1. YAZARLAR

  2. Nuray Mert

  3. İsviçre'de 'Dört Minare'
Nuray Mert

Nuray Mert

Yazarın Tüm Yazıları >

İsviçre'de 'Dört Minare'

03 Aralık 2009 Perşembe 10:04A+A-

İsviçre’de ‘minare referandumu’ Batı demokrasilerine ilişkin bir sorunu, bir kez daha, gün yüzüne çıkardı. Bu gerçek şudur; Batı demokrasileri, farklılıkları bir arada yaşatabilme iddiasında zorlanıyorlar. Aslında bu çok şaşırtıcı değil, zira farklılıkları kavgasız bir arada yaşatmak, insanlık için her zaman zorlu bir sınav oldu, modern demokrasi medeniyeti de bir istisna değil.  

Dahası, Batı demokrasilerinin tarihleri (sanılanın aksine) bu sınavın çok da başarılı örnekleri olmadıklarını gayet iyi izah eder. Bugün ‘Batı demokrasi standartı’ dediğimiz ortam, ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında, yani Batı Avrupa savaşla, kavga ve çekişmeyle farklılıkları asgariye indirdikten, toplumlarını azami ölçüde türdeşleştirdikten sonra mümkün oldu. Müslüman göçmenlerin Batı Avrupa ülkelerinde yaşamaya başlamasıyla bu türdeşlik ilk kez ciddi biçimde bozuldu. Bu noktada sorunlar başladı.

Demokratik geleneğini ‘çokkültürlülük’ siyaseti ile perçinlemeye çalışan İngiltere’de bile, Müslümanlarla birlikte yaşama pratiği sorunlu hale geldi. Çokkültürlülük politikaları sadece sağcı çevrelerden değil, liberal ve sol çevrelerden de sorgulanmaya başladı. Özellikle kadın hareketleri, ‘farklı kültürlere saygı’ adına Müslüman göçmenlerin kadınlara baskı uygulamasına göz yumulması imkânına karşı galeyana gelmiş vaziyette. Nitekim, İsviçre referandumunda, yasakçı tavır gösterenler sadece sağcı-ırkçı çevreler değildi. Batı’da, sol ve liberal çevrelerin bir kısmı, ayrımcı davranışları ‘İslamofobi’ çerçevesinde eleştirenlere karşı ‘İslamofaşizm’ teziyle çıkıyorlar. Onlar da diğerlerini, ayrımcılığa karşı durmak adına baskıcı, köktendinci çevrelerle işbirliği yapmak ve özgürlüklerden tavizle suçluyorlar. İsviçre’deki referandum’da tüm bu tartışmalar çerçevesinde geçti.

Demokrasi ile çözmek iddiası gibi, ölçüyü ‘laiklik/sekülerlik’ anlayışı çerçevesinde halletmeye çalışmanın da sınırları olduğu görüldü. Son olarak, ‘Avrupa’nın belirleyici kültürü Hıristiyanlıktır’ diyenlere karşı, ‘din ile siyaseti sonuna kadar ayırmalıyız, dini sembollerin kamu alanında işi yok’ diyenlere, Berlusconi, sekiz Avrupa ülkesinin bayrağında ‘haç’ olduğunu hatırlattı.

“Batı Batıdır, Doğu’da Doğu, bu gerçek değişmez, herkes kendi evine!” demiyorum. Bunu demek yeni bir ortaçağ’ın kapısını açmak olur. Sadece, ‘Batı medeniyeti’, ‘demokrasi’, laiklik’ dediğimiz kavramların sihirli formüller değil, hayata geçmesi için çok zorlu sınavların gerektiğini hatırlamak, bugünün koşulları içinde bu kavramları derinlemesine yeniden tartmak, düşünmek zorundayız diyorum.

Diğer taraftan, gerçekten de, demokrasilerde, ikidebir referanduma gitmek yol değildir. Dahası, bu yol nihayetinde, temsili ve ilkesel demokrasi anlayışını ‘çoğunluk raconu’na feda etmektir. Ancak, referandumları, ‘kamuoyu yoklaması’ olarak dikkate alabiliriz. Nitekim, AB’nin siyasal yapılanmasında da, ne zaman referanduma gidilse, karşı dalgaların yükselişi ortaya çıktığı için, kritik konularda referandum yoluna gidilmemesi tedbiri gözetiliyor.

Ama diğer yandan, her ülkede siyasi partiler, doğal olarak kamuoyu eğilimlerini dikkate alma ihtiyacıyla hareket ediyor. Avrupa politika sahnesi, giderek sağ ve ulusal siyasetlere kayıyor. Özellikle, iç kamuoyuna yönelik ulusal siyasetlerin öne çıkması, son Avrupa Birliği Başkanlığı seçiminde, uzun boylu tartışma yarattı. Bu açıdan, İsviçre’de olanları, İsviçre’nin AB dışında bir ülke olması ile açıklayıp, savuşturmak da mümkün değil.

Özetle, bir insanlık deneyimi olarak, Batı Avrupa demokrasi standardını önemsemek ve dolayısıyla bu standartı zorlayan gelişmeleri yadırgamak durumundayız. O nedenle, İsviçre referandumunu enine boyuna sorun etmek gerekiyor.

Ancak, bunu, ‘demokrasi’, ‘uygarlık’, ‘insanlık’ meselelerine dair, bugün mevcut olan Avrupa demokrasi pratiğinin ötesinde, onun sorunlu yanlarını aşan, bir siyaset ufku çerçevesinde yaparsak, Avrupa dışından gelen tepkinin, orada da işe yarayacağını düşünüyorum.

Ve nihayet, her zaman ifrat-tefrit salınımından korkarım. Avrupa medeniyetini, demokrasi standardını ‘sorunsuz bir model’, ‘sihirli bir formül’ olarak gören ‘Batı’ veya ‘Avrupa tapınmacılı’ğını her zaman sorunlu buldum, karşı çıktım. Ancak, ‘Avrupa’nın karanlık yüzü’ kendini her gösterdiğinde, hızla diğer uca savrulup, ‘Batı dedikleri işte bu Haçlı medeniyeti’ noktasına yaklaşılması ihtimali beni tedirgin ediyor. 

Dokuzuncu senfoni ile çağdaşlık kutsamasından bezip, cidden kaygı verici bir ayrımcılık  örneği üzerinden de olsa, ‘İsviçre’de dört minare, öte git Batı, öte git!’ türküsü yakmayalım.

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT