1. YAZARLAR

  2. Ersoy Göveç

  3. ‘Devlet Halkın Mürebbisidir’ Anlayışı Eğitim Mevzuatından Çıkarılmalıdır!

‘Devlet Halkın Mürebbisidir’ Anlayışı Eğitim Mevzuatından Çıkarılmalıdır!

Kasım 2011A+A-

Yeni Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Türkiye’deki eğitim sisteminin nasıl bir insan yetiştireceğine ilişkin Milli Eğitim Bakanlığı kanununda anlamlı bir değişiklik yaparak işe başladı.

652 Sayılı KHK ve Milli Eğitimde Amaç Değişimi

Eski ve yeni kanunun amaç bölümünü inceleyecek olursak, eski kanun eğitimin amacını şu şekilde tanımlamaktadır: “Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, manevi, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve anayasanın ve başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen bunları davranış haline getirmiş, vatandaş olarak yetiştirmek üzere, bakanlığa bağlı her kademedeki öğretim kurumlarının öğretmen ve öğrencilerine ait bütün eğitim ve öğretim hizmetlerini planlamak, programlamak, yürütmek, takip ve denetim altında bulundurmak.”

Hükümetin yayınladığı bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Milli Eğitim Bakanlığının görev tanımı şu şekilde değişti: “Okul öncesi, ilk ve orta öğretim çağındaki öğrencileri bedenî, zihnî, ahlakî, manevî, sosyal ve kültürel nitelikler yönünden geliştiren ve insan haklarına dayalı toplum yapısının ve küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatarak geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim programlarını tasarlamak, uygulamak, güncellemek; öğretmen ve öğrencilerin eğitim ve öğretim hizmetlerini bu çerçevede yürütmek ve denetlemek.

Söz konusu KHK ile Bakanlık merkezindeki birimlerin bir kısmı birleştirilerek azaltılmıştır. Bakan Dinçer, bu değişikliği “Başkan ve genel müdürlerle toplantı yapmak için uygun genişlikte oda bulamıyorum.” diye izah ederken bürokrasideki hantallığa dikkat çekmekte.

Milli Eğitim Bakanlığı öğrenci, öğretmen, idareci, bürokrat sayısı ile devasa bir kurumdur. Bazı idari tasarruflarla Bakanlıktaki birimleri birleştirerek Ankara güdümlü merkeziyetçi yapıyı değiştirmenin mümkün olmadığı açıktır. Ancak yine de Bakanlık bir ilk adım olarak taşra/il teşkilatlarına neşter vurarak işe başlayabilir. Mesela bu çerçevede il milli eğitim müdürlükleri tasfiye edilebilir. Zaten ilçe milli eğitim müdürlükleri bunu yürütmekte ve gerekli personeli bulunmaktadır. Okulların temizlik, bakım-onarım ve ayniyat işleri tamamıyla belediyelere devredilebilir. Nasıl Adalet Bakanlığında merkezde işlerin yoğunlaşmaması için Bölge İdare Mahkemeleri kuruluyor ise MEB’de de bölgesel ihtiyaçlara ve farklılıklara uygun bir örgütlenme denenebilir.

Tek-Tipleştirme Siyaseti Terk Edilmelidir!

“Bir millet efradı ancak BİR terbiye görebilir. İki türlü terbiye bir memlekette iki türlü insan yetiştirir.” (Cumhuriyet Döneminde Eğitim, s. 45, MEB Yayınları, No: 91, İst., 1983)

“Vahdeti his ve fikir dairesinde ilerlemeye memur olan Maarif Vekâleti müspet ve müttehit bir maarif siyaseti takip edecektir.” (A.g.e., s. 45)

Alıntıladığımız bu satırlar Saruhan mebusu Vasıf Bey ve arkadaşlarınca Tevhid-i Tedrisat Kanunu teklifini içeren yasa tasarısının gerekçelerinden. Merkezî bir planlamayla tek-tip bir eğitim şeklinden bahisle, bunun merkezden en ücra köşelere kadar tüm okullarda uygulanmasının gereği ifade ediliyor. Bugün neredeyse tüm taraflarca eleştirisi kabullenilen/kabullenilmiş gibi gösterilen tek-tipleştirme siyaseti Cumhuriyetin en başından beri ısrarla ve açıkça savunuluyor.

His ve fikir birliğini sağlamak milli eğitim siyasetinin öncelikli ve nihai hedefi olarak görülüyor. Bu bakış açısı tüm MEB mevzuatına sirayet etmiş ve yerleşmiştir. Sadece Temel Kanun’un amaçlar bahsini değiştirmekle, “kendini halkın mürebbisi gören devlet” anlayışının değişmeyeceği açıktır. Bu nedenle tüm alt mevzuat bu değişiklik ekseninde en ince detayına kadar taranmalı ve değiştirilmelidir. Özellikle resmi tören uygulamaları öğrencileri, personeli kalıba sokma ve protokole yemin tazeletme işlevi görmektedir. Bu sebeple tek-tipleştirme siyasetinin en somut göstergelerinden biri olan tören yönetmeliği acilen kaldırılmalıdır. Ulus devlet ve ulus kimlik güdümünde vatandaş imal etmeyi öncelikli misyon edinmiş bu dayatmacı anlayış ve yapılanma terk edilmeden kalıcı adımlar atmak mümkün değildir. “Ulu önder, yüce devlet ve asil ulus” çerçevesinde seyreden eğitim politikalarının yerine çocukların ve ailelerinin talep ve beklentilerine açık, dünyayla gerçekçi ilişki kurabilecek geniş ufka sahip insan yetiştirecek politikalara imkân tanınmalıdır. Yeni yapılan değişiklik bu bağlamda olumlu bir başlangıç olarak görülebilir.

Yeni Bakan, Yeni Dönem mi?

Milli Eğitim Bakanlığına atanan Başbakanlık eski Müsteşarı ve Çalışma eski Bakanı Ömer Dinçer, akademisyen kökenli bir bürokrat. Çalışma Bakanlığı ve Müsteşarlık dönemindeki icraatları dolayısıyla (özellikle kamu yönetimi yasa taslağı ile) MEB’de bürokrasinin azaltılması ve eğitim reformu üzerine kamuoyunda ciddi beklentiler oluştu. Beklentilere karşılık vermek üzere adımlar atılmaya başlandı da denebilir. Önceki bir yazımızda Milli Eğitim Temel Kanunu ile YÖK Kanunu’nun değiştirilmesi gerektiğini ifade etmiştik. Bakan ilk icraat olarak bu kanunu değiştirmiş ve gizli anayasalı, ‘Kırmızı Kitap’lı dönemden kalma metni ortadan kaldırmıştır. Yeni metinde resmi ideolojik ifadelerin (Türk milleti, Atatürk milliyetçiliği, Atatürk ilke ve inkılâpları) olmamasını da ayrıca büyük bir olumluluk olarak değerlendirebiliriz.

Derse Girmeyen Ek Ders Alamayacak

Bakanın derse girmeyen personelin ek ders alması gibi bir saçmalığı gidermesi önemli fakat eksik bir adımdır. Zira bu muhasebe cinlikleriyle ek ders ile ek mesai kavramları kamuoyunda aynı algılanmakta, öğretmen fazladan derse girmiş gibi düşünülmektedir. Aslında zorunlu girilen, girilmekte olan derslerin bir kısmı ek ders ismiyle maaştan ayrıştırılarak, emekliliğe esas maaş düşürülmekte ve ikramiye de kesintiye uğratılmaktadır.

Bakan eğitim bürokrasisinin derse girmeden ek ödeme alarak ek ders aldıklarını görmüştür. İlk göze batan çelişkiyi fark etmiş ve kaldırmıştır. Yeni getirilen yasada şu ifade yer almaktadır: “Öğretmen kadrolarında bulunan ve fiilen öğretmenlik yapanlar (örgün ve yaygın eğitim kurumlarındaki öğretmen unvanlı kadrolarda fiilen yöneticilik yapanlar dâhil) haricindeki Bakanlık merkez ve taşra teşkilatı personeline, fiilen yapılmayan ders karşılığı ek ders ücreti ödenmez.” Bundan böyle öğretmen olmayanlar ek ders adında bir ödeme almayacaklardır. Doğru olan ise ek ders diye bir olgunun tamamen kaldırılması ve maaşa katılmasıdır. Ki önceki uygulama da budur. Ayrıca Bakan Dinçer, Sicil Amirleri Yönetmeliğini de yürürlükten kaldırmıştır ki bu da performansa dayalı bir anlayışa ve yönetime geçmenin zemini olarak okunabilir. Bununla birlikte Ödül Yönetmeliği de kaldırılmış, bozacılar şıracılar birbirini ağırlar düzenine son verilmiştir. Her sene aylıkla ödüllendirilen personel ile bunu ömrü boyunca ağzıyla kuş tutsalar göremeyecek olanlar ikilemi yürürlükten kaldırılmıştır.

Eğitimde Kademeleştirme ve Kesintisiz Eğitimin Sonlandırılması

Eğitim sisteminde Tanzimat’tan beri süregelen bir çalışma ve farklılaşma söz konusudur. İptidai-ilkokul, idadi-ortaokul, sultaniye-lise, darülfünun-üniversite diye yapılan ayrımlar hep eğitimi kademeleştirme çalışmalarının yansımasıdır. Tabi burada hangi kademe için kaç yılın uygun olacağı, geçiş şartları, hazırlık sınıfları vs. değişik tartışmalara sebep olmuştur.

18. Milli Eğitim Şurasında Eğitim Bir-Sen’in teklifi üzerine kabul edildiği belirtilen karara göre, eğitim süreleri 1 yıl okul öncesi eğitim, 4 yıl temel eğitim, 4 yıl yönlendirme ve ortaöğretime hazırlık eğitimi, 4 yıl ortaöğretim olmak üzere zorunlu eğitimin 13 yıl olacak şekilde düzenlenmesi öngörülmüştür. Yani 1 sene anaokulu ve 4 sene ilkokul ile birlikte 5 sene temel eğitim oluyor. Sonrasında kesintisiz eğitim dayatması kaldırılırsa eğer öğrenciler başka bir eğitim kurumunda orta öğretime hazırlık olarak 4 yıl eğitim görebilecektir. Sonrasında tercih ettiği veya puanla kazandığı okulda (lisede) okuma imkânına sahip olabilecektir.

Bu öneri temel yaklaşımı itibariyle olumludur. Ancak ilkokul 4. sınıfı temel eğitime dâhil etmeyip anaokulu ve ilkokul 3 sene birlikte değerlendirip 4 sene temel eğitim olması önerisi değerlendirilmelidir. Zira okuma-yazma, davranış eğitiminin ön plana çıkması ve henüz soyutlama yapılamayan dönem özellikleriyle bu yaş grubu öğrenciler bir ortaklık oluşturmaktadırlar. 4, 5 ve 6. sınıf öğrencileri yönlendirme eğitimi içinde düşünülebilir. Böylece ilköğretim 7 ve 8. sınıflar orta öğretime kaydırılmış olacaktır. Ergen psikolojisi yaşayan 7 ve 8. sınıf öğrencileri ilköğretimin diğer sınıflarından bariz farklılıklar taşımakta ve ilköğretimin en önemli sıkıntı noktalarından birini oluşturmaktadır. Özce kademelendirme şu şekilde de olabilir: 1+3+3+5 (anaokulu 1 + temel eğitim 3 + yönlendirme eğitimi 3 + lise tercihe göre ön lisans dâhil 5)

Eğitim sisteminin kademelere ayrılmasında birçok faktör etkili olmaktadır. Öğrenci/çocuk psikolojisinin evreleri, eğitim müfredatının kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri, ülke genelindeki eğitim binalarının ve eğitim ortamlarının imkânları bu faktörlerden bazılarıdır.

Hâlihazırda ilköğretim 1-5. sınıflarda sınıf öğretmenliği esastır. Aksine mani bir durum olmadıkça bir sınıf öğretmeni 1. sınıf öğrencisini okutmaya başlar ve 5. sınıftan mezun ederek ilköğretim 6. sınıfa gönderir.

İlköğretim 4 ve 5. sınıflarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, İngilizce, Beden Eğitimi gibi derslere varsa branş öğretmeni giriyor.  18. Eğitim Şurası kararının şimdiki fiilî uygulamadan ilk farkı sınıf öğretmenlerinin 5. sınıflara girmeyecek olmasıdır. İkinci olarak da 4. sınıfı bitiren öğrenci, eğer kesintisiz yasası kalkarsa bulunduğu okuldan başka bir okula devam edebilecektir. 28 Şubat sürecinde 5+3 olsun, eğitim kesintili olsun talepleri şimdi 4+4 olsun, yine kesintili olsun şekline dönüşmüştür.

1+3+3+5 şeklinde formüle edilebilecek teklifte ise en bariz fark; sınıf öğretmenliğinin 1-3. sınıflara has kılınması olacaktır. Ya da sınıf öğretmenliği 2 kategoriye bölünerek ilk derece sınıf öğretmenliği (1-3. sınıflar) ve ikinci derece sınıf öğretmenliği (4-6. sınıflar) şeklinde düzenlenebilecektir. Böylece eğer esnek bir geçiş olursa sınıf öğretmenleri 6. sınıfa girebilecek; (Ki, bu durumda 2. derece sınıf öğretmenlerinin eğitimi ve sertifikalandırılmaları öncelikli olmaktadır.) ilköğretim 7 ve 8. sınıflar lise eğitiminin bir parçası olup 5 seneye çıkarılabilecektir. Şu an hazırlık dâhil liseler 4 senedir. Şunu da değerlendirmek mümkün ve gereklidir ki, ilköğretim 8 yıl, lise hazırlık dâhil 4 yıl, anaokulu da 1 sene olarak eklenirse bir çocuk üniversiteye gidinceye kadar 13 sene okumaktadır. Öğrendiği, kazandığı değer ve alışkanlıklar, bilgiler ve de sosyalleşme vs. hep birlikte değerlendirdiğimizde bu süre gereksiz ve uzundur. Daha kısa zamanda, bu verilenleri (hatta daha fazlasını) kazandırma imkânı vardır. Öncelikli olarak 2 yıllık ön lisans eğitimini de dâhil ederek 13 yıl doldurulmalıdır. Yani lise ve ön lisans eğitimi birleştirilebilir toplam süre ise kısaltılabilir. Böylece bütün öğrenciler için boşlukta kalan 2 sene kurtarılmış ve kazanılmış olacaktır. 

Eğitimin Ekonomik Boyutu

Tartışılan konulardan biri de piyasa ve eğitim ilişkileridir. Anayasada ilköğretimin 8 yıl zorunlu, kesintisiz ve parasız olduğu ifade ediliyor. Öğretmen maaşlarını karşılamak dışında okullara bütçeden kayda değer bir para transferi olmamaktadır. Temizlik, bakım ve tamirat işleri okul idarelerince velilere dönülerek karşılanmaktadır.

Okul aynı zamanda ekonomik bir işletme/birimdir. Bu birimin giderleri bir şekilde karşılanması gerekmektedir. Bunun ne şekilde karşılanacağı ve ne tür bir yapı öngörülmesi gerektiği güncel bir tartışma olarak önümüzde durmaktadır. Belediyelerin devreye girmesi, bağışların zorunlu ve sürekli hale getirilmesi gibi seçenekler bulunmaktadır.

Köklü Çözüm Olmazsa Oyun Oynanır!

Okulların temizlik ihtiyaçlarının İl Özel İdareleri vasıtasıyla, hizmet alımına göre özel şirketlerce karşılanması yoluna gidilmektedir. Çalışma ücretleri okul yönetimlerince karşılanan bu hizmetlilerin sigortaları devlet tarafından karşılanmaktadır. Zaten okullarda çalışan hizmetlilerin çoğu tam çalışıp kısmi sigortalı veya hiç sigorta yapılmadan çalışan kişilerden oluşmaktadır. Okulların (zorunlu) bağış toplaması hususuna gelecek olursak burada tam bir çifte standart söz konusudur. ‘Tavşana kaç, tazıya tut’ oyunu oynanmaktadır. Burada kamuoyu önünde çok boyutlu bir ilişki ve oyun dönmektedir.

Bazı okullar özellikle kent merkezlerinde olanlar öğrenci kayıtlarında binlerce lirayla ifade edilen kayıt parası almaktadırlar. Kayıt yaptırabilmek için çoğu veli de buna çoktan razı olmaktadır. Bu zorunlu bağışları verip kaydını yaptıran veya hiç kayıt yaptıramayanların şikâyetleri ile konu bakanlık yönetiminin önüne gelmektedir. Onlar da velilerden kayıt parası alınmaması gerektiğini belirten yazılar yazmakta, kamuoyu önünde de okul idarecilerini tehdit edip uyarmaktadırlar. Devam eden fiilî uygulamaya karşı da teftiş sistemiyle önlem alınmaya çalışılmaktadır.

Bakanlık görevine atanır atanmaz Ömer Dinçer, bağış alınmaması hususunda sert yazılar yazarak idarecileri baskı altına almaya çalıştı ve müfettişlerle olayın üstüne gitti. Bakan bu tür beyanatlar verip yazılar yazarken okul yönetimlerine okulun eksiklikleri, tamir, boya, bakım vs. ihtiyaçlarını gidermelerini isteyen yazılar valilikler aracılığıyla gönderilmekteydi. Okul yönetimlerine bu ihtiyaçların muadili bir ödenek de tahsis edilmediğinden konu özellikle büyük şehirlerde eğitim sendikalarınca protestolara neden oldu. Bakan resmi ya net olarak görememekte ya da köklü çözüm üretecek bir yaklaşımdan kaçınmaktadır.

Devlet tüm okulların zorunlu harcamalarını bütçesinden karşılayamamaktadır. Dolayısıyla devreye bir başka kurum ve kuruluşun girmesi mümkün ve gereklidir. Bu noktada en etkin kurum olarak il ve ilçe belediyeleri gözükmektedir. Bu seçenek belki okulların halka açılması yönünde bir işlev de görebilecektir. Okullarda okul aile birlikleri harcama kararlarına yeterince ortak olamamaktadır Bu birliklerin yönetimlerinin sadece velilerden oluşması seçeneği de değerlendirilmektedir.

Okul İdarelerinin Mahiyeti ve Elektronikleşemeyen Kırtasiyecilik Anlayışı

İdareci olan öğretmenlerin bir müktesep hak olarak bu statülerini emekliliklerine kadar devam ettirebilme imkânı söz konusudur. Bu durum verimliliği ve kaliteyi düşüren önemli bir faktör olarak karşımızda durmaktadır. Hatırı sayılır müdür/idareci eski skolâstik, dogmatik, tek parti anlayışı ve zihniyetinin devamcısı bir rol üstlenmişlerdir. Sınavlı ve seçimli adaletli bir rekabet ortamı ve objektif bir liyakat ölçme sistemi içerisinde idareci olmayan, siyasi tavassutla bu makamlara getirilmiş kişiler, zaman içerisinde kendilerini yenileyemedikleri için genellikle öğretmen ve diğer idareci personelin bilgi ve donanımlarının gerisinde kalmaktadırlar. Bu yöneticiler yeni açılan yöneticilik sınavlarına dahi girme gereği duymamakta ve idareciliği müktesep hak görerek çalışmaya devam etmektedirler. Çoğu kitap, dergi, gazete okumayan, mesleki gelişmeleri takip etmeyen bu yöneticiler, spor toto-loto kültürüyle oyalanan insanlardır ki; kendilerine hayrı dokunmayan bu insanların başkasına nasıl hayrı dokunsun. 10 liranın arka yüzündeki ünlü matematikçi Cahit ARF’ın varlığından dahi haberdar olamayacak kadar içinde yaşadığı ülke ve toplum gerçeklerinden kopuk, okey masalarından kalkmayan bir yönetici profili nasıl olur da öğretmenine, okuluna ve öğrencisine vizyon, şevk ve istikamet kazandırabilir.

Okul idareleri, eğitim ve öğretim hayatının zenginleştirilmesi, verimli ve kaliteli bir eğitim ortamı kazandırılmasına öncelikle mesai harcayamamaktadırlar. Çoğu okulun kadrolu hizmetlisi ve memuru olmadığından bunları bulmak ve bu ihtiyaçları karşılamak da okul idarelerinin omuzlarına bindirilmektedir. Müdür yardımcıları memur olmuş, hantal bürokrasinin evrak ihtiyacını karşılamak için enerji tüketmektedir. Öyle hantal ve ağır işleyen bir devlet ve eğitim bürokrasisi vardır ki yapılan bir iş ve işlemin uygunluk ve onay yazısı iş ve işlemlere başlandıktan veya bunlar bittikten sonra ancak yetişebilmektedir.

Bu hantallık, yavaşlık ve verimsizlik, öncelikle mevzuatın zorlaması ve sınırlandırmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin elektronik ortamda gönderilen/gönderilebilecek bir yazının beş gün içerisinde yazı ile teyidini gerektiren mevzuatın kaldırılmasıyla işe başlanabilir. Islak imza, elektronik şifreyle aşılabilir ya da elektronik ortamdaki yazının evrak nüshası bir nüsha ile sınırlandırılarak diğer kurumların evrak çoğaltma, gönderme ve biriktirmesinin önüne geçilebilir.

Sınıf Nasıl Bir Ortamdır?

Öğrenciler 6 dersi dört duvar arasında geçirmeye zorlanmaktadır. Ders zili çalar ve bahçede, koridorda kimse kalmaz. Kapılar kapanır, öğrenciler tıkılırcasına sınıflara kilitlenir. 40 dakika dışarıya çıkılmaz. Dört duvarla birlikte bu sıkı kurallar mahkûmluk ve cezaevi olgularını anımsatmaktadır. Sınıf olgusu çocukların psikolojik beklentileri göz önünde bulundurularak yeniden tanımlanmalıdır. Sınıflar tek düze olmaktan kurtarılmalı ve çeşitlendirilmelidir. Hatta okul bünyesinde spor, müzik, edebiyat, doğa ortamları olabilmeli, öğrenciler enerjilerini atabilecekleri, yeteneklerini olumlu yönde kanalize edebilecekleri imkânlarla donatılmalıdır. Sınıfların derslere göre düzenlenmesi yoluna gidilmeli. Branş derslerinde her dersin bir sınıfı olmalı, branş sınıfı o dersin araç ve gereçlerine göre dizayn edilebilmelidir.  Sınıf öğretmenlerinde de ihtiyaçlar için ilgili birimler tahsis edilebilir. Okul dışı kurumlara karşı okul idareleri genel bir güvensizlik içerisindedirler. Okula yardım almak için bile il-ilçe müdürlüğünün bilgi ve onayı gerekir. Okulda açılacak bir mescitte ilgili ders neden işlenemez? Namaz sonrası kapılarına kilit vurulan camiler öğrencilere neden açık tutulmaz acaba? Müze, tiyatro, spor kompleksi, hayvanat bahçesi gibi alanlara teşvik edilen öğrencilerin cami ve mescitlerden ısrarla uzaklaştırılmasının sonu ne zaman getirilecek acaba?

Anasınıfları da özellikle ilköğretim bünyesinde olanlar genelde tek bir odadan müteşekkildir. Çocuklar gün boyu aynı mekânı kullanmaktadırlar. Bu da beraberinde verimsizliği, ilgisizliği ve giderek bıkkınlığı getirmektedir. Müstakil anaokulları donanım ve sınıf ortamları açısından daha imkânlı olmasına rağmen sayılan ortam çeşitliliği yönünden daha da geliştirilmeleri gereklidir. Çocukları dört duvar arasında vakit geçirmek zorunda bırakmayacak bir çeşitlilik sağlanabilir. (Spor, edebiyat, oyun ve doğa ortamları, dini içerikli eğitim vs.)

İlköğretim 1. sınıflarda günlük 40 dakikadan 6 ders öğrenci için fazla olmaktadır. Teneffüsler için 10 dakika yetersiz kalmaktadır. Öğretmenler için 5 dakika erken çalan zil de teneffüsü 5 dakikaya düşürmektedir. Bu da çocukların enerjilerini atmaları ve sosyalleşmeleri için yetersiz kalmaktadır. Beslenme teneffüsü (20 dk.) ise ancak yeterli olmaktadır. (Yine 5 dk. öğretmenlere verilir.)

Haftada 1-3. sınıflarda 5 saat serbest etkinlikler dersi teneffüsle birleştirilerek uzatılabilir. Zaten bu ders, çoğu okulda imkân ve bölüm yetersizliğinden dört duvar arasında işlenmeye devam etmektedir.

Resmi Törenler Yönetmeliği Kaldırılmalıdır!

Ulusal ve resmi bayramlarda yapılacak törenler yönetmeliği, eğitimi resmi ideolojik kalıplara göre yönlendirmenin usul ve esaslarını göstermektedir. Atatürk büst ve anıtlarına çelenk koyma töreni, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin okunması, Gençliğin Atatürk’e Cevabı gibi ritüeller, yönetmelikle bakanlıkların merkez ve taşrada hangi ulusal günde ne ile mükellef oldukları ayrıntılarıyla belirlenmektedir. Bu törenler merkezde Ankara’da ve illerde tüm bürokratik unsurların katılımıyla gerçekleştirilmekte ve bu programlara öğrenciler de hazır bulundurulmaktadır. Mevzuat, resmi ideolojinin taşıyıcısı olarak halen yürürlüktedir!

Ulusal ve Resmi Bayramlarda Yapılacak Törenler Yönetmeliği ile MEB Bayrak Törenleri Yönergesi kutlanacak törenlerin neler olduğu ve ne şekilde kutlanacağını ayrıntılarıyla belirlemiştir.  01.10.1981 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Törenler Yönetmeliği 12 Eylül cuntasının damgasını taşımaktadır. Yeni anayasa ile 12 Eylül Anayasası çöpe giderken onun alt mevzuatının da yerinde durması derin bir çelişki olacaktır.

Törenlere, müfredat/eğitim dışı iş ve işlemlere yönelik yoğun mevzuatın hedefi nedir? Tüm tören uygulamaları eğitimin zorunlu ayrılmaz bir parçası olarak görülemez. Bu mevzuatın öncelikli hedefi resmi ideolojiyi görünür kılıp yaygınlaştırmak ve fiilî bir toplumsal meşruiyet tabanı oluşturabilmektir  

Eğitim Sorunları Üzerine Notlar

* Kültür Bakanlığına bağlı olarak işletilen il ve ilçelerdeki halk kütüphaneleri maalesef yeterli sayıda okuyucuyla buluşamamaktadır. Bir kişinin özel olarak kütüphane açması da neredeyse mümkün olamamaktadır. Bu alandaki Kültür Bakanlığı tekeli kırılmalı, Milli Eğitim Bakanlığı da kütüphane işinin bir paydaşı olmalıdır.

* Bakan Dinçer, anasınıfı tuvaletlerinin ayrılması konulu bir yazı göndermiştir. İlköğretimin kesintisiz olması, ergen ve ergen olmayan öğrencilerin de değişik yöntemlerle tuvaletlerinin ayrılması yoluna gidildiği bilinmektedir.

* Müdür yardımcılığı lağvedilip, lise mezunu olup büro yönetimi vb. konularda eğitim almış kişilerin bu hizmeti yapmaları sağlanabilir. 90 bin yöneticinin olduğu Türkiye’de 60 bin müdür yardımcısı bulunmaktadır. Öğretmen müdür yardımcılığına kaydırıldığından hem kendileri atıl kalmakta hem de öğrencilere dersleriyle faydalı olabilecekken bürokratik evrak gibi ihtiyaçların karşılanması için yarı memurluk yapmaktadırlar. Aldıkları eğitim ve yaptıkları iş arasında ciddi bir uyumsuzluğun olduğu açıktır. Genelde öğretmenlikten, öğrencilerden ve sınıftan kopmak isteyenler idareciliği düşünmektedirler. Öğretmen ihtiyacının giderilmesinde bu teklif öncelikle değerlendirilmeli, personel arasında emek ve tecrübe kaybının önüne geçilmelidir.

 * İlköğretim 8. sınıfların seviye belirleme sınavlarına girdiği dönem lise sonların üniversiteye girdikleri süreç kadar kritik bir dönemdir. Aldıkları SBS puanlarına göre okul tercih etmekte, yedek listeler oluşturulmakta ve 4-5 kez bu yedek yerleştirilmeler çalıştırılmakta ve öğrenciler daha üst tercihlerine yerleştirilmektedir. Yalnız bu tercih periyodu, eğitim almamış veliler için takibi güç bir süreç olduğu gibi olayın teknik boyutu ve rehberlik boyutu yanında tercih ve kişisel değerlendirme gerektiren boyutu da söz konusudur.  Dolayısıyla öğrencilerin doğru yerleştirme sorunu yaşadıkları gözlenmektedir.

* “Andımız” dayatmasının kaldırılması talebi toplumda her geçen gün yaygınlaşmaktadır. Ancak Eğitim-Sen, ant konusunda çelişkili beyan ve tutumlarda bulunmaktadır. Eski Genel Başkan Zübeyde Kılıç ant dayatmasının kaldırılması için tavır belirlerken, Eğitim-Sen adına kamuoyuna açıklama yapan bazı yöneticiler statükocu bir refleksle resmi ideolojiyi ve ırkçı andı savunmaktadırlar.

* Müslüman camiada Özgür-Der, Mazlumder, Özgür Eğitim-Sen ve Eğitim Bir-Sen yoğun bir şekilde eğitimle ilgili taleplerini, sorunlarını toplumun gündemine taşımaktadırlar/taşımalıdırlar. Eğitim sendikaları üyelerinin çıkar ve beklentilerini karşılamaya uğraşırken makro ölçekte zayıf ve cılız kalmaktadırlar. Hükümetle girilen çıkar ilişkileri bağımsız ve özerk kimlikli mücadeleyi zedelediği oranda zararlıdır. Bir eğitim sendikasının öğretmen camiasına vereceği mesaj “Çıkarı olan buraya gelsin!” olmamalıdır. Hükümet değiştiğinde öğretmen, çıkarının başka bir sendikada olduğuna kanaat getirirse ne olacaktır? “Biz lobicilik yapıyoruz!” denilerek hak ve adalet taleplerine dayalı mücadele anlayışı terk edilmemelidir. Müslüman kimliğimizin bir gereği olarak talep ettiğimiz hususların pazarlıklarla esneyebilecek, salt dünyevi bir çıkar ve beklenti olmadığı, Allah’ın rızasına uygun bir hayat amaçlandığı her daim akılda tutulmalıdır.

* Okullarda yasal dayanağı bir türlü uydurulamayan başörtüsü yasağını büyük bir gayretkeşlikle uygulayan bazı okul idarecilerinin, ortada yasal bir zorunluluk olarak gözüken çoğu hususu kendi inisiyatifleriyle atladıkları gözlenmektedir. Açık ilköğretim sınavlarında idari işgüzarlık sergileyerek başörtüsüzlüğü dayatmaktadırlar. İlahiyat kökenli olduğu halde, çoğu okulda uygulanmayan ve bu yönde üst makamlardan kati bir bildirim de almayan bu insanların yasağı uygulama gayretkeşliği insana şaşkınlık vermektedir. Bu tür insanlar ruhlarını şeytana satan yaratıklar gibi kraldan çok kralcı davranmakla kimin kulu olmaktadırlar? Acı bir gerçek olarak ifade edildiği gibi, maalesef baltanın sapı “biz”den çoğu kez.

* Anaokulu eğitimi, taşımalı öğrenciler için Bakanlık tarafından zorunlu görülmemektedir. Bakanlık merkez ve taşra bürokrasisi, sorumluluğu okul yönetimlerine atarak, el altından anaokulu öğrencilerini taşıtıyor. (Velilere ve şoföre de tutanak imzalatıyor.) Ama bu öğrencilere diğer taşımalı öğrencilere tanınan haklar verilmiyor. Yani günlük yemek ihtiyaçları karşılanmadığı gibi taşımalı araçları güvenceli olarak kullanma hakkı da verilmiyor.

* Okul servis araçları hizmet yönetmeliğine göre özel ve resmi okullara öğrenci taşıyan otobüsler nispeten daha sıkı kurallara tabidir. Köylerinde okul olmadığından veya kesintisiz eğitim dolayısıyla taşımalı merkez okullara taşıma yapan otobüslerin aynı kurallara tabi olmaması “Devlet, işi ucuza getirmek için başkalarına koyduğu kuralları kendine muaf tutmakta mıdır?” sorusunu akla getirmektedir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR