlı, Haşhaşî özellikli bir yapı ile karşı karşıyayız. Üstelik bu yapı defalarca hükümeti devirmeye çalıştı ve sonuncusunda darbe mekanizmasını devreye sokarak ülkeyi kan gölüne çevirdi.

Bunları sürekli aklımızda tutmamız gerekir. Bu yönüyle FETÖ ile mücadele sadece haklı değil aynı zamanda elzemdir. Zira devletin güvenliği milletin güvenliği için gereklidir.

FETÖ gibi yaygın ve gizli bir yapıyla mücadele sırasında elbette çeşitli sebeplerle mağduriyetler, sorunlar, istismar etme çabaları, sulandırma girişimleri olacaktır, oluyor da. Basit bir davada bile adalet terazisinin şaştığı görülebilirken yüz binlerce kişiyi etkileyen böyle bir süreçte elbette zaaflar ortaya çıkacaktır. Belli bir sınır içinde kalmak ve mağduriyetlerin hızlıca giderilmesi iradesi tecelli etmek kaydıyla bu zaafları ve sıkıntıları sürecin hassasiyeti, şehitlerin hatırı, milletin hayrına kabul edebiliriz.

Lakin ortaya çıkan mağduriyetler hem önemsiz sayılamayacak kadar fazla hem de büyük oranda sürecin işletiliş biçiminden kaynaklanmakta. Sürecin işleyiş biçiminin dağınıklığı, ihbar sistemi, somut kriterlerin olmayışı, idarecilerin sürecin parçası kılınması, mağduriyetleri hızlıca giderecek bir mekanizmanın olmayışı, süreci istismar eden ve zehirleyenlerin tespitine yönelik özel bir çalışmanın yapılmayışı maalesef FETÖ ile mücadelenin itiraz edilmesi ve düzeltilmesi gereken yanlarıdır.

Adli ve idari mekanizmaların politize olması, evrensel hukuk ve ahlaki ilkeleri örselemesi bir teamül haline gelirse sadece bugünümüz değil daha büyük boyutlarda yarınlarımız da olumsuz etkilenecektir.

Bizler Memur-Sen olarak, bu süreçten en fazla etkilenen yapılardan biriyiz. Zira kamu çalışanlarının yükünü en fazla omuzlarında hisseden ve mağdur olan kamu çalışanlarının en fazla kapısını çaldığı bir kurumuz. Bu sorumlulukla hareket ederek ortaya çıkan mağduriyetleri hem konfederasyon olarak hem de bağlı sendikalarımızla birlikte basın açıklamaları ve sosyal medya üzerinden ifade ettik. Kimi zaman sözlü kimi zaman da yazılı olarak yetkililere bildirdik. FETÖ ile mücadelede sergilenen hız, mağdurun suçludan ayrılması hususunda da sergilenmezse bu sürecin zehirleneceğini ve 15 Temmuz ruhunun da kaybolacağını her platformda söyledik, söylüyoruz.

Mağduriyetlerin giderilmesi için her düzeyde girişimlerde bulunduk. Bu sorun çözülene kadar da bu sorumluluk ve hassasiyetle hareket edeceğiz.

Bütün bunlara karşın şunu da söylemez isek meramımızı eksik ifade etmiş oluruz. Bugün ortaya bu ölçekte bir mağduriyet tablosu çıkmışsa bile bütün bunların sorumlusunun bu milletin inancını, iyi niyetini ve güvenini istismar eden, darbeye girişecek kadar gözü dönmüş FETÖ olduğunu unutmamalıyız. Bugün bazı kötü niyetli çevrelerin FETÖ ile mücadele sırasında ortaya çıkan bazı olumsuz tabloları gündemleştirerek FETÖ’nün suçunu unutturma, Memur-Sen gibi darbeye direndiği gibi bu süreçte yaşanan mağduriyetlere karşı da mücadele yürüten kuruluşları yıpratma ve hükümeti esas darbeyi yapmakla suçlama yoluna gittiğini, bu bağlamda planlı bir algı operasyonu yaptığını da görmezden gelemeyiz. Hükümet ve sivil toplumun tartışıldığı bir sürece giriyoruz. O nedenle mağduriyetlerin giderilmesi için çalışalım ve itirazlarımızı elbette yapalım ama FETÖ ve çeşitli kötü niyetli odakların oyunlarına da alet olmayacak adil bir şahitliği ve bilgece bir hikmeti gerçekleştirelim.

4) Elbette sonuçlara bakarak konuşmanın kolaycılığının farkında olarak, bu sürecin daha iyi yürütülebileceğini söyleyebiliriz. Ancak mevzunun aciliyeti ve ülkenin içinde bulunduğu kritik durum düşünüldüğünde ortaya çıkan tablonun belli bir oranda anlaşılır olduğunu kabul etmemiz gerekir. Buna takılıp kalmaktansa an itibariyle görünen ve değişmesi gereken şeyler üzerinde durmak ve bunu zorlamak çok daha işlevsel olacaktır.

5) İslami camia 15 Temmuz’da çok büyük bir sınav verdi. Sadece sınav vermekle kalmadı çok büyük bir badire de atlattı. Eğer o gün FETÖ darbesi püskürtülemeseydi, Selam-Tevhid Davası gibi onlarca davayla karşı karşıya gelecek ve soluğu kesilecekti. İslami camia bu sağlam duruşunu bugün de FETÖ ile mücadelenin daha etkili ve aynı zamanda daha sağlıklı yürütülmesi için sürdürmelidir.

Kamuda çalışanların üçte birinin üyemiz olması dolayısıyla bu süreçten en fazla olumsuz etkilenen kuruluşların başında geliyoruz. Ama aynı zamanda sürece en fazla müdahil olan ve mağdurlara hukuki destekler veren, her düzeyde girişimlerde bulunan, bütün il yönetimlerimizle birlikte mesaimizin önemli bir kısmını bu konuya ayıran bir yapıyız. Çok sayıda mağdurun görevine dönmesine vesile olduk. Konfederasyon olarak sadece üyelerimizin değil, yetkili sendika olmamız hasebiyle bütün kamu çalışanları ve ailelerinin sorumluluğunu taşıyor ve buna göre davranıyoruz. Bunu adil şahitliğimizin bir gereği olarak görüyoruz.

Diğer İslami kesimlerin de aynı duyarlılığı ve sorumluluğu hissettiğini düşünüyoruz. Aynı zamanda konunun zorluğunun ve karmaşıklığının birtakım adımların atılmasını güçleştirdiğini de biliyor ve görüyoruz.

Elbette İslami camia adil şahitliğin mücessem hali olmalıdır. Allah, Müslümanları hakkı ayakta tutmakla, adil olmakla, iyiliği emir kötülüğü nehiyle, vasat ümmet olmakla sorumlu tutmuştur. Bu ağır sorumluluğun bilincinde olarak ne siyasi tartışmaların ve ikbal beklentilerinin ne de tarafgirliğin nesnesi olmalı, bilakis bu ülkenin vicdanı, adaletin teminatı, hakikatin savunucusu olarak hareket etmelidir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR