1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Madımak'ta gerçekte kimlerin hayatı ateşe verildi?
Madımak'ta gerçekte kimlerin hayatı ateşe verildi?

Madımak'ta gerçekte kimlerin hayatı ateşe verildi?

Madımak hadisesine dair gerçekleri konuşmak hala yasaklı konular arasındaki yerini koruyor...

02 Temmuz 2025 Çarşamba 22:30A+A-

HAKSÖZ-HABER

Türkiye'de özellikle yakın tarih konuşulması, tartışılması yasaklanmış mitlerle dolu. Sivas'ta yaşanan Madımak hadisesi de bunların en önemlilerinden. "Gerçekte acaba ne oldu?" diye sorulduğu zaman bile linçe maruz kalınan bu hadisede suçlu kim, mağdur kim; hiç bir zaman hakikat ortaya çıksın istenmedi.

İlgili ilgisiz bir sürü insana idam kararı çıkartılan ve ardından müebbete çevrilen uyduruk delillerle hazırlanmış dava, onlarca insanın hayatlarına mâl oldu. Oysa gerçekler çok başka idi.

Muhammed Okçu Haksöz için Sivas Madımak hadisesine dair bilgileri derledi.

***

Madımak'ta gerçekte kimlerin hayatı ateşe verildi?

Muhammed Okçu

Yine geldi bir 2 temmuz daha. Desene yine yenecek kardeş eti. Yine birileri mazlumların aziz hatırası üzerinde tepinecek. Yine konuşacak ‘’Bu İslam değil’’ diyen entel ağabeyler. Bütün bu abuk subuk çığlıkların arasında yine görmezden gelinecek onca acı onca gözyaşı. Sivas davası Türkiye tarihine sürülmüş kara bir lekedir. Yıllarca sol ajitasyonun üzerinde tepindiği davada, hakikatler dışında her şey konuşuldu. Hakkı yenenler dışında herkes konuştu. Ama kimse bu masumlara ne bir mikrofon uzattı ne de yardım eli. Ağzını açan herkes Müslümanları cahillikle, siyaset bilmemekle hatta barbarlıkla suçladı. Oysa kimse de bir bakalım ne olmuş demedi, böyle bir ihtiyaç hissetmedi.

Yıllarca kardeş eti edebiyatı yapanlar kardeş etine bir türlü doymadı. Kimi onları ajanlıkla suçlarken kimi marjinal olmakla, basiretsiz olmakla suçladı. Sahi neydi mesele, ne olmuştu da olaylar buraya gelmişti. Aslında cevap çok basit; yıllarca fasıktan haber alınmaz diyenler fasıkların habercisi ve hatta avukatı olmuştu. Yaşananlar o kadar güzel çarpıtılmıştı ki yaşayanlar dahi "Acaba gerçekten böyle mi oldu?" der duruma gelmişti. Yıllarca "Aydınlarımızı diri diri yaktınız!" edebiyatı yaptılar ki oysa ortada ne yanan ne de yakan vardı. Sırf olayları daha da ajite edebilmek için "diri diri adam yaktılar" furyasına maalesef bazı Müslümanlar da dahil oldu. Gerçekler unutulmuş ve birileri her zamanki gibi uyduruk hikayelerle Müslümanları hedef almıştı. Oysa gerçekler apaçık ortada idi...

- Sivas'ta hava nasıl gerildi?

Aslında olayların lanse edildiği gibi ne Alevilikle ne de Alevilerle bir alakası yoktu. Hatta hadiseleri tetikleyen olaylar Alevileri de hedef alıyor, hatta aşağılıyordu. Bütün bir İslam dünyasında tepkilere ve kitlesel eylemlere yol açan Salman Rüştü’nün Şeytan Ayetleri kitabı, Aziz Nesin tarafından Aydınlık isimli işbirlikçi şebeke ile beraber tercüme edilmiş ve neşredilmeye başlanmıştı. Türkiye’nin birçok yerinde bununla ilgili kitlesel eylemler yapılmış ve bu mesele protesto edilmişti. Tam da bu çalkantılı dönemde Sivas’ta Valilik ve Kültür Bakanlığı işbirliği ile Pir Sultan Abdal şenlikleri tertip edilmişti. Normalde her sene Pir Sultan Abdal’ın köyünde düzenlenen şenlikler, bu sene merkeze alınmış ve bir haftaya yayılmıştı.

Tabii sorun burada değil, zaten konunun Pir Sultan Abdal ile de alakası yoktu. Konu tamamen Aziz Nesin’in çarpık anlayışı ve provokatörlüğüydü. Pir Sultan Abdal şenliklerine onur konuğu olarak davet edilen Aziz Nesin, daha önceki tavrında ısrarcı olmanın yanı sıra 1 Temmuz’da düzenlenen açılış programında Müslümanların mukaddesatını tahkir etmişti. Hatta Aziz Nesin’in ifadeleri sadece Müslümanları değil, aynı zamanda Alevileri de hedef alıyordu. Sözleriyle Kur’an’ın eskidiğini ve çağ dışı olduğunu söyleyen Aziz Nesin, bu sözlerine ek olarak, “Ben ateistim, dinsizim. Alevilerin kaynağı beni ilgilendirmiyor. Ali ile Muaviye’nin bin yıl önceki savaşı da beni ilgilendirmiyor. Pir Sultan Abdal’la da Alevilikle de bir alakam yok. Ama siz Aleviler biraz daha hoşgörülüsünüz. Bu da İslam’ın Türkiyeleştirilmesinden kaynaklanıyor.” (4 Temmuz, Sabah)

Pir Sultan Abdal ile bir ilgisi olmadığını söyleyen Aziz Nesin’in Pir Sultan Şenliği’ne gelişi başlı başına bir tezat olmakla beraber,  Aziz Nesin’in kente gelişinden zaten rahatsız olan Müslümanları açıktan provoke etmiş ve gergin olan ahaliyi daha da irrite etmişti. Elbette aydınlık (!) timsali olan Aziz Nesin’in bu sözleri ve tahrikleri, belli çevrelerce görülmemesinin yanı sıra adeta savunulur hale getirilmişti. 2 Temmuz’da Aziz Nesin’in bu ifadeleri yerel gazetelerde yer almış ve adeta Müslümanlara meydan okuyan bir hal almıştı. Ertesi gün “Müslümanlar” imzası ile dağıtılan bildiriler yerel medya tarafından haberleştirilmiş ve Müslümanların mukaddesatına sövmenin asla normalleştirilemeyeceği ve bunu yapanların protesto edilmesi gerektiği duyurulmuştu. Tam burada şunu da belirtmek gerekiyor, bu bildirinin kim tarafından yazıldığı, dağıtıldığı da ayrı bir muamma olarak duruyor. Dedikodular dışında kimin yazdığı da net olarak bilinmiyor.

- Protesto edilen neydi?

2 Temmuz günü Pir Sultan Abdal Kültür Merkezi önünde, cuma saatine denk getirilerek Pir Sultan Abdal’ın heykel açılışı tertip edilmiş; davul, zurna ve müzikli kutlamalar ile orada namaz kılan Müslümanlar tahrik edilmişti. Bu olaylara tepki gösteren Müslümanlar, “Kahrolsun şeriat, Türkiye İran olmayacak!” sloganları ile karşılaşmış, hatta tepki gösterenlere taşlarla saldırılmış, bu olaylar sırasında 10 kişi yaralanmıştı. Cuma sonrası merkezde bulunan Paşa Camii’ndeki Müslümanlar, cami önünde toplanarak olaylara tepki göstermişti. O sırada şehirdeki gergin hava diğer camilerden çıkanların da buraya hareket etmesiyle olaylar daha da büyümüştü. Alanda toplanan Müslümanlar, ABD bayrağı yakarak protestolarına başlamıştı.

Müslümanların tavrı netti, aslında protesto edilen emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri idi. ABD bayrağı yakıldıktan sonra valilik önüne toplanan kalabalık, burada da protestolarına devam ediyordu. Burada RP’li Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu ve Emniyet Müdürü Doğukan Öner, halkla konuşup kitlenin sakinleşmesini sağladılar. Ancak yine bir fısıltı, Aziz Nesin’in Madımak Oteli’nde olduğunu söylemişti. Bu haber üzerine kalabalık, sloganlar eşliğinde Madımak’a doğru yürüyüşe geçti. Daha sonra verdiği röportajlarda Vali Karabilgin, otelde bulunanlara haber verdiğini ve burada bulunanların polis korumasında şehirden ayrılması için 3 otobüs hazırladığını söylemişti. (Milliyet, 18 Temmuz Pazartesi, Vali A. Karabilgin’le yapılan röportaj.) Ancak burada bulunanlar ayrılmak yerine kalmayı tercih etmişti.

- Sırra kadem basan dört kişi

Bu sırada olaydan haberdar olanların da gelmesi ile kalabalık her an büyümeye devam etmişti. Burada şunu da ifade etmek gerekiyor, kalabalık Aleviler aleyhine değil, tamamen Aziz Nesin ve emperyalizm üzerine sloganlar atıyordu. Alevilik kimsenin gündeminde dahi değildi. Otelin önünde toplanan kalabalığın otelde bulunanlar ile bir derdi yoktu, zaten atılan sloganlar hedefte olan ismin Aziz Nesin olduğunu net bir şekilde ortaya koymuştu. Ancak oteldekiler çıkıp gitmek yerine, toplanan ahali ile alay ediyor, el kol işaretleri ve karşı sloganlarla Müslümanları kışkırtıyordu.

Yaşanan hadiseler üzerine otel taş yağmuruna tutulmuş ve otelin camları parçalanmıştı. İçeride bulunanlar bunun üzerine otel lobisine ellerine geçenle barikat kurmuş ve dışarıdaki kalabalığa taşlar ve sopalarla karşılık vermişti. Bu sırada şunu da ifade etmek gerekiyor, gerek yerel gazeteciler gerek görgü tanıkları burada otelden halka ateş açıldığını söylemesine rağmen, sol ajitasyonun propagandası bunu unutturmayı başardı. Öylece bu olaylar arasında öldürülen 4 kişinin kim tarafından, nasıl öldürüldüğü adeta bir sır olmuştu. Bırakın sır olmayı, bugün bile Madımak anmalarında isimleri geçmez, çoğu zaman ölü sayısına dahi dâhil edilmezler. Doğru ya, onlar Sivaslı mazlumlar, kim niye onları önemsesin ki? Madem kimse anmıyor, bari biz isimlerini geçirelim: Ahmet Öztürk, görgü tanıklarının ifadesine göre Arif Sağ ve korumalarının silahlarından çıkan kurşunların hedefi olmuştu; Ahmet Alan o sırada hiç orada bile değildi, görgü tanıkları dükkânını kapatırken polis tarafından öldürüldüğünü aktarmıştı; Kenan Yılmaz, her ne kadar otelde ölenler arasında gösterilse de resmi kayıtlara geçmemişti, oysa Devlet Bakanı Türkan Akyol Sivas’ı ziyaretinde ailesini ziyaret etmişti, hatta bu ziyaret sırasında aileye 5 milyon liralık çek verildiği de iddialar arasında yer almıtşı; Hakan Türkgil otelde ölenler arasında gösterilse de ölüm sebebi alnından vurulması idi, öyle ki cenazesi dahi gizlice gömülmüştü. Tabii bütün bunlar ne medya tarafından ne de mahkeme tarafından görülmedi.

- Gerçekten yanan oldu mu?

Otel önündeki kalabalık sloganlar eşliğinde protestosuna devam ederken polis yeterli olmayınca alana jandarma da gelmişti, ancak ne hikmetse otel ile göstericilerin arasına girmesi gereken jandarma, göstericilerin arkasına konuşlanmıştı. Göstericiler otel ile jandarma arasında sıkışıp kalmıştı. Zaten ne olduysa bu sırada oldu. Otelde bulunanların araçları öfkeli kalabalık tarafından devrilmişti. O sırada devrilen araçlardan birinin benzin deposundan sızan benzin, hâlâ kim olduğu tespit edilemeyen bir kişi tarafından ateşe verilmişti. Zaten medyada çarpıtıldığı gibi otel yanmış değildi, sadece otelin perdeleri tutuşmuş ve lobide küçük bir yangın çıkmıştı. Tabii bu noktada hemen şu soru geliyor akıllara: Madem yangın bu kadar büyük değil, bu kadar insan yanarak nasıl öldü? İyi de, bunların yanarak öldüğünü kim söylüyor? Elbette olayı daha da ajite etmek isteyen propaganda araçları. İçeride bulunanlar, kurdukları barikatlardan dolayı dışarı çıkamamış, içeride sıkışmıştı. Rüzgârın da etkisi ile bütün duman adeta içeri doluşmuştu ve bu duman yüzünden içeride bulunanlar karbonmonoksit zehirlenmesi sonucu hayatını kaybetmişti.

- Sol ajitasyon devrede!

Tabii asıl mesele bundan sonra başladı, birden bütün Türkiye’de yer yerinden oynadı. Sol medyanın çarpıtmaları sonucu Aleviler ile alakası olmayan bu olay, Alevilere düzenlenmiş bir saldırı haline gelmişti. Oysa olayın Alevilerle bir alakasının olmaması bir kenara, üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen hâlâ o bildirileri kimin yayınladığı, o ateşin kim tarafından yakıldığı bilinmiyor. Bütün bu bilinmeyenlerle birlikte medyada o kadar ciddi bir linç kampanyası başlatılmıştı ki, sokaklarda görülen çarşaflı kadınlara saldırılıyor, sakallıların sakalı çekiliyordu. Kimin yaptığı dahi bilinmeyen bu eylem üzerinden bütün Müslümanlar cebren adeta öcü rolüne sokuluyordu. Olay anında müdahale etmeyen, ortamın güvenliğini sağlayamayan polis, sırf görüntülerde var diye, sırf orada diye insanları karpuz seçer gibi gözaltına almaya başlamıştı. Öyle ki, bırakın o gün protestoda, Sivas’ta dahi olmayan insanlar bu olayların faili olarak lanse edilmişti. Ne acıdır ki bu insanlar ne dinlenmiş ne de görgü tanıklarının ifadeleri dikkate alınmıştı. İşkence altında alınan ifadeler delil sayılmış, hatta bazı ailelerin sonraki yıllarda medyaya verdiği röportajlara göre, sanık koltuğuna oturtulan bu mazlum insanların ifadeleri değiştirilmiş ve tutanaklara değiştirilmiş ifadeler geçirilmişti. 90’lı yıllar boyunca işlenen 17 bin faili meçhul cinayetin sorumlularını tespit edemeyen devlet, yaklaşık 30 bin kişinin toplu olarak bulunduğu bir alanda hemencecik failleri bulduğunu iddia ediyordu. Medyadaki şeytanlaştırmalar ve çarpıtmalar o kadar büyüktü ki, olaydan hemen 3 gün sonra katil PKK, Başbağlar köyünü basmış, o sırada akşam namazını kılıp camiden çıkan 28 kişiyi kurşuna dizmiş, bu zulme karşı çıkan 5 kişiyi de ateşe verdikleri evlerde diri diri yakmıştı. Ve tabii ki bu olay da görülmedi. Medya, olayları o kadar çarpıtmıştı ki, kendi halinde yaşarken birden taraf olmadıkları bir mesele yüzünden katledilen köylülerin durumuna bırakın üzülmeyi, sevinenler dahi olmuştu.

Saldırılar sadece bunlarla da sınırlı kalmadı, DHKP-C, mazlum Sivaslıları taşıyan jandarma araçlarına dahi bombalı saldırı düzenlemişti. Ne acı değil mi? Hiçbir suçunuz yokken tutuklanıyorsunuz ve bütün ömrünüz lanetlenerek demir parmaklıklar arasında geçiyor. Bundan daha hazin olanı ise, bazı Müslüman çevreler de bu linç furyasına katılmış, insanların yakılarak öldürülmesi caiz mi değil mi, onu tartışıyorlardı. Oysa ortada yakılan kimse de yoktu.

- Mezar taşında bile isimsiz kaldılar!

Bütün bu acı hadiselerin yanında beni en çok etkileyen ise rahmetli Cafer Erçakmak amcanın hikâyesi olmuştu. Yıllarca işlemedikleri bir suçun bedeli olarak ailesinden, memleketinden kopup dünyanın dört bir yanına dağılan mazlumlar kervanına Cafer Amca da katılmıştı. Sırf alanda bir fotoğrafı var diye şeytanlaştırdılar Cafer Amca’yı, oysa görgü tanıkları onun milleti sakinleştirdiğini, bu görüntünün bu sırada çekildiğini aktarıyordu; ama kimin umurunda ki, nasıl olsa o saatte orada bulunan herkes onların gözünde adi birer suçlu idi. Hakikaten kime ne? Cafer Amca 54 yaşındaydı, ailesinden, şehrinden koparııldığı sırada. O kadar çok yorulmuştu ki kaçmaktan, mecali kalmamıştı; artık yüreği dayanamadı bunca acıya, gözyaşına. 70’inde çat kapı girdi bir gün evinin kapısından. Kızı açmıştı kapıyı ama tanıyamamıştı; nasıl tanısın ki, en son 5 yaşındayken görmüştü babasını. O vakur adamın yüzü silinmiş, sesi değişmiş, yıllar gitmemişti sadece, Cafer Amca da gitmişti; yerine adeta yeni biri gelmişti. Ne o doyabildi ailesine, ne de ailesi ona; geldikten birkaç gün sonra vefat etmişti. Ama mezarında bile rahat vermediler Cafer Amca’ya; “Bizi kandırıyorsunuz!” dediler, “Başkasını gömdünüz.” dediler ve açtırdılar mezarını Cafer Amca’nın. Çıkardılar o soğuk bedenini mezarından. Mezar taşında ismi bile yazmıyor, ‘Mahmut Dayı’ yazmıştı akrabaları korkudan, diğer tarafına ise sadece C.E. yazılmıştı. İşte böyle ağırdı o mazlumların hikâyesi. Çocukları hapishane koridorlarında büyüdü, baba hasreti ile. Ne yazık ki ne seslerini duyurabildiler, ne uğradıkları haksızlıkları anlatabildiler. Hoş, kimse de duymak istemiyordu zaten! 

HABERE YORUM KAT

9 Yorum