1. YAZARLAR

  2. Mustafa Kıyak

  3. 11 Eylül Psikolojisinin Sinemaya Yansımaları

11 Eylül Psikolojisinin Sinemaya Yansımaları

Nisan 2009A+A-

“Bütün Müslümanlar terörist mi, yoksa bütün teröristler Müslüman mı?”

Birbiriyle belki hiç alakası olmayan insanlar tarafından çekilen, ancak üzerine oturduğu paradigma açısından birbirine çok benzeyen iki film: 2008 yapımı yönetmenliğini Talip Karamahmutoğlu’nun yaptığı Girdap filmi ve Jag Munghra’nın yönettiği 2007 yapımı Shoot On Sight.

Girdapfilminde İstanbul’a her şeyden habersiz gelip, “İslami radikalizm”in “beynini yıkamasıyla” bir “intihar bombacısı” olan Umut’un hikâyesi anlatılır. Umut bir dönüşüm yaşar fakat ona bu dönüşümü yaşatan insanların dünyası tamamen bir kurgudan ibarettir. Sakallı, İslam coğrafyasındaki zulümlerden bahseden, Türkiye’yi darü’l-harb olarak gören, hilafeti savunan, İran’a sempati ile bakan grup, şehitlerle ilgili veya olağanüstü olaylarla ilgili garip hadiseler kurgulayarak Umut’u bu şekilde kendilerine çekmeyi başarmışlardır! Filmin sonunda Umut’un turistlerin olduğu otobüsü havaya uçurmasının ardından bu insanları bir masanın etrafında içkilerini yudumlarken yeni av peşinde koşan canavarlar olarak görürüz. Neşeli bir şekilde sırıtarak birbirleriyle konuşurlar ve görevlerini tamamlamanın rahatlığı içerisindedirler. Film açıkça şu mesajı verir: Türkiye’de anlatıldığı şekilde el-Kaide tarzı örgütlenmeler vardır ve bu insanlar sizi bu şekilde kullanmaktadır. Sakın onlara ve film boyunca gençleri kandırmak için kullandıkları argümanlara inanmayın.

Filmde sürekli ajitasyon içeren bölümler vardır. Umut’un evdeki Mustafa Kemal portresini indirerek yerine Filistin’le ilgili bir poster asması, kız arkadaşını yavaş yavaş dışlayarak onu örtünmeye zorlaması, öfkesini misyonerlere yöneltmesi, yaşadığı dönüşümden sonra anne-babasıyla ilişkisinin bozulması gibi. Bunun yanında Umut’un kız arkadaşı filmde örnek Türk gencini temsil eder. Yiyip-içip gezen, hiçbir olaya karışmayan aşk-sevgi-barış edebiyatı yapan, apolitik sıradan bir üniversite öğrencisi. Bu karakter, Umut’taki değişimi gözlemleyerek onu “normal” hayata döndürmeye çalışır. Filmde bir de tarih öğretmeni vardır ki ulusalcı, aklı başında, kurtuluş savaşının öneminin farkında, olayları şartlarına göre değerlendirebilen, örnek bir üniversite hocası ve bilinçli bir Türk vatandaşıdır. Zaten Mustafa Kemal posterini de filmde Umut’a o hediye eder. Fakat Umut’un “aşırı dinci”lerle tanışmasından sonra ders sırasında aralarında bazı tartışmalar yaşanır. Film içerisinde Umut’un değişim geçirerek namaza başlaması ve ilerleyen süreçte Cumaya dahi gitmemeye başlaması özellikle vurgulanır. Bir de küçük bir çocuk vardır ki, her zaman camiye gelen bu çocuğu Umut çok sevmektedir ancak ilerleyen sahnelerde Cuma çıkışı çocuğa rastladığında ona neden Cumaya veya camiye gitmediğini anlatmakta zorlanır. Bu da yönetmenin işi duygusallaştırarak seyirciyi vurma biçimlerinden biridir.

Yönetmen dersine iyi çalışmamıştır. Bazı sahnelerde bu didaktik unsurlar apaçık sırıtır. Özellikle Cuma sonrası yapılan gösteriler ve üniversite bahçesinde bazı topluluklara yapılan konuşmalar çok acemice çekilmiş sahnelerdir. Teknik yetersizlikler bir yana işin asıl şaşırtıcı tarafı Türkiye’de rastlanması imkânsız bir radikal karma örgüt icat edilmiştir. Ve bu örgüt her türden şiddeti meşru gören, İslami ve gelenekçi unsurları bir potada eriten bir örgüttür. Bunu yönetmenin bu konudaki bilgisizliğinden çok filmin açık bir mesaj taşıyan ve neye hizmet ettiği belli olan senaryosuna bağlamak gerekir belki de.

Yine el-Kaide benzeri örgütlenmeyi konu edinen bir diğer film Shoot on Sight (Görür Görmez İndir) adlı filmdir. Film metroda terör alarmı verilmesinden sonra bazı ırkçı polislerin metro bekleyen sakallı, yerel kıyafetli, başında takke, sırtında kocaman bir sırt çantası olan bir Müslümanın öldürülmesiyle başlar. Adamın bombacı değil, sıradan biri olduğu anlaşılır. Öldürülen adamın ailesi polislere dava açar. Bu arada dava polis teşkilatında komiser olan Tarık Ali’ye (Naseeruddin Shah)verilir. Kendisi de Müslüman olan Tarık, kamuoyundan çekindiği için zor durumda kalmıştır.  Müslüman olmayan hanımı, şımarık, aptal ve giyim kuşamda sınır tanımayan kızı ve futbol delisi küçük oğluyla mutlu mesut bir şekilde yaşayan Tarık Ali, bu olayı sorgulaması için görevlendirilir. Tarık, Müslüman olduğunu iddia edip iş yerinde dahi namaz kılsa da tamamen laik bir kafa yapısına sahiptir. Çocuklarına ise söz geçirememektedir.

Tarık, olayları araştırırken ırkçı ve Müslüman düşmanı polislerle bir rekabete girer. Onlara her Müslümanın terörist olmadığını ispatlamaya çalışmaktadır. Bu arada Müslümanların devam ettiği camide komiserin Pakistan’dan tanıdığı sakallı “radikal dinci” Cüneyt vardır. Komiser ve alışveriş yaptığı laik yardakçı kasap bu adamdan hoşlanmamaktadır. Pakistan’da iken camiden ayakkabı çaldığı konuşmalarda vurgulanır. Güvenilir olmayan bir tip şeklinde sunulan bu kararkter, filmin ilerleyen dakikalarında birtakım işler çevirecektir. Komiserin okumak için Londra’ya gelen yeğeninin de Cüneyt’le ilişkili olduğu ve onun tarafından beyni yıkandığı mesajı verilir. Cüneyt’in adamlarından genç bir çocuk, bomba yaparken yakalanır. Polis sorgusunu Tarık da seyretmektedir. Sorguyu ise filmin başındaki metroda Müslümanı öldüren, ırkçı Müslüman düşmanı polis yapar. Yakalanan çocuğun önceden sabıkasının olduğu ve büyüyüp suçlu bir bombacı haline geldiği yüzüne söylenir. Guantanamo’ya gönderilebileceği ve orada insanlara yapılanlar ballandırıla ballandırıla anlatılır. Ve Müslümanlığıyla ilgili hakarete varan göndermeler yapılır.

İlerleyen dakikalarda Tarık Ali’nin Londra’ya okumak için gelen yeğeninin de Cüneyt’le ve el-Kaide ile ilişkili olduğunu öğreniriz. Tarık Ali bunu önce kabullenemez. Sonra önce ırkçılıkla suçladığı polisle işbirliği yaparak bir alışveriş merkezine bomba koymak için harekete geçen yeğenini ve yanındaki çocuğu engellemek için yola çıkar. Yeğeninin yanındaki çocuk vurulur. Kendisi yeğeniyle karşı karşıya gelir. Burada el-Kaideci yeğen ve kahraman Londra polis teşkilatının Müslüman ve terörist olmayan komiserliği arasında bir tercih yapmak zorunda kalır. O seçeneğini ikinci şıktan yana kullanır. Fakat tabi ki çok üzülmüştür. Bomba patlamaz. Kendisine silah doğrultan ve teslim olmayan yeğenini öldürmek zorunda kalır. Bu arada kahraman olur;  terfisi gelir fakat o bunu kabul etmez ve istifasını sunarak polis teşkilatından ayrılır. Filmin sonuna doğru metroda öldürülen Müslümanın ailesi polisleri dava etmekten vazgeçer. Bu da Tarık Ali’nin araya girmesi ile olur. Tazminatı kabul ederler. Yanlışlık yapılmıştır. Irkçı polisin yaklaşımları sorgulanacağı yerde olay kapatılır. Tabi ki bizim Müslüman polis memuru, seyirciye, yeğenini polis teşkilatında bir mevkiye sattığı izlenimi vermekten kaçınmak için istifa eder. Şu mesaj verilmeye çalışılır: O aslında tercihini terörizmi bertaraf etmekten yana kullandı; yeğeni bile olsa adaletten taviz vermedi. Londra polis teşkilatının aldığı önlemler ise yerindedir. Ara sıra yanlışlıkla Müslümanlar öldürülse de bu, halkın genel güvenliği için normal bir şeydir.

İki film arasında büyük benzerlikleri fark etmemek mümkün değildir. İki radikal yapılanma vardır ikisi de birilerini “intihar bombacısı” olarak kullanmaktadır. İkisinde de kullanan insanların geçmişleri karanlıktır. Sahtekâr, sabıkalı, cahil, bilinçli olarak bunu yapan insanlardır. Kurbanlar cennet karşılığında kendilerini feda etmek için kurulmuş bir psikolojik yapıya bürünürler. Gözü dönmüş, düşünme yeteneğini kaybetmiş bir katil haline gelirler. Tarık Ali’nin ailesi de ve Girdap filmindeki Umut’un ailesi de aynı kimliği temsil ederler. Müslümanlığı kültürel bir motif olarak görürler; İslam, hayatlarına ve siyasi düşüncelerine yansımaz. Böyle olmaya devam ettikçe de kimsenin başına kötü şeyler gelmez. İki filmde de amaç seyirciyi yönlendirmektir. Müslümanlık tanımı bu şekilde yapılır. Örnek karakterler idealize edilirken kurbanlar ve onları kullananlar insanlık dışı varlıklar olarak gösterilmiştir.

Filmlerde el-Kaide tarzı örgütlerin anlattıklarında yer yer haklılık payı vardır. Ama çözüm önerilerinin aklı başında düşünülerek söylenmediği, bir hareket bilincine dayanmadığı; daha çok heyecanlı ve öfkeli söylemlere dayandığı fark edilir. Zaten Shoot on Sight’da Hollywood klişeleri sık kullanılmıştır. Ve iki film de insanları yönlendirerek Siyonist terörizme dolayısıyla uluslararası emperyalizme hizmet etmiştir. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR