1. YAZARLAR

  2. Yılmaz Çakır

  3. CIA ve Yerli Şubeleri

CIA ve Yerli Şubeleri

Ocak 1997A+A-

Amerikan emperyalizminin kuşattığı bütün ülkelerde, o ülkelerin halklarında nefret ve korku karışımı duygular uyandıran üç harflik kısaltılmış bir ad vardır: CIA. Bu kuruluşun amacını Amerikan kapitalizminin ve şirketlerinin menfaatlerini diğer ülkelerde her ne şekilde olursa olsun sağlama ve devam ettirme yönünde çaba göstermek şeklinde özetleyebiliriz.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra İngiliz emperyalizminin gücünü yitirmesi ile birlikte, doğan boşluğu doldurmaya yönelik olarak ortaya çıkan Amerikan emperyalizmi, buna uygun araç ve kuruluşları oluşturmada da gecikmedi. Soğuk savaşın başladığı yıllarda 1947:de, ABD Başkanı Truman, Merkezi Haber Alma Teşkilatı adı altında ClA'i kurdu. Böylelikle dünyanın en vahşi ve terörist örgütü kurumlaşmış bulunuyordu. Bu hususta 1970 yılında 12 yıl CIA'de çalıştıktan sonra ayrılan John Stokvvel'in şu sözleri yeterince aydınlatıcı olmalı: "Amerikan senatosunun yaptığı bir araştırmaya göre 1961'den bu yana CIA bir kaç bin gizli harekata girişmiş bu harekatların çoğu kanlı olmuş ve toplam 3 milyon kişi öldürülmüştür, öldürülenlerin çoğu da Ruslar ve Komünistler değil mazlum 3. Dünya halkları olmuştur."1

Amerika'da özellikle savaş yıllarında devlet yönetiminin önemli noktalarına, tekellleşmiş büyük şirketlerin adamları yerleşmiştir. Ve süreç içerisinde bu büyük şirketlerin etkinliği giderek artmıştır. Amerikan sanayisinin yarıdan fazlasını elinde bulunduran üç beş şirkettir dense mübalağa edilmiş olmaz. Rockpfeller, Morgan, Mellon, Du Pont gibi tekelci şirketler bunlardan en önemlileridir. Amerika'nın ve ona hakim şirketlerin azami derecede kâr elde edebilmelerinin yolu ise dünya egemenliğinden geçmektedir. Bu konuda 1946 yılında Başkan Truman'ın kongrede söyledikleri anlamlıdır: "Dünyanın en güçlü devleti olarak üzerimize düşen görevleri yerine getirmeliyiz. Hedefimiz uluslararası olayların gelişmesine en büyük ölçüde etkide bulunmaktır."2

Artık Amerika tekelci şirketlerinin çıkarları doğrultusunda kendisine yön vermeye koyulmuştur. Çok uluslu şirketlerinin genişleme, yaygınlaşma ve dünyayı sömürgeleştirme çabalarının sadece CIA'in kendi başına gerçekleştirmesinin imkansızlığı ortadadır. Bu hususta CIA'e yardımcı olarak düşünülmüş yerli işbirlikçi kuruluşlar da olacaktır.

Emperyalist ABD'nin kanlı eli CIA yabancı ülke istihbarat kuruluşlarıyla dolarların belirleyici olduğu bir düzlemde sürekli İlişki içinde olmuştur. Yabancı ülkelerde çoğu, satın alınmış politikacı, bilim adamı, bürokrat, ekonomist ve askerler vardır. CIA bir çok kişi ile, ortak kampta ve aynı amaç dahilinde hareket etme iddiası ve görüntüsü ile ilişki kurar ve onlara Amerikan hükümetiyle kendi hükümetlerinin amaçlarının aynı olduğu, dost ve müttefik iki ülkenin menfaatlerinin çakıştığı ve dolayısıyla CIA'e bilgi, belge aktarmanın pek de mahsurlu olmayacağı teziyle yaklaşır. Bunda çoğu kez de başarılı olur.

Amerika ve onun suç örgütü CIA, çoğu kez eylemlerinin meşruiyetini Komünizm düşmanlığı yapmakta aramıştır. 1957 yılında Başkan Eisenhower kongreye daha sonraları kendi adıyla anılacak bir mesaj sunuyordu. Mesajında özetle şöyle diyordu: Amerika Ortadoğu ülkelerine Komünizm'e karşı çıkmak ve Amerikan çıkarlarını korumak için ekonomik ve askeri yardım yapmaya hazırdır. Başkan gerekirse bu hususta bölge ülkelerini Amerikan silahlı kuvvetlerini de kullanarak koruma vaadinde de bulunuyordu3.

Bu Mesaj aynı zamanda Amerika'nın Ortadoğu'ya girişinin ilk adımını ve çerçevesini de oluşturuyordu. Esasen Emperyalist istek ve hedefleri "Komünizm öcüsünden" çok önce çizilmiş bulunan Amerika için öcü bulmak zor bir şey de değildir. Düne kadar bu yolda Komünizm'den yararlanan Büyük Emperyalist bugünkü konjonktürde aynı maksatla hedef tahtasına İslam'ı koymuştur. Nato'nun düşman renk olarak kırmızıdan yeşile dönmesi de bunun izahıdır.

Amerika İçin aslolan dünya hakimiyetidir. Dünyanın efendiliğinin kendilerinde olduğu inancı sanki ilahi iradenin isteği gibi sunulmaktadır. Amerika'lı bir senatörün şu sözleri tamamen bu anlayışı yansıtmaktadır: "Daha soylu daha erkek insanlardan doğan, daha yüksek uygarlıklar önünde alçak uygarlıkların ve çürümekte olan ırkların ortadan kalkması Tann'nın sınırsız tasarısının bir parçasıdır. Tutacağımız yol bizim için çizilmiş bir kaderdir. Dünya ticareti bizim olmalı ve olacaktır"4.

Kendi emperyalist irade ve isteklerini Tann'nın iradesi olarak sunan bir devletin bütün dünyayı köleleştirmek için çalışmasından daha tabi ne olabilir. Bu husustaki çaba ve çalışmaların boyutunu 1964 yılında ABD Başkanı Johnson'un şu ifadeleri yansıtmaktadır: "Geri kalmış ülkelerde yeni bir örgütlenme içindeyiz. Şu anda 344 ekibimiz 47 ülkede iç savaş taktiklerini öğretmekle meşgudür"5.

Kirli İşlerde Yerel Ekipler

Amerika'lı "ekiplerin iş başında olmadığı ülke hemen hemen yok gibidir. Nikaragua'dan İran'a, Dominik Cumhuriyetlerinden Şili'ye kadar birçok ülkeyi karıştırmak, yapabilirse o ülkelerin meşru yönetimlerini devirmek CIA'in en temel varlık sebebi olmuştur. CIA sadece Latin Amerika yada Ortadoğu ülkelerinde oyunlarını sahnelemez. Avrupa'daki Nato'ya bağlı ülkelerde de bu marifetlerini sürdürür. İlk olarak 1948'de İtalya'da, ortaya çıkıp sonraları varlığı deşifre olan "Gladio" Örgütleri Nato'ya bağlı bütün Avrupa ülkelerinde Amerikan çıkarlarının nasıl gizli ilişkiler dairesinde sağlandığını da gösteriyordu. Bürüksel'deki Nato merkezinin örgütlediği bu gizli ilişkilerin, İtalya'da olduğu gibi Mason locaları ile de irtibatlı olduğu öğreniliyordu. Bu ilişkilerde ise CIA yerli örgütlerin (gladioların) hizmetine karşı milyonlarca dolar aktarmaktan çekinmiyordu. CIA'nın Avrupa gladiosuna aktardığı para 200 milyon doların üstündeydi6.

Amerika, yabancı ülkelerdeki elçilik ve konsolosluk binalarını, Nato üslerini ve kuruluşlarını o ülkelerin içişlerine karışmak için kullanmaktan geri kalmamıştır. Bu hususta İran'da İslam devriminin sonrası, Tahran'da müslüman öğrencilerin gerçekleştirdikleri elçilik baskını ve bu baskının sonucu ele geçirilen belge ve bilgiler aydınlatıcı ipuçları vermiştir.

Zamanı geldiğinde kullanmak üzere her ülkenin önde gelen kişileri ile ilgili bilgileri dosyalamak onların bilinmeyen özelliklerini, zaaflarını öğrenmek, skandallar çetelesini tutmak, CIA'nın bilgi toplama çalışmalarının çerçevesi ve maksadı ile ilgilidir.

Bir dönem CIA da çalışan Richard Bissel adlı ajan, ClA'nın kişi ve kuruluşları etkilemede başvurduğu metodlardan önemli birinin de etkilemek istediği kimselerin adına İsviçre bankalarına para yatırmak olduğunu söylüyor7.

ClA'nın metodları arasında şantaj ve komplonun apayrı bir yeri vardır. Hanry Cammil adlı Amerikalı bir gazetecinin yazdıkları bu açıdan ilginçtir: "Sabotajın her çeşidi, terör, organize edilmiş çapulculuk hareketi, hedef olarak alınan ulusların türlü yollardan irsad edilmesidir. Bu taktikler ihtiyaca göre değişebilir... Girişilen birçok maceranın "hoş" tarafları halkoyuna güzelce duyurulduğu halde, "kirli" yanları ya gizlenir, ya da sıkı Amerikan disiplini altında yetiştirilen Amerikalı olmayan ajanlara iş gördürmek suretiyle yapılan "kirli iş" meydana çıktığı zaman inkar edilir"8.

Amerika'nın suçüstü yakalandığı durumlarda inkar yoluna sapması sık karşılaşılan olaylardandır. Misal olarak 1986 yılında Amerika, Nikaragualı karşı devrimcilere silah taşırken yakalanan bir CIA ajanının söylediklerinin gerçeği yansıtmadığını iddia edip "kirli iş"ten yakayı sıyırmaya çalışmış suçu inkar etmiştir9.

CIA'nın istasyon şeflerinden Alb. John Stoekuel'in sözleri CIA sabotajlarının vehametini gözler önüne sermektedir. Söz konusu şahıs bir dergiye şunları söylemiştir: "Son kırk yıl İçinde CIA'nın gizli operasyonlarında 3 milyon kişi ölmüştür"10.

Bu kanlı operasyonlardan bir kısmı bizim ülkemizde de gerçekleştirilmiştir. Taksim'deki kanlı 1 Mayıs olayları, Çorum, Maraş olayları bu tür olaylara örnektir.

CIA'in muhalif kişilere ve kuruluşlara komplo kurması da olağan işlerdendir. Muhtemelen Hasan Fehmi Güneş olayı bunlardan birisi olarak görülmelidir.

Askeri ve ekonomik yardım misyonları, elçileri, ticaret şirketleri, bankaları, askeri üsleri, kültür servisleri, medya kuruluşları, hastaneleri ve dinleme ağlarıyla Amerika ilişkide bulunduğu "dostlarını" onların iç ve dış politikalarını rahatlıkla etkilemekte ve belirleyici olabilmektedir.

ABD Yardımları ve Uşaklık

ABD Türkiye'ye ilk olarak 1945 yılında Başkan Truman'ın kongreye sunduğu bir mesajla adımını atmıştı. Sovyetler Birliğine karşı Türkiye ve Yunanistan'ın hamiliğini yapma iddiası taşıyan Truman'ın mesajı 1947 yılında, Türkiye ile yapılan bir "yardım anlaşması" ile hayata geçiriliyordu.

Söz konusu bu antlaşmayı Türkiye'nin Marshall yardımından yararlandırılması ve Türkiye'nin Nato'ya kabul edilmesi antlaşmaları takip etmiştir. Bundan sonra da iki ülke arasında çeşitli gizli açık antlaşmalar gerçekleştirilmiş ve Amerikan jandarmalığına doğru yola çıkılmıştır.

Yardımlar Amerika'nın kurduğu "dostane" ilişkilerin her zaman kılıfı olmuştur. Kimi zaman askeri kimi zaman ekonomik görüntülü gerçekleşen yardımlar, baskı ve denetleme gerekçesi olarak ortadadır. Esasen Amerika'da bu yardımların amacını gizlememiştir. Ünlü "Johnson Mektubu" bu durumu özetlemektedir: "Askeri yardımlarımızın asıl amacı az gelişmiş ülke askerlerini ABD İdeolojisine göre yetiştirmek ve onlardan gelecekte gerektiğinde o ülke yönetiminde yararlanmaktadır11 denilen mektup fazla söze gerek bırakmamaktadır.

Yardımların diyeti olarak Amerikan esaretine girmemiz istenmiş ve bu da büyük ölçüde sağlanmıştır. Amerika için, ilişkide bulunduğu ülkelerin özellikle silahlı kuvvetleri ile ilgilenmek hayati bir önem taşımaktadır. Her yıl birçok ülkeden subay ve polis yetkilileri, kurs ve eğitim faaliyetleri çerçevesinde Amerika'ya gider. Burada "İstikbal vaad edenler" CIA'in özel ilgisine mazhar olurlar. Bu konuda 1967 yılında Amerika'da savunma bakanlığı görevinde bulunan Mc Namaranın kongre konuşması ibretamiz bir örnektir. Bakan şöyle demektedir: "Birleşik devletlerdeki ve yabancı ülkelerdeki askeri okullarımızda, eğitim merkezlerimizde eğittiğimiz subaylar, Amerikalıların ne yapmak istediklerini ve nasıl düşündüklerini gayet iyi bilen kimseler olup, liderlik mevkiinde bulunmalarının ne kadar önemli olduğunu belirtmeye gerek duymuyorum. Böyle kimselerden dost edinmenin değeri ölçülemeyecek kadar fazladır12.

Yine Amerika'nın resmi kayıtlarına kadar geçmiş bulunan şu ifadeler konuyu yeterince aydınlatmaktadır: "Askeri yardımların amacı, general ve amirallerin iktidarı devralmak üzere yetiştirilmeleridir"13.

Arjantin'den Elsalvador'a, Peru'ya, Ekvator'a kadar; Tayland'dan Filipin'e. Güney Kore'ye kadar birçok ülkede seçilmiş yönetimlerin askeri yönetimlerce devrilmeleri Amerikan çıkarlarının ordu eliyle gözetilmesinden başka bir anlama gelmemektedir. Türkiye bu gerçeklere yabancı olmayan ülkelerdendir. Türkiye'deki bütün darbelerin gerisinde Amerika'nın ve CIA'nın kirli elleri gözükmektedir. Bu konuda 80 öncesi Dışişleri Bakanlığı'nda bulunmuş İ. Sabri Çağlayangil şunları söylemektedir: "(Amerikalılar) Önemli mesajları, tavsiyeleri, endişeleri ya kokteyllerde ya yemeklerde ya özel hasbihallerde, ya sırf bu işi söylemek için tertiplenmiş gezilerde duyururlar. Size kayıt ve resmiyet dışı hasbihal halinde telkin etmeye çalışırlar. 12 Mart'tan bir süre önceydi, böyle bir hareketin olacağı bana ihsas edilmişti. Amerikan sefiri tarafından... (Sefir bana) "biz devlet olarak (Türkiye'deki gelişmelere) sabrederiz, ama devlet dışında olanlar devleti bile dinlemezler" dedi. Bundan açık bir şey olmaz. 12 Mart'ta CIA vardır... CIA yapar, organik bağlarıyla yapar. Benim istihbarat şefim kendisi farkında bile olmadan CIA benim altımı oyar"14.

Türkiye'deki Milli İstihbarat Kimin Emrinde?

CIA'nın altını oyduğu insanların kendi milli istihbarat teşkilatlarına güvenmelerinden daha abes bir şey olamaz. Zira Türkiye'de MİT örneğinde olduğu gibi bu kuruluşlar CIA'nın yerli şubeleri durumuna getirilmişlerdir.

İlk olarak Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti (MAH) adı ile 1927 yılında kurulup sonradan 1965 yılında adı MİT olarak değiştirilen yerli istihbarat teşkilatı Başbakan'a bağlı bir birim statüsünde gözükmesine rağmen örgüt içi atamaları Genelkurmay yapıyordu. Bu ve benzeri nedenlerden dolayı da MİT. Milli Güvenlik Kurulu'nun bir organı gibi faaliyet göstermiştir. Türkiye'de gerçekleştirilen askeri darbeleri hiçbir dönem Başbakan'a bildirmemiş olması da esas bağlı olduğu Milli Güvenlik Kurulu'ndaki ilişkileri ile ilgilidir.

Temel görevi ülkenin dış istihbarat ihtiyacına yönelik faaliyet göstermek olması gereken kuruluşun bu ihtiyacı CIA ve MOSSAD tarafından karşılanmış olmalıdır ki, o da iç İstihbarata yönelik çalışmaktadır. Bu konuda Haydar Tunçkanat'ın 1965 yılında Meclis'te yaptığı şu konuşma anlamlıdır: "Bu devrede müttefiklerimiz Amerika'nın CIA istihbarat teşkilatının da gelip MİT'in içine yerleşmesi ve bizim hakkımızda elde etmek istedikleri siyasi, iktisadi, sinai, sosyal ve diğer önemli istihbaratı yine bizim teşkilatımız aracılığıyla ve kendi paralarıyla sağlamaları da MİTi dış istihbarattan ziyade iç güvenlik faaliyetlerine zorlamış ve bunda da başarı sağlamışlardır"15.

1956 yılında Başbakan Menderes'in müsteşarı Ahmet Salih Korur'un "CIA, Milli Emniyeti satın almış istediğini yaptırıyor" türünden serzenişleri de Milli emniyet ve CIA bağlantıları açısından ele alınmaladır16.

MİT müsteşarının Başbakan'a bağlı gözükmesi sadece resmiyet açısından bir anlam ifade etmiştir. Fiiliyatta Başbakan'ın haberi bile olmayan işlerin çevrildiği sık rastlanılan olaylardandır. Önceden olduğu gibi 1983 yılında düzenlenen yeni MİT Yasası'nda da MİT, Başbakan'dan ziyade Genelkurmay'la olan İlişkileriyle ön plana çıkmaktadır. Zaten öteden beri MİT personelinin ordudan olması yönünde gayret gösterilmiş, MİT Yasası'nda da bu durum önemle vurgulanmıştır17.

Durum bu minvalde olunca da MİT'in sivil görüntüsü pek bir anlam ifade etmemektedir. Bugünkü hadise de odur ki, MİT-Asker ilişkisi ve buna paralel olarak CIA ilişkisi sivil inisiyatiflerin ötesinde, daha da doğrusu onları da kuşatan bir çerçevede gerçekleşmektedir. Bu kuşatma ameliyesinin yasal gözükmek gibi kaygıları da olmayabiliyor. Nitekim 12 Mart 1971 bunalımı ve sonrasında ortaya çıkan kontrgerilla ya da Özel Harp Dairesi gibi ifadeler bu resmiyet tanımazlığın su yüzüne çıkan yansımalarıdır. 1974 yılında dönemin Başbakanı Ecevit'in dahi yeni haberdar olduğu söz konusu örgüt için Alman bir yazar "Nato içinde kurulan en kanlı gladio örgütü" ifadesini kullanmaktadır18.

1964 yılında Polis Akademisi'nde yaptığı bir konuşmada "Şu anda 49 ülkede iç savunmanın en geliştirilmiş tekniklerini güvenlik kuvvetlerine öğreten 343 ekibimiz var" diyen Amerikalı Başkan Johnson, kontrgerilla ya da diğer adı Özel Harp Dairesi olan kuruluşun irtibat adresini de gösteriyordu.19

Amerikan savaş doktrinleri arasında zikredilen muhalif hareketlere karşı yine o ülkeden yerli, mahalli kuvvetlerin çıkartılması ve bu işin o ülke kamuoyundan gizlice yapılması20 eylemi Türkiye halkına hiç de yabancı gelmemektedir. 12 Eylül Öncesi Komünizm tehdidi gerekçesiyle sol kesime karşı uygulanan bu "mahalli kuvvetler" bulma girişimi, epeyce başarılı da olmuştur. Söz konusu yöntemin başarıyla denenmişliğinden gelen geçerliliği, müslümanların da her daim dikkatli olmasını elzem kılmaktadır.

Alparslan Türkeş'in kendisinin Özel Harp Dairesi'nde görev yapıp yapmadığını soran gazetecilere 'yorum yok' cevabı vermesi21 ve 12 Eylül sonrasında MHP Genel Merkezi'nde ele geçen evraklarda CIA görevlisi Robert A. Peck adlı ajanın da adına rastlanması22 kontrgerilla savaşımındaki "mahalli kuvvet" arayışına denk düşüyor gözükmektedir.

Bugün aktüel olay ve gelişmelerle daha bir gün yüzüne çıkan kontrgerilla ve benzeri örgütlenmelerin her türlü karanlık ve pis işin içinde olmaları, kuruluşları ve amaçlarıyla yakından ilgilidir. Bizatihi kutulusu yasa dışı olan bir örgütün ya da örgütlerin işleyiş ve eylemlerinde yasallık aramak abestir. Gizli olmak ve himaye görmek gibi avantajların oluşturduğu ortamda yasal olmasa bile muhalif unsurlarla mücadele etmek amacı çok gerilere düşebilir. Sahip olunan imkanları kendi menfaatleri ve amaçları doğrultusunda kullanmak yaşadığımız şu günlerde de ortaya çıktığı gibi her zaman mümkündür. Zaten meşru bir zeminde yükselmeyen hareketlerden başkasını beklemek de doğru değildir. Şahit olunan son Susurluk olayı örneğinde olduğu gibi bu ilişkilerin açığa çıktığı istisnai durumlarda da bir iki kurbanla iş halledilmeye, karanlıklar dünyasının kapısından sızan her türlü pis iş (mafya, kumar, eroin, faili meçhuller, işkenceler vb) temizlenmiş gibi gösterilmeye çalışılır. Bütün bu olayların arkasında dünyanın jandarmalığına soyunmuş Amerika ve onun terör örgütü CIA ile yerli şubeleri vardır.

Son günlerde gündeme gelen Kamu Güvenliği Birimi (KGB)'ni, MİT'e alternatif olarak düşünmek, ya da tersine onun işleyişini yasal bulmamak ya da Özel Tim'in şuraya buraya bağlı olmasını istemek sorunu Çok yüzeysel bir düzeyde algılamakla ilgilidir.

Amerika ve CIA ülkelerden elini çekmediği sürece başta müslüman ülkeler olmak üzere dünya huzur bulmayacaktır. Bizim ve bizim gibi ülkelerin sorunu meşhur ifadeyle söylenecek olursa "Amerika'ya yakın, Allah'a uzak olmaktan" kaynaklanmaktadır. Ve bugün eski Dominik Cumhurbaşkanı Juan Bosch'un söylediklerinin hatırlanmasına her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. "Amerika (ve tabii ki CIA) inanılmayacak derecede güçlü bir harp mekanizmasına sahip olabilir. Ama onu kullanırken İnsanların yüreklerini tutuşturacak, bir haklılığa sahip değildir. Ve halkların bunalımlarının cevabı bir bombanın yıkıcı gücünde değil, insanların yüreğinde saklıdır."

Dipnotlar:

1- KEKEÇ Ahmet, "CIA ve 12 Eylül", sy. 24, Emre Yay.. 1993.

2- CİHAN Ali Fak, "Dostlar ve Düşmanlar", sy. 80. Amaç Yay., 1989

3- GERGER Haluk, "Mayınlı Tarlada Dış Politika", sy. 41, Hil Yay., 1983.

4- DEĞER M. Emin, "CIA Kontrgerilla ve Türkiye", sy. 87, 1987.

5- CİHAN Ali Faik, age,. sy. 96.

6- MÜLLER L90 A., "Gladio", sy. 39, Pencere Yay., 1991.

7- GENÇ Süleyman, "Bıçağın Sırtındaki Türkiye", sy. 40, Der Yay., 1978.

8- DEĞER M. EminT age., sy. 160,

9- TUNÇKANAT Haydar, "Amerika Emperyalizmi ve CIA" sy. 82, Tekin Yay., 1987.

10- TUNÇKANAT Haydar, age., sy. 84.

11- DEĞER M. Emin, age., sy. 11

12- Age., sy. 75.

13- Age., sy. 86,

14- ÖZDEMİR Hikmet. "Türkiye Cumhuriyeti", sy. 327-328, İz Yay., 1995.

15- ÖZDEMİR Hikmet, "Rejim ve Asker", sy. 187, İz Yay. 1989.

16- TUNÇKANAT Haydar, age., sy. 94.

17- ÖZDEMİR Hikmet, "Rejim ve Asker", sy. 196.

18- MÜLLER Leo A., age., sy. 47.

19- CİHAN Ali Faik, age., sy. 135. 20-Age,,sy. 43.

20- BORA Tanıl, CAN Kemal, "Devlet Ocak Dergah", sy. 57, iletişim Yay., 1994.

21- KEKEÇ Ahmet, age., sy. 29

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR