1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Maneviyatta ve Takdiste İfrat ile Tefrit Durumu
Maneviyatta ve Takdiste İfrat ile Tefrit Durumu

Maneviyatta ve Takdiste İfrat ile Tefrit Durumu

Maneviyatta ve takdiste ileri geri kaymalara karşı Resulullah Efendimiz bu konularda hassas ölçüler koymuştur. Ama insanoğlu bunları esnetmekte de mahirdir, bunun için şeytan ona ilginç bahaneler üretir.

03 Kasım 2019 Pazar 16:29A+A-

Faruk Beşer, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında ufak görülen bazı aşırılıkların insanı nasıl şirke sokabileceğini yorumlamış:

İnsanoğlunun ifrat ile tefrit, yani iki aşırı uç arasında dengeyi bulup orta çizgide kalması zordur ama önemlidir. Zaten imtihanı da budur. Bunu bilir ve aklını kullanırsa kazanır.

Maneviyatta ve takdiste ileri geri kaymalar mümkün ve tehlikeli olduğu için Resulüllah Efendimiz bu konularda hassas ölçüler koymuştur. Ama insanoğlu bunları esnetmekte de mahirdir, bunun için şeytan ona ilginç bahaneler üretir. Bu açıdan Resulüllah’ın şu ölçülerine bakalım:

Bir defasında mescide girdiğinde oturanlar ayağa kalktıkları için ‘Siz de acemlerin yaptığı gibi, birini tazim ederek ayağa kalkmayın’ buyurdular. Aslında bu durum yalın haliyle şirk değildir, birisine Allah için saygı duyulup ayağa kalkılabilir, bizzat Resulüllah da gelen bir heyet için ayağa kalkmışlardı. Ama bu hadisi şerif hazır ola geçmede bile insanı olduğundan fazla bilip yüceltmenin şirke kapı açabileceğine işaret ediyor. Bu bilgi ve bilinç düzeyinde olmayan insanlar böyle konularda hata yapabilirler.

Her namazda okuduğumuz Tahiyyat’ta bizden şöyle dememizin istenmesi çok anlamlı değil midir? ‘Bütün tahiyyatlar, yani tazim hareketleri, temennalar hep Allah’ın hakkıdır’. Ayette söylendiği gibi ‘şefaat bütünüyle Allah’ındır’. Yani mahşerde O’nun izni olmaksızın hiç kimsenin şefaat etme hakkı yoktur. Bu konuda kime şefaat etme izni vereceğini, kime şefaat edileceğini biz bilemeyiz. Onun için Allah’tan başka kimseden şefaat dilenmez. Resulüllah bile, ‘umarım ki, Allah oradaki duamı kabul buyurur’ diyerek, kendi şefaatini dahi kesinlik ifade eden bir sözle anlatmamıştır.

Resim ve heykellere tazimde de şirke açılan kapılar olabilir. Bu sebeple Resulüllah Efendimiz canlı resim ve heykel yapılmasını yasaklamıştır. Sanatı olduğundan büyük gören, onun hatırını Resulüllah’ın hatırından yüce bilen bazıları bunu hafife alma ve sündürme eğilimindedirler. Hatta ‘duvarlarında resim asılan evlere melekler girmez’ hadisi şerifiyle alay edenlerimiz bile var. Oysa bir Batılının ifadesiyle, resim ve heykel yasağı Hz. Muhammed’in başlı başına bir mucizesidir. Başka bir mucizesi olmasaydı bu bile onun bir peygamber olduğunu ispata yeterdi. O kendi resminin yapılmasını dahi yasaklamıştır.

Bir terzim vardı, bir gün dükkânına girdiğimde duvara efendisinin büyükçe bir resmini astığını gördüm. Nasıl uyarabilirim diye düşündüm. Size bir soru sorabilir miyim, dedim. Sor dedi. Allah’ın yarattığı en değerli insan kimdir dedim. Tabii ki Resulüllah’tır dedi. Peki, o öyleyken resmini yasakladı ise siz nasıl tazim için bir başkasının resmini asarsınız dedim. O başka bu başka gibi absürt ifadelerle meseleyi kapattı. İnsanoğlu budur, yamulur ama yamulmasına kılıf arar.

Bugün heykeller önünde yapılan temennaların pek çok insanda şirke kadar vardığını inkâr edebilir miyiz? İstemedikleri insanları gidip heykellere şikâyet eden nadanlar yok mu? Demek ki bu kapının açılması buraya kadar götürebilir. Onun için de Resulüllah bunu kapamıştır. Böyle konuları dile getirenler Vehhabilik’le ya da katı Selefilik’le yaftalanarak susturulmak istenir. Onlar yokken bu yasaklar yok muydu? Hıristiyanlık tarihinde de kiliselerdeki ikona, resim ve heykellerin kaldırılması mücadelesinin verildiği bir dönem yaşandı ama onlar muvaffak olamadılar. ‘Siz de onları adım adım izleyeceksiniz…’ hadisi şerifi tecelli ediyor gibidir.

Sadece bunlar değil, kişileri övgü ifadelerinde bile şirke götüren sızıntılar olabilir. Bu sebeple Resulüllah Efendimiz kendisini aşırı övenlere yine bir mucize sayılmaya değer şu şerefli sözlerini söylemişlerdi: ‘Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi, siz de beni övgüde aşırıya kaçmayın. Ben Allah’ın kuluyum. Bana Allah’ın kulu ve resulü deyin’. Demek ki, Hıristiyanları teslis şirkine götüren başlangıç bu hak edilmeyen vehimler, sanmalar ve haksız övgülerdir.

Kuranıkerim’de sıkça geçen ‘Allah’tan başka veliler edindiler’ ifadesinin anlam sınırını iyi bellememiz gerekir. Yoksa müminlerin birbirlerinin velileri olduğunu da yine Kuranıkerim söylüyor. O halde bu kınanan veli edinme nerede ve nasıl başlar?

Hulûl düşüncesinin de şirk olduğu açıktır. Hulûl, insana ya da başka bir şeye Allah’ın adeta sızması, o olarak görünmesi inancıdır. Allah, haşa, ete kemiğe bürünüp Yunus diye görünmez.

Allah’tan başkası adına yemin etmek de yine bu sebeple şirk sayılmıştır. Çünkü yemin, insanın Allah’ın gücünü yanına alarak söylediği sözü O’nunla güçlendirmek istemesidir. Başkası adına yemin etme, onun da Allah’ın gücü gibi gücünün olduğunu varsayma olduğu için şirktir.

HABERE YORUM KAT