1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. M. Emin Ekmen: 'PKK Saldırıları Darbecilere Fırsat Yarattı'
M. Emin Ekmen: 'PKK Saldırıları Darbecilere Fırsat Yarattı'

M. Emin Ekmen: 'PKK Saldırıları Darbecilere Fırsat Yarattı'

Darbe girişimi, Suriye'deki gelişmeler, Cerablus operasyonu ışığında Al Jazeera’nin sorularına cevap veren eski Batman milletvekili Mehmet Emin Ekmen’e göre, PKK'nın saldırıları darbe planlayan kadrolar için de büyük bir fırsat oluşturdu.

26 Ağustos 2016 Cuma 11:18A+A-

Röp: Ayşe Karabat / Al Jazeera

Kürt siyasetçi, Avukat Mehmet Emin Ekmen, Gülen Örgütü’nün terörle mücadele adı altında darbe girişimine zemin hazırlamaya çalıştığını, PKK saldırılarının giderek arttığı bu ortamda HDP’nin çözüm sürecine ilişkin açabileceği yeni bir alan kalmadığını söyledi.

Eski AK Parti Batman milletvekili Erkmen’e göre, darbe girişimi Suriye’deki gelişmelerden de bağımsız değil.

“Aslına bakarsanız Suriye’nin geleceği ne olursa olsun orada Kürtlerin bir statüsü olacak,” diyen Erkmen’e göre, “PKK Türkiye’deki tehdidi sonlandırmalı ki Türkiye, Suriye’deki gelişmelerin kendisi için bir tehlike oluşturmayacağı kanaatine ulaşabilsin. “

"Türkiye’de radikal İslam tehlikesi var’ imajı Kürt Bölgelerinden başlatıldı"

Bir yazınızda Gülen Örgütü’nün, Kürt Sorunu çerçevesinde mahkemelerde anadilde savunma krizi çıkarmaktan KCK operasyonlarındaki rolüne kadar bir dizi kırılma yaratan olayda etkisi olduğunu söylüyorsunuz. Bunları, olurken fark etmemiş miydiniz?

Bunlara dair ilk farkındalığım Hizbullah’a yönelik yürütülen bazı soruşturmalar, açılan bazı davalar sırasında oluştu. Şimdi geriye dönüp baktığımda, 2009 ve 2010 yılı içerisinde, Türkiye’de radikal İslam tehdidi olduğu imajını oluşturacak şekilde, en az altı yedi dava süreci yürütüldüğünü görüyorum. Siyasi araçlarla bize gelen dosyaları hukukçu kimliğimle özel olarak inceliyordum. İnanılmaz derecede vahim dosyalardı. Mesela, Hizbullah Ankara oluşumuna yönelik açılan dava dosyasında, Altı aylık izleme takip sonucunda, örgütsel amaçlı ev taşıma faaliyeti, örgütsel amaçlı düğün faaliyeti ve örgütsel amaçlı cenaze ziyareti olarak sunulan fotoğraflar dışında suç oluşturacak hiç bir veri bulunamamıştı. Yine aynı tarihlerde Elazığ’da bir işyerine yapılan baskında bir CD ele geçirilmişti. Oysa o CD’nin dışarda olması mümkün değil; emniyet arşivinde ve adli sicilde var sadece.  Bunun üzerine de Hizbullah suçlaması ile dava açılmıştı. Başka bir davada sadece bir kafeteryada çay içildiğine dair görüntü üzerine bir gence El Kaide üyeliğinden dava açılmıştı. Hizbututahrir davası da vasıflandırma ve delil açısından felaketlerle doluydu. 

Velhasıl bütün bunlar bir araya geldiğinde, açılan davalar ile;  “Türkiye’de radikal İslami tehdit var ve siyaset bununla yeteri kadar ilgili değil, ama emniyet ve yargı içerisinde bir grup var ki bu operasyonları hakkıyla yürütüyor” imajı veriyordu.  Hatta, yurtdışında yabancı dilde yayınlanan makalelerde bu söylem kullanılıyordu. Kendi adıma bu örgütün emniyet ve yargıdaki gücünü kullanarak manipülasyon yapma iradesini ilk orada tespit ettiğimi söyleyebilirim. Mesela yine 2009 yılı KCK davalarındaki ilk tutuklamalarda da garip şeyler oluyordu. Dönemin Batman milletvekili Ayla Akat Hanım anlatmıştı, tutuklama işlemi bitiyor, aralarında seçilmiş siyasetçiler de olan sanıklar cezaevine götürülmeleri gerekirken tekrar adliyeye getiriliyorlar ve fotoğrafları çekiliyor. Çeken emniyet fotoğrafçısı, servis yapan Anadolu Ajansı. Bunun gibi örnekler çok, doğrusu bir şeyleri fark ediyorsunuz, görüyorsunuz, buna karşı bir çaba yürütüyorsunuz, fakat önceki ismiyle paralel devlet yapılanması, şimdiki ismiyle de FETÖ’yü o gün tespit edebilmiş miydik, çok emin değilim.

Peki, bunları partinizde dile getirmiş miydiniz?

Bu olaylarda Fetullahçı ve paralel bir örgütlenme var, diye ismini koyarak bu hususları paylaştığımı iddia edemem. Ama, “Yargı ve emniyet içerisinde bir irade var, bu irade ürettiği işlerle siyasete rağmen ve siyasi alanı manipüle ediyor. Bu uygulamalar etkili sonuçlar üretiyor, örneğin, Hizbullah’ı tahrik ediyor, bu tahrikin sonucunda Hizbullah partileşiyor. PKK’yı tahrik ediyor, saldırılar artıyor”, diye görüşlerimizi ifade ediyorduk. Birçok arkadaşımız ifade ediyordu. Siyasi muhataplarımız çoğunlukla bu itirazları, tespitleri ciddiye alıyordu, talimatlar veriyorlardı. Yargıyla ilgili kısımda ise bazı çabaları oluyordu. Ama açıkçası, ahtapot gibi vücudu saran bir yapılanma var. Siyasetin yanlışları görse bile sisteme nüfuz etme imkanı yok, bir savcının ya da sulh ceza hakiminin çok olağan gözüken bir kararı deprem etkisi yaratabiliyor. Adalet Bakanı arayıp o savcıya, hakime bunu niye yaptın diye hesap soramıyor. Bir üst mahkemeye bunu halledin diye talimat da veremiyor. Lisanı münasiple yaptığı girişimler de bir duvara çarpıp geri dönüyor. 

Mesela Fetöcüler, Balyoz tutuklamalarında, İlker Başbuğ tutuklamasında çok esaslı bir tepkiyle karşılaştılar. Sayın Erdoğan açık bir tavır aldı. Ama zerre miskal geri adım atmadılar. Bürokratik düzeni kuşattıkları için kendi işlerini kendileri görüyorlar, kendi göbeklerini kendileri kesiyorlar. Dolayısıyla, bizim bu tartışmalarımız farkındalık ve duyarlılık oluştursa bile, süreci kesen bir etki yaratmıyordu.

"Ceylanpınar’da üçüncü bir el olsa bile..."

Çözüm sürecinin bitmesinin bir çok nedeni var ama Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi de önemli bir etken oldu. Şimdi bunu Gülen Örgütü ile ilişkilendirenler var. Geriye dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz orada?

Ceylanpınar olayını duyduğumda aklıma ilk gelen şu olmuştu: “Bu, PKK’nın eylem tarzına benzeyen bir eylem değil.” Dün Suruç oldu, bugün de Ceylanpınar’da bu olay yaşandı, iki şehit var. Bir el ortalıkta dolaşıyor. Ne yapabiliriz? Karar alma süreçlerinin içerisinde olan, en dar toplantılara katılan, bir başbakanlık danışmanını aradım. O da, “Buyurun, yüz yüze konuşursak daha faydalı olur”, dedi. Başbakanlığa gittim.  Şu tezimi anlattım; “Bir, bu cinayet PKK’nın eylem tarzına benzemiyor; iki bölgede askeri ve polis lojman oranı yüzde otuzlarda. Sivil alanda, kendi evinde çoluğunun çocuğunun yanında dahi güvende olamama korkusu polis ve asker üzerinde güçlü bir negatif etki yaratır. Geceleri  hanımıyla, çocuğuyla  uyuyamayan insanların toplumla temasında doğabilecek problemler de çok daha yüksek etkili ve yıkıcı olur. Urfa Valisi’nin de ilk açıklaması bunun adli bir vaka olabileceği yönündeydi, dolayısıyla buna terör etiketi vurmakta acele etmemek lazım, biraz daha fotoğraf netleşmeli” dedim. Dinlediler ve makul buldular fakat görüşmemizin bitmesine yakın HPG’nin açıklaması yayınlandı ve olay üstlenildi. Ben o açıklamanın da şüpheli olabileceğini, çünkü PKK içerisinde dünyanın bütün istihbarat örgütleriyle bağlantılı gruplar olduğunu, buna da soru işaretiyle bakılması gerektiğini ifade ettim. Biliyorsunuz on, on beş gün sonra, bu kez Kandil’den bu eylemin aslında bazı soru işaretleri içerdiği, kendilerinin bir kararı olmadığı, merkezi iradenin dışında yapılan bir eylem olduğunu falan olduğunu ifade ettiler. Tabii şunu biliyoruz; merkezi irade ile yerel inisiyatif kavramları PKK açısından propogandatif bir argümandır. Bu nedenle bu söyleme tam anlamıyla bir samimiyet ve değer atfetmek doğru olmaz.

 Orada şöyle bir şey söyleyebiliriz; diyelim ki bu saldırıyı başka bir unsur yaptı, yerel HPG birimi üstlenince önce HPG sonra da PKK bu işi kucağında buldu. Eğer bu tartışmalı, içerisinde soru işaretleri barındıran bir eylem ise, Ceylanpınar’ı takip eden günlerde sizin savunmada ve sükunet içerisinde bulunmuş olmanız gerekiyordu. Oysa, Ceylanpınar’ı takip eden günlerden 1 Aralık’a kadar 200’e yakın şehit var ve bu şehitlerin tamamı – bu çok önemlidir- savunma hattında şehit verilmiştir. Sadece baş komiser Ahmet Çamur’un aktif bir operasyon bölgesinde şehit olduğu bilgisi var bizde; geri kalanlar çoluğunun çocuğunun yanında, evinin önünde, seyir halinde, sivil servis aracındayken, intikal esnasında EYP veya mayınlı saldırılarla şehit edilmişlerdir. Ceylanpınar baskınında üçüncü bir el bu işe girdi mi? bu FETÖ müydü? İran mıydı? veya başka bir şey miydi, diye bir tartışma yapabilmemiz için devamında PKK’nın daha sükunetle davranması gerekiyordu, davranmadı. Neticede; evet, bu karışık bir eylemdir, ama öyle anlaşılıyor ki PKK da bu fırsat kaçırmamış ve bu eylemi çatışmaları, saldırıları tırmandırma yönünde kullanmıştır. Biz bu eyleme soru işaretiyle bakabiliriz ama PKK’nın soru sorma hakkı yoktur diye düşünüyorum.

"Darbe girişimi Suriye’deki süreçten bağımsız değil"

Kürt sorununun artık bir çok uluslararası boyutu var. Bu mesele, son uluslararası gelişmeler ışığında ve 15 Temmuz düzleminde nerede duruyor?

Kürt meselesinde bölgesel düzlemi konuşmak için Suriye'ye bakmak gerekir. Orada PKK/PYD bir yandan İran, Rusya ve Suriye ile iş tutarak, onların açık desteği ile büyüdü. Diğer yandan IŞİD karşıtı mücadele görüntüsünün yarattığı bir sempati ile de Avrupa ve Amerika’nın sadece siyasi ve moral desteğini değil askeri yardımını da aldı.

Türkiye’deki darbe girişimine gelince, Avrupa ve Amerika’nın buna açık ve net bir destek verdiğini ama İran ve Rusya’nın daha temkinli davrandığını söyleyebiliriz. Darbeci kadroların Amerika ve Avrupa ile çok sıkı bir ilişki içerisinde olduğunu düşünüyorum. Rusya'nın tutumunda ise ABD ve Avrupa destekli darbe görüntüsüne karşı çıkmak kadar Türkiye Rusya  ilişkilerinin darbeden hemen önce iyileşmeye başlaması da etkili oldu muhtemelen. 

15 Temmuz darbe girişiminin Suriye'den bağımsız okunamayacağını, darbe sürecinin buradaki tablo üzerine inşa edildiğini düşünüyorum.  

Biraz daha açar mısınız?

PKK, ütopyasını Suriye'de gerçekleştirebileceğine inandı ve Türkiye'de savaşı başlattı. Aslına bakarsanız Suriye’nin geleceği ne olursa olsun orada Kürtlerin bir statüsü olacak. Geleceğe dair birden fazla senaryo sayılabilir. Bir numaralı senaryo, Suriye ve Irak’ın birleştirilerek Kürt, Sünni, Nusayri, Şii devletçiklerin oluşturulması. 2. ihtimal; Suriye’nin kendi içerisinde Sünni, Nusayri ve Kürt federatif bölgelerine ayrıştırılması. Bu da olmaz ise, Kürtlerin vilayet bazında- çünkü oradaki Kürt bölgesinin coğrafi olarak birleştirilmesi çok kolay olmayabilir; bugün sağlanır da yarın yeniden bozulabilir- o nedenle vilayet bazında Kürt vilayetlerinin özerkleştirilmesi hedeflenecektir. Uluslararası karar alıcılar bu senaryoyu "Kürtler" üzerinden tartışıyor ama Türkiye haklı olarak bunun bir Kürt yapısı değil PKK'ya ait birer egemenlik alanı olacağını savunuyor ve bu senaryolara karşı çıkıyor. Türkiye’nin bu senaryolara karşı olması süreci zorlaştırıyor ve uzatıyor. Ben Türkiye'nin rıza gösterebileceği nihai seçeneğin PYD'nin monopol olmadığı vilayet bazlı bir özerklik olabileceğini düşünüyorum. 

Tam da burada Türkiye'nin Cerablus operasyonunu bu senaryolarda nereye oturtuyorsunuz? 

Bu Türkiye'nin Suriye'de bir PYD koridoruna karşı çıktığının açık göstergesi. Çünkü PYD Mınbiç örneğinde görüldüğü gibi IŞİD'le mücadele meşruiyetini kullanıp egemenlik alanını genişletiyordu. Türkiye bu operasyon ile hem IŞİD karşıtı pozisyonunu teyit etti hem de Fırat'ın doğusuna dair hassasiyetini askeri gücünün güvencesine aldı. 

Büyük fotoğrafın bize söylediği şudur; Türkiye Kürt şehri olan Kobane'nin özgürleşmesine lojistik destek verirken, Mınbiç, Cerablus, Tel Abyad gibi Türkmen veya Arap nüfusu olan şehirlerin demografisini garanti altına almak istiyor. Bunun anlamı üç nolu senaryo olarak ifade ettiğimiz vilayet bazlı özerkliğin gerçekçi olabileceğidir. Bunun da ön şartı PKK/PYD'nin Türkiye için tehdit olmaktan çıkmasıdır. Rusya, İran, ABD'nin operasyonu onaylayan yaklaşımı da vilayet bazlı özerklik projeksiyonuna bu ülkelerin de hazır olduğunu gösteriyor. 

PKK ve Suriye'nin darbe girişimine etkisine dönersek?

PKK Suriye’de elde edebileceğine inandığı bir egemenlik alanı için Türkiye'de savaşı başlattı. Bunu da Rusya-İran-Suriye'den bağımsız yapmadı hatta özellikle Esad'ın isteği ile yaptı.

PKK'nın saldırıları darbe planlayan kadrolar için de büyük bir fırsat oluşturdu; 2. Ordu kadroları özellikle hendek savaşlarını derinleştirdi, pervasız davranıldı ve şehit sayısı kasıtlı olarak arttırıldı. Hendek savaşları üzerinden iç savaş riskinin derinleştirilmesi noktasında ikinci ordunun bir rol oynadığı çok açık. Biliyorsunuz hendek kazılan ilçelerde operasyonlar eş zamanlı olarak yürütülmedi.  Bir sıralamaya konuldu. Bu sıralama, aslında bir zaman yönetimi, stratejisi içeriyordu. Önce Cizre operasyonu yapıldı, sonra dönüldü Sur operasyonu yapıldı, peki Cizre’de Sur'da operasyon yapıldığı zaman üstelik bölge halkı da bu işe karşı iken sizin diğer ilçelerde önleyici tedbirler almanız gerekmiyor mu? Ama ilk akla geleni bile yapmadılar, önleyici tedbirler alınmadı, Yüksekova’da ve Nusaybin’de ikinci ordunun tankları önünde hendekler kazıldı. Nusaybin’de müdahale beş ay geciktirildi, öyle oldu ki örgütün oraya çektiği üniversiteli gençler burada ‘artık bizim bulunmamızın bir anlamı yok’ diyerek orayı terk etti. Hadi diyelim ki Devlet Sur’u, Cizre’yi kucağında buldu. Bunu bir miktar anlayabiliriz. Gerçi Al Jazeera’de Abdulkadir Konuksever’in yaptığı çok güzel röportajlarda insanlar “ silahlar gözümüzün önünde yığıldı, hendekler kazıldı; emniyet ve asker bu işe sessiz kaldı” diyor. Devlet Sur’u ve Cizre’yi kucağında buldu diyelim, ama Yüksekova ve Nusaybin’e açıkça göz yumdular. Amaç neydi? O gün biz söylediğimizde sesimiz duyulmadı, ama bugün artık Devlet Bahçeli bile darbeden sonraki ilk grup konuşmasında işin ismini koydu: Darbe ortamını inşa etmek. Hatırlayın, geçen yıl Türkiye’de iki gün içerisinde aynı anda 57 noktada tırnak içerisinde teröre karşı hassasiyet gösteren vatandaşların eylemleri oldu. En meşhuru Kırşehir’de bir iş yeri yakıldı. Ankara’da HDP binaları kurşunlandı. Kırşehir’de çok kıymetli bir belediye başkanı var, Sn. Yaşar Bahçeci çok büyük bir duyarlılık gösterdi, provokasyonu boşa çıkardı, ama o dönemde kendisinin de tespiti, olayların seyrinde Emniyet'in  zaafiyeti olduğu yönündeydi. Aslında o zaman bir simülasyon yapıldı. Artan terör olayları ile iki taraflı bir etki yaratılmaya çalışıldı. Biri, artan şehit sayısı ile Türklerde bir hassasiyet yaratmak; iki, umarsızca yapılan askeri operasyonlar ile Kürtleri sokağa dökmek. Mesela meşhur Cizre’deki bodrum krizi.

Cizre’de olanları soracağım ama, önce eskiden PYD ile işbirliği yapan Suriye rejiminin şimdi PYD’yi bombalamasının anlamı ne sizce?

Sorunuzdan önce şunu da ekleyeyim; Suriye’ye yönelik askeri aklı yöneten Semih Terzi’nin ilk gece infaz edilen bir hain olması; Hatay’da 200 km’lik bir sınır hattının darbeden önceki bir hafta boyunca boşaltılmış olması gibi detaylar darbeci aklın, Suriye’deki kaotik durumu Türkiye’ye sıçratma hedeflerinin birer işaretidir.  

Sorunuza gelince; Türkiye'nin Suriye'de politika değişikliğine gideceğine dair bazı işaretlerin ortaya çıkmasından sonra rejim güçleri Haseke'yi bombaladı. Sonra karşılıklı ateşler kesildi. Bunun konjonktürel bir görüntü mü olduğu, stratejik bir değişim mi olduğunu zaman gösterecek. 

"Darbe ortamı hazırlamaya çalışan akıl terörle mücadeleyi kullandı"

Cizre’deki bodrum krizinden söz ettiniz, ne oldu orada?

Orada bir grup silahlı PKK’lı terörist bulunuyordu. Ama muhtemelen onların yanında silahlı eyleme katıldıkları için sivil de diyemeyeceğimiz üniversiteli öğrenciler de vardı. Bir kısmı yaralıydı. Bunların oradan kurtarılması yönünde HDP bir çaba yürüttü. Ankara ile görüşmeler yapıldı. Somut bilgi sahibi değilim ama açıklamalardan anladığım; Ankara oradaki yaralıların tahliyesine olumlu yaklaştı. En az üç kere ambulanslar o sokağa girmek istedi; ama tam ambulanslar binaya yanaşırken bir çatışma simülasyonu oluşturuldu ve bu “Güvenlik yok, çatışma ortamı var, kimse alınamaz” denilerek ambulanslar geri gönderildi. İlginçtir çatışmalar başladığında ısrarla, “Milli ordu bizim düşmanız değil, biz sarayın özel ordusuyla, polisiyle savaşıyoruz" diyen HDP ve PKK sözcüleri bu olaydan sonra; “Burada iki irade var: birincisi Ankara’daki siyasi irade, ikincisi sahadaki asker.” diyerek ilk kez Ordu'yu hedef alan açıklamalar yaptılar. Sonra ne oldu? Bir gece TRT’de altyazı geçti: “Bodrumda 60 kişi öldürüldü” diye. Bir saat sonra o altyazı kaldırıldı. Valilik “Böyle bir olay yok,” diye açıklama yaptı. Olayı araştırdım, bölgeden bir komiser yardımcısı TRT Haber’den tanıdığı bir yöneticiye telefon açıyor: “- ki operasyonu asker yönetiyor, telefonu açan komiser yardımcısı- bodrumdaki 60 terörist öldürüldü” diyor. Heyecanlı TRT Haber yöneticisi haberi giriyor, Valilikle Başbakanlık olayı anlar anlamaz haber geri çekiliyor. Ama biraz daha perde arkasına bakın. O günler  Kandil’in “Cizre’de katliam olacak” diye halkı ısrarla sokağa çağırdığı günler. Bir anda TRT Haber eliyle sunulan Cizre’de katliam var görüntüsü, aslında beklenen Kürtlerin sokağa dökülmesi, ama Kürtler PKK’ya o kadar kızgındı ki, bu girişim bile Kürtleri sokağa dökmeye yetmedi. Şimdi bunları alt alta yazınca ortaya çıkıyor ki; darbe ortamını inşa etmeye çalışan bir akıl terörle mücadeleyi hedefleri doğrultusunda kullanmıştır.

“FETÖ’yü siyasi olarak ilk anlamlandıran HDP ve PKK, ama...”

Bir yandan Kürtler üzerinden darbe ortamı hazırlanmaya çalışılıyor, KCK operasyonları üzerinden yaşanmış bir mağduriyet de var. Darbe başarılı olsaydı, Kürtler de ağır bir bedel ödeyecekti ama diğer yandan da PKK-Gülen Örgütü işbirliğinden söz ediliyor.

Bence bu iş birliği iddiasından önce HDP’nin ve PKK’nın darbeye karşı tutumunu tartışmamız gerekir. Ama sorunuza cevaben;  Somut iş birliği var mıdır? İstihbarat oyunlarında kameralar önünde bir alışveriş beklenemez.  Örneğin Gaffar Okkan cinayeti.  Hizbullah örgütü Gaffar Okkan’ın öldürülmesine karar verdi. Gerekçeleri; Okkan'ın 1990'larda Diyarbakır İstihbarat Müdürü iken Hizbullahçılara ve ailelerine,  işkence yaptığı iddiası idi. Ama Okkan cinayetine hiç bir zaman salt bir Hizbullah eylemi olarak bakamayız.  Okkan’ın öldürülmesini arzu eden bir irade, Hizbullah’ta var olan bu potansiyeli kullanarak; onları harekete geçirdi; işlerini kolaylaştırdı ve cinayeti onlara yıktı. Yani yerel veya uluslararası istihbarat örgütleri bir örgüt ile işbirliği yapıyor denildiğinde bunun açık bir destek şeklinde olması şart değil; önleri açılır, etkin bir şekilde mücadele edilmez, içlerindeki istihbaratçılar kullanılır vesaire. 

PKK'nın 15 Temmuz Darbe girişimine dair tutumuna gelince; Darbelerin en büyük mağdurları, Kürtler, Aleviler, dindarlar olmuştur. Bu darbe başarılı olmuş olsaydı kitlesel olarak en büyük mağduriyeti Kürtler yaşardı. Bir iç savaş olmuş olsaydı en büyük ölümü Kürt bölgeleri yaşardı ve ülkenin değişik yerlerindeki Kürtler saldırıya uğrardı. 

Aslında FETÖ hakkında ilk  teşhisi 2009'da yapan HDP ve PKK’dır. Yanılmıyorsam 2013’te Murat Karayılan’ın bir röportajı var. “Elimizde FETÖ’ye dair deliller belgeler var. Devlet istiyorsa verebiliriz” diyor. 

FETÖ başarısız bir girişim yapmış, üstelik işin içinde İran, Rusya gibi PKK’nın son dönem partnerleri yok, PKK'dan net bir karşı duruş beklenir. 

Fakat ilk saatlerde, yani gece 01:00 gibi KCK’nın yayınladığı bir açıklama var. Sonra bu açıklama değişik kalemlerden 7-8 kere tekrar tekrar yazılarak yeniden açıklandı. Demirtaş, DTK, KCK, HDP, DBP'nin açıklamalarına bakın, hepsi KCK açıklamasının farklı versiyonlarıdır. Bu açıklamada Tayyip Erdoğan, Yüksek Askeri Şura'yı dizayn amacı ile darbe girişiminin arkasında olmakla suçlanıyor.  Hadi gece 01:00 idi, olayın sıcaklığı ile bu açıklama yapıldı diyelim. Devam eden süreçte Mustafa Karasu bir makale yayınladı. “FETÖcülerin böyle bir şey yapması mümkün değil, böyle bir güç ve kapasiteleri de yok, AK Parti, Erdoğan bunu kullanarak FETÖ’yü tasfiye edecek” dedi. Biz bir yerlerden bu iş nasıl toparlanacak diye bekliyorken Sayın Demirtaş bir değil birden fazla kere “Meydanlar IŞİD’çilerle dolu” dedi. Bu insanlara nasıl böyle bir şey söyleyebilirsiniz? Devamında bir Genel Başkan Yardımcısı “Meydanlar bizimdir, biz 2-3 gündür sabırla izliyoruz, artık meydanları tekrar ele alacağız, halkımıza sesleniyorum. Gidin meydanları geri alın.” dedi. Bu, Güneydoğu’da meydanlara saldırı talimatı içeriyordu. 10 gün 15 gün sonra darbe karşıtı ilk mitingler yapıldı. Mitinglerdeki söylem 28 Şubat’taki “Ne şeriat ne darbe” benzeri, “ne diktatörlük, ne darbe.” Örgütlü tabanlarını sokağa indirmediler. Kürtlerin yaşanan alçaklıklara ve muhteşem direniş öykülerine kulak kabartmaması için Öcalan gündemli bir kampanya başlattılar. Hatta Baluken, “Meydanlardaki insanlar döner ekmekle meydanlarda tutuluyor” açıklaması yaptı. FETÖ’ye gösterilen bu müsamahanın hiçbir açıklaması yok. Oysa bu, büyük bir fırsat idi. Kitleleriyle sokağa inip, darbeye karşı direnç gösterip bir demokrasi  dayanışma gösterebilirlerdi.

“17/25 Aralıktan beri FETÖ'ye karşı tutumlarda problem var ”

HDP Meclis’teki darbe karşıtı bildiriye imza attı. Ama mesela Anayasa değişikliği konusunda diğer partilerin kurduğu birlik ortamında yok. Davet edilmesi için sizce HDP'nin ne yapması lazım?

Darbe karşıtı bildiriye imza atıldı ama TBMM'de diğer parti temsilcileri dayanışma ruhuna uygun bir duruş sergilerken aynı gün Baluken’in konuşmasında polemiğin ağır bastığı görülüyor.  Erdoğan’ı senaryo yapmakla suçluyorsunuz, girişimin FETÖ’cü bir darbe olmadığını iddia ediyorsunuz, milyonları IŞİD’çilikle ve döner ekmekçilikle suçluyorsunuz. Siyasi irade sizin bu duruşunuza karşı ne yapabilir? Siyasi tablo bu. Diğer yandan üçüncü günden itibaren başlayan ve şu sohbet anımıza kadar sayısı siviller dahil 80’i bulan şehit cenazesi var. Bir yandan ilk gece kurşun sıkmamakla övünüyorsunuz ama henüz darbe tasfiyesi devam ediyorken henüz İkinci Ordu’da darbeciler direniyorken saldırılara başlıyorsunuz. 

Bu durumda siyasi iradenin yapabileceği bir şey olmadığını düşünüyorum. Zaten canlı bomba cenazesine giden vekillerden kepçeleri hendek kazan belediyelerden kaynaklı bir negatif imaj vardı. Bunu daha da güçlendirdiyseniz,  Sayın Cumhurbaşkanı’nın, Sayın AK Parti Genel Başkanı’nın bu süreçte farklı bir şekilde davranma imkanlarının olmadığını düşünüyorum.

HDP’nin sizce ne yapması gerekiyor ki ‘evet tamam budur’ denilebilsin?

HDP önemli bir projeydi, bu proje PKK eliyle 7 Haziran’dan sonra imha edildi. Bu saatten sonra HDP ne yaparsa “oldu” deriz bilmiyorum. Benim aklıma gelen bir şey yok.  HDP sadece şimdi değil, FETÖ tarafından kurgulanan 17-25 Aralık argümanlarını 30 Mart Yerel seçimlerinde ve 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de sürekli tekrar ederek hata yapmıştı. 

Bunu bütün muhalefet partileri aşağı yukarı yaptı ama...

Ama şimdi CHP ve MHP’nin yaşadığı FETÖ gerçekliğiyle HDP ve PKK’nın FETÖ gerçekliğini bir tutamayız. Bir de ben HDP’nin de, PKK’nın da siyasal farkındalıkları yüksek kişilerden oluştuğunu düşünüyorum. Dolayısıyla, diğerleri yaptı diye burada da aynı hoşgörüyü gösteremeyiz.

Devamında ne oldu? 

FETÖ Kürt seçmeni hedefleyen Nokta dergisi ve Haberdar sitelerini yayına geçirdi. HDP ve PKK medyasından tanıdığımız çok sayıda isim bu iki mecrada yazdı. Ekonomik ihtiyaçları olabilir, sert konuşmak istemiyorum ama süreç adeta bir kurumsal işleyiş gibiydi; çok sayıda insan buralarda yazdı. Sonra ? Kırılma noktalarını sayıyoruz. FETÖ’nün Tayyip Erdoğan’ı uluslararası mahkemelerde yargılatmak üzere kurguladığı “Türkiye IŞİD’i destekliyor” iddiasının en büyük taşıyıcısı, HDP ve PKK oldu. Nuçe Tv’de, Fırat News’te sahte belgeler ile haberler yapıldı. MİT tırlarının durdurulması olayı Avrupa ve Amerika’daki PKK lobileri tarafından kanırtılarak kullanıldı. 

Oysa Türkiye’nin IŞİD’i desteklediği, Erdoğan’ın diktatörleştiği iddiaları darbeye meşruiyet kazandırmak için FETÖ'nün  uluslararası arenada yürüttüğü bir faaliyetti. Başarılı da oldular. Amerika ve Avrupa medyası, darbe girişiminde FETÖ’nün yanında durdu.

HDP savaşı engelleyememiş olabilir, HDP – PKK arasındaki girift ilişkiler onların net bir duruş sergilemesini engellemiş olabilir, bütün bunlar bir derece tartışılabilir ama sivillere yönelik saldırılarda bile sahici ve sağlıklı bir tutum sergilenemedi, basit kınamalarla geçiştirildi. 

Bütün bunlardan sonra nereden toparlanabilir?

Ben artık HDP’nin siyasete dolayısı ile kendine açabileceği bir alan olduğuna inanmıyorum. Ama PKK tutumunu değiştirerek yeni bir durum oluşturarak normalleşmenin önünü açabilir. 

“Aydınların çağrısı bir yol olabilirdi”

Sizce öyle bir ihtimal var mı?

Öyle bir ihtimal pek gözükmüyorken KCK'nın açıklaması geldi. Açıklama şimdilik propaganda aracı gibi gözüküyor ama  ölümlerden yorulmuş bir toplum olarak umudumuzu korumak istiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı birkaç kez çözüm sürecinin buzdolabında olduğunu ifade etti bu minvalde;  silahların betona gömülmesi, PKK’nın silahlı mücadeleyi tam olarak sonlandırması, terörü sonlandırması ve hiç değilse Türkiye’yi terk etmelerini isteyen konuşmalar yapıldı. 

PKK Suriye’deki olası gelişmelerin Türkiye tarafından engellenmemesini istiyorsa, Türkiye’deki tehdidi sonlandırmalı ki Türkiye, Suriye’deki gelişmelerin kendisi için bir tehlike oluşturmayacağı kanaatine ulaşabilsin. 

Aydınların PKK'ya saldırıları durdurma çağrısı yapması beklenirken aydınlar  “HDP niye dışlanıyor” diye imzalı bildiri yayınladılar. Oysa PKK üzerinde baskı oluşturarak saldırıları durdurabilirlerdi. 

Çözüm süreci buzdolabında. PKK da adım atmıyor. Bu, ne kadar sürdürülebilir bir durum?

Türkiye 12 kez AK Parti ise 3-4 kere PKK’nın silahsızlandırılarak demokratik sisteme entegrasyonunu denedi. Her bir entegrasyon girişimi kendi içerisinde tartışılabilir ve eleştirilebilir. Ama Suriye’de oluşan yeni durumun PKK’da devletleşme hayali yarattığı ve  son çözüm sürecini PKK'nın sonlandırdığı söylenebilir. Devleti eleştirebilir miyiz? Eleştirebiliriz ama Devlet, geri çekilmenin alt yapısını sağlama, TBMM Komisyonu kurma, çözüm yasası çıkartma, Akil İnsanlar Heyeti kurma, tarihin en büyük demokratikleşme paketini açıklama gibi adımlarla süreci ileriye taşıma yönünde irade ortaya koydu. PKK’nın yapması gereken tek bir iş vardı, Geri çekilme. Mart’ta başlayıp Eylülde bitecekti, Mayıs’ta başlayıp Haziran’da bitti. Çözüm süreci içerisinde yapılan silah yığınaklarına değinmiyorum bile. Saldırılar acımasızca devam ediyorken Devlet ve hükümet ne yapabilir? Bilmiyorum.

Müzakere masasına dönülmesi için sorumluluğun hükümette olduğunu belirten bir açıklama yaptı KCK. Ne düşünüyorsunuz bu açıklamayla ilgili?

Dediğim gibi açıklama beklenmedik bir zamanda  geldi. Gelişmeleri görmek gerekir ancak bu açıklamaya değer atfedilmesi bekleniyorsa hiç değilse saldırılar durdurulmalı.

“Eski dosyalar açılabilir ama sonuç verir mi emin değilim”

7 Haziran’da altı, 1 Kasım seçimlerinde beş milyon oy almış bir partinin tabanından söz ediyoruz. Bu insanlar, “ben ve benim oy verdiğim parti dışarıda bırakılıyor” diye düşünürler mi?

Beş, altı milyonluk seçmenin tamamının PKK gibi düşünerek ve bu eylemleri onaylayarak oy verdiğini söyleyemeyiz. 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki bir milyon oy azalışını, hendek savaşlarındaki HDP tabanının sessizliğini göz önüne alalım. 170 bin oy aldıkları illerde hiçbir basın toplantısına bin kişi gitmedi. Yüzde 93 oy aldıkları mahallelerde hendek kazamadılar. Taban bu saldırı dönemine destek vermedi. HDP'yi de kendi siyasetine sahip çıkmamakla eleştirdiler. Buna rağmen dışlanmışlık görüntüsü kendi tabanında hoş karşılanmayabilir ama siyasi veya duygusal bir kırılma yaratmayacaktır. 

Gülen Örgütü ile bağlantılı olduğu düşünülen dosyaların, mesela Uludere dosyasının yeniden açılması mümkün mü?

Sayın Numan Kurtulmuş ve Sayın Berat Albayrak’ın bu bağlamda açıklamaları var. Hükümet içerisinde ağırlığı olan insanlar. Bence bir şeyler bekleyebiliriz. Ama geçmişte yargı kurumu operasyonel amaçlar için öyle kullanıldı ki nasıl sonuçlar elde edilebileceğini öngörmek zor.

Siyaset bir irade ortaya koyabilir ama yargı işleyişinde o farklı bir yere gidebilir. Mesela, sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan Uludere olayından sonra “Bu olay sivil mahkemede incelenecek” dedi. FETÖ’nün etkili olduğu sivil yargıda bu dosya 350-400 gün bekletildi, yetkisizlik verildi. Yetkisizlik dediğiniz şey, en fazla bir haftada anlaşılabilecek bir durumdur. Sonra dosya Askeri İdare Mahkemesi’ne gitti, Askeri İdare Mahkemesi ise -ki yaygın kabule göre yüzde yüz FETÖ’den oluşuyor- Orası da takipsizlik verdi. Siz siyasi olarak bir irade koyuyorsunuz ama bunun nasıl evrileceğini sonra sizin doğrudan yönetemeyeceğiniz alanlar belirliyor.Bu dosyalar yeniden açılabilir mi? Bu ve benzeri dosyaların yeniden açılması Kürt'lerde  onarıcı bir etki yaratacak, hukuka olan inanç artacaktır. Ayrıca son bir yıllık süreçte hendek savaşına ve saldırılara karşı konulan net tutum daha da güçlenecektir.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum