1. YAZARLAR

  2. Ahmet Kurucan

  3. Mücahit ve müteahhit
Ahmet Kurucan

Ahmet Kurucan

Yazarın Tüm Yazıları >

Mücahit ve müteahhit

05 Ocak 2012 Perşembe 01:11A+A-

Çoktan beri desktop'ta duruyordu; mücahit ve müteahhit başlığı ile açılan bir dosya. Siyasî iktidara, o iktidara mensup kesimlere yönelik eleştirilerin odak noktalarından biri olan ve mücahitten müteahhitliğe diyerek özetlenen yorumlar üzerindeki sorulara cevap verme niyetindeydim.

Bir taraftan dinî ve tarihî temellere atıfla teorik, diğer taraftan bana intikal eden somut örnekleri de nazara alarak empati yapıp objektif olmaya çalışacaktım yazacağım yazıda. Ama geçen hafta bir yazarın aynı konuyu merkeze alan ve beddualarla başlayıp beddualarla biten yazısını görünce vazgeçtim.

O yazıyı kaleme alabilen kalemin dayandığı mantığa katılmıyorum. Orada mücerred olarak zikredilen şeylerin hepsinin gündelik hayatta karşılıkları olsa ve müşahhas örneklerle ispatlansa bile, onunla mücadelenin, kasıtlı dahi yapılsa yapılan yanlış ve hataları ilgililere göstermenin beddua yoluyla yapılacağına İslami bir temel bulmakta zorlanıyorum. Entelektüel kesimin dikkatini çektiğini düşündüğüm bilgi yanlışlıklarına hiç girmiyorum. Bir zamanlar Osmanlı'yı yeniden ihya adına atılan bir ideolojinin, başkalarının ağzına sakız olmuş şekliyle bugün kullanılmasının yanlışlığı mesela.

Vazgeçtim dedim ama gördüğünüz gibi başladık; öyleyse devam edeyim. Tarihe bu gözle baktığımızda gördüğümüz bir şey var ki bunu başkaları da daha önce dile getirdi: "Güç yozlaştırır, mutlak güç daha çok yozlaştırır." Benim tercihim şundan yana "güç yozlaştırır; iktidar körleştirir." Bu, İlahi vahye mazhar peygamberler veya İlahi vahyin her tarafı aydınlatıcı tayflarını üzerinde hisseden İlahi te'yide mazhar insanlar hariç herkes için geçerli bir kaidedir. Bunun içindir ki bu gerçeği baştan kabullenen nice bilge sultanlar, krallar, padişahlar, devlet başkanları sistemlerini kurarken gücün kendisini saptırmasına izin vermeyecek düzenlemeler yapmıştır. Teftiş sistemlerini ona göre geliştirmişlerdir. Maneviyattan behresi olanlar ise beslenme kaynakları ile münasebetlerini sürekli kılmış; onlara gördükleri yanlışlıklar, hatalar karşısında uyarıda bulunmalarını istemişlerdir. Bunlara uyulduğu müddetçe de başarılı olunmuş, çizgi sapmasına, ilke ve prensiplerden taviz verilme vartasına düşülmemiş, halka hak adına haksızlık yapılmasına fırsat verilmemiş; güç ve iktidarın insanı yozlaştırma ve körleştirmesinin önü tıkanmaya çalışılmıştır.

Şunu unutmamak lazım; iktidar dediğiniz şey etten-kemikten müteşekkil insanlardan müteşekkil bir yapıdır. Dolayısıyla iktidar derken insan diyoruz aslında. İktidar, insanın insani özelliklerini bir kenarda bırakması değildir; aksine insanda bulunan şan-şeref, şöhret, makam hırsı, yakınlarını gözetme, koruma, kayırma arzusu, zengin olma duygusu vb. iktidar ve iktidar imkânları ile ters orantılı hususiyetleri tetikler. Burada Zeliha'nın güzelliği ve kendine daveti karşısında dimdik duran, harama girmektense zindana girmeyi tercih eden Hz. Yusuf (as) misal bir irade lazım ki bu hususiyetlerin tetiklemesine karşı konulsun. İşte bir taraftan sistemin bu türlü şeylere izin vermemesi, diğer taraftan manevi cepheden beslenme ve hatırlatma görevinin her daim yapılmasının ehemmiyeti burada kendini gösterir; gösterir ama insanın da buna açık olması gerekir.

Biz neredeyse bir asrı bulan süreç içinde kendi değerlerine karşı yabancılaşmış bir toplumuz. Bugünkü dindarlar, karşı koyabildiği ölçüde mezkur yabancılaşmaya karşı koymuş, bir silindir gibi üzerinden geçilen değerlerin artakalanları ile zihnî, fikrî ve kalbî yapısını şekillendirmiş insanlardır. Daha açık bir deyimle, bugünkü sistemin ürünleridir ve 'ben, sen, o' dahil hiç kimse bundan müstesna değildir. Bu kumaştan çıkan elbise de budur. Meseleye isterseniz bir de bu zaviyeden bakın. Beddua edenler dahil herkes "Ne verdik ne bekliyoruz; verdiklerimizle beklentilerimiz arasında doğru orantı var mı?" diye bir soru da kendilerine sorsalar.

Bu yazıyı bir müdafaa olarak algılamamışsınızdır umarım. Çünkü kim yaparsa yanlış, yanlıştır ve yanlışın düzeltilmesi gerekir. Yalnız yanlışı yanlış olarak kabul etmeyen hatta o yanlışa iman eden bir zihniyet varsa, asıl ele alınması gereken devasa sorun budur.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum