1. YAZARLAR

  2. Yasemin Çongar

  3. Mağlubu olmayan çözüm
Yasemin Çongar

Yasemin Çongar

Yazarın Tüm Yazıları >

Mağlubu olmayan çözüm

21 Temmuz 2009 Salı 17:55A+A-

Galibi olmayan bu savaşı ancak mağlubu olmayan bir çözüm bitirebilir.

Devlet artık bunu biliyor...

Bu savaşı kazanamayacağını biliyor.

Barışın, ancak savaşan taraflara kendilerini “mağlup” hissettirmeyecek bir çözümle mümkün olacağını, devlet içindeki anahtar kurum ve şahıslar artık anlıyorlar.

***

Fatih Çekirge dün Hürriyet’te, “Eğer bir sonuca gidilecekse bunun kilidi şu sözle açılacaktır: Mağlubu olmayan bir çözüm... Yani kimse diğerine ‘Bileğini büktüm’ demeyecek...” diye yazdı.

Çekirge, bunu yazmadan önce kimlerle konuştu bilmiyorum ama bu yaklaşımın, PKK’nın dağdan indirilmesi projesinin devlet içindeki lokomotiflerine egemen olduğunu biliyorum.

Görevi bırakmadan, bu projeyi başarıya ulaştırmak isteyen Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Emre Taner’in böyle düşündüğüne inanıyorum.

***

Bu nedenledir ki devlet, Abdullah Öcalan’ı resmen muhatap almazken, fiilen muhatap alacağı bir çözüm için düğmeye bastı.

Bu nedenledir ki devlet, “dağdan indirme” projesinin kültürel, siyasi, iktisadi açılımlarla da bütünleştirilmesi gerektiğini artık teslim ediyor.

Ve bu açılımların, Türkiye’de yaşayan Kürtlerin “birinci sınıf vatandaş” olmasını güvenceye alacak yasal düzenlemelerle desteklenmesi yönünde kesin bir olmasa da, en azından bunu imkân dahilinde gören ve giderek olgunlaşmakta olan bir siyasi tahayyül var artık.

***

Ancak şu da var...

Savaşan tarafların, yani devlet ile PKK’nın, birbirlerine karşılıklı olarak “bileğini büktüm” dememesi, “mağlubu olmayan bir çözüm” için gerekli ama yeterli değil.


Mühim olan, çeyrek yüzyıldır süren savaşın birinci derecedeki mağdurlarının, yani kendilerini “mağdur” hissetmemesi artık asla mümkün olmayanların “mağlup” hissetmemesini de sağlayabilmek.

Ve bunu sağlayabilecek tek şey, gerçek.

***

DTP lideri Ahmet Türk bir süre önce olağanüstü bir çıkış yaptı; Türkiye’de 17 bin 547 faili meçhul cinayet işlendiğini hatırlatıp “bugüne kadar yargılanmayan failleri kardeşlik adına affetmeye hazır olduğunu” söyledi.

Ahmet Türk gibi yaşanan acıları yakından bilen birinin bu cümlesi önünde sessizce başımı eğmekten, bu cümledeki yüce gönüllülüğe ve kudrete saygı duymaktan başka ne yapabilirim?

Bunu uzun zamandır düşünüyorum.

Ve içimdeki ses, Ahmet Türk’ün derin bir saygı ve samimi bir hayranlık duyduğum bu cümlesine karşı isyan ediyor.

Bu cümleye, tıpkı daha önce Ergun Babahan’ın yaptığı gibi, itiraz ediyorum.

Cizre’de Albay Cemal Temizöz’ün bilgi ve talimatı dahilinde işlenen elli beş cinayetin tanıklıklarını okuyunca...

Şemdinli’nin Ormancık Köyü’nde Albay Ali Çamurcu’nun önderliğindeki işkenceleri ve kaçırılıp öldürülen 12 korucunun Derecik Taburu’na gömüldüğünü öğrenince...

Güneydoğu’dan Taraf’a gelen yeni “toplu mezar” ihbarlarının peşine düştükçe...

Muhabirlerimize anlatılan yeni katliam hikâyelerini dinledikçe...

Devlet adına hareket eden birtakım adamların eliyle işlenen bu suçların üstünü asla örtmememiz ve, hayır, bu suçları henüz unutmamamız gerektiğini düşünüyorum.


Evet, belki kurbanların yakınları bu vahşetin sorumlularını affedebilirler bir gün ama önce o vahşetin gerçeğini milletçe bilmemiz ve sorumlularını yargılamamız gerek.

Ergun Babahan’ın, benim henüz Ahmet Türk’ün cümlelerini sessizce düşünmenin ötesine geçemediğim bir anda yazdığı şu satırlara katılıyorum:

“Kendine devlet diyen bir organizasyonun temel görevi, toprakları üzerinde yaşayan yurttaşlarının can güvenliğini sağlamaktır. Yakın geçmişte kimi kamu görevlilerinin bu görevi ihmal bir yana, yurttaşların canını kendi eliyle aldıkları anlaşılıyor. DTP lideri Ahmet Türk’e katılmak mümkün değil. Sayın Türk, Kürt meselesi çözülürse, bu faili meçhulleri unutacaklarını söylemişti. Bence buna hakkı yok. Türkiye bu dönemi açılmamak üzere kapatacaksa, katillerden mutlaka hesap sormalı. Rütbesi, mevkii ne olursa olsun.”

***

Geçen hafta bu sütunda yazdım:

Çeçenistan’daki kirli savaşın takipçisi Anna Politkovskaya, bu savaşın kurbanı olmadan kısa süre önce, “Savaşın kirinin Rus devletinin çehresinden silinmesinin tek yolu, savaşın günahlarının kefaretinin ödenmesidir; bu da ancak gerçeklerin gün ışığına çıkmasıyla mümkün” demişti.

Türkiye için de aynı şey geçerli; mağlubu olmayan bir çözümü ancak “gerçek” sağlayabilir.

Devletin PKK ile savaşında, onbinlerce asker ve PKK militanı öldü.

Bu devlet, Kürt çocuklarının eline silah alıp dağa çıkmasını önleyemedi; bu devlet, eline silah verdiği Türk çocuklarının o dağlarda ölmesini önleyemedi.


Savaşın bir yüzü bu; asker aileleriyle PKK’lı ailelerinin aynı derinlikteki acısının özeti bu.

Ama savaşın bir de “kirli” yüzü var.

Devlet bu “kir”den artık temizlenmeli.

Devlet adına hareket eden birtakım adamlar, Güneydoğu’da eline silah almamış vatandaşlara ettikleri zulmün, kıydıkları masum canların hesabını yargı önünde vermeli.


***

Birileri, o çok sevdikleri sözü kullanarak “rövanşist” diyecektir bu çağrı için.

“Kürt meselesinde çözüm için tarihî fırsat var” gibi çok önemli bir sözün arkasına sığınarak gerçekleri unutmamızı isteyeceklerdir.

Yanılmış olurlar; yanıltmaya yeltenmiş olurlar.

Çünkü kalıcı bir barış, savaşın eli silahlı taraflarından da önce, silahsız mağdurlarının kendilerini “mağlup” hissetmemesiyle mümkün.

Bugünlerde yeniyetme bir heyecanla “yaşasın barış” nidaları atmaya başlayan dünün şahinlerine dikkat edin bence.


Onlardan, “Aman canım, toplu mezarları kazdırmayın; Temizöz İddianamesi’ni ciddiye almayın; Ergenekon Davası’nı abartmayın... Bunlar ortalığı bulandırıyor; çözümü erteliyor; barışı zorlaştırıyor” türü sözler işiteceksiniz.

Bu sözler karşısında, bir an için durun...

Ve gerçek bir barışın ancak gerçekler üzerine kurulabileceğini düşünün.

TARAF

YAZIYA YORUM KAT