1. YAZARLAR

  2. Yıldırım Türker

  3. Kölecilere, katliamcılara özgürlük
Yıldırım Türker

Yıldırım Türker

Yazarın Tüm Yazıları >

Kölecilere, katliamcılara özgürlük

30 Haziran 2008 Pazartesi 05:36A+A-

Şanlı Cumhuriyet tarihimizin bir katliamı daha zamanaşımının şefkatli kollarında kayıttan
düştü. 19 Aralık 2000 tarihinde 10 bin güvenlik görevlisinin, açlık grevlerini bastırmak için hapishanelere yönelik gerçekleştirdiği kanlı baskının üstünden 8 yıl geçti. İkisi asker 32 kişinin öldürüldüğü bu korkunç katliamın sorumluları, Adli Tıp raporları ve bütün kanıtlar suçlarını işaret etmesine rağmen bir türlü tam olarak saptanamadı. Nasıl oluyorsa, bulunamadı.
Tutuksuz yargılandıkları davalara icabet etmeye tenezzül buyurmadılar. Diri diri yaktıkları insanların anısı önünde boynumuz bükük. Ama ‘Hayata Dönüş’ operasyonu adıyla tarihimizin en kanlı şakalarından biri olarak başımıza kakılan bu katliamın sorumluları
cezalarını görene kadar bu konunun peşini bırakmayacağız.
Geçen hafta aynı günlerde yüce Türk yargısının tüyler ürpertici bir başka  kararıyla da sarsıldık.
Kozan’da bundan dört yıl önce ortaya çıkartılan ‘köle geleneğinin sürdürücüleri’ de sözde ceza aldı. Dokuzuna 1660 ile 7bin 500 YTL para cezası uygun görüldü, bu cezalar da ertelendi. 17 sanık da beraat etti. Şimdi üşenmeyip olayı bir hatırlayalım.
Adana’nın Kozan İlçesi’ne bağlı Arslanlı Köyü’nden gelen haberleri aktarabilmek için masal kipine sığınma ihtiyacı duymuştuk. Karanlık zamanlardan, Kaf Dağı’nın ardındaki ülkelerden bir hikâyeymiş gibi. Sokaklardan bulunup ya da ailesinden satın alınıp köle olarak çalıştırıldığı anlaşılan 3’ü çocuk, 8’i zihinsel özürlü 19 kimsesizin kurtarılmasıyla derin bir soluk alıp yüksekçe bir rafa kaldırılacak bir dosya değildi karşımızdaki. Dolayısıyla iyilerin zaferiyle sonuçlanmış, çözülmüş, halledilmiş bir tuhaf vahşet hikâyesi olarak uzağa, bizden iyice uzaklara itme gayretine bir ara versek derin bir utancı göze alarak hayatımız hakkında kimi şeyleri anlamaya başlayabilirdik.
Zihinsel özürlü kayıp bir çocuğun izini süren güvenlik güçlerinin bir ihbarı değerlendirerek ulaştıkları köyde bir ay araştırma yaptıkları, tarım işçisi ve seyyar satıcı kisvesi altında istihbarat topladıkları açıklandı. Ekipler, bazı evlerde ailelerle bağı olmayan çocukların çalıştırıldığını saptayınca operasyon başlatıldı. Köyün Topallar Mahallesin’deki 41 ev ve ahırlar didik didik aranınca yaşları 13 ile 65 arasında değişen 19 kişi bulundu. 11 kişi de tutuklandı. Ceza Yasası’na olaydan iki yıl önce eklenen ‘köle ticareti’ maddesinden yargılanacaklardı.
Özürlü çocukların Adana’da sokaktan toplanarak kişi başına 500 milyon lira karşılığında ağalara satıldığı, işkenceyle çalıştırıldıkları, istenilen düzeye gelemeyenlerinse geri gönderildiği yerleşik bir düzen söz konusu.
15 yaşındaki özürlü G.K., kaçarken yakalandığını, ayak bileğine bağlanan ipin bir ucunun da ineğin bacağına bağlandığını, av tüfeğiyle de vurulduğunu anlatıyor. Saçmanın ve ipin izi bileklerinde. Kölelerin hepsi şiddetle eğitilmiş, kaçmaya kalktıklarında ağır dayaklar yemişler. Ama bunları zaten biliyoruz. Kimi kötü adamlar, kötü polisler, kötü kocalar, kötü babalar, canavar anneler, yakalanana kadar insanlara işkence etmekten vazgeçmiyor. Yasalara saygılı, iyi, dürüst insanlarsa günü gelince onları yakalayıp adaletin ellerine teslim ediyor. 

O kadarla kalmıyor
Keşke hikâyenin son sözü bu olsaydı. Yaşını başını almış kölelerin görüntülerini televizyonda izleyen yakınları akın akın Emniyet Müdürlüğü’ne başvurmaya başladı. Gazetelerde çıkan fotoğraflardan yakınlarını teşhis edenler oldu. Ancak kölelerin kimliği olmadığı, geçmişlerini ve bazıları adlarını bile hatırlayamadığı için kendilerini almaya gelenlerin DNA testi yaptırmasına karar verildi. Kurtarılan kölelerden bazısının küçük yaşta köye getirildiği ve yıllardır karın tokluğuna işkenceyle işe koşulduğu anlaşılıyordu.
Adana’da Kalekapısı olarak bilinen semtte çok uzun zamandır insan ticareti yapıldığı, baskına uğrayan köyde de durumun asla yadırganmadığı saptanmıştı. Nitekim köylüler, köylerinin adının kötüye çıkmasından duydukları üzüntüyü dile getiriyor, “Topallar Mahallesi’nde bugüne kadar böyle bir zulüm yaşanmadı. Köyü çekemeyen birkaç kişinin iftirası sonucu bu iş ortaya çıktı. Köyün kurulduğu günden beri yanımıza işçi alıp çalıştırırız. Biz insanları çalıştırırken topluma da kazandırmış oluyoruz. Bizim yanımızda çalışıp kendi güçlerince iş yapmaları daha iyi oluyor” diyordu. Kısacası, hikâyenin can alıcı noktası, köy halkının, bunun 300 yıllık bir gelenek olduğunu söyleyip, konunun neden bu kadar abartıldığını anlamayan bir ifadeyle köşede dikiliyor olmasıydı.
Birer baklası oldukları zincirin zulümle ilintili olduğunu akıllarına bile getirmemişlerdi. Masumiyetlerine kefil ettikleri, bu kez töre değil. Onun küçük kardeşi, gelenek.  

O köy bizim köyümüzdür
Arslanlı Köyün’ün bir mikrokozmos olarak hayatımızın bire bir izdüşümü olduğunun farkına vardığımız anda bu ortaçağdan kalma bulup korkudan titrediğimiz olayı masal kipinden arındırabiliriz.
Adı çok uzun ya, Sınır Aşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek İnsan Ticaretinin Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol’deki tanımını birlikte okuyalım mı? “İnsan Ticareti, kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidiyle veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma, kişinin çaresizliğinden yararlanma, veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkar sağlamak yoluyla kişilerin istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya teslim alınması anlamına gelir.
İstismar terimi, asgari olarak, başkalarının fuhşunun istismar edilmesini, veya cinsel istismarın başka biçimlerini, zorla çalıştırmayı veya hizmet ettirmeyi, esareti veya esaret benzeri uygulamaları, kulluğu veya organların alınmasını içerecektir.”
Bu tanımı dikkatlice okuduğunuz takdirde, Arslanlı Köyü, Shirley Jackson’ın ünlü ‘Piyango’ öyküsündeki Amerika’nın güneyindeki, her yıl bir kasabalının piyangoyla belirlenip meydanda topluca linç edildiği o tuhaf kasaba kadar uzak olmaktan çıkacaktır.
Daha birkaç yıl önce, yoksulluğun katmerlendikçe canavarlaştığı bir memleket ikliminde, bir araştırmanın can yakıcı ışığı altında oturup okumuştuk. Aileler, zihinsel özürlü mensuplarını sokağa bırakıyor, diye yakınıyordu Darülaceze yetkilileri.
Sapsızları, özürlüleri, çocuk fazlasını, norm dışıları hayatımızın neresine yerleştirdiğimizi bir kez daha gözden geçirmek zorundayız.
Arslanlı Köyün’ün ağalarının kendilerini mağdur ilan ediş tarzı, hepimize çok tanıdık geliyor. Denetimsiz zorbalığın sıkıştığı noktada başvuracağı kurnaz dilin çok çeşidi yok maalesef güzel Türkçe’mizde. “Biz bölücü örgütmüşüz gibi sabaha karşı ağır silahlarla baskın yapılıyor. Sahipsiz insanlara sahip çıkmak suç mu?” 300 yıllık sorgulanmamış gelenek elbette ‘bölücü örgüt’den hallice bir konumda ele alınmak istiyordu.
Sokaklardan toplanmış özürlü insanların kelle başı hesapla bir ömürlüğüne satın alındığı, öküz muamelesi gördüğü köyde 300 yıldır kimsenin bu durumu, karşı çıkmaktan geçtim, yadırgamamış, sorgulamamış olduğunu düşününce masumiyetin tanımını bir kez daha gözden geçirmek zorunda kalıyoruz. Bu lanetli ticaretin bire bir içinde olmasa da, kimsesiz ve özürlü çocukların satın alınıp işe koşulduğunu bildiği halde sükûnetini kaybetmeyen köy sakinleri o ticaretin kefili olarak hayatlarını sürdürüyorlar. ‘Uzak acıların küçük hisseli ortakları’ olarak. Masumiyet, körlüğün, hayatı canavarlığa peşkeş çekmenin adı oluyor.
Yüce Türk yargısı da sonunda ağaların iyi niyetine kefil oldu işte. Şu gerçeğin altını çiziverdi Kozan Ağır Ceza Mahkemesi: Arslanlı Köyü memleketimize ne kadar benziyor.
Çocuk nüfusunun beşte birinden fazlasının 12 yaşına gelmeden çalıştırılmaya yollandığı, üstelik yüzde 60’ının günde 11-12 saat çalıştırıldığı, kayıt dışı işyerlerine eti de kemiği de teslim edildiği memleketimize. Kadınların elden ele satıldığı, muhtaç Rus kadınlarının takas edildiği ‘yoksul ve onurlu’ memleketimize. İşkencecilerin milletin birlik ve bütünlüğü adına korunduğu, köleliğin her türlüsünün artık sorgulanmayan bir gelenek olduğu memleketimize.
Hem nereden başlayacağız köle tacirlerini yargılamaya?
Hepimiz, yakınlarını ‘Hayata Dönüş’ operasyonunda kaybetmiş, olası köleleriz.

Radikal gazetesi

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum