1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Katar saldırısı Körfez ülkeleri için ne anlama geliyor?
Katar saldırısı Körfez ülkeleri için ne anlama geliyor?

Katar saldırısı Körfez ülkeleri için ne anlama geliyor?

Feyza Gümüşlüoğlu, İsrail’in Katar’daki Hamas yetkililerini hedef alan saldırısının Körfez için kırılma noktası olduğunu belirtiyor.

13 Eylül 2025 Cumartesi 19:30A+A-

Feyza Gümüşlüoğlu/Fokusplus

İsrail Saldırısı Katar İçin Ne Anlama Geliyor?

İsrail, 9 Eylül Salı günü Katar'daki Gazze müzakerelerini yürüten Hamas yetkililerinin bulunduğu binayı hedef aldı. Katar yönetimi saldırıyı uluslararası hukukun ihlali olarak nitelendirerek kınadı. Hamas, müzakereleri yürüten heyetin kurtulduğunu ancak saldırıda örgütün daha alt kademesinden beş kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı. 

Hamas üyelerinin yanı sıra, Katar iç güvenlik birimi Lekhwiya’nın personeli olarak görev yapan Bader Saad Mohammed Al-Humaidi al-Dosari de yaşamını yitirdi.

Katarlılar açısından bu saldırı, son üç ayda gerçekleşen ikinci büyük şok oldu. 23 Haziran’da İsrail için devreye giren ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırısına misilleme olarak Tahran, ABD’nin bölgedeki en büyük askeri üssü olan Katar’daki El Udeid üssünü vurmuştu. 

Saldırı her ne kadar bu tür doğrudan saldırılara alışkın olmayan Katarlıları korkutsa da sivil bir yerleşim bölgesini hedef almaması ve İran’ın bu saldırıyı büyük ölçüde “göstermelik” olarak gerçekleştirdiği algısı nedeniyle ciddi bir kırılma doğurmadı. Ancak İsrail’in, evlerin, okulların, büyükelçiliklerin bulunduğu sivil bir bölgede yaptığı saldırı gerek Katar gerekse Körfez geneli için bambaşka bir milat oldu.

ABD güvenlik şemsiyesinin çöküşü

Körfez ülkeleri onlarca yıldır ABD’nin sağladığı güvenlik garantileri sayesinde bölgede istikrarlı bir çizgi izledi. Lübnan, Suriye, Irak gibi komşular savaşlarla boğuşurken, Doha ve Dubai gibi başkentler gökdelenlerle, dev spor organizasyonlarıyla anıldı. Bu, ‘kırılgan istikrar’ın arkasında, bölgeye yayılmış Amerikan üsleri ve Washington’la yapılan milyarlarca dolarlık iş anlaşmaları vardı. Nitekim ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci başkanlık döneminde çıktığı Körfez turunda ziyaret ettiği duraklar hep bu imajı pekiştiren mesajlara ve görüntülere sahne oldu.

Kendi arasındaki anlaşmazlıkları çözmüş – en azından artık rafa kaldırmış – kendi vizyon projelerine odaklanan, istikrar ve refahı önceleyen Körfez ülkeleri için İsrail’in saldırısı aslında her şeyin ne kadar kırılgan olduğunu acı bir biçimde hatırlattı. İsrail’in Katar saldırısı, halihazırda zaten bir süredir sorgulanan güvenlik yapısını temelden sarsacak nitelikte.

Katar

Saldırının en temelde sorgulattığı konu şu: Milyar dolarlık güvenlik anlaşmalarının, Amerikan üslerinin, Washington DC’ye lobi faaliyetleri için akıtılan paraların aslında çok da bir anlamı yok. Bilhassa söz konusu İsrail’se, hiçbir şekilde güvende değiliz. Hatta tam tersi, normalde geleneksel olarak bölgenin güvenlik garantörü olan ABD, İsrail söz konusu olduğunda aslında başlıca güvensizlik kaynağı. Bu durum, bölge ülkelerinin ABD’nin güvenlik garantilerine yönelik uzun süredir zaten kuşkucu ve sorgulayıcı olan bakışını temelden ve tamamen değiştirebilir. 

Arabuluculuk rolüne darbe

İsrail’in saldırısı, Katar ve diğer Körfez ülkelerinin dış politikada kendilerine misyon edindiği ve uluslararası arenada nüfuz kazandırdığı arabuluculuk rolünü de sorgulatacak cinsten. Katar, 2012’den bu yana Hamas’ın siyasi bürosuna ev sahipliği yapıyor. Bu karar, o dönem bizzat Washington yönetiminin talebiyle alınmıştı. İsrail de uzun süre, Katar’ın Gazze’ye yaptığı mali ve insani yardımlardan faydalandı. 7 Ekim 2023 sonrasında ise Doha, Kahire ve Washington’la birlikte ateşkes müzakerelerinde başlıca arabulucu oldu.

Hamas üyelerinin Doha’da ikamet etmesi 7 Ekim sonrası Doha yönetimini giderek daha çok baskı altında bıraksa da, İsrailli istihbarat yetkilileri ateşkes görüşmeleri kapsamında sık sık Doha’yı ziyaret etti. Bugün gelinen noktada İsrail’in saldırısı, Katar’ın kendi başına aldığı bir riskin değil, aslında ABD ve İsrail’in geçmişte teşvik ettiği bir rolün de sonucu.

Bunun yanında, barış için çabalayan ve Hamas üzerindeki etkisini kullanarak müzakerelere yön verme gücü olan bir ülkenin, bundan sonraki süreçte herhangi bir bölgesel veya uluslararası krizde, birilerinin talebi veya tamamen kendi isteğiyle arabulucu rolüne soyunması için çok fazla motivasyonu kalmamış görünüyor.

Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin Tahran'da suikast sonucu öldürülmesinin ardından Gazze'de ateşkes ve esir takası için yürütülen görüşmelere ilişkin yaptığı açıklamada kurduğu cümle, 9 Eylül sonrası daha da anlamlı hale geldi:


“Görüşmeler devam ederken siyasi suikastların ve Gazze'de sivilleri hedef alan saldırıların devam etmesi bizi şu soruyu sormaya yöneltiyor: Bir taraf karşı taraftaki müzakereciyi suikastla öldürürken arabuluculuk nasıl başarılı olabilir?”

Arabuluculuk yapan ülkenin toprakları, eğer müzakereler sürerken taraflardan birinin saldırısına bizzat maruz kalıyorsa, arabuluculuk yapmanın ne anlamı var? Bu durum, Körfez ülkeleri gözünde arabuluculuğun maliyetini, faydasından daha büyük hale getirebilir.

Arap dünyasında derin soru işaretleri

Saldırı sonrası Suudi Arabistan, BAE, Kuveyt, Mısır, Ürdün ve Lübnan’dan kınamalar geldi. Ancak pratikte bazı sorular yanıtsız: İsrail jetleri Katar’a ulaşmak için hangi hava sahalarını, nasıl kullandı? Milyarlarca dolar harcanan bölgesel hava savunma sistemleri neden saldırıyı tespit edemedi?

Bu ve benzeri sorular, Arap başkentlerinde sadece Katar’ın değil, tüm bölgenin güvenlik alanındaki kırılganlığını gözler önüne serdi. İsrail’in Gazze’deki savaşını durdurma konusunda etkisiz kalan Arap hükümetleri, şimdi kendi topraklarının da hedef olabileceğini görüyor. Bu durum, Körfez ülkelerinin savunma alanında ABD’ye olan bağımlılığını azaltma, savunma işbirliklerini artırma ve çeşitlendirme konusunda yeni bir itici güç olacaktır.

Normalleşmeye etkileri

İsrail’in Katar saldırısı ile bölge için giderek daha somut ve ciddi bir tehdit haline gelişinin, ülke ile hem geçmişte yapılan hem de gelecekte yapılması muhtemel normalleşme süreçlerini de etkilemesi beklenebilir.

Gazze’de şiddetini artırarak devam eden soykırım göz önüne alındığında gün geçtikçe sorgulanır hale gelen konulardan biri de 2020 yılında Bahreyn ve BAE’nin İbrahim Anlaşmaları adı verilen anlaşmayı imzalayarak İsrail’le ilişkilerini normalleştirmesi oldu. Bahreyn’in ağustos ayı sonunda yeni İsrail Büyükelçisi’nin güven mektubunu kabul ederek 7 Ekim sonrası sekteye uğrayan diplomatik temsili yeniden başlatması, ülkede protestolara neden olmuştu.

Normalleşme konusunda en coşkulu ülke olan BAE bile son dönemde hayal kırıklığını gizlemeyip, Batı Şeria’nın ilhakı için ‘kırmızı çizgiuyarısı yaparak, gerekirse normalleşme sürecinin “askıya alınabileceği” sinyalini verdi. Suudi Arabistan ise Washington’ın tüm baskılarına rağmen İsrail’le normalleşmeye yanaşmadı. İsrail’in Katar saldırısı, daha önce normalleşen ve gelecekte normalleşme yolunda adım atması beklenen ülkeler açısından bu mesafelenmeyi hızlandırabilir. 

Mesele artık yalnızca Gazze’de soykırım yapan bir ülke karşısında sessiz kalmamak ya da ona karşı tavır almak zorunda olmak değil. İsrail, doğrudan bir Körfez ülkesini hedef alarak bütün bölgenin barış, istikrar ve refah atmosferine darbe vurdu. Bu yönden bakıldığında Körfez açısından 7 Ekim 2023 sonrası süreç daha çok Filistin’de yaşananlara karşı bir şey yapma baskısı üzerinden şekillenirken, 9 Eylül 2025 itibarıyla Körfez’in güvenliğini dahi tehdit etmekten çekinmeyen bir İsrail ile baş etme zorunluluğuna evrildi. 

Katar’a saldırı sonrası ilk andan itibaren dayanışma ruhu içinde hareket eden Körfez ülkeleri için görünüşte de olsa ortak hareket edilmesi gereken bir dönem. GCC’nin (Körfez İşbirliği Konseyi) 1981’de asıl kuruluş amacı, 79 Devrimi ve Irak-İran Savaşı sonrası konjonktürde güvenlik alanında ortak hareket etmekti. Bugün gelinen nokta, İsrail tehdidi karşısında GCC’nin var oluş amacı ve etkinliği açısından da gerçek bir test olacak.

İsrail’in saldırısı, sadece Katar’ın değil tüm Körfez’in ABD’ye duyduğu güveni sarstı. ABD’nin ‘güvenlik şemsiyesi’nin etkinliğini ve manasını sorgulattı. 9 Eylül’deki kırılma anı, Körfez için geleneksel tehdit algılarının revize edilmesi, güvenlik ittifaklarının sorgulanması, savunma alanında daha geniş yelpazede yeni ortaklıklar kurulması gibi pek çok alanda etkilerini uzun vadede hissettirecek önemli bir eşik.

Geleneksel olarak İran’ın öncelikli tehdit görüldüğü Körfez ülkeleri, 7 Ekim sonrası konjonktürde, 9 Eylül’de aşılan yeni eşikle birlikte giderek ABD’ye ve müttefiklerine daha az güven duyan, İsrail’i daha büyük tehdit olarak gören, İran’la daha yakın, Çin’le daha sıkı işbirliği içinde bir bölgeye evrilirse şaşırtıcı olmaz. 

HABERE YORUM KAT