1. YAZARLAR

  2. Orhan Miroğlu

  3. KCK davasının hatırlattığı
Orhan Miroğlu

Orhan Miroğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

KCK davasının hatırlattığı

25 Ekim 2010 Pazartesi 00:13A+A-

Geçen hafta başlayan KCK davasına bu hafta da devam edilecek.

Türkiye, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana, Kürtlerin siyasi faaliyetlerinin sebeplerini anlamak yerine, ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu koşullara aldırmadan, Kürt siyasetçilerini yargılamayı tercih etmiştir.

KCK davasını doğuran tarihî şartları anlamak için Şeyh Sait ve Dersim İsyanı’ndan sonra kurulan idam sehpalarını, 49’ların yargılanma hadisesini, ve daha yakın bir tarihte gerçekleşen ve Kürtlerin bugün olduğu gibi, binlercesinin yargılandığı 12 Mart ve 12 Eylül Sıkıyönetim Mahkemelerinin aldığı kararları hatırlamak gerekiyor.

Kürt aydınları ve Kürtler adına siyaset yapmak isteyen Kürt siyaset adamları da yargılana yargılana, doğrusu onları yargılayanları zor durumda bırakan siyasi savunmalar yapmayı öğrendiler.

Kürt dilini, Kürt varlığını, mahkemelerde açıkça savundular.

12 Mart ve 12 Eylül yargılamaları bu bakımdan tarihî öneme sahiptir.

12 Mart’ta DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) davasında, sanıkların bir kısmı siyasi savunma yaptı. Ortada bir parti, bu partiye ait bir siyasi program yoktu.

Siyasi savunma yapmak, basitçe “Kürtlerin de dilleri, kültürleri ve tarihleri vardır ve başka halkların kullandığı haklara sahiptirler” diyebilmekten geçiyordu ve doğrusu bunları mahkemelerde ifade etmenin bedeli de bayağı ağırdı.

Sonra 12 Eylül Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemelerinde görülen davalarda, Kürt gençlerinin yaptığı savunmaların muhtevası ve kapsamı bir hayli genişledi ve farklı hale geldi.

PKK, TKSP (Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi) Rızgari, DDKD gibi grupların yargılandığı davalar söz konusuydu..

Benim yargılandığım TKSP davasında partiyi savunma anlamında toplu bir siyasi savunma gerçekleşmedi. Bu davadan yargılanan Doktor Bozan Erdem’le beraber siyasi savunma yapma fikrini tartıştığımızı ama bu fikrin pek de kabul görmediğini hatırlıyorum.

Çünkü arkadaşlarımızın tümü birkaç yıl hapis yatmışlardı ve siyasi savunma yapılırsa bunun bir provokasyon olacağına, tahliyeleri imkânsız kılacağına inanıyorlardı.

TKSP, bir siyasi parti olarak, Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemeleri yargılanmalarında ortada kaldı. Kimse kurduğu ve yönettiği bu partiye sahip çıkmadı.

Karar duruşmasında mahkeme son sözünüz nedir diye soruyordu, usulen..

Aklıma o dönem Dreyfus davası takılıp kalmıştı. Emile Zola’nın savunduğu Dreyfus davasından yola çıkarak son sözümü sorduklarında, “Bu dava Dreyfus davasına benziyor, Dreyfus nasıl ki, Yahudiliği yüzünden yargılandıysa, biz de Kürt olduğumuz için yargılanıyoruz” dedim. Böyle dediğim için de, mahkeme bana “teşdit” uyguladı.

Fazladan beş yıl ceza aldım. Dreyfus’tan bahsetmek bana beş yıl fazladan cezaya mal oldu.

Ama Diyarbakır’daki siyasi savunmalar esas olarak PKK davalarında gerçekleşti.

PKK’den yargılanan birçok kişi, Kürdistan’ın sömürgeleştirildiğini, sömürgeciliğe karşı mücadele ettiklerini ve amaçlarının Kürdistan’ı sömürgecilikten kurtarmak olduğunu savundu.

Bu mealde siyasi savunma yapan PKK’lilerin bir kısmı Diyarbakır Cezaevi’nde hayatını kaybetti. PKK hakkında açılan davalar onlarca idam ve hapis cezalarıyla sonuçlandı.

KCK Davası birçok bakımdan 12 Eylül yıllarındaki yargılamaları hatırlatıyor.

Bu dava, PKK’nin tarihsel sürekliliğinden ve siyasi realitesinden kopartılarak anlaşılabilecek bir dava olmaktan uzaktır.

Türkiye yıllarca PKK’yle yüzleşmeyi erteledi, üç maymunları oynadı.

Şimdi aynı şeyi KCK konusunda da yapmaya çalışıyor.

Geçmişte PKK’ye rağmen bir Kürt sorunu analizi ve çözümü ne kadar yanlış idiyse, bugün de KCK’ye rağmen bir Kürt siyasi hareketi analizi yapmak o kadar yanlıştır.

KCK davasını Kürtçe konuşmak isteyen, ama Lozan’a rağmen hakları engellenen insanların yargılandığı bir dava olarak görmek de doğru değildir..

KCK, PKK’nin siyasallaşmasının ve büyümesinin bir sonucudur.

Büyüyen bir hareket elbette kendi içinde yeni dinamikler yaratır.

Bir demokratik sistemin yapması gereken, bu dinamiklere yasal zeminler sunup, yolu açmaktır.

Öte yandan, davanın başlamasıyla beraber gündeme gelen savunma anlayışlarının da hatalı yanları bulunuyor. Duruşmalarda ifade edilen çeşitli savunmalar, anlaşılabildiği kadarıyla, KCK davasını seçilmiş insanların yargılandığı bir davaya indirgemeye yöneliktir.

Kendilerini Kürtçe savunmak isteyen seçilmişler davası..

Kanaatimce meseleyi böyle koymak, tarihe de, bu davada yargılanan insanlara da biraz haksızlık olur.

Bu davada sadece seçilmiş insanlar yargılanmıyor.

Seçilmemiş ve siyasi olarak KCK felsefesini ve inancını benimsemiş insanların yargılandığı bir davadır bu.

Sayın Osman Baydemir’in bir televizyon kanalında ifade ettiği gibi, KCK, PKK’nin ta kendisidir.

Seçilmiş insanları yargılamak ne kadar hatalıysa ve kamuoyu vicdanını yaralayan bir durum yaratıyorsa, otuz yıldır dağlarda ve silahlı mücadele veren bir partinin otuz yıl sonra, “siyasi modelim bu ve ben bu modelle siyaset yapmak istiyorum” dediği bir tarihî kavşakta, durumu yasalara uygunluk açısından ele almak, Kürt sorununda bir otuz yıl daha Godot’yu beklemekten farksızdır.

Yasalar hiçbir zaman bu siyasi ve tarihî şartlara uygunluk arz etmeyecektir çünkü.

Bir mahkeme, KCK’lileri tahliye eder, bir başkası tutuklar. Ve bu davaların sonu hiç gelmez.

Kürt hareketi bugün KCK, BDP, DTK gibi siyasi yapılanmalara sahiptir ve bu siyasi yapılanmalar arasındaki ilişkileri, Kürt hareketinin sosyolojisini, değişim parametrelerini, içsel dinamiklerini öğrenebilmek ve ona göre siyasi bir tutum geliştirmek gerekir.

Kürt sorununu çözmeye dair bir niyet söz konusuysa yapılması gereken, binlerce insanı yargılamak değildir.

Hukuk ve yasalar öyle bir halde ki, bu konuda yazı yazan, düşünen herkesi KCK üyesi gibi davranmaktan yargılayabilir, suçu ve suçluyu övmekten binlerce, hatta on binlerce insanı hapse tıkabilirsiniz.

Peki, bu çözüm müdür?

Binlerce insanı yargılamak, Kürt toplumunun, silahlı mücadelenin dışında çare olmadığına inanmaya devam etmesini sağlamaktan başka neye yarar?

AK Parti KCK operasyonları başladığında şuna inanmış görünüyordu: Bu operasyonlar BDP’yi KCK’den kurtarmak için yapılıyor.

İyi de ya BDP, KCK’den kurtulmak istemiyorsa, kendisinin değil KCK’nin siyasi kanat olduğuna inanıyor ve kendi misyonunu “Kürt meselesini Türkiye’de görünür kılmakla” sınırlı tutuyorsa ne yapılacak?

İkinci yazı perşembeye.

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT