1. YAZARLAR

  2. Hasan Soylu

  3. Çözüm Süreci, Hangi Güzergâhtan Hangi Menzile?

Çözüm Süreci, Hangi Güzergâhtan Hangi Menzile?

Aralık 2014A+A-

Çözüm süreci adı verilen olgu arızalı bir aracın arada bir yüklenip itilmesine benziyor. Araba biraz gidip duruyor, sonra “hele bir omuz atalım” deniyor ve tekrar itiliyor, bir müddet sonra yine duruyor. Nereden baktığınıza bağlı olarak bu serencamı iyi ya da kötü şeklinde değerlendirmeniz mümkün. İkide bir stop etmesinden ötürü “Bu arabanın bu yolu aşacağı yok!” diye umutsuzluğa kapılmanız da “Düşe kalka da olsa ilerliyor.” diye sevinmeniz de mümkün!

Kazanım ve Risk

Süreç uzadıkça ve farklı faktörlerin devreye girmesiyle karmaşıklaştıkça beklentilerin de farklılaştığı görülüyor. Öyle ki, çözüm süreci ile neye çözüm arandığının ve neyin çözülmeye çalışıldığının dahi belirsizleştiği, bulanıklaştığı bir ortam doğmuş halde. Türkiye devletinin Kemalist ideolojik yönlenmeyle giriştiği ulusal kimlik inşasının doğurduğu dışlayıcı, yok sayıcı tutumun bir tezahürü olarak ortaya çıkan Kürt sorununun aşılmasına matuf çözüm önerileri ve adımları ile PKK’yla yürütülen müzakerelerin iç içe geçmesinin ortaya derin bir güvensizlik tablosu çıkardığı görülmekte.

Bilhassa çözüm süreciyle birlikte PKK’nın Kürdistan coğrafyasında giderek daha mütehakkim bir pozisyona oturması ise geniş bir kesimde zaten bir hayli derin olan güvensizliği kaygıya, hatta korkuya dönüştürüyor. Ve maalesef katedilen mesafeye bakıldığında bir yandan çatışma olgusunun dondurulup, kan akmasının önüne geçilmesinden ötürü sevinirken, öte yandan netleşen tahakküm olgusu karşısında sürecin devamına ilişkin olarak iyimserliğinizi korumanın hiç de kolay olmadığına kanaat getiriyorsunuz.

Çözüm süreci bu ülkenin çok farklı kesimlerine, bilhassa da resmi ideolojik şablonlarla yıllardır uyutulmuş, aldatılmış, kafalarını kuma gömmüş çevrelere, toplumsal-siyasal hayatın her aşamasında Kürt kimliğinin inkârının, aynen diğer kimliklerin inkârıyla ilgili olarak, acilen vazgeçilmesi gereken bir dayatma olduğunu kabul ettirmekle önemli bir iş başardı. Milliyetçi-devletçi kirlilikle on yıllardır zihinleri dumura uğratılmış, adalet duyguları örselenmiş kesimler nezdinde sağlanan bu gelişme paha biçilmez bir kazanım, çok ileri bir adımdı. Velev ki, hiçbir şey elde edilmemiş sayılsa dahi çözüm sürecinin ağır aksak da olsa bunu sağladığı inkâr edilemez. Ne var ki, aynı sürecin aynı anda PKK hareketini Kürt halkının biricik temsilcisi ve muhafızı konumuna oturtma yanlışına ve siyasetsizliğine kapı araladığı da görmezden gelinemez. 

Gelinen noktada PKK’nın kendisi dışındakilere karşı belirginleştirdiği otoriter yaklaşımı ve Kürt halkının tümüne ilişkin olarak giderek daha buyurgan ve totaliter bir tutuma yönelmesi sürecin AK Parti Hükümeti açısından çift yönlü bir bıçağa dönüşmesi riskini de ortaya çıkarmış görünüyor.

Hükümet yetkililerinin her fırsatta tekrarladıkları ama altını dolduramadıkları ve giderek boş bir retoriğe dönüşen “sürecin çok başarılı adımlarla sürdürüldüğü” söylemi alanda somut verilerle desteklenemez ve gidişatın PKK’nın inisiyatifine bağlı olarak şekillendiği algısı kırılmazsa bu durumun bir yandan bölgede PKK tahakkümünü beslerken, ülke genelinde ise milliyetçi tepkileri kabartarak hükümeti çifte zarara uğratması kuvvetle muhtemel görünüyor.

Bu noktada AK Parti Hükümetinin kaybetmesinin siyasal bir kadronun elinin zayıflamasından öte, Kürt sorunu gibi derin yaralara yol açmış bir soruna ilişkin toplumun genelinde nispeten daha adil ve dengeli bir yaklaşımın seslendirilmesi çabalarının akamete uğraması tehlikesini barındırmakta olduğu görülmelidir. Tayyip Erdoğan’ın şahsına duyulan ve bilhassa da İslami bir çizgiyi temsil etmesinden ötürü beslenen güvene bağlı olarak toplumun geniş kesimlerince sahiplenilmiş görünen, en azından büyük bir itirazla karşılanmayan çözüm süreci belirsizlik girdabında debelendikçe çözümsüzlük duygusu pekişecek ve kardeşlik ruhu çift taraflı olarak tahrip olacaktır.

Çözüm Girişimi Yeni Sorunlar Doğurmamalı!

Çözüm süreci namıyla yürütülen siyasal projenin en temel handikabı yolun sonunda varılmak istenen, hedeflenen menzilin neresi olduğunun muğlaklığıdır. Tarafların ‘çözüm’ kavramından ne anladıkları, kavramın içini nasıl doldurdukları belirsizdir. Bu belirsizlik doğal olarak kitlelere de aynı şekilde yansımakta ve kaçınılmaz olarak kırılganlığı beslemektedir. Devletçi söyleme sahip kesimler çözüm ile PKK’nın tümüyle silahı bırakıp, sınırlı bazı haklar elde ederek devlete tümüyle biat etmesini beklerken, Kürt milliyetçiliğini benimsemiş kesimlerse bayrağıyla, sınırlarıyla, marşıyla ve yönetici kadrolarıyla etnik temelde ayrı bir otorite tesisini hayal etmektedirler.

Menzil ile alakalı belirsizlik, doğal olarak güzergâha dair de boşluklar doğurmakta, birbirinden çok farklı yolculuk hesaplarını ortaya çıkarmaktadır. Öyle ki, süreç dâhilinde sağlanan bir olumluluk, elde edilen bir kazanım varsa bunun kimin sayesinde ve kim tarafından elde edildiği çok temel bir ayrışma konusuna dönüşebilmektedir. Neden? Çünkü ulaşılan bir olumlu zeminin ya da ortadan kaldırılan bir engelin devletin inisiyatifiyle mi, yoksa PKK’nın mücadelesiyle mi elde edildiği konusu sadece geçmişe dönük bir vefa meselesi olmayıp, Kürt halkının geleceğinde temsille ilgili bir konum belirlemektedir.

Bu açıdan PKK sürekli biçimde Kürt halkının maruz kaldığı zulümler, haksızlıklar, eşitsizliklere karşı mücadele vermiş bir hareket olma iddiasıyla kendisine halkın temsilcisi, muhafızı payesi verirken, aynı ruh haliyle kendisini Kürt halkının itaat etmekle yükümlü olduğu biricik meşru ve haklı otorite konumuna oturtmaktadır. Şüphesiz bu zemini sadece propaganda yoluyla değil, şiddeti temel araç haline getirerek inşa etmeye çalışmaktadır.

Şiddet her durumda tayin edicidir, asıl güç sahibinin kim olduğunu ve kime itaat edilmesi gerektiğini belirler, sınır çizer. Bu yönüyle bazen kalekol yapımını protesto, bazen heykel dikme, bazen okul kapama misillemesi şeklinde boy verirken, kimi zaman da “Kobani hadisesi” örneğinde görüldüğü gibi aynı anda hem gövde gösterisi hem de kitlesel sindirme çabalarına kaynaklık etmek üzere başvurulan bir araç olma özelliği taşır.

İrade Şart!

Çözüm süreci suçlamalar, tehditler, ardından zorlayarak da olsa varılan uzlaşmalarla devam ettirilmeye çalışılırken, karşılıklı güvensizlik zemininin aşılması pek mümkün görünmüyor. Tarafların kolayca restleşebildiği ama aslında kimsenin geri çekilme şansına sahip olmadığının herkes tarafından gayet iyi bilindiği bir süreç bu! Tarafların “mecbur değiliz” açıklamaları masada koz olmaktan öte bir anlam taşımıyor. Aynı acıların yeniden yaşanmaması için gerek taraflar, gerek ülkenin bütünü sürecin devamına mecbur!

Bununla birlikte sürecin sağlıklı yürümesi için bazı tedbirlerin alınması şart. AK Parti Hükümeti, son zamanlarda yetkili konumdaki hemen herkesin ısrarla altını çizdiği “kamu güvenliğinin her halükarda sağlanacağı” vaadini somutlaştıracak adımları atmak zorunda. Bu bağlamda girişilen yasal düzenlemelerin ne sağlayacağı şimdilik belirsiz ama daha önemli olan şey bu yönde bir iradeye sahip olunması.

Hükümetin bir irade zaafıyla malûl olduğuna dair algı toplumun geniş kesimlerinde güçlenmiş halde. Bu algıyı sadece sert sözlerle yıkmaksa mümkün değil. Bilhassa Kobani bahanesiyle ortaya konan barbarlık ve vandalizm bu beklentiyi çok daha yakıcı bir ihtiyaç haline getirmiş durumda. AK Parti Hükümetinin sürecin toplumun geniş kesimleri tarafından giderek daha kuşkulu biçimde karşılandığı gerçeğini dikkate alarak adım atması elzem. Hükümet bu irade ve ciddiyetle davrandığında muhatabının da şımarıklığı terk edip, daha ölçülü ve makul bir tutum sergileyeceğini görecektir.    

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR