1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Makdisi’den IŞİD ve İç Çatışma Hakkında Risale
Makdisi’den IŞİD ve İç Çatışma Hakkında Risale

Makdisi’den IŞİD ve İç Çatışma Hakkında Risale

Ebu Muhammed el Makdisi, Suriye'de yaşanan "iç çatışma" ile ilgili bir risale kaleme aldı. IŞİD'in tutumunu eleştiren Makdisi, mücahidlere önemli nasihatlerde bulundu.

02 Şubat 2014 Pazar 23:17A+A-

Suriye'de meydana gelen son olaylarla alakalı Ebu Muhammed el Makdisi’nin özellikle IŞİD'i hedef alan eleştiri ve nasihatlerini içeren bir risale Minberu’t Tevhid ve’l Cihad isimli sitede yayınlandı. Aynı zamanda Muhaysini’nin başlattığı ve “Mübaderetu’l Ümme” –Ümmetin Barış Girişimi- ismini verdiği, Suriye'de Müslümanların arasındaki savaşı durdurmayı hedefleyen platformun bildirisi de, bu girişime destek ve teyit mahiyetinde Minberu’t Tevhid’de yayınlandı.

Makdisi'nin risalesini İncanews'ten Emre Özdemir  çevirdi:

***

EY ALLAH’IM! BEN ONLARIN YAPTIKLARI ŞEYLERDEN BERİYİM!

Ebu Muhammed el-Makdisi’den özel olarak Suriye’deki mücahit kardeşlerine; genel olarak da bütün Müslümanlara!

1435/2014

[Hiçbir grubu ayırt etmeksizin bütün mücahit gruplara!]

Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun! Kendisinden başka hak hiçbir ilahın bulunmadığı Allah’a hamd ederim! Nebilerin ve resullerin sonuncusu, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olana salat ve selam ederim!

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” [3/102-103]

Muhakkak ki; Suriye’deki mücahit grupların bazılarının aralarında meydana gelen savaş bize ulaştı ve bize elem verdi. Aynı zamanda, bazılarının pusulalarını, silahlarını ve ateşlerini mücrim Nusayrilerden, Müslüman kardeşlerimizin kalplerine çevrilmesi ve bunu yaparken de haram olan Müslüman kanını dökmeyi mubah kılıp, savaşın yönünü değiştirmeyi meşrulaştıran herhangi bir dava ortaya konulmaması da bize ulaşıp, bizi üzdü.

Ey Kardeşlerimiz! Biliniz ki, bugün Şam topraklarındaki mücahitler kesinlikle İslam ehlinin cevheri özüdür. Her hangi bir Müslümanın hatta en düşüğünün bile kanının saygınlığı ve dokunulmazlığı, Allah’ın evi Kabe’nin hürmetinden bile daha üstünse, mücahitlerin özü ve muvahhitlerin cevherlerinin saygınlığı ve dokunulmazlığının durumunu siz düşünün!

Güvenilir kardeşlerimizin vasıtası ile bize ulaşan haberler bizi üzdü. Bunlardan dolayı büyük bir şaşkınlık içerisindeyiz. Öyle ki bazıları; zanla, muteber olmayan bahanelerle ve bırakın İslam ehlinin cevherlerinin kanını mubah kılmayı, eman verilmiş bir kafiri bile öldürmek için uygun olmayan sebeplerle, mücahitleri öldürmeyi kendileri için caiz kılıyormuş. Bazı gruplarla beraber hareket etmek iddiası gibi ki bu gruplar münafık olarak kabul edilse bile. Çünkü Rasulullah (sav) münafıklarla beraber hareket etti, onları idare etti ve onları affetti. Bilakis müşriklerle, puta tapanlarla, Yahudilerle ve diğerleriyle bile böylece muamele etti. Nitekim bu, O’nun (sav) siretinde kabul edilmiş bir durumdur. Bu gibi durumlarda kanı helal kılan şey nerede?

Ey Akıl Sahipleri!

-Bizimle- savaşan herkes sahvecilerdendir iddiası, “bizimle olmayan bizim aleyhimizdedir” söyleminin başlangıcı değil midir? “Falan bizimle idi sonra biatını bozdu” iddiası, “o başka bir mücahit gruba gitti” iddiası veya “o bizi dinlemez, itaat etmez ve bizim yanımızda bir hilafete veya kuvvetli bir devlete dönüşmüş cemaatımıza biat etmez iddiaları da –bu baptan değil midir-? Bilgiçlik taslayanlardan bazılarının, işleri şişirip hakiki hacminden daha büyük yerlere koyup gelişi güzel dillendirdikleri şeyler de aynı şekildedir. İşte bu, Resulümüzün yasakladığı ve sakındırdığı aşırılıktır; Yüce Rabbimizin bizim için koyduğu sınırları aşmaktır; eşyanın değerini abartmak ve onu kendi hakiki vasfından dışarıya çıkarmaktır. Rasulullah (sav) hacda taşlama esnasında aşırılıktan sakındırırken şöyle buyurmuştur: “Dinde aşırılıktan sizi sakındırıyorum. Sizden öncekiler ancak dinde aşırı gitmeleri sebebi ile helak oldular.” [Ahmed]

Bilakis bize ulaştığına göre; bazıları mücahit kardeşlerinin merkezlerinde ve bulundukları mekânlarda kendilerini patlatmaları için tabilerine cevaz veriyormuş. Ben bilmiyorum bunların akılları, bunların şeyhlerinin ve müftülerinin akılları nereye gitti? Allah’ın düşmanları karşısında kuvvetli bir pozisyona geçmek için, bu tür operasyonlara cevaz veren eski ve yeni Müslümanların âlimlerinden önde gelenler, kesinlikle buna nefislerin çok zorda kalması ile cevaz vermişler ve böylesi bir operasyon yapılmadan kurtulunması mümkün olmayan, kesin, hakiki ve zaruri bir mefsedeti savmak için çok ağır şartlara bağlamışlardır. Aslında haram olan bu tür ameliyelerin –Müslümanlara-  yönlendirilmesi için tabilerine fetva verenler, kendisinde hiç ilmin, anlayışın, bakış açısının ve Müslüman kanına değer vermenin bulunmadığı kimseler değil midir? Bu tür ameliyelere ruhsat verenler, ancak bu tür zor durumlarda ve ağır şartlar koşarak ruhsat vermişlerdir.

Bu eylemlerin İslam ehline özellikle de onların cevherlerine yöneltilmesine kim cevaz verebilir ve nasıl olur da bu gibi fetvalara uyulabilir? Bu eylemi gerçekleştiren kimse de onu bu amelden alıkoyacak ve Müslümanların kanına düşüncesizce dalmaktan engelleyecek hiç mi akıl yok! Hem de o Allah’a doğru yönelmişken!

Bazılarının, kan içmek ve parçalanmış cesetler arasında yaşamak gibi övünerek söylediği sözlerle yaptığı hutbeleri de duyduk. [1] (IŞİD sözcüsü Adnani'nin açıklaması hakkında) Bu tür hitaplar ancak Allah’ın düşmanlarına yapıldığı zaman, güzel görülüp meşru kabul edilebilir, Müslümanlara değil.  Cihadın hakikatini anlamaktan mahrum kalmış kişilere ne yazık, ki onlar fetva ve yönlendirme makamına geçmişler. Nasıl olur da onlar, cihadın, tevhid, tevhidin yüceltilmesi ve insanların tevhide girmesi gibi yüce bir gayenin vesilesi ve bu yüce amacın hizmetçisi olduğunu göremezler. Bunlar –bu fetva ve eylemler- bu gayenin çirkinleştirilmesine ve ifsat edilmesine sebep olan vesilelerdir. Bu yüce amacın felce uğramasına sebep olan bu gibi sapık ve münharif vesilelere Allah bereket vermesin. Hizmet ettiği şeye saldıran, ondan uzaklaştıran ve onu çirkinleştiren hizmetçilere Allah bereket vermesin.

Allah’a yemin olsun ki, davet yapan değerli internet sitelerinden bazılarının da bu gibi geçersiz fetvaların ve tepetaklak olmuş tezlerin neşredilmesine ortak olmaları bizi gerçekten üzmektedir. Ben bilmiyorum; bu, bir gaflet içinde mi, yoksa bütün mücahitleri toplayıp dağıtmayan, parçalamayıp temyiz eden bir “minber” olması gibi sebeplerle kurulan asıl gayenin unutulması sebebiyle mi meydana geldi. Onlara, ahd üzere kalmak hayrın, mücahitlerin birliğinin ve birbirine yakınlaşmasının anahtarı olduğunu hatırlatır; sonucu Müslümanların kanını helal kılmak olan fitneler hususunda, bir grubu destekleyen hiçbir şeyi yaymamalarını [2] ve Rabbimizin, güzellikle tabi olanların -ensarın- yaptığı dualardan bize öğrettiği gibi şu şekilde dua etmelerini nasihat ederim: “Bunların (Muhacirlerle Ensar’dan) arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” [59/10]

Kim olursa olsun, Müslümanların kanları hususunda cüretkâr davrananların amellerinden beri olduğumuzu beyan etmekten hiç sıkıntı duymaz ve utanmayız. Nitekim bunu –beri olmayı- bizden daha hayırlı birisi, onlardan daha hayırlı olan başkaları ile birlikte yapmıştı. “أسلمنا” –Müslüman olduk- sözünü güzel ifade edemeyip “صبأنا” –din değiştirdik- dediklerinde, Allah’ın kılıncı Halit b. Velid (ra) secdeye sarılan insanları öldürmüştü de Rasulullah (sav) iki kez “Ey Allah’ım! Ben Halit’in yaptığından beri olduğumu sana –bildiririm-” demişti. Hadis Sahih-i Buhari’de geçmektedir. Bu kıssada, Allah’a isyanda emirlerine itaat etmek için böylesi şeyler yapan taklitçi tabiler için ibretler vardır. Çünkü Halit (ra) askerlerinden her birisine kendi esirini öldürmesini emretmişti. Abdullah b. Ömer bu hususta ona itaat etmekten kaçındı ve “Allah’a yemin olsun ki ben esirimi öldürmeyeceğim ve benim arkadaşlarımdan birisi de esirini öldürmeyecek!” dedi. Bizim zamanımızdaki bütün emirlerden daha hayırlı olan Allah’ın kılıncı Halit b. Velid (ra) onların emiri iken, yanlış bir şey emredildiğinde itaat etmediler.

Bundan sonra bütün mücahitler bilsin ki, tevhit bayrağını kaldırmak ve insanları tağutlara kulluktan çıkarıp sadece Allah kulluğa hidayet etmek, kendisi sebebiyle savaşmak ve hizmet etmek için çıkılan tek gayedir. Onların cihadı, bu şerefli amaçtan alıkoyan, ondan nefret ettiren ve onun yüzünü çirkinleştiren bir vesileye dönüşürse, bunu tekrar gözden geçirsinler, pusulalarını düzeltsinler ve Rasulullah (sav)’in  Hayber günü sancağı Ali (ra)’a verdiğindeki nasihatini hatırlasınlar: “Allah’a yemin olsun ki! Allah’ın senin elinle bir kimseye hidayet etmesi, kızıl develerinin olmasından daha hayırlıdır.”

Mekke’nin fethi sırasında, Ensar birliği, bir anda Müslüman olan Ebu Sufyan (ra)’ın yanından geçerken, Ensar birliğinin emiri ve sancağı taşıyan Sad b. Ubade (ra) ona: “Ey Ebu Sufyan! Bu gün savaş günüdür. Bu gün Kabe’nin helal kılındığı gündür” dedi. Ebu Sufyan (ra) Sad’ın sözlerini Rasulullah (sav)’e bildirince şöyle dedi: “Sad yalan söyledi. Fakat bu gün Allah’ın Kabe’yi yücelttiği gündür. Bugün Kabe’nin giydirildiği gündür.” Sonra Rasulullah (sav) Sad (ra)’dan sancağı aldı ve Ali (ra)’a verip, Sad (ra)’ın hatırının kırılmasından korkarak, onu Kays b. Sad b. Ubade (ra)’a vermesini emretti. Fakat Sad (ra), Rasulullah (sav)’in hoşlanmayacağı bir şeyi oğlunun yapmasından korkarak, bayrağı ondan almasını istedi. Rasulullah (sav)’de sancağı alıp Zübeyir (ra)’a verdi.

Rasulullah (sav)’in, kendisine eziyet eden, işkence eden ve yurdundan çıkaran bir kavme nasıl hitap ettiğini düşünün. Sonra o onları affetti, Allah’ın dinine fevç fevç girmeleri için onları serbest bıraktı. İşte bu asıl gayedir. Şehirlerden önce, tevhid ve hak için insanların kalbini feth etmek. Sad (ra)’ı, onun Rasulullah (sav)’i razı etmesindeki, ona itaat etmesindeki, isteğine cevap vermesindeki ve hemen emrine dönmesindeki hırsını düşünün –Allah ondan razı olsun-.

Bütün cihat ehli bu dersleri düşünsünler ve bundan ibret çıkarsınlar. Vesilenin amacın önüne geçmesinden, ondan saptırıp uzaklaştırmaya ve çirkin göstermeye sebep olmasından sakınsınlar. Çünkü bunlarda fıkhın ve kavramların alt üst olması vardır.

Bunu bildikten sonra, mücahitlerin hakkında cimrilik yapmayacak ve onların bildiğim güzelliklerini gizlemeyeceğim. Mücahitlerden bir gruptan, farklı cemaatler olmalarına rağmen ortak bir noktadan operasyonlarını yürüttüklerine, toplumun genelinde kabulle karşılandıklarına, toplum tarafından sevildiklerine, onlardan dinlerini öğrenmek ve onlara yardım etmek için etraflarına toplandıklarına, mücahitlerin ahlakını sevdikleri ve mücahitlerin onlara merhametli olmaları sebebiyle tevhid davetinin insanlar arasında yayıldığına dair gözleri aydınlatacak güzel haberler de ulaştı. İşte bu apaçık fetihtir. Yoksa, birilerinin kan içmeğe ve parçalanmış cesetler arasında yaşamaya olan muhabbetleri ile övündükleri sözleri değildir. Bizler ancak kolaylaştırıcılar olarak gönderildik zorlaştırıcılar değil. Eğer kan içmek ve parçalanmış cesetler arasında yaşamak gibi hitaplar din düşmanları aleyhinde olsaydı, biz bunu inkar etmezdik. Fakat bu hitap, Müslüman ve mücahitlerin kalplerine doğru yöneltilmiş oldu. Bundan dolayı itiraz ettik. Kimin razı olduğu ve kimin de kızdığı bizi ilgilendirmemektedir.

Durum şu ki, bu hitap, hitabın sahiplerinin halinin, selefin Yüce Allah’ın şu sözünü kendileri hakkında tefsir ettiği kimselerin haline dönmesinden korkulan bir söylemdir: “De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? İyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir”[18/103-104]. İnsanların en çok ziyanda olanı, davetinde, cihadında ve ibadetinde güzel yapıp hidayet üzere olduğunu sanan kimsedir. Kıyamet gününde, kendisinin sapıklardan olduğu ortaya çıktığında –anlar-. Bundan daha ziyade hüsranda olan ise Yüce Rabbimizin hakkında şöyle dediği kimsedir: “Hiç şüphesiz bunlar, ahirette en çok hüsrana uğrayanlardır.”[11/22] Allah onlardaki hüsran vasfını daha da artırmıştır. Çünkü onlar bir önceki ayette olduğu gibi, gerek fiille gerekse de sözle haktan saptırmaları, Allah’ın yolundan alıkoymaları, hak yolu tahrif etmeleri ve eğri göstermeleri sebebiyle dalaletlerini artırmışlardır.

Allah’ın katındaki şeyleri isteyerek yola çıkmış mücahit, doğru yoldan sapıp, Allah’ın kendisi için cihadı meşru kıldığı gayeden uzaklaştırıp, onun eğriliğini isteyip en çok hüsrana uğrayanlardan veya hüsrana erenlerden olmaktan sakınsın. Allah’ın kendisi için cihadı meşru kıldığı gayeyi sürekli gözünün önüne koyarak, hidayet edilmiş yol göstericilerden olmaya karşı hırslı olsun. İşte bu gaye, tevhiddir ve kulları kula kul olmaktan çıkarıp, Allah’a kulluğa yöneltmektir. Bu gayeyi çirkin gösterip ondan alıkoymaktan; birbirleri ile savaşmaları, Müslümanların kanlarını helal saymaları veya Rasulullah (sav)’in ahlakına ve tavsiyelerine muhalefet etmek sebebiyle düşmanlarının diline düşmekten de sakınsın.

Müslümanların avamını kucaklasınlar. Mücahitlerinin ve yöneticilerinin yanı sıra, Müslümanların isyankârlarına rahmet etsinler. Eğer onlar bunu elde edemez ve bunda başarılı olamazlar ise, hükmetmeye başladıklarında insanları yönetmeyi nasıl başaracaklar?

Bilsinler ki cihatlarına karşı kurulan komplolar çok büyüktür. Arap ve acem bütün tağutlar onların başına üşüşmüştür. Bu onları, nefislerin kıskançlıklarından uzaklaşmaya, ihtilaf ve ayrılık sebeplerinin tamamını eritmeye çağırmaktadır. Rasulullah (sav)’in şu sözünü hatırlasınlar: “Kim insanlara –dünyada- meşakkat verirse, Allah da kıyamet günü ona meşakkat verir.”

Yüce Allah’tan, mücahitlerin saflarını birleştirmesini, onların hedeflerini kelime-i tevhit üzere cem etmesini, kalplerini içlerindeki en müttaki kimsenin kalbi üzerine toplamasını, tevhit bayrağını sabitleştirip, şirkin bayrağını alaşağı etmesini dilerim.

Allah, nebimiz Muhammed’e, a’line ve bütün ashabına salat ve selam etsin.

Ebu Muhammed el-Makdisi

Rebiulevvel 1435

Ocak 2014

[1] Bu sözüyle Şeyh Makdisi, Işid’ın resmi sözcüsü Adnanî’nin, son olaylarla alakalı konuşmasında geçen hitabına işaret etmektedir.(Mütercim)

[2] Şeyh bu sözü ile, Şeyh Ebu Hümmam el-Eserî’nin yazdığı “Bağdadi’ye biat etmek için ellerinizi uzatın” isimli risale gibi yayınlara işaret etmektedir. Çünkü bu risale Şeyh Makdisi’nin ve birçok küresel cihat alimlerinin kitap ve fetvalarının yayınlandığı “Minberu’t Tevhid ve’l Cihad” isimli sitenin facebook sayfasından bir hafta yayınlandıktan sonra kaldırılmıştı.

 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum