1. YAZARLAR

  2. Yusuf Aydın

  3. Cezayir'de İslama Yeniden Doğuş

Cezayir'de İslama Yeniden Doğuş

Şubat 1992A+A-

Her millet, tarihinin vahim saati çalması üzerine vazifesini ve yerini alıyor ve böylece bütün milletler nöbetle bu zincirin bir halkasını teşkil ediyor.

Cezayir'de saat çalmıştır.

Sabah vakti yakındır.

Ve Cezayir nöbeti devralmaya hazırdır.

Evet Cezayir, nöbeti devralmanın eşiğinde bulunuyor. Cezayirli müslüman halk, yüz altmış iki yıldır devam eden Fransız emperyalizmi ve onun yerini alan laik diktayla hesaplaştığı gergin bir bekleyiş içinde.

Şimdi sokaktaki halk, aydın, bürokrat, teknokrat, işadamı, sanatçı... herkes Cezayir nasıl bu hale geldi sorusuna cevap arıyor. Endişeler de, genelde, Cezayir ikinci Iran olacak mı, sorusu etrafında dönüp dolaşıyor. Müslüman veya gayri müslim, herkesin gözü Cezayir'in üzerinde. Cezayir, bir anda Batılının kalbine korku salan, müslümanları coşturan bir ülke oldu.

Darbeye alkış tutan yerli ve yabancı emperyalist güdümlü basın-haber ajansları Cezayir'in bugüne gelişini ve FlS'in Cezayir'deki başarısını şöyle yorumluyor: FIS, tepkisel olarak doğmuş bir harekettir. Halkın ekonomik sıkıntılarını, yaptığı propaganda faaliyetleri ile kendi lehine çevirmeyi başarmış. Ayrıca FLN'nin Cezayir'deki 30 yıllık baskıcı politikası da halkın kendini FIS'te ifade etmesine neden olmuştur!

Gerçekten de Cezayir halkının FIS'i tercih sebepleri bunlar mıydı? Halkın İslami kimliğinin rolü hiç mi yoktu? Halk genel seçime girerken kurulan/kurdurulan elli parti arasında niçin FIS'i seçmişti?

Bu ve benzeri soruların yanıtını aslında Cezayir halkı bağımsızlık savaşında olduğu gibi genel seçimlerde de vermiştir. Ama biz, Cezayir'in tarihsel süreç içerisinde geçirdiği değişikliği gözardı ederek olayları değerlendirenleyiz. Zira FIS, söylendiği şekilde iki yıl gibi kısa bir sürenin sonucu bu başarıya ulaşmış değil. Cezayir'deki değişimin arka planını daha iyi anlamamıza yardımcı olması bakımından Malik bin Nebi'nin Cezayir'de İslam'a Yeniden Doğuş adlı kitabının bu konuda bize ışık tutacağı kanısındayız.

Malik bin Nebi, kitabında, ıslahatçı hareket, İslam medeniyetinin oluşumu, kültür faaliyetleri, ekonomik faktörler, sömürgecilik gibi çeşitli konuları incelemiş.

Malik bin Nebi, Cezayir'de ıslahatçı hareketin XIX. yüzyıl sonlarıyla XX. yüzyıl başlarında İslam dünyasında kurtuluş çağrısının habercisi Afgani ile başladığını belirtir. Şeyh Bin Badis, Cezayir'de Afgani'nin sesine uzaktan bir yankıdır. Kısa bir süre sonra Cezayir, ıslahatçı ulemanın bombardımanı ile sarsılmaya başladı. Bu bombardıman çok geçmeden Fransızlar'ın dikkatini çekti. Zira 1930'lara kadar uykuda olan ve istedikleri gibi sömürdükleri halk, sağa sola dönmeye başlamıştı.

Fransızlar halkın gözünün açılmasından korkuyordu. Bu nedenle 1933 yılında ıslahatçı ulemanın camilere girmesi yasaklanıyordu. Fakat Cezayirliler, ıslahatçı ulema hareketiyle, ilahi sünnetullahın olmazsa olmaz şartının farkına varmıştı artık. Neydi bu sünnetullah? Bu sünnetullah Allah'ın bir kavim kendini değiştirmedikçe Allah o kavmin halini değiştirmez ilahi yasasıydı. Cezayirli bu değişimi materyalizm, sosyalizm, batılılaşma gibi beşeri ideolojilerde görmüyordu. Cezayirli, değişimi, bedeviyi medeni, bütün inananları kardeş yapan evrensel ilahi adaletin tecellisinde görüyordu. Bu nedenle de ıslahatçı ulemanın görevleri çoktu. Müslüman halka İslam'ı yeniden anlatmak lazımdı. Her şeyi yenilemek gerekiyordu. 1931 yılında kurulan Cezayir Alimler Cemiyeti halkın o günkü tek temsilcisiydi. Ulemanın attığı her adıma çok dikkat etmesi gerekiyordu, ama ulema gereken hassasiyeti gösteremedi. Zira yeteri kadar siyasi düşüncede derinleşememişti. Malik bin Nebi, 1936 yılını, Cezayir insanı ve Cezayir İslami Hareketi için bir dönüm noktası olarak görür. Zira Cezayir Alimler Cemiyeti'nin üyeleri 1936 yılında Paris'e gelir. Alimlerin Paris'e geliş sebebi bürokrat Fransızlar ve milliyetçi Cezayirlilerle hak talebi için masaya oturmaktır. Bu sırada Malik bin Nebi de Fransa'da bulunuyordu. Alimler Cemiyeti üyeleriyle Paris'te karşılaşmasını şöyle anlatır:

Cezayir'den gelen heyet Paris'te Grand Otel'e yerleşmişti. Önce otelin lobisinde dağınık bir halde bulunan Şeyh b. Badis ve ulema cemiyetinden arkadaşların bulunduğu bölüme gittik. Şeyh İbrahimi, Şeyh Akabi gibi şahsiyetler vardı bunların arasında. Ayrıca mesleki açıdan feslilere yakın olan Avukat Seyyid Baelkadi de yanlarındaydı.

Hoşbeşten sonra başladım konuşmaya:

- Ey fazilet sahipleri! Buraya ne yapmaya geldiniz? Niye bu kirli otele yerleştiniz? Çevrenizdeki hahamları ve papazları görmüyor musunuz?

Nasıl? Neden?2

Heyet Paris'e ne aramaya gelmişti?

Cezayir ruhu orada mı idi?

Oradan ne getirilebilir idi?

Malik bin Nebiye göre Paris'te yapılan kongre ile yükselme duygusu aşağıya doğru yöneldi. Ortadan kalkmış muskalar, seçim pusuluları şeklinde geri dönmüştü. 1936'dan önce görevlerden bahsedilirken, bu uğursuz tarihten sonra haklardan bahsedilir oldu. Öyle ki, Cezayir'deki her kahve Lahey Adalet Divanı'nın bir şubesi olmuştu. Halk artık alkışlamaktan gayrisini yapmayan dinleyiciler kitlesinden başka bir şey değildi. Marabutizm virüsünü politika virüsü takip etti. Bir velinin yeşil bineğine inanan halk, bunun yerine, politikacıların sihirli değneği ile bütün bir milleti bilgisizlikleri, eksiklikleri, kifayet ve kifayetsizlikleri ile baştan başa değiştirebileceğine inanmaya başlamıştı.

Malik bin Nebi, medeniyet devresi ile ilgili olarak toplumların alçalma ve yükselme dönemlerini de şöyle anlatır: İslam medeniyetinin gelişme ve yükseliş dönemi vahyin başlangıcından H. 33 yılına kadar, süren dönemdir. H. 33 yılında Şiftin Savaşı ile Muaviye'nin iktidarı ele alması, İslam medeniyetinin çöküş döneminin başlangıcıdır. Bu tarihten itibaren Kur'an ruhunun yerini dünyevi ve despotik saltanat rejimi almıştır. Malik bin Nebi'ye göre Cezayir'de medeniyet çizgisinin yükselişi ve imanın ihyası 1936 yılına kadar devam etmiştir. 1936'ya kadar ıslahatçı ulema Cezayir'deki bir çok camide halkla diyalog kurmuştur. Bu diyalog Cezayir'de halkın arasında yaygın olan kaderci, muskacı, mehdi bekleyen, hurafeci ve uzlaşmacı anlayışları büyük oranda tasfiye etmiştir. Fransa'nın sömürgesini kendi kaderleri olarak gören, halkın gözünü kör eden önlerindeki ve arkalarındaki kalın duvarları yıkmıştır. 1936 yılıyla beraber Cezayir'de medeniyet devresi aşağıya doğru büyük bir hızla inmeye başlamıştır. Bu inişin sebebi, en başta, ulemanın siyasi oportünizme bulaşmış olmasından kaynaklanmaktadır. Cezayir ulemasının bu yanlışları, 1962 yılında başarıya ulaşan bağımsızlık mücadelesinde ulemanın büyük rolü olmasına rağmen devlet mekanizmasının sosyalist milliyetçi kimlikli, halka yabancı kadroların eline geçmesine mal olmuştur.

Malik bin Nebi bir çok eserinde medeniyeti harekete geçiren üç unsurdan bahseder: Yenilenmesi gereken insan. Ekmeği çıkarabilmek için yeniden değerlendirilmesi gereken toprak. Dikkatle kullanılması gereken zaman.

Malik bin Nebi, bu üç unsurun en önemlisi olan ve diğer iki unsurun bağlı olduğu insan faktörünü tayın ve tespit ederken üç veçhenin önemli olduğunu vurgular.

Bunlar:

a) Kültürün yöneltilmesi

b) Çalışmanın yöneltilmesi

c) Sermayenin yöneltilmesi

insan unsurunu oluşturan en temel saik kültürdür. Kültürel yönde gelişmenin sağlanması da mazideki olumsuz kalıntıların temizlenmesi ve istikbalin tohumlarının sağlam atılmasıyla mümkündür. Kültürel inkişafı net ve sağlıklı biçimde tanzim edecek ruh da cahiliyye karanlığını Kur'an aydınlığıyla aydınlatan İslam medeniyetidir.

Malik bin Nebi, kültürel inkişafın önündeki engellerin en önemlisi olarak da -alfabecilik olarak adlandırdığı entellektomani hastalığını gösterir. Entellektoman, kültürü ve bilgiyi ekmek parası kazanmak için kullanan çok bilmişler sınıfıdır. Ortaya çıkan bu entelellektoman Filistin Komitesi veya Birleşmiş Milletler temsilciliğinde birinci sırayı kapmak için yarışırlar. Bu entellektoman neslin dolandırıcılığı ancak gerçek bir kültürel inkişafın başlatılmasıyla ortadan kaldırılabilir. Malik bin Nebi yıllarca halkı seçim nutukları ile kandıran entellektomanları üzerlerinde ilim parçaları bulunan sahtekarlar olarak tanımlar.

Malik bin Nebi toplumun çöküşünü, üzerinde paçavralar bulunan bir çocuğa benzeterek anlatmaya çalışır. O, üzerinde paçavralar bulunan çocuğun paçavraları çıkarılıp atılmalıdır der Çocuk güzelce yıkanmalı ve üzerine yeni elbiseler alınmalıdır. Hepsinden önemlisi de çocuğa başı dik bir şekilde yürümesi öğretilmelidir. Ki savsak ve ezik yürüyüşlü edilgen konumdaki insanlar, Kur'an'ın emrettiği ciddi ve korkusuz bir yürüyüşle ilerleyebilsinler,

Malik bin Nebi halkın. Kur'an'ın emrettiği ciddi ve vakarlı bir biçimde yürümeyişlerinin düşünsel hayata da yansıdığı kanısındadır, insanların bu halet-i ruhiye içinde Kur'an'ı yaşadıklarını düşünmelerinin yanlış olduğunu söyler. Çünkü Kur'an gerçekten yaşasaydı, toplum, üzerinde bulunan bütün pislikleri hayattan söküp almalıydı. Zira Kur'an, insanları her türlü kötülüğü iyilikle değiştirmeye davet eden bir kitaptır. Toplumda; yaygın olan Kur'an'ın hükümleriyle yaşandığı iddiası ancak şöyle söylenebilirdi. Kur'an hükümlerine göre yaşanmıyor, ancak Kur'an hükümlerine göre konuşuluyor. Malik bin Nebi kültürel alanda Çöküşün sebeplerini bu şekilde açıklar. Aslında Cezayir halkında eksik olan düşünce mantığının olmaması değil, hareket mantığının olmayışıdır, der. Hareket mantığının eksik olması da toplumun irade zaafına uğramasına ve iç dinamiklerini yitirmesine sebebiyet veriyordu. Böylece toplum; aciz, dış etkileri engellemeye gücü yetmeyen hasta bir vücut gibi şifaya ihtiyaç duyuyordu. Buna bağlı olarak ekonomik alanda var olan zulmün temelinde sermayenin olmayışı değil, insanlar tarafından sermayenin yönlendirilemeyişiydi. Sermayenin yönlendirebilmesi de insanların iş mantığını kavramaları ve eğitimle sağlanabilirdi.

Malik bin Nebi medeniyeti harekete geçiren toprak unsurunun önemine dikkat çekerek şöyle der: Toprak insanın seviye ölçüsüdür. Nebi, Cezayir topraklarının gün geçtikçe çöl haline geldiğini, verimli olan bir çok alanın tahribata uğradığını ve kullanılmaz hale geldiğini anlatır Bir zamanlar üzerinde yüz elli bin kişinin yaşadığı kasabaların nüfuslarının bugün kırk bine düştüğünü ve bir an önce verimli toprak alanlarının çölleşmesinin engellenmesi gerektiğini hararetle anlatır. Halkın sömürülmesinin temelinde de toprak yok mudur? Fransızlar'ın Cezayir'i işgalinin hemen ardından halkın toprağı ellerinden alınmaya başlanmış, halk başka iş alanlarına sevk edilmeye çalışılmıştır. Cezayirli halkın Fransız sömürgesinden kurtulmasının yegane yolu, toprakların asıl sahibi olarak yeniden toprağını işlemek üzere onun başına geçmesidir. Malik bin Nebi, toprakların çölleşmesini engelleyecek şu somut önerinin acilen uygulamaya konması gerektiği kanaatindedir. Bu Öneri, çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya olan toprakların denize yakın yerlerden başlanmak üzere ağaçlandırılması ve orman örtüsünün oluşturulmasıdır Bin Nebi, bunu yalnızca Cezayir'in karşılaştığı bir problem olarak da görmez. Bin Nebi, Kuzey Afrika ülkelerinin hepsinin aynı tehlikeyle yüz yüze olduğunu ve bu ülkelerin de güçlenmelerinin topraklarına gereken önemi vermeleriyle sağlanacağını söyler.

Medeniyeti harekete geçiren üçüncü unsur ise zamandır. Malik bin Nebi imha edilemez ve yerine konulamaz olarak gördüğü zamanın öneminin Cezayir halkına öğretilmesinin elzem olduğunu düşünür. Zira kullanılamayan zaman toplumların hiçliğe doğru gitmelerini sağlayan ve ayağa kalkmalarını imkansızlaştıran tek faktördür. Bin Nebi, eğer Cezayir'in çocuğuna, erkeğine, kadınına her gün yarım saat vazife çalışmasını öğretebilsek, sene sonunda Cezayir'de her sahada hizmet ekonomi, sanal ahlak kültür her sahada iyileşmeler görülecektir, der. Böylece yarım saat Cezayirli'nin ruhuna zamanın kıymetinin ne olduğunu nakşedecektir.

Malik bin Nebi, son bölümde müstemlekeci (aktörün niteliğinden bahseder. Bin Nebi, sömürgeleşmenin birinci derecedeki nedeninin iç faktörler olduğunu söyler. Nebi bu yargısını şu veciz gözüyle pekiştirir: Sömürge haline getirilebilmek için sömürü haline gelmeye layık olmak lazımdır."

Malik bin Nebi'nin, sömürülmenin hangi temeller üzerine oturduğunu özetleyen bu veciz sözü tarih boyunca bütün toplumlara hükmeden ilahi bir yasadır. Bin Nebi de, bu sözünü Bir kavim kendini değiştirmedikçe Allah o kavmi değiştirmez ayetinden ilham alarak söylemiştir. Bin Nebi'ye göre bu yasa (sünnetullah) olumlu ve olumsuz iki yönde de cereyan edebilir. Yani dileyen toplum tevhid aydınlığının sonsuz rahmetini takıp eder, dileyen toplum da küfür bataklığında bir daha çıkmamak üzere yok olur gider.

Malik bin Nebi, sömürgeciliği, İslam dünyasının uyanışına vesile olan faktörler arasında sayar. Bin Nebi'ye göre sömürgeciler, kapımızı, kıracak gibi zorlayarak evimizin zangırdamasına ve kıymetli eşyalarımızın, üzerinde sofu sofu uyuduğumuz kıymetli seccadelerin yıpranmasına neden olmuşlardır. Sömürgecilerin istemeyerek uyandırma zahmetinde bulunduğu insanlık, istikbalde uyanan ve ayaklanan halklar dönemini tercih etmiş bulunmaktadır.

Sömürgecilerin müslüman halklara dikte ettirmeye çalıştıkları yönetim şekli, kadının toplumdaki yeri ve çocuklarımızın eğitim konularındaki çarpık anlayışları, halkı müslüman ülkelerde yaşayan insanların gerçek ve asli hüviyetlerine dönmelerine yardımcı olmuştur. Bu tepkisellik gösteriyor ki, hiç bir siyasi iktidar, ferdin zaman, deha ve bünyesini idame ettirmek için gerekli kuru ekmeğinden ibaret temel değeri elinden alamaz.

Malik b Nebi'ye göre sömürgecilik faktörü, söken şafağın karşısında karanlık bir fanatizmin ümitsizliğini yaymak isteyenler için bir yem, seçim meydanlarında bir rey avcılığı için nutuk atanlar ise de kendilerini suçsuz kılacak bir bahane olmuştur Ne gerici taassubun gece yarısı, ne seçim palavralarının sabahı, bugün, Cezayir halkına kabusların ve rüyaların hüküm sürdüğü bir gece içinde olduğunu unutturmamaktadır.

Bu bilinç önemlidir. Çünkü bu, çaresiz şafak sökecek demektir

 

Dipnotlar:

1. Cezayir'de İslam'a Yeniden Doğuş, Malik bin Nebi, Yağmur Yayınevi, 1973.

2. Çağa Tanıklığım, Malik bin Nebi, Bir Yayıncılık, Ocak 1987, İstanbul, s. 364,

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR