1. YAZARLAR

  2. Süleyman Seyfi Öğün

  3. Liberaller ve demokratlar yol ayrımında mı?
Süleyman Seyfi Öğün

Süleyman Seyfi Öğün

Yazarın Tüm Yazıları >

Liberaller ve demokratlar yol ayrımında mı?

15 Mart 2011 Salı 00:38A+A-

Liberal ve demokrat olmak aşağı yukarı aynı anlama geliyor.

Bu konuda Türkiye'deki siyasal kamuoyunda yaygın olduğunu düşündüğüm bir örtüştürme mevcuttur. Oysa liberal olmakla demokrat olmak arasında, gerek göndermelerde bulunulan felsefi-moral çerçeveler, gerekse tarihsel-kültürel duruşlar itibarıyla bir farklılık olduğu, siyasal doktrin tarihine ilişkin yalınkat bir okumada hemen farkına varılabilecek bir husustur. Daha dikkatli bir okuma ise, sözü edilen farklılıkların esaslı farklılıklar olduğunu kavratacaktır bizlere. Eğer işi ciddiye alıp, bir derece daha özenli bir okumayı göze alırsak, bu farklılıkların sadece bir farklılık olarak kalmadığını, esastan yürüyen bir çelişkili durumu anlattığını göreceğizdir.

Bu çelişki, liberallerin ve demokratların hassasiyetler hiyerarşisinde hangi değeri merkeze aldığıyla doğru orantılıdır. Giovanni Sartori muhtelif eserlerinde, demokrat duruşun merkeze aldığı hassasiyetin "eşitlik"; liberal hassasiyetin ise "özgürlük" olduğunu entelektüel bir kuyumcu titizliği ile ortaya koyar. Bu, elbette ki diğerini yok saymak anlamına gelmez. Demokrasi mücadeleleri "özgürlüğü", liberal mücadeleler de "eşitliği" dışlamaz. Ama vurgular aynı derecede değildir. Mesela liberal duruş eşitliği bir hukuksal ya da formel eşitlik olarak önemser. Ama derinleştirmez. Oysa demokratların ajandası daima daha fazla eşitlik arayışlarıyla yüklüdür. Eşitliği derinleştirirler. Mesela hukuki bir eşitlikle yetinmemek, toplumsal hayatın her alanında eşitliği gerçek kılmak için çaba sarf ederler. Demokratlar ise özgürlüğü, mücadele ettikleri ayrıcalıklı bir dünyaya karşı kullanırlar. Ama, kendisini "bireysel iradeler" olarak ortaya koyan ve farklılıkları vurgulayan özgürlük talepleri ile, yakınlıkları, benzerlikleri -hatta aynılıkları- vurgulayan "halk iradesi" çeliştiği zaman, tercihlerini ikincisinden yana koyarlar. Liberal duruşu da en fazla tedirgin eden budur. Çünkü onlar, özgürlüğün, ancak bireysel farklılıkların garanti altına alınması, özendirilmesi ve geliştirilmesi sayesinde hayata geçirilebilecek bir değer olduğunu düşünürler. Dolayısıyla özgürlüğe yönelen tehlikelerin, sadece kurumlardan (devlet) değil, bizzat topluluklardan da gelebileceğini öngörürler. Demokratlar ise, bireysel farklılıkların eşitlerden oluşan topluluğun uyumunu bozabileceğinden ve eşitliğe halel getireceğinden endişelidirler. Eğer bu endişeler artarsa, eşitliğin derinleştirilmesi ve aynılık olarak yorumlanması, farklılaşmanın bastırılması ve köksüzleşme tehlikesine karşı aynılaşmanın baskın kılınmasına yönelik çabalar seferber edilir.

Görülüyor ki, özgürlük ve eşitlik kavramları, hem liberal çevrelerde hem de demokratlarda ortaktır. Ama iki duruş arasındaki fark, bunlardan hangisini merkeze aldıkları ve derinleştirdikleri, diğerini ise sınırlı tuttuklarına bakılarak anlaşılabilir.

Ama daha temelden bakacak olursak, merkezi kavramların uyumsuzluğu gibi çok zor bir başka sorunla yüzleşebiliriz. Doğrudan ifade etmek gerekirse, "eşitlik" ve "özgürlük" siyasal bir tekerlemenin birbirini tamamlayan kavramları olarak -mesela özgürlükler ve eşitlikler gibi başlayan bir yaygın söylemde olduğu gibi- değerlendirilmemelidir. Sorun bir tekerlemede kafiye düşürmek basitliğinde anlaşılmamalıdır. Şurası çok açık ki; özgürlükler eşitlikleri, eşitlikler ise özgürlükleri sıkıntıya sokuyor. Bunu daha süreçsel ya da dinamik olarak şöyle de okuyabiliriz: Özgürleşmek bir yerden sonra eşitlenmeyi; eşitlenmek ise bir noktadan sonra kaçınılmaz olarak özgürleşmeyi eksiltiyor.

Gerek liberal duruş, gerekse demokratik duruşun sürdürülebilir tarihsel bir tecrübeye dönüşmesi, eşitlik ideali ile özgürlük idealini bir noktada dengelemekten geçiyor. Bu iki duruşun ayrışması her ikisinin de kendi içinde erimesine yol açıyor. Liberal duruş toplumsal ile bağlantısını kaybediyor, yalnızcılık, aykırılık ya da seçkinciliğe; demokratik duruş ise ortalamalardan hareketle vasatçılığa (mediokrasi) dönüşüyor. Kimyanın diliyle söyleyecek olursak, saf altını nasıl bakır ile katıştırmadan var edemiyorsak, liberalliği demokratlıkla, demokratlığı da liberallikle terbiye etmeksizin ayakta tutabilmek mümkün gözükmüyor. Ama bu işin hangi nispette ya da terkipte yapılırsa tutacağını önceden kestirmek, basit bir kimya bilgisi değil. Yani, şu miktarda demokratlıkla, şu miktarda liberallik bir araya gelirse terkip başarılır demek çok kolay değil. Bu terkibin açık bir formülü yok. Üstelik terkibin nerede kimler tarafından yapılacak olduğu da onu daha da sorunlu kılan bir başka husus.

Batı'da bu iki duruşun temsilcileri kendilerini birbirleri olmaksızın var edemeyeceklerini gördüler. Saf bir demokratizmin, eşitlenmeyi aynılaşmaya dönüştüren, kitle ruhunu ayağa kaldıran ve bireyselliği ezen sonuçları olduğu anlaşıldı. Öte yandan saf bir liberalliğin insanları bireysellikleri içine kapattığı ve toplumsal olarak tezahür eden insanlık durumlarına yabancılaştırdığı, aykırılaştırdığı ve sorumsuzlaştırdığı görüldü. Tocqueville, Madison ya da Baba-Oğul Mill'lerden sonra gelen T.H. Green, L.T. Hobhouse ve J.A. Hobson gibi isimlerden oluşan yeni liberal kuşak liberal değerleri toplumsal meselelerle ilişkili kılma yönünde çaba harcadılar. Avrupa Komünizmi ise proletarya diktatörlüğünde sol demokratizmin eşitlik idealinin liberal değerlerle terbiye edilmesidir. Liberal kurucu babalardan sonra gelen Liberal Demokrasi kavramı ise, adından hemen anlaşılacağı üzere demokrasiyi liberallikle; liberalliği de demokrasiyle emzirerek var etme çabasıdır. Bu karşılıklı emzirmenin çok gönüllü olduğu söylenemez. Yani, "liberal demokrasi formülü bulundu, bütün buzları eritti ve her derde deva kılındı" denilemez. Bunun hikâyesi dışarıya huzurlu ve mutlu görüntüler verse de içeride itiş kakış yaşayan Viktoryen modern orta sınıf ailelerin hikâyelerine benzer. Arada bir aşk olmadan gerçekleştirilmiş bir evlilik gibidir liberallerle demokratların evliliği. II. Genel Savaş sonrası mevcut politik ekonomik şartların zorlamasıyla sağlanmış bir sözleşmedir. Ayrıntılara girmeyelim; ama 1990'lardan sonra bu sözleşmenin artık hükmünü kaybettiği rahatlıkla söylenebilir. Liberal duruş ile demokratik duruşlar tıpkı eskiden olduğu gibi yer yer kesişiyor, yer yer ayrışıyor. Adlandırmalar artık çok farklı olsa da toplulukçularla bireyciler arasındaki yakınlaşmalar ve gerilimler bunun tezahürü.

Türkiye'de son anayasa referandumuna kadar hafif tertip çatlakları olsa da yürüyen işbirliği, referandumun hemen ardından keskin hesaplaşmalara dönüştü. Mahalle baskısı, sivil vesayet, içki yasakları gibi başlıklarla anlatılan şikâyetler, özünde liberal duruşların nüksetmesi anlamına geliyor. Buna karşılıklı milletin vasatları (gelenekler, değerler, halk ya da millet iradesi vb.) üzerinden şekillenen bir demokratizm şekilleniyor. Bu gerilimler siyasetin tabiatı icabıdır. Bunda yadırganacak bir durum yok. Önemli olan, özgürlük ve eşitlik ideallerinin müzakere edilebilir bir zeminde birbirine yaklaştırılmasını sağlayabilmektir. Bu da hem liberalleri daha hassas toplumsal okumalara hem de demokratları daha hassas bireysel okumalara yönelttiği nispette mümkün olabilecektir. Değilse ne katıksız bir demokratizm, ne de katıksız bir liberalliğin hayrı var. Aralarında ne kadar gerilirlerse gerilsinler, yakın bir gelecekte demokratların liberallere; liberallerin de demokratlara ihtiyacı bitecek gibi gözükmüyor.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT