1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Kurucan: "Son Gelişmeler Gülen'i Çok Üzdü"
Kurucan: "Son Gelişmeler Gülen'i Çok Üzdü"

Kurucan: "Son Gelişmeler Gülen'i Çok Üzdü"

Ahmet Kurucan Zaman Gazetesi'ndeki köşe yazısında bir müddettir açıklama yapmayan Fethullah Gülen'in sohbetini ele aldı.

18 Ocak 2014 Cumartesi 12:32A+A-

Gülen'in duruşunda bir değişiklik olmadığını aktaran Kurucan ancak son gelişmelerin  onu çok fazla üzdüğünü aktardı.

Farklı gören ve farklılığını ortaya koyan - Ahmet Kurucan

Bir haftadır seyahatteyim. Yeni döndüm. O kutlu ocağa yeniden adım atarken zihnimde neler neler var. Bin-bir düşünce gelip geçiyor. Hissiyatım deseniz, inanan her mümin gibi. Allah'ın her şeyi bilen, gören, haberdar olan ve yaptığı her işte hikmeti bulunan esmasının tecellilerine imanım tam. Bugün olmadı yarın, yarın olmadı bir başka gün hakikat bütün yönleri ile açığa çıkacak. Neyse ki O'na olan, O'nun sonsuz rahmet ve adaletine güvenimiz tam; tam ki böylesi ümitsizlik gayyalarında yuvarlanabileceğimiz zamanda bile elimizden tutuyor. Hamd O'na, minnet O'na, şükran O'na.

    Merakıma gelince. Acaba Hocaefendi nasıl? Kaç kişiye sordum; herkes kendi baktığı zaviyeden bir şeyler söyledi. Hepsinin de ortak paydası iyiye, güzele işaret ediyordu. En iyisi beklemekti, bekledim ve gördüm. Hissiyatı alabildiğine üzgün olsa da “emin” tabiriyle ancak anlatabileceğim duruşunda hiçbir değişiklik yok.

    Kahvaltı yaptı. İçeri girdik. Hissettiğim ilk şey, her zaman o mecliste var olan mehabet'in sıcak sıcak yüzümüze vuran melteme benzer esintileriydi. Huzursuzluk ortamında huzur veriyordu insana. Kaçamak bakışlarla yüzüne baktığınızda ayrı bir haz ve lezzet almamanız mümkün değildi. Gönül ve kalp gözünü bırakın, beden gözlerinizle bile Allah'a imanın mücessem ve müheykel şeklini rahatlıkla görebilirdiniz o simada.

    “Farklı gören farklılığını ortaya koymuş olur, kendini farklı gören de kendi kıymetine dokunmuş olur.” diye söze başladı. Nereden çıkmıştı şimdi Ataullah-ı İskenderânî misali içinde üzerinde derin derin düşünmeyi gerektiren bu hikmet danesi söz. Arka plan şartlarını bilmeden anlamak zordur Hocaefendi'yi. Zihninde var olan kurguları, kendisini tesir altına alan hadiseleri bilmeden anlamak neredeyse imkânsızdır. Bu hadise bazen lavaboya düşen sinek, bazen yere düşen bir yaprak, bazen tabii bir afet ve bazen de insanlığın geleceğini alakadar eden nice devasa hadiseler olabilir. Onun için arka plan bilgisine sahip olmak şarttır.

    Ben tam bu çerçevede bir zihin taraması yapmaya durmuşken Yavuz Sultan Selim'e ait beyti okumaya başladı. Meğer ki bizim arkamızda kalan elektronik levhada Yavuz'a ait şu beyit çıkmış ve aktardığım cümlenin söyleniş sebebi buymuş. Önce bu beyti okudu: “Padişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş; Bir veliye bende olmak cümleden evlâ imiş” ve A'raf 196. ayetle devam etti: ‘Zira benim Mevla'm, o kitabı indiren Allah'tır ve O bütün iyi kulların koruyucusudur.' Kaç tane veliyi üst üste koysanız bir Yavuz etmez. Hadiseleri çok iyi okuyan, tehlikeleri çok önceden sezen, Allah ile irtibatı kavi ender-i nâdirattan bir insan. Şöyle de diyebilirim; bir insanın kadrini kıymetini bir yaptıklarından bir de düşmanlarından hareketle takdir edebilirsiniz.”

    Birkaç cümle ama çok önemli tespitler gizli satır aralarında. Siz onları çıkartmaya durun, ben size bu ameliyenizde yardımcı olacak başka cümlelerini aktarayım; “İnsanların çoğu bilmiyorlar bunu. İslam dünyası olarak böyleyiz biz. Para, kadın, makam-mansıp ile satın alınan niceleri var. Halbuki bir insan bunlarla satın alınamaz ve alınmamalı.” Sonra merhum Said Ramazan el-Bûti'den, Muhammed İmâra'dan misaller verdi.

    Geçmek istemesek de İlahi irade ve tekvini kanunlar muvacehesinde mecburen içinden geçtiğimiz, geçip de bir önce bitsin istediğimiz süreçle alakalıydı söylenen bu sözlerin hepsi de. Merhum Sultan Yavuz'un sözü buna öncülük etmişti sadece. O ortamda misafireten bulunan birkaç kişinin varlığı da buna zemin teşkil etmişti. Bunlardan bir tanesi, bizim literatürümüze 28 Şubat soğuğu, 99 Haziran fırtınası şeklinde geçen o ifritten günlerde elinde kalemi ile destanlık mücadele veren bir dosttu. Bu dostların varlığı, ortamı daha da dostâne yaptı. Saygı ve hürmette hiç kusur etmeksizin karşılıklı musahabeler oldu. “O süreçte şunu yapmıştık, böyle davranmıştık” cümleleri duyuldu hatıralar tazelenirken.

    Sonra bu musahabeler muhasebelere dönüştü. “Kim bilir belki de o saffeti kaybettiğimiz için Allah bizi cezalandırıyor.” dedi sözün akışı içinde. Özeleştiri de diyebileceğim benzer muhasebeleri son bamtellerinde de yapmıştı Hocaefendi. Şunu dedi mesela: “Hata bizdeyse tevbe edip bu süreçten sıyrılmak çok önemlidir.” Ama hemen ardından bir başka hayatî uyarıda bulundu: “İlla tevbe edeceğiz diye suni hatalar icad etmeyin.” Peşinden söylediği su cümle, en azından öncekiler kadar önemli: “Bilmem ki hüsnüzanzede oluşumuz Allah katında mazeret teşkil eder ve Allah bizi affeder mi?” Devam etti: “Bıçak sırtı gibi. Bir taraftan suizann etmeyeceksin; diğer taraftan eşin-menendin yok demeyeceksin. İnancımızın ve mesleğimizin sırrı bu; denge; sırat-ı müstakim.”

    Muhabbet yine karşılıklı hatıralarla devam etti. Sözünü ettiğimiz o iki süreçteki her bir hatıra, bizi başka zemine ve farklı değerlendirmelere götürdü. “Rabb'im neyi murâd buyuruyorsa öyle olsun. Bazen ‘şöyle olsa, böyle olsa' diye içimden geçiyor. Hemen anında estağfirullah Allah'ım diyorum. Kendi takdirimi Allah'ın takdiri yerine koymak yanlış diyor ve bir daha tevbe istiğfara duruyorum. Herkes yapmış olduğu zulmün karşılığını anında görse hiç kimse yaşayamaz yeryüzünde. Rahmetin vüsati herkesi içine alıyor. ‘Rabbî' olarak değil ‘Rabbü'l-âlemîn' olarak kâfirlere dahi yaşama hakkı veriyor. Fakat Allah imhal eder, ihmal etmez. İmhal etmesi, müddet vermesi de Rabbü'l-âlemîn oluşunun bir tecellisidir. Belki toparlanırlar, akıllarını başlarına alırlar, nedamet duyarlar diye yapar bunu. Fakat şunu da unutmamak lazım; bütün bunların bir de gayretullaha dokunma noktası vardır.”

    Namaz vakti yaklaştı. Abdest almamız lazım. Öyle ya herkesin her şeyi bırakıp sürekli aktüel gündemi takip ettiği, şimdi ne oldu, birazdan ne olacak diye internet dünyasında dolaşıp gelişmeleri anında takip ettiği dünyada yaşıyoruz diye namazı terk edecek değiliz. Önceliğimiz bizim bu. Dinî önceliklerimizi kaybedersek asıl savrulmayı o zaman yaşamaz mıyız? Belki de şu anda yaşananlar, bu önceliklerin kaybından dolayı oluyor olmasın? Din siyaset demek değil ama her şeyin siyaset perspektifinden değerlendirildiği, devleti kutsama, iktidarı koruma uğruna Kur'anî ve Nebevî prensipleri ikinci plana atma, yaşanan sürecin doğru adı olmasın? Yalana, iftiraya, hakarete, gıybete, hırsızlığa, zinaya, anne-babaya hürmetsizliğe, zulme evet mi diyor inandığımız ve yarın ahirette sorgu suale maruz kalacağımız değerler? Namaz da bunlardan biri hatta en birinci değil mi?

    Kalkmadan tefe'ül etmek istedi Kur'an'dan her zaman yaptığı gibi. Elinde Kur'an, dilinde dualar. Hiç mübalağam yok, en az iki dakika dua etti ve bir sayfayı açtı. Nahl Sûresi 110. ayet çıktı. Şöyle buyuruyor Hazreti Allah (cc): “Bundan sonra şunu bil ki: Şüphesiz ki senin Rabb'in, mihnet ve işkenceye, zulme ve baskıya uğradıktan sonra hicret eden, sonra mücahede edip sabredenlerle beraberdir. Evet Rabb'in, onların bütün bu güzel hareketlerine karşılık elbette onları bağışlayıp ihsanda bulunacaktır. Çünkü O gafurdur, rahîmdir.”

    Bitirelim; imanımız, inancımız, itminanımız tam. Yeter ki sabredelim ve yeter ki sözlerimizi, davranışlarımızı Kur'an ve sünnet mizanında tartalım. Yarın sular durulup bugün yaşanan hadiseler bütün farklılığı ile ortaya çıkınca hicap duyanlardan olmayalım.

    Son söz Hocaefendi'nin: “Kelâm-ı nefsî ile bile olsa kaderi tenkide ve ithama varacak şeyler söylememeli. Herkes imtihan oluyor şu an. Bizim Hak karşısındaki duruşumuz belli. Evet, 28 Şubat soğuğu geçti, 99 Haziran fırtınası geçti ve bakın, şimdi o günlerde yaşadıklarımızı menkıbe olarak anlatıyoruz. Bu da geçecek ve zaman, haklıyı-haksızı bütünüyle ortaya çıkartacak.”

Zaman

HABERE YORUM KAT

7 Yorum