1. YAZARLAR

  2. Hülya Alper

  3. Bilgi İnanç Eylem...

Bilgi İnanç Eylem...

Ağustos 1999A+A-

"Bilgi, inanç, eylem", "Kur'ân'ın aydınlığına doğru" giden bir yolu belirleyen mihenk taşları. Kur'ân'ın nuruyla aydınlanmak isteyen insanların hiçbir surette vazgeçemeyeceği olmazsa olmaz üç temel prensip. Kur'ân'ın aydınlığına doğru bilgi, inanç ve eylemle yürümeyi adeta şiar edinmiş ve bu bildiriyi zihinlerimize kazımış bir dergi: Hak Söz. Renksiz siyah-beyaz bir forma halinde çıktığı Nisan 1991 tarihinden bu güne kadar geçen sekiz küsur yılda değişmeyen bir söylemdi bu.

Amaç geçen yüzyıllar boyunca zaman içinde muhtelif yorumlarla boğulan, üstü örtülen vahyi gerçekliği tekrar gün yüzüne çıkarmak; inançlarımızı Rabbimizin bize mesajı olan Kur'ân'la temellendirmek; İlâhi ile beşeri olan arasındaki irtibatı yeniden kurmak ve olması gerektiği gibi vahyi hayatın bütün alanlarına hakim kılarak neticede Kur'ân'la aydınlanmış bir nesil yetiştirmek, iddialı ama samimi; ağır ama onurlu; zor ama faziletli bir amaçtı bu.

Bu amacı gerçekleştirmek için Kur'ân'dan uzaklaşan, Kur'ân'la irtibatı adeta kopan, tamamen geleneğin kalıpları içine hapsolmuş, dini ve dindarlığı sadece belli kelimeleri söylemeye veya belirli günlerde kalıplaşmış bazı fiilleri yapmayla özdeş hale getiren, egemen yapıyı ciddi bir şekilde sorgulamaktan uzak olan, hatta devasa bir çarkın içinde olduğunun farkına dahi varamayan müslüman toplumun zihniyeti arındırılmaya çalışıldı. Mevcut zihniyeti yeniden vahyi ilkeler doğrultusunda şekillendirmek düşüncesiyle, öncelikle bir taraftan içinde yaşadığımız sistemin işleyişi, görünmeyen (kimilerine göre) yüzü gözler önüne serildi; diğer taraftan paralel bir şekilde kaynak ve metot tartışmalarına, Kur'an merkezli yazılara ağırlık verilerek toplumda çarpık, batıl inançlarla örülmüş anlayışların vahiyle uyuşmayan, çelişkili yönlerine dikkat çekildi.

Toplum, kimilerinin modern hayatın ağır baskısı altında ezildiği, kimilerinin geleneğin mutlak müdafaasını yaptığı halde pratik hayatında modern değerlerle örtüşen yeni bir geleneğe doğru yöneldiği, hatta bazılarının giderek kapitalist sisteme ayak uydurarak menfaat çatışmaları içine düştüğü bir döneme girmişti. Üstelik İslami şuura sahip olanlara yönelik yoğun baskılar altında pek çok söylemin sesinin kısıldığı veya kıstırıldığı hatta artık radikalizmin tükendiği düşüncesinin kabul görmeye başladığı bu dönemde, tamamen ümitsiz ve kötümser bir psikoloji yaygınlaşıyordu. Böyle bir ortamda cesur, sağlam ve apaçık bir tavır sergiledi Haksöz. Savunduğu ilkeleri tutarlı ve devamlı bir şekilde ortaya koyarak şahitlik görevinden ödün vermedi.

Ancak zaman zaman belki hakikate olan düşkünlük, Hakk'a olan güçlü bağlılık, hak bilinen yolu bütün varlığıyla savunmadaki samimiyet ve coşku, bilinen yolun dışında görülen her fikri direkt ve açık bir üslupla eleştiriyi de beraberinde getirdi. Oysa fikirler insanlardan bağımsız değildi. Herhangi bir fikre yönelik sert bir eleştiri, eleştirilen nokta haklı da olsa, o fikrin sahibinin, bütün diyalog imkanını kapamasına yol açıyordu. Üstelik İslami duyarlılığı olan kişilere yönelik eleştiriyi olumlu yönlerini fazlaca zikretmeden olumsuz hususlara ağırlık vererek ortaya koymak da benzer bir tavrın doğmasına etki ediyor olabilirdi. O zaman değiştirmek, dönüştürmek istenen kişiyle zorunlu olan irtibatı hazırlayacak ortam da yok ediliyordu. Elbette hakikat bütün çıplaklığıyla ortaya konulmalı ve vahyi çizgiden her türlü sapma eleştirilmeliydi. Ama söylenen her sözün, yapılan her eleştirinin Allah Teala'nın Hz. Musa'ya firavuna tebliğe giderken buyurduğu gibi "leyyin" (tatlı dil) (Taha 20/44) olan bir tarzda ve de Hz. Peygamber'e emrettiği şekilde "hikmet ve güzel öğütle ve en güzel bir şekilde mücadele"(Nahl 16/125) ayetlerinin ruhuna uygun olup olmadığı noktasında gösterilen hassasiyette daha titiz ve dikkatli olunabilir miydi? diye bir özeleştiriye de her zaman ihtiyacımız var sanıyorum.

Evet "Bilgi, inanç, eylem" parolasının da vurguladığı gibi Hak Söz sürekli olarak iman ve amel beraberliğini gündeme getirdi. Nitekim ilk sayısından itibaren geçen yüz sayı boyunca derginin önceleri kapağında daha sonra da ilk sayfasında sürekli tekrarlanan " Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve gerçekten ben müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?" (Fussilet 41/33) ayetiyle apaçık bir tavır ortaya konmakta ve iman-amel birlikteliğine de dikkat çekilerek imanın büyük bir lütuf olduğu kadar büyük bir sorumluluk da olduğuna işaret edilmekteydi. "İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece iman ettik demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar" (Ankebut 29/42) ayeti bu düşüncenin temel dinamiğini oluşturuyordu. Biteviye olarak imanın ancak amele, "eyleme" dönüştüğünde bir değer ifade edeceği gerçeği çarpıcı bir şekilde gözler önüne serildi.

Öyleyse salih amel neydi? Salih amel Kur'an'ı anlamaktı, ilkeli olmaktı, Hakk'ın şahitliğini üstlenmekti, batıla karşı dimdik durmaktı, sadece Allah'a imanla özgürleşmekti, kınayanın kınamasına aldırmaksızın inandığı değerleri her türlü şartlarda müdafaa etmekti, zulme karşı direnişti, cahili düzeni reddetmekti, protestoydu, eylemdi, mitingdi. Salih amel adına daha çok bu ve benzeri hususlar vurgulandı. Tabii ki geceyi Allah'a ibadetle geçirmenin, gecenin üçte birinde Allah'a yakarışın, sadece farz olanlarla yetinmeyerek nafile namaz kılmanın, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirmenin, insan ilişkilerinde müslümana yakışan tavrın, mesela anne-babanın rızasını kazanmanın, hastaları ziyaretin, komşulara yardımın v.s. da salih amel olduğuna kimse itiraz etmiyordu. Ama eylem vurgusu o kadar fazla siyasi zemin çerçevesinde işleniyordu ki okuyucunun zihninde salih amel adına yerleşen prensipler sadece dar anlamda eyleme indirgenmiş olmuyor muydu? Halbuki derginin ilk sayısında da belirtildiği gibi Kur'ân'a salt bir ideoloji kitabı olarak bakılamaz (s.16) Dolayısıyla ideolojik yönü olmakla birlikte din ideolojiden çok daha zengin bir kavramdır. O halde salih bir mümin olabilmenin yolunun da dinin bu kapsayıcı karakterinden hareketle somut örneklerle zenginleştirilerek vurgulanması gerekir.

Burada zikredilen hususlara bir derginin bütün problemleri kuşatamayacağı şeklinde itirazlar yapılabilir. Eğer dergi fazla bir misyon yüklenmeden sadece belli görüşlerin işlendiği bir yayın aracı olarak görülüyorsa bu itiraz haklıdır. Ama dergi sistem içi araçlara hapsolmamış, sahih bir İslami kimlik geliştirmeyi; bir Kur'an nesli yetiştirmeyi hedef olarak belirlemiş ve bir Kur'an okulu olmuşsa (ki hakikatte öyledir) konularının da daha zengin ve kuşatıcı olması, hayatın her alanında müslüman olmanın onurlu duruşunu gösteren muhtelif noktaları da ele alması kaçınılmaz olmaktadır.

Şurası da bir gerçektir ki dergi bir önem sırası yaparak öncelikle bu güne kadar müslümanlarda eksik görülen temel noktalara ağırlık vermiş, sağlam bir fikri zemin oluşturmaya çalışmıştır. Bu sebepledir ki sürekli olarak konular belirli bir çerçeveyle sınırlı kalmıştır. Artık ilkelerini, metodunu ortaya koymuş olan Hak Söz'ün sadece ilke bazında kalmayarak hayatın her safhasına dair bir söylem geliştireceği görülmelidir. Daha zengin, daha dolu, daha kuşatıcı Hak Sözler'e kavuşmak ümidiyle..

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR