1. YAZARLAR

  2. Zeki Savaş

  3. Kuşatmayı Kırmak
Zeki Savaş

Zeki Savaş

Yazarın Tüm Yazıları >

Kuşatmayı Kırmak

18 Aralık 2008 Perşembe 16:13A+A-

Önceliklerimizin neler olduğuna ve özgürlük taleplerinin muhalefet arasında ortak payda olup olamayacağına dair değerlendirmelere Türkiye'deki İslami uyanış sürecine teorik ve pratik açıdan önemli katkılarda bulunmuş olan Sayın Hamza Türkmen'in "Ortak Payda-Biz Neyi Talep Ediyoruz" kitabı üzerinden bir analizle katkıda bulunmasıyla alakalı olarak, mezkûr iki konuya ilişkin bazı meseleler üzerinde durmanın faydalı olacağına inanıyorum.

Cumhuriyetin teşkilini izleyen yıllarla birlikte İslami yaşamı, İslam'ın hıfzını ve rüşdünü tehlikeli boyutlarda güçleştiren çok ciddi adımlar atıldı. Anayasal ve yasal değişikliklerle yapılan stratejik hamleler sonucu, İslam ve İslamî kesimler çok ciddi bir muhasara altına alındı. Karşı devrim kapsamındaki tepkilerin sonuçsuz kalması üzerine, muhasara daha da daraltıldı ve imha sınırlarına yetişti. 1940'lı yıllardan itibaren uluslararası konjonktürün etkisi ve baskısıyla bazı iyileştirmelerin yaşanmasına rağmen genel hatlarıyla muhasara dozaj değişiklikleriyle devam etti ve ediyor.

Gerek karşı devrim mahiyetindeki çıkışlar ve gerekse 1970'li yıllardan beri süren 40 yıllık İslamî uyanış ve diriliş sürecindeki cemaat faaliyetleri değerlendirildiğinde, hedefler ile fiilî durumumuz arasındaki fasılanın çapı; yoldaki işaretlerde bir tecdidin gerekliliğini, önceliklerde bir yer değiştirme ihtiyacını gösteriyor. Önceliğimizin, muhasaranın kırılmasını sağlayacak özgürlükler talebi üzerinden ciddi bir mücadelenin yürütülmesi olduğu inancındayım. Çünkü mahsuriyet, mahdudiyeti getirir. Mahsur konumunda olan biz Müslümanlar, muhasaradan neş'et eden mahdudiyetle kuşatıldığımız için, projelerimiz ne kadar sahih olursa olsun, o sahih projeler, kuşatma içinde hayata aktarılamıyor. Bu yüzden yol, yöntem ve projeler arasındaki üstünlük derecelerini, sahihlik ölçülerini tartışmanın ve bu konulara ilişkin ihtilaf ve ittifakların esasa taalluk eden problemlerimizin çözümüne hatırı sayılır oranda katkı sunamayacağı kanaatindeyim.

Bir topluluğun bir etnik veya dini grubun üretim yapma, ithalatta bulunma, ihracat gerçekleştirme ve iş yeri açma haklarının elinden alındığını düşününüz. Bu insanlar işportacılıktan başka nasıl bir ticari faaliyette bulunabilir? İşportacılığa mahkûm edilmiş insanların önceliği nedir? Bu insanların ihracatçı, ithalatçı, üretici gibi alanlarda kadro yetiştirmesi veya yetiştirmeye çalışması, bu türden meseleleri öncelemesi hangi temel problemlerini çözer? Esasen böylesine mahrumiyetle kuşatılmış insanlar hangi imkânlarla, hangi zemin ve koşulda ekonomide uzmanlaşmış insan yetiştirebilir? Bu koşullardaki insanlar, ekonomiyle ilgili derinlikli ve terbiye edilmiş insan yetiştirebilecek imkânlara sahip midir değil midir? Farz edelim muhali mümkün kılıp kadro yetiştirdi. Bu kadro birikimini nerede ve nasıl hayata geçirecek?  Biz Müslümanlar ve İslami cemaatler ve daha genel anlamda İslam'ı yaşamak isteyen herkes kendi ülkemizde, kendimize ait olan yerde işportacılığa mahkûm edilmişiz. Ben bu mahkûmiyete tahammül edemiyorum. Kuşatmayı kırmanın hepimiz için öncelikli olduğuna inanıyorum.

Elbette ki, işportacı da yaşayabileceği kadar kazanır ama ne çocuklarına bir miras bırakabilir ne de toplumun ekonomik yaşamında belirleyici bir rol üstlenebilir. Böylesi koşullara mahkûm edilmiş olan insanların birinci önceliği, muhasarayı kırmaktır. Muhasarayı kırmaya dönük bir kadro, bir mübariz nesil yetiştirmektir. Muhasarayı kırma yolunda her türlü mücadele tarzını ve zorluklarını göğüsleyebilecek bir kadro.  Ama öncelik muhasaranın aşılmasıdır. Muhasara kırıldıktan sonra neyin öncelikli olduğu pratikte test edilebilir, tartışılabilir ve bu tartışmalar anlamını bulabilir.

Müebbed hapse mahkûm edilmiş farklı inanç ve ideoloji mensuplarının tıkandıkları zindanda geliştirdikleri toplumsal projeleri kendi içlerinde ve birbirleriyle yıllarca tartışmalarını, bunun üzerinden kavga vermelerini ve önceliklerinin mahpusların belirli bir proje üzerinde ittifak sağlamak olduğunu savunmalarını nasıl makul bulabiliriz? Projelerden birinin üzerinde mutabakatın sağlanması neyi çözer? Uygulama alanından mahrum projeler, havada kalmaya mahkûm değil midir? Ait oldukları topluma ve sahip oldukları inanca ait projelerinin ne anlam ifade edeceği, her şeyden önce o projelerin toplumsal alanda uygulama imkânına bağlıdır. Zindanda olanların ortak önceliği, muhasarayı kırmaktır. Haksız olarak tıkıldıkları zindandan dışarı çıkmaktır. Biz Müslümanlar kendi ülkemizde zindana tıkılmış gibiyiz. Bir mahkûmun mahdudiyetini yaşıyoruz dışarıda. Eşi ve çocukları dışarıda sahipsiz kalan mahpuslar gibi, bizi kuşatan mahdudiyetlerden ötürü dinimiz sahipsiz kalmıştır. Mektebi elinden alınmış, eğitim ve öğretim hakkı yasaklanmış, dinde derinleşmiş ve tefekkuh sahibi önderlerinin ve müçtehitlerin yetişme imkânı kaldırılmış, maddi imkânlarına el konulmuş, dini sunum imkânları kontrol altına alınmış, mensupları kendi kimliğiyle toplumun içine çıkma hakkından dahi mahrum bırakılmış bir din sahipsiz bırakılmış değil midir? İslam'a karşı yapılanları düşündükçe, çocuklarının sahipsizlikten dolayı zulme ve gadre uğradığını zindanda duyan bir babanın acı ve öfkesini taşıyorum yüreğimde. Bu acı ve öfkeyi ben yalnız taşımıyorum. Bu acıyı yüreğinde taşıyan çok sayıda insan var. Acı duymanın yetmediğini, önceliğin zindanın kapılarına dayanmak olduğunu söylüyorum.

Hamza Türkmen'in, vahye tanıklık edecek Kur'an neslinin yetiştirilmesini öncelediği, istifademize sunduğu iki eserinde de belirgin bir şekilde kendini göstermektedir. Ancak Haksöz dergisinin ve Özgür-Der'in özgürlüklerin kazanımı yolunda ortaya koydukları olumlu, önemli ve etkin icraatlar, özgürlükler meselesini bir hayli önemsediklerini göstermektedir. Dolayısıyla özgürlük talepleri üzerinden yürütülmesi gereken mübareze konusunda pratik açıdan önemli bir farkın mevzu bahis olmadığını sanıyorum.

Hamza Türkmen, özgürlüklerin muhalefet için ortak payda olamayacağına ilişkin kanaatini, "Genelde ve özellikle de Kur'ani kimlik sahibi olanlara göre de bu öneri bir ütopyadan daha fazla bir şey değil. Çünkü mevcut devlet için de, muhalif ideolojik kategoriler açısından da hayat, ideolojiler/dinler çatışmasından ibarettir" şeklinde açıklıyor. Birinci cümle yargıyı, ikinci cümle de ütopya yargısının delilini ifade ediyor.

Ütopya olan bir şeyin misdakı olmaz. Misdakı olan şey de ütopya olamaz. Özgürlüklerin ortak talep olduğuna dair hayatta somut örnekler, karşılıklar(misdak) vardır. Toplumsal değişimler ve devrimler tarihinden bol miktarda örnekler gösterilebileceği gibi, bugün kendi koşullarımızda da yaşadığımız, tanık olduğumuz canlı bir süreç vardır. Türkiye'de Müslümanlar özgürlük istiyor, sol ideoloji temelinde Kürd sorununa sahip çıkanlar özgürlük istiyor, solcular özgürlük istiyor ve ila ahir. Bu farklı kesimler arasındaki ortak noktalardan/paydalardan biri ve önemlisi özgürlük talebidir. Özgürlük taleplerine ilişkin söylemler de birbirine çok yakın ve birbirini te’yid edici nitelikte. Bazen bir Müslüman’ın söylemek istediğini bir ateist çok daha güzel ve etkin bir şekilde dile getirirken, bir başkasının söylemek istediğini de bir Müslüman aynı güzellikte ve etkinlikte dile getiriyor. Siyasetle ilgilenenlerin bu süreci yakından takip ettiklerine inandığım için örneklemeye ihtiyaç olmadığı kanısındayım. Askerin siyaset üzerindeki vesayetine, dinî alanlardaki baskıya, Kürtlere yapılan haksızlıklara, kışla düzeni eğitim sistemine, siyasallaşmış yargıya, toplum mühendisliğine herkes karşı çıkıyor. Özgürlük talepleriyle ilgili ortak söylem ve ortak payda kendiliğinden oluşuyor. Haksöz ve Özgür-Der de çok aktif olarak bu sürecin içindedir. Haksöz dergisi, "kışla tipi eğitim anlayışı ile mücadele imanî bir sorumluluktur" diye keskin başlıkla okuyucu karşısına çıkıyor ve özgürlük mücadelesini imanî sorumluluktan sayıyor. Kışla türü eğitim sistemine takriben bütün muhalefet karşı çıkıyor. Solcular, demokratlar, liberaller ve... Özgürlük talep edenlerin her birinin kendine göre öncelikleri olmakla birlikte, ortak noktalar ağırlıklı durumdadır.

Aklın yolu birdir ve doğal süreç içerisinde toplumsal sorumluluk taşıyanlar ortak ve doğru olan bir sürece doğru ilerliyor. Kendimizin de aktif olarak başlattığı ve katıldığı bu süreci ütopya olarak nitelendirmek, doğrusu izahı güç bir çelişkidir. Bir yandan özgürlük söylemini ve eylemini öne çıkaracağız, öte yandan zorunlu ama doğru olarak çok farklı kesimlerle benzer veya aynı talepte bulunacağız, sonra da özgürlük talebi temelinde ortak bir noktanın geliştirilebileceğini ütopya olarak nitelendireceğiz. Bu yaklaşım; yaptıklarımızı, katkıda bulunduğumuz ve katıldığımız süreci inkâr etmek gibi bir durumdur.

Haksız olarak zindana tıkılan farklı din ve ideoloji mensupları arasında ortak bir yanın olduğunu, mahpusların arasında ortak bir paydanın bulunabileceğini savunmanın muhal değil, mümkün ve makul olduğu inancındayım. İçinde bulunduğumuz vakıa da, bu kanaati her geçen gün daha bir destekler nitelikte gelişiyor.

Hamza Türkmen'in özgürlüklerin muhalefet arasında ortak payda olabileceğini nefyeden "Çünkü mevcut devlet için de, muhalif ideolojik kategoriler açısından da hayat, ideolojiler/dinler çatışmasından ibarettir" şeklindeki delili, tarihî ve fiilî olarak var olan vakıaya dayanmaktadır. Ortak payda tezinde ise, var olandan olması gerekene doğru bir sürecin başlatılmasının zarureti savunulmaktadır ve bu süreç başlamıştır. Var olan, her zaman olması gereken değildir. Hayatta asıl olan, çatışma ve savaş değil, barıştır. Çatışma arızî, sulh ise, kalıcıdır. Bu, başkalarının gayri İslami değerlerini meşrulaştırmak anlamına gelmemeli. Koşullarımız, birbirimizin varlığını kabullenme, fiili çatışma içinde olmama ve değerlerimizin değerini tartabileceğimiz, insanlara sunabileceğimiz özgür ortamları vücuda getirmek için özgürlüğü ortak payda haline getirmemizi gerektiriyor.

Beşerin tecrübelerini veciz bir şekilde dile getiren sözlerden biri de "denenmiş olan, yeniden denenmemeli" şeklindedir. Defalarca denenmiş olan üzerinde ısrar etmek ise, hiç makul olmasa gerek. Özellikle muhalefetin kendi arasındaki çatışmacı stratejilerinin sonuçlarına ilişkin zengin bir tecrübeye sahibiz. Mağdur ve mahpusların kendi arasındaki çatışması, birinci derecede, gaddar ve zalimlerin işine yarar ve onların arzuladığı bir şeydir. Muhalefet, Cumhuriyet tarihi boyunca birbirine karşı tükettiği enerjiyi rejimin baskısını kaldırmaya dönük harcasaydı, kuşkusuz bugün çok daha ileri bir düzeyde olabilecektik.

Çatışma kültürü benimsendiği zaman, onun boyutlarını ve yönünü kontrol altına almak imkânsızlaşıyor. Çünkü çatışma, inhisar ve iktidar duygusunu tırmandırıyor; iktidar ve inhisar duygusu da çatışmayı iktiza ediyor. Devlet de, muhalefette var olan enerjiyi iç çatışmaya yönlendiriyor. Sonra ideolojik kategoriler arasındaki çatışma, aynı ideolojinin farklı versiyonları arasında devam ediyor.  Türkmen'in kendi yazısının başında işaret ettiği "tevhidi uyanış sürecinin olgunlaşmasını zedeleyen trajik ve moral bozucu olaylar" bu çatışmacı ve inhisarcı düşünüşün sonucu değil miydi?

Savunulan ortak payda, muhalefet ile devlet arasında değil, muhalefetin kendi arasında ve rejime karşıdır. Eğer devlet, haklı taleplere makul ve adil cevaplar verirse, muhalefet ile devlet arasında çatışma ihtimali devre dışı kalır. Devlet, haklı taleplere zalimâne yöntemlerle cevap verirse, muhalefet ile devlet arasındaki çatışma kaçınılmazdır. Çatışmanın şiddeti, devletin tutumuna bağlıdır. Ama mağdur durumunda olan muhalefetin kendi arasında çatışmacı bir strateji izlemesinin hiç bir makul ve mantıkî gerekçesi olamaz.

İslam, kendi mensupları için belirlediği tekâlif-i şer'iyenin edasını evvel emirde çatışma üzerine bina etmez. Sorumluluklarımızı baskıyı dışlayan özgür ortamda insanî paylaşım üzerine bina eder. İslam, çatışmayı bizim başlatmamızı, bizim çatışma yanlısı olmamızı istemiyor. Ama haksızlığa uğradığımızda da, güç yetirebiliyorsak misliyle mukabele etmemizi istiyor ki, bu hakkı kullanmaktan da çekinmeyiz. Sonuç itibariyle, çatışmayı isteyen ve başlatan Müslümanlar değil, başkaları olacaktır. Sonuçlarına ise, hep birlikte katlanacağız.

İslam, güç yetirilebilmesi halinde iki konuda güç kullanılmasını emrediyor. Birincisi, savunma hakkının kullanılmasında; ikincisi, insanların kendi özgün iradeleriyle İslamî değerlerden yana tercih koymalarına mani olan engellerin kaldırılmasında. Kendi koşullarımızda her iki durumun muhatabı, muhalefet değildir ve olmamalı. Hedef saptırmalarına fırsat vermemeliyiz.

Gerekçeleri ne olursa olsun, muhalefet arasındaki çatışmanın hiç kimseye yararı olamaz. Ağır bedeller ödenerek kazanılmış tecrübelerimizden yola çıkarak muhalefetin çatışma yerine tümünün ihtiyaç duyduğu özgürlükleri önceleyerek mücadele etmelerini öneriyoruz. 

Ortak payda, matematik ilminden siyaset literatürüne taşınmış bir kavramdır. Paydanın ortak oluşu, payların da ortak olacağı, olması gerektiği anlamına gelmiyor. Hiç bir yerde bütün muhalefetin tek bir yapı ve çatı altında toplanmasını, kendilerine ait paylarını değiştirmesini savunmadım. Böyle bir şey mümkün de olmaz.

Özgürlük talebimiz, kimliğimizi güçlendirmek, İslamî kimliğimizle var olabilmek içindir; kimliğimizi yozlaştırmak için değil. Kimseye benzeme, birilerinin rızasını kazanma gibi bir kaygı taşımıyoruz. Rabbimizin rızasını gözetiyor, Müslüman’a benzemek ve İslam ile bezenmek istiyoruz. Solcularla birlikte ABD işgaline veya Filistin'deki soykırıma karşı ortak eylem yapma erdemli ise, askerin vesayetine, din üzerindeki baskılara ve Kürd sorunuyla ilgili politikalara karşı tepki veren gruplarla benzer ama haklı tepkiler vermek ya da yerine göre ortak tepki koymak neden erdemsiz olsun ve kimliğimizi yozlaştırsın? Özgürlük talepleri gündeme gelince bir takım süflî arzulara ilişkin taleplerin söz konusu edilmesi ise, çok ciddi bir mesele olan özgürlükler konusunu sığlaştırır. Her toplumda sapıtmış ve fesada sürüklenmiş üç-beş grup bulunabilir. Bunların i'rapta mahalli yoktur. Bugün Türkiye'de özgürlükler denince, hangi konuların gündeme geldiği, gündemleşmesi gerektiği bedihiyattandır.

Savunduğum tezin ana ilham kaynağının, yaşadığımız tecrübelere dayandığını, güzergâh tayininde bazı yanlışların olduğuna dair zihni sorgulamalarımın 1994 yılının evvelinde başladığını, 28 Şubat post modern darbesinin sonuçlarını izlerken ve analiz ederken, yeni hal olmazsa izmihlal tehlikesini hissettiğimi, 1993'ten 2001'e kadar yaşanan hadiseleri Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanmış olanlarla birleştirerek böyle bir sonuca vardığımı ve gelecek kuşaklara karşı taşıdığım sorumluluk duygusuyla bu sonuçları değerlendirmeye açtığımı okuyucularla paylaşmak isterim.

Savunulan teze ilişkin analizlerde bulunup eleştirilerini dile getiren dostların, birbirimize doğruyu gösterme, birbirimizi yanlıştan koruma ve fikri tekâmüle katkıda bulunma amacıyla değerlendirmelerde bulunduklarına yürekten inanıyorum. Soru ve eleştirilerden önemli bulduklarıma açıklık getirebilecek bu ve benzeri yazılarımın da,   aynı inanç ve saygıyla ve de derk-i mütekabile imkân sağlama amacıyla kaleme alındığının bilinmesini arzu ederim.

Sayın Emin Mansuri'nin "Ortak Paydaya Dair Notlar" başlıklı makalesinde konuya ilişkin sorduğu soruları ise, sonraki fırsatlarda ele alacağım.

FITRAT.com

YAZIYA YORUM KAT