1. YAZARLAR

  2. Yıldırım Türker

  3. Kazmaya başlamışken
Yıldırım Türker

Yıldırım Türker

Yazarın Tüm Yazıları >

Kazmaya başlamışken

12 Ocak 2009 Pazartesi 16:06A+A-

Ankara’yı kazarak başladılar işe. Bir de Hatay’ı. Bizim de yıllardır söylemekten bıkmadığımız, bu memleketin kazıcılara ihtiyacı olduğu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin sıkı bir arkeoloji çalışması beklediği.

Ankara’yı kazarak başladılar işe. Bir de Hatay’ı.
Bizim de yıllardır söylemekten bıkmadığımız, bu memleketin kazıcılara ihtiyacı olduğu. 
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin sıkı bir arkeoloji çalışması beklediği.
Şimdi karşılaştıklarımız, kaybedip bir türlü bulamadığımız ya da bir yol köşesinde, bir orman kuytusunda, kimsesizler mezarlığında cesedini bulup katillerini bir türlü yakalayamadıklarımızı yok eden, yenilerini yok etmek için bekletilen silahlar.
Ergenekon harekâtının yürütülüş biçimi hakkında şiddetli hassasiyet gösterip ulaşılan bilgileri hiçe sayan, her şeyin Cumhuriyeti yıkma komplosunun bir parçası olduğunu iddia eden başta Baykal olmak üzere bütün statükocular ne istiyor olabilir?
Kimi rütbelerini ve iktidar ilişkilerini kullanmaktan çekinmeyen insan gruplarının çeteler kurmak, silahlanıp suikastler yapıp toplu mezarlar kazmak ve benzeri eylemlere hakkı olduğuna inanıyorlar besbelli. Vatan söz konusu ise her şey teferruattır’a imanları sonsuz.
Kimi hakikatlerin devletin bekası adına birer sır olarak sonsuza dek mühürlenip gömülü kalmasını istiyorlar.
Kimi çok değerli postlarda icra eylemiş vatandaşların bir zamanlar yine çok değerli postlarda icra eylemiş ama kuyruğu kaptırıp hüküm yemiş bir vatandaşla birlikte alınması, dolayısıyla anılması, onları çok incitiyor. Hayır, işkence, kötü muamele, aşağılayıcı tavır ve benzeri söz konusu değil. İtibar sarsıntısı bile katlanamadıkları bir durum.
Katlanabildikleriyse, katledilen Kürt vatandaşları, iş adamları, kuyularda asite atılan cesetler, uyuşturucu baronları, silah tacirleri, vahşi milliyet sabotajları, suikastler.
Halkına, halkının acılarına bu kadar kayıtsız kalabildikten sonra devlet denilen o kuytuda rütbelenmiş, semirmiş, apoletlerini altınlarıyla değiştirmiş, yazlıklarını cephaneliğe dönüştürmüş, oraya buraya silahlar ve kim bilir ne cesetler gömmüş adamların tutuklanması karşısında böylesine kıyamet koparabilmenin mutlaka birinci dereceden bir nedeni vardır.
Daha kazılacak çok şey var.
Ama Ergenekon davasının  artık geri dönülemeyecek noktaya doğru hızla gittiğini kabul etmek lazım. Çünkü kazı başlamış durumda. 

Şüheda mı fışkıracak
Bu toprakları sıksan yalnız şehitler mi fışkırır? Bir kez kazmaya başlandıysa daha kazılması gereken çok kuyular, çok toplu mezarlar var.
Birkaçını hatırlayalım mı?
2004 yılında, 11 cesede ait olduğu anlaşılan kemikler, 10 yılı aşkın bir süredir yerleşime kapalı olan bir bölgede, bir dere yatağında bulunmuştu. Oracıkta topluca katledilmiş olduklarına dair bulgular vardı. Gömülmemişler bile. 2003 yılının Eylül ayında da Muş-Kulp karayolunun inşasında çalışan işçiler, çalışmaları sırasında insan kemikleri buldukları iddiasıyla Savcılığa başvurdu. Bildiğimiz kadarıyla bir araştırma yürütülmedi. 1993 yılında Alaca köyünde gözaltına alınıp kaybolan 11 köylü neredeyse unutulacaktı.
İHD Diyarbakır Şube Başkanı Avukat Selahattin Demirtaş, “Kemiklerin kayıp köylülere ait olabileceği görüşümüzü iki teşhis güçlendirdi. Biri eşine, bir mağdur da orada bulunan kumaş parçalarının kardeşine ait olduğunu açıkladı.
Ayrıca kemiklerin bulunduğu yerin 5-10 metre yükseğindeki tepede 20 kadar uzun namlulu silahlara ait mermi kovanı, aynı yere 700-800 metre geride ise bol miktarda konserve kutusu bulundu.
Tepedeki kovanlar bize, bu kişilerin buradan taranarak öldürülmüş olabileceğini açıkça düşündürtüyor. Bulunan kutuların da operasyon amacıyla buraya yerleşen birliğe ait olması çok kuvvetli ihtimal” diyordu.
9 Ekim 1993 günü Muş-Kulp-Lice üçgeninde yapılan operasyonda Alaca Köyü’nde tutuklanan Mehmet Salih Akdeniz, Celil Aydoğdu, Behçet Tutus, Mehmet Şerif Avar, Hasan Avar, Bahri Şimşek, Mehmetşah Atala, Turan Demir, Abdo Yamuk, Nusreddin Yerlikaya ve Ümit Taş’dan bir haber alınamamıştı. O dönem sıkça kapağı açılan muamma dosyasına yazılmışlardı. Kulp Savcılığı’na tahkikat için dilekçe ile başvuran kayıp yakınları, bir sonuç alamadılar.
Operasyon, General Yavuz Ertürk himayesinde yapıldı. Dava dosyasında, operasyonun Bolu Jandarma Tugayı’ndan geldikleri anlaşılan 2 bin 500 asker tarafından yapıldığı belirtiliyor. Operasyona General Ertürk’ün bizzat komutanlık ettiği kaydediliyor. Tanıkların ifadelerinden de anlaşıldığı gibi olay günü askerlerin köylüleri operasyon bitene kadar elleri bağlı olarak tuttukları, sonra da helikopterlere bindirerek götürdükleri anlaşılıyor.
‘Yetkililer’, kaybolan 11 köylünün PKK’ya katıldıklarını ileri sürerek kendini savunmuştu. Oysa AKP Milletvekili Torun’un da dediği gibi, “Toplu mezarın gerçekten köylülere ait olduğu anlaşılırsa, örgüte katıldıklarına ilişkin iddiaların asılsız olduğu ortaya çıkacak”tı. Çıktı da. DNA testi, o kemiklerin 93’te kaybolan köylülere ait olduğunu kesinleştirdi. 
Yanı başımızda patlayan bu toplu mezar; adını, dilini, kaydını bildiğimiz insanların bir dere kıyısında topluca kurşuna dizildiğini; arkalarından bir dua okunmasından geçtim, mezarlarını kazmak bile külfet geldiğinden öylece kurda kuşa terkedildiklerini anlatıyordu. O günlerde yazmışım: “Onları kimin kurşuna dizdiğini, bu konunun araştırılmasının bile nasıl yakınlarına zulümle cezalandırıldığını, 11 hayatın, daha binlercesiyle birlikte nasıl örtbas edildiğini öğrenmek istemiyor musunuz? Geride kalanların neredeyse 13 yıldır yaşadığı acıyı yüreğimizde, aklımızda, hayatımızın yordamında bir tartmak bize bir şeyler kazandırmayacak mı, sizce? Acının konaklarında anlayabiliriz birbirimizi. Kulp’ta sürüye sayılan Kürt’le burada diriye sayılan Türk’ün aslında çok da farklı yerlerinden kanamadığını hissettiğimizde önemli bir adım atmış olacağız. Görmezden geldikçe, yeni çukurlar kazılıyor usul usul.  İyi çocuklar cirit atıyor kanayan bağrımızda. Görmezden geldikçe acıların kolay hazmedildiği bu coğrafyada torunlarımıza neyin soykırım neyin katliam, neyin kıyam olduğu üstüne birbirlerini kıyasıya vatan haini diye yaftalayabilecekleri bir tarih paketi bırakıyoruz demektir.” 
Şimdi artık tanımaya başladığımız Ergenekon kaçağı Levent Sönmez’i devletin yakın
zaman önce göğsünü siper ederek koruduğunu, onu 25 Ocak 2001’te çağrı üzerine Silopi Jandarma Komutanlığı’na giden, sonra da kendilerinden bir daha haber alınamayan HADEP Silopi İlçe yöneticileri Serdar Tanış  ile Ebubekir Deniz’in kayıp edilmeleriyle ilişkilendiren Evrensel gazetesini mahkûm etmişti. D evlet Güvenlik Mahkemesi (DGM), Şubat ve Mart 2001’de bugün aranan eski Şırnak Jandarma Alay Komutanı Ersöz’ü koruyan kararının dili nasıldı dersiniz? Mahkeme Ersöz’ü ‘Terörle mücadelede görev almış kamu görevlisi’ olarak nitelendiriyor, haberde Ersöz’ün kimliğine yer verilerek ‘terör örgütlerine hedef gösterildiği’nden dem vuruyordu. Şimdi kaçak Ersöz’ün marifetlerinden rahatlıkla söz edebiliyor olmamız bile kutlu bir durumdur. Tanış ve Deniz’in cesetlerinin de asit kuyularından çıkabileceği bekleniyor.
Nitekim Şırnak Barosu ’nun, Tuncay Güney ’in JİTEM tarafından 1990 ’lı yıllarda öldürülen pek çok kişinin asitle yakıldıktan sonra Silopi ’de bulunan BOTAŞ Tesisleri’ne ve Cizre-Silopi güzergâhındaki bazı noktalara açılan kuyulara gömüldüğü yönündeki bilgilere ilişkin suç duyurusunu dikkate alan Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı, kuyuların açılması yönünde karar verdi. 
O dönem yakınlarını kaybetmiş olanlar şimdiden dizilmeye başladı kuyuların önüne.
Memleketin yüzölçümü geniş. Yerimizse çok dar.
Yeraltının kamuoyuna açılması hepimize kutlu olacaktır.

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT