1. YAZARLAR

  2. Sümeyye Demir

  3. Kimdir Erkekler
Sümeyye Demir

Sümeyye Demir

Yazarın Tüm Yazıları >

Kimdir Erkekler

01 Haziran 2009 Pazartesi 18:15A+A-

‘Makyaj ve Kadın’ başlıklı yazımızda, modern yaşama ayak uydurmaya çalışan kadınların özünden uzaklaşıp şaşırdığını, kendini bulmak ve fıtratına dönmek adına tehlikeli sulara doğru kulaç atmaya başladığını söylemiş ve bunun ana kaynağının hakkıyla iman etmemek ve kendisini dünyanın merkezine yerleştiren/yerleştirmeye çalışan erkekler olduğunu yazmıştık. Ve demiştik ki, peki kim bu erkekler?

* Allah’ın kendine halife olarak yarattığı ve ona secde edilmesini emrettiği ilk insan.

“Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın. Böylece meleklerin tümü, topluca secde etti.” (15/29-30)

Tüm cennet ayakları altına serilen Adem ve eşi, Rableri tarafından sonsuz mutluluk ve güzelliklerle dolu bir yaşamla şereflendirildi. Karşılığında da bir söz istendi. Konulan yasağa uymak!

“Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” (7/19)

* Yasaklar cezp edicidir, tatlıdır ve merak uyandırır. Bir anda söz unutulur ve ayak kayıverir. Cennetten ilk çıkarılanlardandır o.

“(Allah) Dedi ki: 'Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır.' Dedi ki: 'Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız.” (2/36)

* Nefsinin kurbanı olarak ilk cinayeti işleyen, kendi isteğini elde etmek için, gücünün yettiğini yok etmeyi keşfedendir o.

“Sonunda nefsi ona kardeşini öldürmeyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.” (5/30)

* Güç, toprak ve iktidar uğruna savaşlar çıkaran, kanlar döken, isterse barış sağlayandır o.

* Kendini, Rab ve İlah ilan edecek kadar azandır o.

“…Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı.” (10/83) “Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi.” (79/24)

* Yaptığı coğrafik keşifler bahanesi ve sömürgecilik zihniyetiyle yerli halkı köle addeden, hemcinsleri de dahil onları öldüren, kadınlara tecavüz edip namuslarını ayaklar altına alan, topraklarına yerleşip hükümranlık kurandır o.

* Kendinden olmayan ırkı aşağılayıp yok etmeyi amaç edinen, onların yer altı ve yerüstü zenginliklerine sahip olabilmek için soykırım yapmaktan çekinmeyen, Aborjinler, Kızılderililer, zenciler vs pek çok halkın soyunu kurutmak için mücadele etmiş olandır o.

* Merhametten yoksun, kız çocuklarının öldürülmesini akledendir o.

* Kral, padişah, hükümdar vs. olmayı hak eden(!), iktidar sahibidir o.

* Okumak, öğrenmek, keşfetmek, araştırmak gibi tüm meziyetler ve imkanlara öncelikle yıllar yılı layık olan, bu yolda sayısız buluşlara, yeniliklere damgasını vurandır o.

* Atomun keşfinden, lambanın icadına, yerçekiminden izafiyet teorisine, insanlık için yararlı buluşlardan nükleer bombanın keşfine kadar pek çok şeyin altına imzasını atandır o.

* Kadınların ne olduklarından ne olmadıklara kadar düşünen, tartışan, onların hakkında kararlar veren, gerektiğinde yine onları korumak adına kolları sıvayan koruyucu meleğidir(!) o.

* Gelişen teknoloji ve modern çağın gerekleri doğrultusunda kadını himaye etmeye, saygınlık edindirmek adına topluma kazandırmaya, yıllar yılı hemcinsleri tarafından dışlanmış, rencide edilmiş, aşağılanmış, tecavüze uğramış, köle ve cariye olarak kullanılmış kadınlara özgürlüğünü(!) vaat edendir o.

* Erkek olmadığı için küçümsenen, ikinci plana atılan, saçının uzun olmasına karşın aklının kısalığıyla meşhur olan kadınların, ana olarak, evladı için hiç çekinmeden canını feda edebilecek ‘insan’ın doğurdu, canlarından bir candır o.

* Gelişen dünya ile birlikte insanlığın çehresini ve yaradılış özünü renklendirmeye, değiştirmeye ant içmiş biridir o.

* Yasaları koyan ve bozan, gelenek ve görenekleri şekillendirendir o.

* Tekstilden tarıma, kozmetikten ilaç endüstrisine, madencilikten borsaya, sağlıktan eğitime, uluslar arası ilişti ve ticaretten sanayi devrimine kadar her alanda başrol oynayan, ancak yılların dışlanmışlığıyla, kadınların artık özgür olmaları gerektiği kararını veren ve onları piyon olarak ortaya sürendir o.

*  Kapitalist ve emperyalist zihniyetin fikir babası olan, bu uğurda her şeyi mubah sayan, sözde özgürlük ve gasbedilmiş hakların iadesi adı altında yine kadınlar üzerinden prim yapmaya, onların etinden, gücünden ve saflıklarından faydalanmayı, onları birer meta aleti olarak görmeyi birinci vazife edinendir o.

* Tüm cahiliye fikir ve eylemlerinden arınmayı bilmiş, Allah’a gönülden bağlananlardandır o.

* Rabbin takdiriyle, insanlığı düzeltmek, öğüt vermek ve doğru yolu göstermek için seçilen rehberdir o.

Elçiler; müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderildi)...(4/165)

* Fiziki olarak güçlü, iradeli, ailesinin geçimini sağlamakla yükümlü olmalarından dolayı, kadınlar üzerinde ‘kavvam’dır o.

“Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde ‘kavvam’ sorumlu-gözeticidir…  ” (4/34)

* Kadınların kendilerine emanet olunduğu hamidir o.

“Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allah’u Teâlâ’nın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!” (Müslim)

Velhasıl kelam, bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak iman eden her erkek gibi, iman eden kadınların da, yukarıda sayılan eylem ve faaliyetlerin, menfi olanlarının hiçbirine Allah’ın razı olmayacağına, yapılanların insanlık dışı ve zulüm olduğuna, Kur’an’da insanların ve özelde kadın-erkek ilişkilerinin nasıl ve ne şekilde olduğu hakkında emirlerin bulunduğuna inancı tamdır. Hatta Ateist, Hristiyan, Musevi veya başka dinden olanlarda, bu yapılanları zulüm olarak nitelemektedir.

İslam’ın gönüllerde yeşermesiyle kızını öldürenler, bir sineği dahi öldüremeyecek kadar hassaslaşmış ve cennet ehli olmakla şereflendirilmiştir. Kadınların gasbedilmiş hakları iade edilmiş, aşağılanmış onurları ayaklar altından kaldırılmıştır. Kadın ve erkeğe, üstünlüğün ancak takva ile olacağı bildirilmiştir. Hemen hemen her hükümde, erkek ve kadına aynı anda hitap edilmiş, sosyal yaşam içerisinde birbirlerinden ayrılmamıştır.

“Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (9/71)

“Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” (16/97)

Kimi yerde ise genel olarak ‘Ey insanlar, ey iman edenler’ şeklinde hitap edilerek, her iki cins birden muhatap alınmıştır.

“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınırsınız (takva sahibi olursunuz.)” (2/21)

“Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.” (2/153)

“ Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır.” (2/168)

“Ey iman edenler, hepiniz topluca 'barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (2/208)

Kur’an’da boşanma, hastalık, evlilik, mehir, ibadetler, hayırlarda yarışma, zina sonrası ceza vs tüm konularda, sınırlar belirtilmiştir.

Peki toplumsal yaşamda kadın-erkek ilişkisi nasıldır, Allah bu ilişkiyi nasıl sınırlamıştır?

Dünyanın genelinde hakim olan ataerkil yapı, bizim toplumumuzda da hakim bir sistemdir. Erkekler evin reisidir, tüm hak ve inisiyatifler onun elinde ve kontrolündedir. Kocasının izin verdiği sınırlar dahilinde hayatını idame ettirmek zorundadır. Erkekler açısından bunun temel dayanağı ise şu ayettir:

“Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde 'sorumlu gözeticidir.' Saliha kadınlar, gönülden (Allah’a), itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür.” (4/34)

Müslüman kadınlar, Allah’a iman edenler olarak, bu ayete ve söylenenlere itiraz etmeseler gerek. Ancak “Kur’an, canlı bir hakem değildir. Taraflar Kur’an’a başvurduğunda her zaman aynı sonuca ulaşmıyorlar… Çünkü Kur’an samıttır. İhtilafın taraflarından her biri, Kur’an’ın kendisini desteklediğini, kendisine hak verdiğini iddia ediyor.  Dolayısıyla kelami, fıkhi ve hareki içtihad mevzularında birlikteliği sağlamak için, Kur’an’ın hakemliği meselesi canlı bir varlığın hakemliği gibi değildir… Kur’an’ın hakemliğine başvuruyoruz ama biz iman edenler, sayısız cihetten birbirimizle farklı olduğumuz için, yaptığımız başvurudan farklı sonuçlarla geri dönüyoruz ve sonra da kendi aramızda edindiğimiz farklı neticeleri tartışıyoruz.”(Zeki Savaş)

Resul’ün yokluğundan istifade, özellikle de erkeklerin nefislerinin hoşuna gitmesi sebebiyle, bu ayeti lehlerine kullanması, Hakkın kendilerine verdiği bu özelliği/vazifeyi kadınları yıpratıcı, rencide edici, onlara hiçbir söz hakkı tanımayıcı, ‘ben ne dersem o olur’ mantığıyla kullanması, kadınlar için yıkıcı ve ruh sağlıkları açısından bezdirici bir etki yaratmaya neden olmuştur.

Yüce Allah iki cins insan yarattı; erkek ve kadın. Biri güçlü, diğeri narin. Biri daha irade sahibi, diğeri merhamet deryası. Biri baba, diğeri ana. Biri dışsal, diğeri evcimen. Biri realist, diğeri duygusal… Yaratılış özelliklerinden dolayı, fiziksel ve duygusal mana da farklı olsalar da, yükümlülükler açısından eşit şartlara tabi tutuldular. Her ikisine de sabır, adalet, ahlak, namus, hoşgörü, ibadetler, vefa, sevgi,saygı, akraba ilişkileri, namaz, oruç, hac, zekat vs farz kılındı.

“Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.”(33/ 35)

Hayatın idamesi, çatışmaların ortadan kalkması, didişmenin olmaması adına görev dağılımı yapılmış, kadının ve erkeğin vazifeleri bildirilmiş, bu birliktelikte ve hayat ortaklığında erkek lider, sorumlu, koruyup-gözetici seçilmiştir. Bir takımın kaptanı, bir gurubun, derneğin, vakıfın, işyerinin sorumlusu, önderi gibi. Bu durumda kadına düşen ise, yükümlülüklerini yerine getirip, aile reisinin istemediği, benimsemediği tavırlar ve eylemlerden uzak durmak, sağlıklı ve mutlu yarınlar için elinden geleni yapmaktır.

Yasa koyucu Allah olmakla beraber, uygulayıcısı beşer (özellikle de erkekler) olduğu için, fiiliyatta yanlışlar yapılmış ve bu yanlışlar, özellikle kadınları etkilediğinden, onları zaman içinde, çağın gelişmesi ve kendilerini yetiştirme, okuma, öğrenme, kendileri hakkında bilgi edinme imkânlarının artmasıyla bir karşı koyuş, tepki gösterme ve yapılanlara isyan etme boyutlarına getirmiştir.

Yıllar yılı aile reisi tarafından, fikri sorulmadan alınıp satılmış, eşini seçme hakkı tanınmamış, dışarı çıkmasına, okumasına, kendi kişisel zevklerinin oluşmasına izin verilmemiş. Bekârken babasının, ağabeylerinin veya erkek akrabalarının, evlilikte eşinin baskı ve zulümlerine maruz kalmış.

Yukarıdaki ayete istinaden (4/34), kendi izni olmadan babasının evine gitmesine, komşuyla görüşmesine, sadaka vermesine, sevdiği şeyi yapmasına, istediğince (belli sınırlar dahilinde olan) giyinmesine müsaade edilmemiş.

Kadın için biçilen görev iyi bir ana olmasıdır. Bu elbette Hak ve gerçek olandır. Sırf bu zor olan vazifesinden dolayı olsa gerek, peygamber efendimiz ‘cennet anaların ayağı altındadır’ demiştir. Ancak öyle anlar olmuştur ki, kocalar, kadınları, ana olduklarına bin defa pişman etmişlerdir.

Evde su taşıyan, her yıl doğurup onlara bakan ve ilgilenen, temizlik yapan, evinin nafakasını kazanmakla yükümlü erkeğine tarlada yardım eden/etmek zorun olan, yemek hazırlayan, saatlerce elinde çamaşır-bulaşık yıkayan, hayvanlara bakan, sütlerini sağan, ahırlarını temizleyen kadının sahibi olmuştur erkekler.

Hayız hallerinden temizliklerine, örtü sınırlarından yapabilecekleri nafile ibadetlere, namaz kılma şekillerinden Kur’an okuma şartlarına kadar her şeyin kurallarını onlar belirlemiş, yorumlamış ve fıkhi konulara açıklık getirmişlerdir. İctihat kapısı da kapatıldı denilmiştir. Kapatanlar da belli değildir. (İçtihat, değişen şartlara göre, belli ilmî metodlarla yeni yorumlar, görüşler ortaya konulması... İslam dünyası 12. yüzyılda ekonomik çöküntü ve siyasi anarşiye sürüklenince, bir de din tartışmaları olmasın diye "içtihat kapısı kapandı" (yasaklandı!) denildi; ağır bir tutuculuk oluştu. Böylece, o çağlardaki ataerkil toplum yapısının ürünü olan yorum ve âdetler, zamanla din kuralı zannedildi. –Taha Akyol)

Böylece günümüze kadar gelindi.

Ve kadınların bu ezilmişliğine, sözde timsah gözyaşları dökenler, onları özgürleştirmek adına, bu kez de evlerinden koparmanın yollarını aradılar. Okumak, çalışmak, gezmek, süslenmek, yükselmek, popüler ve önde olmak, liderlik sizin de hakkınız diyerek, kompleks bir çalışmanın içine daldılar. Büyüyen dünya ekonomisinde daha çok pay almak için, kadınları piyasaya sürdüler. Çok iş, az ücret karşılığı, erkeklerin yerine oturttular/oturtmaya çalışıyorlar. Cinsel iştahlarını tatmin için, süslü paketlerde çıplaklığı, utanmazlığı, arsızlığı, yılmazlığı, egoyu tatmini, her nevi güzel görünme ve beğenilme aparatını, para harcama ve dilediğini yapma özgürlüğü altında kapitalist zihniyeti sundular.

Her nevi üretim ve tasarım kadınları cezp edici ve başını döndürücü tasarlandı. Adeta para harcatma, tüketme, israf etme, birbirleriyle yarıştırma dönemine girildi. Sözde işkadını yapmak adına araba, lastik, jilet, ayakkabı, çorap, havayolları, kredi kartı, emlak, pencere, duvar boyası, halı, bahçe ürünleri, beyaz eşya gibi pek çok ürünlerin pazarlamasında kadınlar kullanıldı/kullanılmakta. Önce eviyle, kocasıyla, sonra çocuklarıyla akrabalarıyla, ardından da tüm çevresiyle bağları kopartılıp yalnızlaştırıldı.

Onun piyasada olması eşleri tarafından da öylesine kanıksallaştırıldı ki, modern çağa ayak uydurabilmek, daha bir hayatını yaşayabilmek, arzularını gerçekleştirebilmek için, çalışması şart koşuldu. Bekârlar, evlenecekleri arasında ilk tercihi çalışandan yana kullanmaya başladı.

Tercih, hep erkeklerin inisiyatifinde olduğu için, kızlarımız çıkmazlara sürüklendi. Bir dönem, ‘okuyanların dilleri pabuç kadar’ denerek, ev kızlarının koca yönünden kısmeti boldu. Ardından beklentiler, eğitim, güngörmüşlük yetersiz bulundu, okumuş kızlar rağbet gördü. Bununla yetinilmedi, daha çok sevap işlemek adına, erkekler tesettürlüler yerine açık hanımları tercih edip, cennete kavuşmayı arzuladı. Meydanlar, evlenemeyen tesettürlü genç kızlarla doldu taştı. Çağı yakalamak gerekiyordu, okumuş veya kültürlü olmak yetmedi, çalışan bayanlar göz doldurdu. Evlenebilmek için ‘takva’ değil, maddiyat hedef seçildi. Ardından, hedefinden sapmış, birer hüsranla sonuçlanmış evlilikler, erken dönemde boşanmaların kaynağı oldu.

‘Eti senin, kemiği bizim’ diyerek gelin edildi kızlar. ‘Koruyucu-gözetici’ kocalarından dayak yediler, susup içlerine gömdüler acılarını. Habersiz çekip giden eşlerinin, yollarını gözlediler aç-biilaç günlerce. ‘Neredeydin’ sorusunu sorma hakları olmadan kabullendiler gelişini. Otel gibi kullanılan evini, çocukları için ayakta tutmaya çalıştılar. Eş, anne, hizmetçi, aşçı, çocuklarına öğretmen, kırık dökük için tamirci oldular. Erkeğin evine gelin gelmişti, akrabaları artık eşinin akrabalarıydı. Diğerleri arka plana atılmıştı. Onlara gider, onları sorar, onları ağırlar, öncelikle onların ihtiyaçlarını giderir. Ana babaya bakma hükmü, adeta erkeğin anası ve babasını kapsar.

Çalışan bir kadınsa eğer, özgürlük değil, bir zincir daha vurulmuştur yüreğinin üstüne. İşten yorgun ağrın gelip, ayaklarını uzatmak harcı ve haddi değildir. Mutfağa koşar, ortalığı toparlar, çocukların dersleriyle ilgilenir, temizlik yapar. Derin bir nefes alacağı zamansa, uyku vakti gelmiştir. Sofra toplamada yahut çocukların derslerinde azıcık yardım etmişse kocası, minnet üstüne minnet duyar. Çünkü kadındır o. Çalışıyor dahi olsa yapmakla yükümlü oldukları değişmez, bilakis kat be kat artar.

Kocasının yanında sesini yükseltemez, onunla tartışırken sinirlenemez, hep alttan almak zorundadır. Günün yoğunluğunda kızmak veya öfkelenmek hakkı yoktur. Aksi takdirde eşine itaatsizlik ve saygısızlık etmiş olur. Kazandığını dilediği gibi tasarruf edemez. Eşi kazanırsa onun parası, kendisi kazanırsa onların parasıdır...

Erkekler, emanete hakkıyla sahip çıkamamış, koruyup gözetici olmaktan çok, onların efendileri olmayı seçmiş, yeterli karşılığı bulamayınca zulmetmiş ve vazifesini yerine getirmekte, ayakları teklemiştir.

Kadını özgürleştirmek ve haklarını iade etmek isteyenler, yine de yılmadan çalışmaya devam ederler. Okusun derler okuldan, çalışsın derler işyerlerinden kovarlar. Her daim kadını, okuluyla ailesi, mesleğiyle örtüsü, sevdiğiyle ölümü, eşiyle çocukları, eşiyle ailesi arasında tercihe zorlarlar. Hep çıkmazların arasında, bir şeylere mecbur bırakırlar…

Ya kadınlar? Sütten çıkmış ak kaşık mıdırlar? İki cins arasındaki bu mücadele bitmeyecek mi? Yoksa havanda su dövmek midir bizimkisi? Nedir bu sorunun reçetesi?

Selam ve Dua ile

(Devam edecek)

YAZIYA YORUM KAT

6 Yorum