1. YAZARLAR

  2. M. Naci Bostancı

  3. Kaybedenlerin aklı ve siyaseti
M. Naci Bostancı

M. Naci Bostancı

Yazarın Tüm Yazıları >

Kaybedenlerin aklı ve siyaseti

14 Nisan 2010 Çarşamba 00:33A+A-

Anayasa değişikliğini tartışmak üzere dar bir grupla bir araya geldik. Muhalefetten de değerli bir milletvekili konuşmacılar arasındaydı.

Moderatör, teklifteki maddelerin hukuk esasında değerlendirileceğinden söz etti ve sırayla söz verdi. Sözlerin hemen hemen tamamı hukuk değil, toplumsal ve politik konular etrafında döndü. Kimse filan maddenin mantığı, meri hukukla ilişkisi, değişiklik gerçekleşirse uygulamada nasıl yenilikler olacağı üzerine konuşmadı. Şaşırtıcı mıydı? Hayır! Çünkü her türlü hukuki değişim, arka plandaki toplumsal ve politik halin bir neticesidir. Asıl hikâye oradadır. Oradaki güç ve iktidar ilişkilerinin yansıması olarak hukuk hayat bulur. Ayrıca hukuk mantığı dediğimiz "şey" güçler ilişkisindeki egemen iradenin kendini "meşrulaştırma" biçimidir. Elbette bu meşrulaştırmada kitaba uyulur. Ancak kitabın ne söylediğini tayin eden yine muktedir olanlardır. Bu söylediklerimizden keyfilik mi çıkartacağız? Hayır. Bir ülke demokratikleşiyorsa, halk daha fazla siyasal sürece müdahil oluyorsa orada teşekkül eden egemen irade de halkla bağlantılı hale gelir. Evet, neyin hukuki olduğunu egemen irade belirler ancak tiranın iradesiyle halkın iradesi arasında hem ahlaki hem de geniş kitlelerin çıkarı bakımından derin farklar vardır.

Toplumların değişim dönemlerinde kaybedenler ve yükselenler iki blok oluşturur. Kaybedenler, eski egemenlerdir. Türkiye'de de böyle iki çevreden bahsetmek mümkün. Kaybedenler bürokrasi üzerinden devlete ve düzene müdahil olmak isteyenlerdir. Kazananlar ise sivil iradeyi, sandığı, demokrasiyi öne çıkartanlar. Zaman ikinciler lehine akıyor. Sadece ülkemizde değil tüm dünyada böyle. Dar bir elit kadronun tam da Marksçı anlamda kitleler için "yanlış bilinç"ten bahsederek kendi egemenliğini sürdürmeye kalkması artık imkânsız. İnsanlar çıkarlarını takdir etmede kendilerini daha fazla reşit görüyorlar, kendilerini aşağılayıp devre dışı bırakan iktidar formüllerine kapalı hale geliyorlar. "Sizi aldatıyorlar, görmediğiniz gerçekler şunlar, Türkiye Türkiye'den yönetilmiyor, baştakilerin neler yaptığını biliyor musunuz?" türünden mahrem senaryolar bu aşağılamanın dikkat çekici örnekleri. Eskiden doğrudan halka cahil, bilinçsiz denilirdi, şimdi daha sofistike bir dil dolaşımda.

İbni Haldun kaybeden ve kazanan iktidar asabiyelerini gayet açık bir şekilde ortaya koyar. Kazananlar, dışarıya açık, ötekilerle ilişki içinde olan, referans çevreleri çok geniş, bir bakıma olup bitenleri toplumsal, politik ve ekonomik bir zeminde değerlendirenlerdir. Kaybedenler ise içe kapanırlar, dış aklı iptal ederler, cemaat içi bir dile daha fazla kuvvet verirler. Çünkü ayakta kalmak için dayanışmaya ihtiyaçları vardır. Bu dil ise dünyayı anlamada onlara yardımcı olmaz. Yine Marks'a müracaat edersek, ideolojiye ilişkin söylediği o, kendi sınıfsal ilişkilerinin içine gömülü olma hali, kaybedenler için aynen vakidir. Sen, ben, bizim oğlan dedikleri tarzda bir çevrenin ayıplama, kınama, onaylama, tasvir etme, gerçek olarak takdim etme, iman etme halleriyle dünyayı anlamaya çalışırlar. Bu durum ise gitgide onları yaşadıkları hayattan kopartır, illiyet bağlarını kavramaktan uzaklaştırır, Platon'un Mağaradakileri gibi, suretler üzerine konuşur hale getirir.

Buna birkaç örnek vermek isterim. "AKP, clientel ilişkilerle hayat bulmuş bir iktidardır. Yukarıda ihale, kayırma, aşağıda kömür, patates... Bunlar engellenirse AKP de biter. Bunu bildiği için AKP kendini destekleyecek sınıflar yaratmaya, medya kurmaya çalışıyor. Vs. vs." Bu akıl yürütmenin sahiplerine zımnen söylediği şudur: "Siz fikirlerinizin yanlışlığından, toplumla ilişkilerinizin zayıflığından değil, clientel ilişkilere bulaşmadığınızdan iktidarda değilsiniz. Sizde sorun yok, sorun AKP'de ve elbette "yanlış yerde duran" halkta." Malum, her suçlama kendini temize çıkartmanın hayali sözlerini bunun yanına ekler. Eğer AKP bir darbe ile halk temeli olmaksızın bir şekilde kurucu irade olarak orada olsa, bu tür yaklaşımların bir anlamı olabilir. Diktatörler, kontrol ettikleri kaynaklar marifetiyle kendilerini destekleyecek kesimler oluştururlar. Ancak AKP "elinde iktidar imkânları olmaksızın" halkla kurduğu ilişkilerle oraya gelmiş demokratik bir iktidardır. Halkın çıkarlarını takdir edecek kadar aklı olduğunu düşünen her kişi bilir ki, ilişkiyi sona erdirecek olan da tam tersi durumdur. Çünkü diktatörlükler bile nema dağıtarak yerlerinde kalmayı garanti edemezler. Her zaman kaynaklar kıt, talepler ise çok fazladır. Bütün siyaset kitaplarında yazıldığı gibi, her iktidar için asıl önemli olan halkın gözündeki meşruiyettir. Hatta diktatörlükler bile bunu bilirler. O zaman şimdi kaybedenler safında olanların akıl yürütmelerini şöyle tashih etmeleri yerinde olmaz mı? AKP toplum içinde kimi sınıfları kayırarak oraya gelmiyor hayır, toplumda yaşanan değişim neticesinde yükselen yeni elitler ve onların arkasındaki halk kesimleri AKP'yi iktidara taşıyorlar. Bu akıl yürütmenin kaybedenler için trajik ve gayri ihtiyari kaçınılan yanı şu: "Bizim kaybetme nedenimiz toplumdaki değişime tekabül etmeyen fikirlerimiz, yaklaşımlarımız. Düzeltilmesi gereken iktidar değil, bizim aklımız, fikrimiz, yöntemlerimiz. İğne samanlıkta kaybedilmiş, dışarıda değil." Bu ise kaybedenlerin kendileriyle yüzleşmeleri demektir. Her yüzleşme ise geniş bir referans çevresini, bir dış aklı gerektirir. Ama zaten kaybetmek dediğimiz hal de bunların yokluğuna ilişkindir. Böylelikle toplumsal kader hükmünü icra eder, değim gerçekleşir.

İkinci bir husus şu cemaat meselesi. Muhalefet çevrelerinin zihninde cemaat diye bir hayalet dolaşıyor. Soru ve cevap şöyle: Niçin kaybediyoruz? Çünkü karşımızda çok organize, kimi yerlerle bağlantılı bir cemaat yapılanması var. Kaybetmenin suçu bizde değil onlarda. Olup bitenler negatif bir irade olarak F. Gülen'e indirgeniyor. Althusser ideoloji bahsinde "seslenebilme"ye vurgu yapar. Toplumsal şartlar bakımından ideolojinin seslenişini duyacak "kulaklar" olmalıdır. Kulak yoksa tek başına sesin bir anlamı yoktur. Cemaat tartışmasında bakılması gereken yer negatif bir irade olarak Gülen değil, Türkiye toplumudur. Niçin bu ülkede birçok insan böyle bir seslenişi içselleştirmiş, kendi hayat haritasında ona anlamlı bir yer vermiştir? Yine o bildik "kandırılma" hikâyesine dayalı yanılsama teorileri bunu açıklamaz. İşadamı, sanayici, entelektüel olan kişilerin meslekten kaynaklanan "akıllarını" iptal ederek kurşun askerler gibi davranacaklarını varsayanlar sadece kendilerini kandırırlar. Üç kişilik beş kişilik gizli örgütler olabilir, gizli gündemler teşekkül edebilir; ancak söz konusu olan kitleler ise, açıklık, alenilik kaçınılmaz bir şekilde oradadır. Kitlesellik o çevreyi şeffaflaştırır. Gülen'i seven, sempati duyan, hatta Gülen'i hiç dikkate almayan ancak eğitimin, sağlığın önemli olduğunu düşünen işadamları içeride dışarıda okullar açıyorlarsa, dernekler, vakıflar marifetiyle sivil toplumun unsurları arasına katılıyorlarsa burada hâlâ bir hayalet aramak manasızdır. Kitlesel hareketlerin hayaleti olmaz. Gövdeleri ise somut kurumlar marifetiyle toplumun içindedir ve her türlü denetime açıktır. Cemaat deyince ortaçağ tarzı dar bir kadronun dünya ile irtibatı keserek aynı kâseye kaşık sallayıp çorba içtikleri, bir kişi gibi dünyayı hayal ettikleri bir yapı düşünenler "ortaçağlaşmış bir kafa ile" modernliği anlamaya çalışıyorlardır. Çaresiz bir akıl yürütme... Elbette hiçbir çevre hiçbir yapı eleştiriden vareste değildir ve bu manada bir akla, muhakemeye, ikna edici bir dile yaslanarak söylenecek her söz saygıdeğerdir. Ondan gerekenleri çıkartmak ise ilgili tarafların yapması gereken bir iştir. Ancak çöküş dönemi şarkın akıl yürütmesine uygun "siz bilmezsiniz, orada neler var neler..." gibi gizemli bir dille muhataplarına seslenen, nüfuz edilemez karanlık bir derinlik ima eden, gücünü açıklayıcı dilden değil istifhamlardan alan bir repertuar sadece sahibine zarar verir.

Anayasa değişiklikleri diye başlayıp AKP ve cemaat diye bitirmek sanırım tuhaf olmamıştır. Hem zaten ikisini bir arada zikreden bir plan vardı değil mi?

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT