1. YAZARLAR

  2. Yıldırım Türker

  3. ‘Kurum’ yıpranmasın ama...
Yıldırım Türker

Yıldırım Türker

Yazarın Tüm Yazıları >

‘Kurum’ yıpranmasın ama...

01 Eylül 2008 Pazartesi 11:54A+A-

‘Küresel güçler tarafından kurgulanan ve ülke içi medya, bazı akademik ve sermaye çevreleri ile sivil toplum örgütleri içine yuvalanan postmodern bir tabakanın oluşturduğu propaganda ve etki ağı; ulusal birlik, ulusal değerler ve güvenlik parametrelerinin zayıflatılması ve çözülmesi yönündeki gayretlerini sürdürmektedirler. Ülkemiz, hayati önemdeki sorunlarının çözümü ve hayati çıkarlarının korunmasında dış kaynaklı siyasi ve ekonomik yaptırımlara bağımlı hale getirilmeye çalışılmakta, dayatılan yapısal reformlar yoluyla sürekli baskı ve tehdit altında yıpratılan ve sıkıştırılan bir ülke konumuna düşürülmek istenmektedir...Ülkemizin yumuşak gücünü oluşturacak sivil kabiliyetler geliştirilemediği gibi aksine dış fonlarla yönlendirilen sivil toplum örgütü ve kuruluşu görünümlü unsurlar, bozucu ve yıkıcı özellikleri ile kendileri güvenlik sorunu olmaktadırlar” buyurdu öfke çiçeği burnunda Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner.
Koşaner, besbelli entelektüelse entelektüel, tavizsizse tavizsiz bir komutan olarak inci gibi döktürdüğü durum tahliliyle aslında “Yettim!” diye haykırıyordu.
Bu zincire halkalanırken hiçbir şeyin değişmediğini, değişmeyeceğini, askerdeki siyaset şevkinin asla solmayacağını işaret ediyordu biz halkına.
‘Güvenlik tehdidi’ ilan edilmişlerden bir garip kalem olmama rağmen bu hoşbulduk sunumu karşısında artık fazla bir şey hissedemiyorum.
Generallerin geliş gidişlerinin basında ne kadar derin bir heyecanla karşılandığını biliyoruz. Alıştık.
Yaşar Büyükanıt beyin henüz Genelkurmay Başkanı olmadan başladığı salvolarla coşup taşan yüreklerin, ‘sonunda Özkök’den kurtuluyoruz’ çığlıkları kulaklarımızdan silinmeden şimdi Orgeneral İlker Başbuğ’un soyadına yakışır ilk mesajıyla yine coşkuya kapıldığına
tanık oluyoruz.
Sözgelimi Büyükanıt’ın o tüyler ürpertici, “orgeneraldik, şimdi hürgeneral olduk” esprisine bayılmış olduğunu anladığımız Melih Aşık, kendisi de nekredir ya, hemen espride el artırmış: “Son aylarda yeni bir rütbe daha ortaya çıktı: “Horgeneral”. Bu da F tipi cezaevinde yatmakta olan Atatürkçü generallere verilen isim...Onların emeklilik yıllarında halkın siyasi örgütlenmesine katkıda bulunmak dışında suçları neydi?”
Aşık’ın çok inançlı ve inatçı bir Kemalist örnek olarak büyük önemi olduğuna inanmışımdır hep. “Sayın Büyükanıt’a emeklilikte mutlu bir yaşam dilerken”, son iki yılın dökümünü yapmış. Aktarmak isterim: “ ‘Köşk adayı sözde değil özde laik olmalıdır’ diyerek Gül’ün cumhurbaşkanlığına tavır alışı...Cumhuriyet mitinglerini desteklemesi...Mitinglerin arasına 27 Nisan bildirisini sokması...Hükümetten sert bir cevap alması...4 Mayıs 2007 günü Başbakan Erdoğan ile Dolmabahçe görüşmesi sonrasında gözle görülür bir dönüş sergilemesi...Gül’e selam vermeyerek direniş teşebbüsü...Bundan da vazgeçiş...’Sert demeçler’e veda...Kuzey Irak’a düzenlenen askeri harekât aniden kesilince CHP’nin AKP’yi eleştirmesi üzerine cevap görevini bizzat onun üstlenmesi...Trilyonluk araçla ödüllendiriliş...2008 YAŞ toplantılarından ihraç kararı çıkmaması...Bunu eleştiren
CHP ile kapışma...
Sayın Büyükanıt sanki AKP ile vuruşarak geldi, CHP ile çarpışarak ayrıldı gibi...iki emekli general, Eruygur ve Tolon’un gözaltına alınmasında Genelkurmay’ın hiçbir kademesinden, emekli dernekleri dahil, hukuka uygun davranılması, kurumun yıpratılmaması yolunda bir uyarı dahi yapılmaması...Genelkurmay gözaltıları destekliyormuş gibi bir hava verilmesi...vs...vs...Yargıya karışmak değil ama en azından ‘kurum’u ve ‘hukuk’u savunmak adına küçük uyarılar beklenmişti. Hele o hızlı başlangıçtan sonra...”
Yazar, pehlivan tefrikası değilse saray entrikası dilinde aktarılabilecek bir genelkurmay takvimini pek güzel yansıtmış.
Melih Aşık gibi deneyimli ve usta bir kalemin yazısını size açıklayacak değilim. Kendisi fevkalade açık ve net bir dille yazmış. Gelişin pek haşmetliydi, gidişin pek boynu bükük oldu, diyor işte. Eruygur ve Tolon’un Atatürkçülük dışında bir günahı olmadığına inanıyor, ‘kurum’ tarafından pek kolay gözden çıkarıldıklarına yanıyor. Veli Küçük hakkında hiçbir mütalaada bulunmaması, Küçük’ün kendini koruyabilecek güçte olduğuna inanmasından olabilir. Ya da büyük ihtimalle onu biraz olsun gıllıgışlı buluyor. Ne de olsa yılların gazetecisi. Küçük’ün marifetleri hakkında hiçbir şey duymamış olamaz. Bulaşmamakta yarar var.
O ‘hürgeneral’lik rütbesinin nelere kadir olabildiği üstüne dosyalar dolusu okuyor, işitiyoruz.
Ama ne gam! Hepsi liboşlarla mollaların uyduruğu olabilir. Yok, yok, öyledir. Mutlaka öyledir.
Koşaner ve Başbuğ’un konuşmaları mutlaka Aşık ve gibilerinin yüreğine su serpmiştir. Çünkü onlar, bize, hiçbir şeyin değişmediğini, değişmeyeceğini; Dolmabahçe’den geçmedikleri takdirde siyasetin en parlak yıldızları olarak silahlarının gerisinden hepimizi
hizaya sokmayı sürdüreceklerini belirtiyor, ant içiyorlar.
Banaysa bu kez bu çaba beyhude geliyor. Çünkü yeni büyük askerlerimiz de mutlaka bir süredir oturdukları postun ‘gerçek’ Kemalistleri yeterince tatmin edemediğinin farkında. Siyasete müdahale ede ede, inandırıcılıklarını yitirmiş olduklarının paniği okunuyor sözlerinden. Büyükanıt’ın birçok Kemalist darbeci için büyük bir düşkırıklığı olduğunu görmüyor olabilirler mi?
Pekiyi Aşık ve gibisi darbe meraklılarını nasıl tatmin etmeyi düşünüyorlar?
Söylemlerinin sağlam olduğu konusunda halkı ikna edebilecekler mi?
Sözgelimi Ufuk Uras, bianet’e verdiği demeçte Koşaner’e  mükemmel bir el açıyor: “Ulus devlet öteden beri neoliberal devlete dönüştü. Varolan neoliberal devletin ulus devlet olarak takdim edilmesi askeri bürokrasinin hâlâ sınıf körü olduğunu gösteriyor. Devletin sınıf hegemonyasını ulus devlet sözünde gizlemeye çalışıyorlar. Küreselleşmeye karşı bir tutum almanın yolu kürselleşmenin adresi olan NATO ilişkilerini sorgulamaktan geçiyor.”
Uras Kara Kuvvetleri Komutanı ya da askeri bürokrasinin İncirlik Üssü’yle ilgili gizli anlaşmaları ortaya çıkararak küreselleşmeye karşı duyarlığını somut olarak kanıtlayabileceğini söylüyor, “Bu gizli anlaşmaları kamuoyuyla paylaşsınlar, ondan ötesi belâgattir. Belâgat de hakikat anlamına gelmiyor...Ulus devlet neoliberal devlete dönüştüğü gibi aynı zamanda güvenlik devletine de dönüştü. Bizim ihtiyacımız olan sosyal devlet, hukuk devleti. Hukukun üstünlüğü olan yerde askeri bürokrasi siyasi kanaatini paylaşamıyor. Kendileri devlet memuru ancak diğer devlet memurlarına siyaseti yasaklayıp, siyaset konuşuyorlar…Devir teslim rütellerinde fikir teslimi sürüyor ve siyasetin sivilleşmesi askeri hegemonyaya karşı mücadele etmenin önemini gösteriyor.”
Göstermelik ABD düşmanlığı, gecekondu bir emperyalizm söylemiyle bendelerinin içini gıcıklamaya çalışan komutanlara elbette ilk sorulacak soru, Türk ordusunun ABD ile ilişkilerinin derinliği olacaktır.
Yıpratılmasından çok korkulan “KURUM” daha düne kadar JİTEM’in varlığını inkâr ediyordu. Şimdi o çok iyi bildiğimiz “MÜNFERİT” kalkanı ardına saklanacağına kurumun bu halka neden bünyesinden çıkmış bir yığın karanlık adama göğüs gerdiğinin hesabını vermesi gerekmektedir. Yıpranmış kurumlarının saygınlığını onaracaklarsa, kendilerinden beklenen, sıfırdan, tertemiz bir başlangıcı garanti etmeleri, bünye içindeki suçluların yakalanması için bundan sonra cürmümeşhutu beklemeyeceklerine söz vermeleridir.
Kemalist Kişilik Bozukluğu’ndan muzdarip fikir erbabı, kendilerinden darbe bekleyecek, neden suçluları teslim ettiklerini soracaktır. Halkın sorusu ise, kurumun bile bile bu suçlulara kalkan olup olmadığı, bu suçlular ile kurumun resmi söyleminin bunca örtüşmesinin nedenleri üstüne olacaktır.
Ama görünüşe bakılırsa, asker, dilini değiştirmeyecek. Andıçlarıyla, güvenlik tehdidi ilan ettikleriyle, vatan haini listeleriyle, göstermelik ABD-AB düşmanlığıyla korkuyu egemen kılmak için hiçbir fırsatı kaçırmayacak.
Yaşar Büyükanıt, duygusal veda konuşmasında, “uzun hizmet yıllarından sonra hatırında kalan bir askeri marşın nakaratı”nı tekrarlıyordu. Şöyleymiş: “Eski askerler asla ölmezler, sadece gözden kaybolurlar.”
Hâlâ korkmuyor musunuz?

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT