1. YAZARLAR

  2. Mehmet Alagöz

  3. Cezaevleri Sorunu ve Tecrit Gerçeği

Cezaevleri Sorunu ve Tecrit Gerçeği

Eylül 2012A+A-

Türkiye’de cezaevi sorunu, tutuklu ve hükümlü bulunan kişiler ile onların aileleri dışında kimsenin pek fazla gündemine gelmez. Hem ülke kamuoyunda hem de İslami camialarda çok da fazla yer bulmaz kendine. Cezaevindekilerin avukatları dahi tutukluluk süresi uzadıkça ve yargılama sona erince “Yapacak bir şey kalmadı!” düşüncesiyle durumu kapanmış bir dosya olarak ele alır ve müvekkilleriyle ilgilenmeyi bırakırlar. Oysa dosyaların kapanması ve yargılamaların sona ermesiyle hayatlar kapanmamakta, esasen daha zorlu ve imtihanlarla dolu yepyeni bir süreç başlamaktadır. Bu süreçte cezaevinde tutsak bulunan kişiler ve aileleri sınandığı gibi, İslami ve vicdani sorumluluk sahibi kişiler de sınanmaktadır. Mühim olan bu sınamayı başarıyla geçmek ve ilahi iradenin rızasına uygun yaşamaktır.

Cezaevine girmek, tutuklanmak sorumluluk sahibi her Müslüman bireyin başına gelebilecek bir durumdur. Zaten Müslüman olmak potansiyel bir tutuklu adayı olmak demektir. İnancınız gereği daha adil bir yaşam talep edip bu amaçla yapacağınız herhangi bir mücadelenin yasalarla çatışması ve kendinizi bir anda cezaevinde bulmanız mümkündür. Bu nedenle cezaevleri meselesini çok da uzakta görmemek, bu meselenin bir gün bizleri de yakabileceği hususunu göz ardı etmemek gerekir.  

Öncelikle şu hususu belirtmek gerekir ki, İslami kimlikleri nedeniyle yargılanan ve kamuoyunda “siyasi” davalar olarak bilinen yargılamalar farklı usullere tabi olduğu gibi, tutuklama ve hükümlülüğün infazı işlemi de normal yargılamalardan daha farklı ve ağır koşullara tabidir. Bu davalarda gözaltı süreleri ve tutuklama süreleri normalden uzun olmakta, soruşturmaları ayrı ve özel kolluk birimleri yürütmekte, Sıkıyönetim Mahkemelerinin uzantısı olan ve adı Devlet Güvenlik Mahkemeleri iken Avrupa Birliğinin baskısıyla adı değişen ancak yetkileri artırılan Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmekte ve yargılamalar da Ceza Muhakemeleri Kanununun 250. Maddesi ile Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerince kamuoyunda bilinen adıyla Özel Yetkili Mahkemelerce yapılmaktadır. (3. Yargı Paketi olarak bilinen yasal değişiklikler ile her ne kadar CMK 250. Madde yürürlükten kaldırılmış ise de bu kez bu tür davalar için Terörle Mücadele Kanunu dayanak gösterilerek “Terör Mahkemeleri” veya “İhtisas Mahkemeleri” vasfı ile Özel Ağır Ceza Mahkemelerinin yargılamalara devam edeceği anlaşılmaktadır.) Bu mahkemelerce yürütülen davalarda yargılanan kişilere çok ağır cezalar verilmekte, temyiz merci olan Yargıtay tarafından da ağır cezalar onanmakta, hatta bazen cezalar az bulunup daha ağır cezalar verilmesi istenmektedir. Ayrıca bu tür davalarda yargılanan kişilere Türk Ceza Kanununa göre verilen cezalar Terörle Mücadele Kanunu esas alınarak yarı oranında artırılmakta böylece cezaları da çok daha fazla olmakta, cezaların infazında da daha ağır koşullar uygulanmaktadır.

Yargılamalarda böyle ağır cezalar alan kişilere verilen cezalar diğer adli mahkûmlardan farklı olarak Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevleri olarak bilinen ve genellikle F Tipi olan cezaevlerinde infaz ettirilmekte ve dolayısıyla daha ağır ve sınırlı koşullarda yaşamaları istenmektedir. F Tipi cezaevlerinin kuruluş sürecinde yapılan operasyonlarda 40’a yakın kişinin vurularak veya yanarak öldüğü, bu cezaevlerini protesto için yapılan açlık grevlerinde ve ölüm oruçlarında 100’den fazla insanın hayatını kaybettiği unutulmamalıdır. Bu davalardan tutuklu veya hükümlü bulunan kişiler “tehlikeli” tutuklu ve hükümlü kategorisinde görülmekte, diğer adli suçlularla görüşmeleri engellenmekte,  1, 2 ve 3 kişilik hücrelerde tutulmaktadır. Bu tür cezaevleri her ne hikmetse merkezî yerlerden uzak, ulaşımı zor, ıssız ve tenha yerlere yapılmakta, ailelerin ve avukatların ziyaretleri zorlaştırılmak istenmekte, tutuklular gözden ve gönülden uzak tutulmaya çalışılarak tecrit edilmek istenmektedirler.

Cezaevlerinde tutuklu veya hükümlü bulunmak, özgürlüğünden mahrum bırakılmak bile başlı başına bir ceza iken, asgari insani ihtiyaçları gidermek de bir sorun olmakta, tutsak dahi olsa onurlu bir şekilde yaşama hakkı elinden alınmaktadır.

Cezaevlerindeki sorunlar tek tek sıralansa dahi yaşanmadan anlaşılamaz kabilindedir. Sorunun temeli zihniyet problemidir. Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü bulunan Müslümanlar “cezaevleri yönetiminin/idarenin” keyfi takdirlerine mahkûm edilmiş durumdadırlar. Pek çok hakları tutuldukları cezaevi idaresinin tek taraflı keyfi bir kararıyla hemen alınabilmekte, istendiği zaman haklar kullandırılmakta, istenmediği zaman kullandırılmamakta, böylece tutsakların uysal, emre amade ve istenileni yapan kimliksiz, kişiliksiz tiplere dönüşmeleri istenmektedir. Çetin mücadelelerle uğraşıp hapse düşen Müslüman tutsakların inançlarından sonra en çok değer verdikleri onurlarına ne kadar düşkün oldukları düşünülürse maruz bırakıldıkları durumun ağırlığı daha iyi anlaşılacaktır. Bu bağlamda yazımızda cezaevleri meselesine genel olarak değinmek ve yaşanan problemlerin bir kısmını az da olsa paylaşmak ve hatırlatmak amacını taşımaktayız.

Cezaevlerine daha giriş aşamasında problemler ile yüz yüze gelinmektedir. Cezaevlerinde yapılan her işlem cezaevi idaresinin kontrolüne tabi olup cezaevlerine girişler retina veya parmak/el izi taramasından sonra yapılmakta, giriş ve çıkışlarda elektronik cihazlarla arama yapılması dışında üst araması da yapılmaktadır. Ziyaretçisiyle veya avukatıyla görüşmeye getirilen tutuklu da hem görüşe getirilirken hem de görüşten geri götürülürken sık sık aranmakta, her taraf kameralarla donanmış olmasına rağmen her kapıda yeniden aynı şeyler yapılıp üstü aranmakta hatta ayakkabılarının içi dahi aranmaktadır. Bu aramalar aynı anda pek çok kez yapılması nedeniyle arayan infaz görevlisi ile aranan tutuklu/hükümlü arasında gerginliklere ve tartışmalara yol açmakta, bazen kavga ile sonuçlanan bu tartışmalarda tutuklu/hükümlü aleyhine tutanaklar tutulmakta ve haklarında dava açılıp ceza almaları sağlanmaktadır. Bu aramalar tutuklu ve hükümlüyü mekanikleştirmekte, aynı zamanda kimliksiz ve kişiliksiz hale dönüştürme gayesi güdülmekte, cezaevinde bulunduğu ve verilen emirleri yerine getirmesi gerektiği zihnine an be an işlenmektedir.

Cezaevlerinde hücrede tek başına kalan mahkûmların durumu ise gerçekten çok daha vahimdir. Uzun yıllar boyunca tek başına kalan, sosyal imkânlardan çok az yararlanan kişiler ciddi fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklar yaşamaktadır. İki veya üç kişilik hücrelerde kalanların ise bir arada bulundukları kişilerle anlaşamadığı durumlarda koğuş ortamı tam bir eziyete dönüşmektedir. Bir arada bulunan bu kişiler birbirleriyle anlaşsa dahi uzun süre aynı kişilerle kalınca bir süre sonra gerginliklerin ve çatışmaların yaşanması kaçınılmaz olmaktadır. Cezaevlerinde bulunan diğer mahkûmlarla görüşme süresi ve sosyal faaliyetlere katılma süreleri çok sınırlı olup bu süreler de çoğu zaman cezaevi idaresinin keyfi yönetimi ile kullandırılmamakta, bazen çeşitli gerekçelerle iptal edilmekte, bazı durumlarda ise hiç gündeme getirilmemektedir. Oysa uzun yıllar cezaevinde kalan ve doğru dürüst kimse ile görüşemeyen tutuklu/hükümlülerin ziyaretçilerinden sonra manen en çok ihtiyaç duydukları şey birileriyle görüşmek, sohbet etmek, sosyal ve kültürel etkinliklere katılarak bir an için cezaevi şartlarından sıyrılmak ve böylece zihnen yenilenmektir. Terör suçlusu olarak görülen mahkûmun başkalarıyla görüşmesi olabildiğince sınırlandırılarak tecrit edilmekte, dış dünyadan bağları kopartılmak istenmektedir.

Cezaevlerinde sevk problemi de başlı başına bir derttir. Bir cezaevinden diğerine veya mahkemelere götürülen kişi kelepçeli olarak ring araçlarında uzun süre tutulmakta, türlü eziyetler yaşamaktadır. Bu sevkler sırasında pek çok sıkıntılar yaşanmakta, ancak ölüm olayları olmadıkça kamuoyunun gündemine gelmemektedir. Zaten normal yaşama alanı sınırlı olan cezaevlerinde hastalanmamak gerekiyor. Çünkü tedavi olmak için revire veya hastaneye çıkmak için dahi dilekçe yazmanız ve birkaç ay içinde şayet hayatta kalır iseniz ve talebiniz olumlu karşılanırsa belki doktor görme şansına sahip olabilirsiniz. Yakın akrabalar dışında sadece üç kişi ile görüşme sınırı ve bu kişilerin değiştirilmesinin zorluğu, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanların görüştüğü kişi ve sürelerin daha da sınırlı olması ve üstüne üstlük ziyaretçilerle tek tek görüşmek zorunda olmaları nedeniyle bu sürenin çoğunun boşa gitmesi,  açık görüşlerin çok az olması, görüş mahallerinin elverişsizliği, çoğu zaman tarafların birbirleriyle ne konuştuklarını dahi duyamayacakları ortamda görüşmek zorunda kalmaları da başlı başına ciddi problemler olarak gündeme gelmektedir. Birer cümle ile ifade ettiğimiz hususları cezaevindeki Müslümanların ve ailelerinin yıllardır yaşadığını tekrar hatırlatırız.

Cezaevi koğuşlarında bulundurulabilecek eşyalar tek tek belirtilmiş olup battaniye, nevresim, basit kırtasiye malzemeleri dahi bu listede yoksa içeri alınmamaktadır. Daktilo ve bilgisayarların hücrelere girmesine izin verilmemekte, cezaevinde çokça okuyup yazan kişilerin yıllardır edindikleri birikimlerin değerlendirilmesi veya çeşitli okullara kaydını yapıp öğrenim gören kişilerin ihtiyaçları önemsenmemekte, teknolojik gelişmelere uyum göstermeleri engellenmekte, tutuklu/hükümlülerin talepleri görmezden gelinmekte, en basit haklar dahi verilmemekte, verilince de bir lütuf gibi sunulmaktadır. Yasak olan eşyalar belirtilip diğer eşyalara izin verilmesi gerekirken sadece bulundurulacak eşyalar liste halinde belirtilmiştir.

Cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü sayısı her geçen gün artmakta, pek çok yeni cezaevi yapılmasına rağmen ihtiyaçlara cevap vermemekte, fiziki yapı ve personel sayısı yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle cezaevlerinde normal kapasitesinden daha fazla kişi tutulmakta, zaten eksik olan imkânlar daha da sınırlı hale gelmektedir. Siyasi iktidarlarca bazen kısmi yasal değişiklikler yapılıp bir kısım tahliyeler yapılsa dahi her geçen gün işlenen suçlar arttığı için bu tür eylemler kalıcı çözüm olmaktan uzaktır.

Cezaevlerinde bulunan kişilerin hayatları da ne yazık ki pek değersiz görülmektedir. En basit ısınma ve havalandırma problemi dahi çözülememekte, cezaevi araçları ile nakillerde dahi nakledilen tutuklu veya hükümlülerin can güvenliği önemsenmemekte, basit tedbirler alınmadığı için can kayıpları yaşanmaktadır. Yakın zamanda Şanlıurfa Cezaevinde mahkûmların vantilatör isteğinin sebep olduğu iddia edilen yangında 13 kişi hayatını kaybetti. Ayrıca sık sık mahkûmların cezaevi aracıyla nakli sırasında meydana gelen kazalar veya çıkan yangınlar nedeniyle pek çok mahkûmun hayatını kaybettiği haberleri medyada yer almakta, ancak her nedense basit olaylar olarak görülüp ciddi tepkiler oluşmamakta, tutuklu ve hükümlülerin hayatının ciddi bir değeri olmadığı intibası oluşturulmaktadır.

Tüm bu zorluklara ve sıkıntılara rağmen cezaevlerinde bulunan Müslüman tutuklu ve hükümlüler cezaevlerinde bulundukları süreyi olabildiğince değerlendirmeye çalışmakta, bol miktarda çeşitli konularla ilgili kitap okumakta, eğitimlerine devam etmek için üniversite sınavlarına girip çeşitli fakülteleri bitirmekte, yüksek lisans yapmakta, hatta birden fazla bölüm okuyup mezun olmakta, ayrıca kitap, makale yazmakta, sosyal etkinliklere katılmakta, resim, el sanatları gibi çeşitli sanatsal ve kültürel etkinliklere katılmakta, en önemlisi de inançları gereği yaşamayı önemsemektedirler.

Türkiye’de İslami davalardan tutuklu veya hükümlü olanların yargılamalarına bakılınca genellikle çok ağır cezaların verildiği, ağır ve haksız cezalarla bu insanların sindirilmeye çalışıldığı gözlenmektedir. Özellikle 12 Eylül dönemi ve 28 Şubat sürecinde çok ağır ve haksız cezalar verilmiş olup cezaevlerine gönderilen bu kişilerin ailelerinden başka ilişkide oldukları kişi sayısı çok sınırlıdır. Toplumdan tecrit edilmiş ve cezaevlerinin ağır koşullarına mahkûm edilmiş Müslümanlara sahip çıkmak, dertlerini paylaşmak ve çözüm üretmeye çalışmak İslam kardeşliğinin bir gereğidir. Sabır ve direniş gösteren kardeşlerimize bizler de velayet ve kardeşlik bağlarımızı hayata geçirerek, birlik, beraberlik ve dayanışma içerisinde olmalı, dertleriyle dertlenmeliyiz. Bu nedenle cezaevlerinde bulunan Müslüman tutsakların sorunlarını paylaşmalı, bu meselenin aynı zamanda kendi meselemiz olduğu şuuruyla hareket etmeli, meseleyi her daim canlı ve diri tutmalıyız.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR