1. YAZARLAR

  2. Yılmaz Çakır

  3. Eleştiri ve Tavsiyeleşmede Özenli Olmak!

Eleştiri ve Tavsiyeleşmede Özenli Olmak!

Nisan 1996A+A-

Sayın Ramazan Yılmaz kardeşimiz,

"Hak ile Tavsiyeleşme" başlığı ile kaleme aldığımız yazımız üzerine sizden gelen mektubu isteğiniz yönünde yayınlıyoruz. Mektubunuzda, tavsiyeleşme umuduyla dergimizde yer alan iki eleştiri yazısıyla ilgili, bir takım itirazlarınızı seslendirmeye çalışmışsınız. Ama bütün iyi niyet ve samimiyetimizle ifade edelim ki, doğrusu eleştirilerimiz anlaşılamamış. Belki de biz meramımızı iyi anlatamadık.

Konunun "kabak tadı" vermemesi için çok kısaca şunları ifade etmek istiyoruz:

1- Dernek ve vakıf kurmak için sistemin müslümanlar da dahil bu coğrafyada yaşayan bütün insanlardan istediği "başvuru ve izin alma" şeklinde cereyan eden prosedür/formalite kuralları, Allah'ı bırakıp tağutu ilah edinmek gibi algılanamaz. Kafirlerden izin almak şekil itibariyledir. Muhteva itibariyle değildir. Tebliğ yapmak, Allah'ı ululamak, tağutu reddetmek arzusu ve eylemi içinde olunması kaydıyla söz konusu izin alma girişimleri tağutu tanımak anlamına gelemez (Bu konuda önceki yazımızdaki örneklerimiz geçerlidir.)

"Dernek ve vakıf kuranların kafirlerin korkusundan emin olma" isteği içinde olduklarını söylemenizin, doğru bir iddia olup olmadığını tekrar düşünün. İzin almak bir korku belirtisi oluyorsa, üniversitede okumaktan, ticaret yapmaya, dergi, gazele çıkarmaya kadar birçok alanda bu korku aranmalıdır. Diyorsunuz ki; "dernek ve vakıfların şahsi, sosyal, ticari olanlar ile davetle ilgili olanlarını ayrı ayrı değerlendiriyoruz" ve yine posta kutuları davet yapılmak için değil adres içindir"

Değerli kardeşimiz, bir müslüman için hayat bir bütün olmalıdır. Hayatı ticari, şahsi, sosyal ve dini diye bölümlemek İslami değildir. Ya İslami davette tağuttan izin(!) almaya hayır dediğimiz gibi, diğer alanlarda da tağuttan izine hayır demeliyiz. Ya da, "izin almayı" basit şekli kalıplara hapsetmekten kurtulmalıyız ki, doğrusu da budur.

Şehirlerin anası ile ilgili görüşümüzü önceki sayımızda ifade ettik. Sanırız iyi değerlendirilmemiş. Şehirlerin anası, başkentlere tekabül edebileceği gibi başkent ilan edilmemiş (örneğin güvenlik gerekçesiyle) diğer şehirlere de tekabül edebilir.

Kur'an'ın vahyi gerçeklerden habersizlere yumuşak, bu gerçeklerden haberli olanlara sert davrandığı hususunda söyledikleriniz de anlaşılmıyor. Verdiğiniz örneklerde ifade yetersizliği olduğunu sandığımız yanlışlar var şöyle ki vahyi gerçeklerden haberli olanlara sert davranma Örneğinde, Hz. Musa'nın gösterdiği tavır Hz. Harun'a değil Samiri'ye yöneliktir ve sertliğin boyutu da ("Defol git" şeklinde) ortadadır. Hz. Harun ise böylesi bir örnek için uygun düşmez. Zira O elçinin yardımcısıdır. Kur'an'ın vahyi gerçeklerden haberli olduğunu beyan ettiği Ehli Kitab'a karşı yumuşak söz söyleme yönünde "Aramızdaki eşit kelimeye gelin" çağrısı ortadadır. Sertlik, vahyi bildirimlere karşı sert olanlara karşı olduğu gibi, bundan da önemlisi müslümanların imkan ve güçleri ile alakalıdır. Bugün için böylesi bir güç ve imkandan uzaklığımız ise ortadadır.

Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, Allah adına kandıranları, tanımlamak için "Belam" ismi uygun değildir. Bu uygun olmayış iki nedenledir: Birincisi Belam ismi/vasfı, muharref kültürlerden İslam'a aktarılmış "zanni" temelli oluşla ilgili iken, ikincisi Belam örneğine kaynaklık eden ayetler, Allah adına kandırmayı değil, dinden çıkmayı ifade etmekte, anlatmaktadır. Kur'an'da konuyla ilgili ayetlere iyice bakıldığında, söz konusu kimsenin İslam'dan çıktığını, düşmanlığını aldatma yönünden ziyade, inkar temelinde ortaya koyduğunu görürüz.

Samiri'ye gelince o Kur'an'da da anlatıldığı üzere Hz. Musa'yı ve Allah'ı reddetmeksizin kutsal değerler adına insanları saptırmaktadır ve bunu yaparken de gayet masum bir şekilde. Aslında bu ortaya koyduklarım, Hz. Musa'nın da rızasına uygundur demeye getirerek "Fakat o unuttu" diyor. Yani burada Hz. Musa'nın adına onun temsil ettiği değerlerin yıkılmak istenmesi söz konusudur.

Kısacası sizin iddia ettiğiniz gibi Samiri peygamberin 'yanıldığını' değil, unuttuğunu söylüyor (20/85-91). Bugün örneklerini sıkça gördüğümüz Allah adına aldatanların metodu da Samiri'nin metodu ile aynıdır. Yine konuyla ilgili olarak ifade ettiğiniz "toplumsal idrak" sözünüzün üzerinde de iyi düşünmek gerekir. Toplumsal idrakin olumlu görülmesi, toplumun yanlış kabullerini onaylamaktan değil, fakat toplumun 'maruf, güzel gelenek ve güzel inanç' çerçevesinde sahip olduklarını önemsemekten onları dikkate almaktan geçer.

Duamız, kısır bir tartışmaya düşmeden aklımızı fikrimizi diri tutarak, acele etmeden, düz mantık kolaycılığından ve şekilciliğinden uzak, Kur'an'ın rehberliğinde yürümek için rabbimizin yardım ve merhametini üzerimizden esirgememesi yönündedir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR