1. YAZARLAR

  2. Levent Köker

  3. Laiklik böyle yorumlandığı sürece
Levent Köker

Levent Köker

Yazarın Tüm Yazıları >

Laiklik böyle yorumlandığı sürece

18 Haziran 2009 Perşembe 04:21A+A-

Türkiye'de din ile devlet arasındaki ilişkiler, "lâiklik" başlığı altında sık sık gündemin ön sıralarına yerleşen konular arasında. Özellikle Türkiye'nin lâiklik başlığı altında toplanabilecek sorunlarına yaklaşım biçimleri bakımından şöyle bir ayrım göze çarpıyor. Bir yanda Türkiye'deki mevcut din-devlet ilişkilerini "Türkiye'ye özgü" de olsa, "doğru lâiklik" olarak adeta kutsayan, diğer yanda ise mevcut düzenin "doğru lâiklik" olmadığını ileri süren ve değişmesini isteyen yaklaşım.

Kendi görevlerini "hak ve özgürlükler alanını genişletmek ve böylece daha demokratik ve adaletli bir düzenin oluşmasına katkıda bulunmak" olarak değil de "kurulu düzeni muhafaza etmek" tarzında tanımlayan bürokratik vesayetçiliğin temsilcileri tarafından benimsenen birinci yaklaşımın lâiklik ile ilgili olarak aslında kafası biraz karışık. Bu yaklaşım sahiplerine göre lâiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamına geliyor. (Hatta, ilk ve ortaöğretim kurumlarında -belki yükseköğretimde de- lâiklik böyle tanımlanıyor.) Türkiye'de ise din ve devlet işleri, tanımda öngörüldüğü gibi birbirinden ayrılmış değil. En azından Anayasal bir kurum olarak Başbakanlık'a bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı'nın (DİB) mevcudiyeti, böyle bir ayrılığın olmadığını gösteriyor.

Öyleyse bir sorun var: Lâiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır, ama Türkiye'de bu ayrılık yoktur. Aksine din işleri devletin içinde, onun ayrılmaz, kurumsal bir parçasıdır. Dahası, din alanı devletin kontrolü altındadır. O zaman "Türkiye'de doğru anlamda lâiklik yoktur" mu demek gerekmektedir? Kurulu düzeni muhafaza etmek göreviyle kendi konumlarını tanımlayan birinci yaklaşım sahiplerine göre elbette hayır. Çünkü, Türkiye'de toplum, laikliğin din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak anlaşıldığı Batılı "Hıristiyan" dünyadan farklı olarak, İslam dinine bağlıdır ve İslâmiyet ise Hıristiyanlıktan farklı olarak, böyle bir ayrıma izin vermemektedir. Dolayısıyla, Hıristiyan toplumlarında gerçekleşmiş olan "din ve devlet işlerinin ayrılması anlamında doğru laikliğin" Türkiye gibi İslâm inancının yaygın olarak benimsendiği ve geçmişinde "İslâmî devlet" geleneğinin bulunduğu bir toplumda gerçekleşebilmesi için devletin din-devlet ayrılığını tesis etmesi ancak dinin devlet tarafından kontrol altında tutulması ile mümkün olabilecektir. Lâiklik ile ilgili olarak çok ciddi bir paradoks içeren bu yaklaşımın doruk noktalarından biri ise kamuoyunca da yakından bilinen başörtüsü yasağıdır. Bu yasağın üniversitelerde kaldırılması, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla laikliğe aykırı bulunmuş, buna teşebbüs eden siyasî partiler lâiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiklerinden bahisle ya kapatılmış (Fazilet Partisi) ya da parasal müeyyideye maruz bırakılmıştır (AK Parti).

Sadece resmi lâiklik anlayışındaki paradoksların bu tür yasakçı uygulamalarla tezâhür etmesi nedeniyle ortaya çıkan sorunların temeli, Türkiye'de adına resmi olarak lâiklik denilen kurulu düzenin, çağdaş toplumun farklılıklara saygı gösterme yükümlülüğünü değil farklılıkları mümkünse yok etmek, bu mümkün değilse kamusal görünürlüklerini engellemek suretiyle türdeş bir kültür yaratma hedefine kilitlenmiş olmasında aranmalıdır.

Böyle bakıldığında, Türkiye'deki mevcut din-devlet ilişkileri düzeni "yanlış lâiklik"tir. Yazının başında değindiğim "ikinci yaklaşım" sahiplerinin savundukları din ve devlet ilişkilerinin gerçekten birbirinden ayrılması anlamında doğru laikliğin Türkiye'de de gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Yalnız burada da bir değerlendirme sorunu bulunmaktadır. Birinci yaklaşımın üstelik "din ve vicdan hürriyeti için zorunlu" gördükleri yanlış lâiklik düzeninin paradokslarına son verecek bu doğru lâiklik düzeni, acaba din-devlet ilişkilerinin birbirinden ayrılmasını hangi temeller üzerine inşa etmek isteyecektir?

Burada hemen akla Fransız ve Amerikan örnekleri gelmektedir. Ayrıntılarına girmeden belirtmek gerekirse, iki model arasında bazı önemli farklar bulunmaktadır. Fransa örneğinde lâiklik, târihi olarak pekişmiş bir güç odağı olan Katolik Kilisesi'nin Fransa siyasî-kamusal alanındaki nüfuzuna son vermek için, din ile kiliseyi birbirinden ayıran ünlü 1905 yasası temelinde kurulu bir hukuk düzenini (laicité) ve bu düzenin muhafazası için siyasî-kamusal alanın dinî olanı dışlamasını ifade etmektedir. Amerika örneği ise bundan farklı olarak, ABD Anayasası'nın ifade ve örgütlenme özgürlüğünü düzenleyen "First Amendment"ta düzenlendiği biçimiyle, devletin herhangi bir biçimde bir din ve inancı kayıran, ona ayrıcalık veya resmiyet tanıyan bir düzenleme, bir kurumsallaşma yapamayacağını ve ayrıca hiç kimsenin din ve inancını özgürce yaşamasına engel olamayacağını belirtmektedir.

BİREY HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNE EVRENSEL STANDART

Türkiye'deki kurulu düzenin "yanlış lâiklik" olduğunu düşünen ikinci yaklaşım sahipleri, eğer Amerikan örneğini doğru laikliğin standartlarını ifade eder bir tarzda konuya yaklaşıyorlarsa, bence de doğru bir lâiklik yaklaşımına sahip bulunmaktadırlar. Bu durumda Türkiye'nin kurulu düzeninin lâiklik tanımını ve bu tanım temelinde örgütlenmiş bulunan din-devlet ilişkilerinin kurumsal yapısını yeniden değerlendirip, değiştirmesi gerekmektedir. Amerikan örneğini sosyolojik anlamda, çağdaş toplumun kültürel farklılıkları içeren karmaşık yapısına en uygun normatif ölçüleri ortaya koyan bir ideal-tip olarak alırsak:

(1) Türkiye'deki lâiklik anlayışının haklılaştırılması için başvurulan İslâmiyet-Hıristiyanlık ayrımı, târihî ve güncel farklılıkları dikkate almayan, toptancı ve özcü bir değerlendirme niteliğindedir. Bu yaklaşımın uzantısı olarak ileri sürülen örneğin Osmanlı Devleti'nin bir "teokrasi" olduğu iddiası doğru olmadığı gibi, Hıristiyanlığın özü itibarıyla din-devlet ayrımına dayandığı anlayışı da (Ortodoks, Katolik ve Protestan ülkelerin farklı pratiklerine bakarak) doğru değildir.

(2) İslamiyet'in din-devlet ayrımına izin vermediği yargısını pekiştirmek için müracaat edilen tarihî ve güncel örnekler doğru olmadığına göre, Türkiye'nin mevcut otoriter ve devletçi (devletin din ve inanç alanını kontrol etmesi gerektiği) yaklaşımı da temelsizdir.

(3) Bütün bunlardan görece bağımsız olarak, laiklik eğer din ve vicdan hürriyetinin, din ve vicdan hürriyeti de en temel insan haklarından olan ifade hürriyetinin güvencesi ise Türkiye, kendi laiklik pratiğinde hem yerel, hem uluslararası mahkemelerce de tescil edilmiş bulunan hak ihlallerine yol açan unsurları değiştirmek zorundadır.

(4) Bu değişikliklerin yönü, kuşkusuz devletin birey-vatandaşın din, inanç, vicdani kanaat ve yaşam tarzı alanlarına uluslararası insan hakları normlarıyla meşru kabul edilen sınırlamaların ötesinde müdahale edilemeyeceğini teminat altına alan, sahiden özgürlükçü ve çoğulcu bir düzen olmalıdır.

Mevcut Anayasa, böyle bir değişimin önünü kapatan hükümler içermektedir. Bundan kastım, kesinlikle Anayasa'daki değiştirilemez hükümler değildir. Problem, bu hükümlerin yorumlanış biçimiyle ilgilidir. Devletin laik niteliği, mevcut otoriter-devletçi düzenini tahkim edici bir tarzda yorumlandığı sürece Türkiye din ve vicdan özgürlüğünün teminatı olan bir laiklik anlayış ve pratiği ile tanışma imkânı bulamayacaktır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT