1. YAZARLAR

  2. MUSTAFA SİEL

  3. Islahta Hikmet ve Tedricilik İle Türbelerin Yıkılması Meselesi
MUSTAFA SİEL

MUSTAFA SİEL

Yazarın Tüm Yazıları >

Islahta Hikmet ve Tedricilik İle Türbelerin Yıkılması Meselesi

28 Ağustos 2012 Salı 17:34A+A-

Islahta Hikmet Ve Tedricilik

Islah çabalarında hikmetli davranmak ve tedriciliğe riayet çok önemli iki husustur. Nasıl ki bireyden topluma olumsuz yönde değişme (tağyir) genelde merhale merhale – tedricen gerçekleşiyorsa, olumlu yönde değişimde (ıslah) genelde merhale merhale – tedricen (evrim) gerçekleşebilmektedir.

Olumlu yönde de olsa, istisnai olarak gerçekleşen keskin değişimler (devrimler), hem kalıcı olmamakta, hem de genelde faydadan çok zarar vermektedirler. Oysa, hikmetli davranılarak gerçekleştirilen merhaleli – tedrici değişimler, hem çok az zararlar oluşturmakta, hem de kalıcı olmaktadırlar. Islahta hikmetli davranışa ve tedriciliğe dikkat edilmemesi, kaş yapayım derken göz çıkarmaya, yapayım derken yıkmaya sebep olabilmektedir.

Zaten peygamberimizin siyerini, nüzul sırasına göre Kur’anla eşzamanlı olarak okuduğumuzda, islamın hikmetli ve merhaleli ıslah metodunu çok net olarak görebiliriz.

Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, tedrici - merhaleli ıslahın, imani konularda değil, ameli konularda olduğudur. Tevhid ve şirk gibi imanın temel meselelerinde, kişisel bazda daha ilk günden devrim niteliğinde bir değişim gerekmekte iken, imanın amele yansıtılması demek olan salih amel konusunda tedricilik söz konusudur. Lakin iman meselelerinde bile devrimsel değişim ancak kişisel bazda olabilmekte, toplumsal bazda yine tedricilik söz konusu olmaktadır.

Bu merhalelik, kişisel bazda daha hızlı adımlarla seyrederken, en yavaş bazda devletleşme ve devletlerarası ilişkilerde söz konusudur. Mesela, devrimci bir dönüşle iman eden bir Müslüman en kısa zamanda her türlü fuhuştan uzak durmakla mükellef tutulurken, fuhuşla ilgili kanunlar, Medine İslam Devletinin kurulmasından 5 sene sonra indirilmiştir.

İçki fuhşa göre daha az zararlı olduğundan, Mekki ayetlerde sadece mekruh olarak uzak durulmasına işaret edilmişken, Medine İslam Devletinin kurulmasından 4-5 sene sonra kişisel yasaklama gelmiş, hukuki yaptırımlar ise İslam Devletinin insiyatifine bırakılmıştır.

Faiz yenmesi ilk ayetlerden itibaren mekruh olarak gösterilip vazgeçilmesi tavsiye edilmiş iken, kesin olarak yasaklanması ise, ancak İslam Devletinin faizsiz bir düzeni ayakta tutabilecek duruma geldiği 10. yılında gerçekleşmiştir.

Eğer ıslahta tedricilik - merhalelilik konusunu es geçersek, kaş yapayım derken göz çıkarmamız neredeyse kaçınılmaz olacaktır. Zaten Kur’anın tedrici olarak 23 senede inmesi ve ıslahtaki bu tedriciliği gözetmesi kesinlikle hikmetsiz değildir. Yüce Allah dileseydi Kur’anı ve tüm hükümleri bir anda indirir ve insanları bunlarla mükellef kılabilirdi.

Bunun böyle yapılmamış olması, bizlerinde kendi zamanlarımızda ve ortamlarımızda bu merhaleliliği – tedriciliği gözetmemiz gerektiğini ortaya koymaktadır.

Dikkat edilmesi gereken bir hususta, kişisel, ailevi, toplumsal ve devletler bazında, farklı merhalelerde olunabileceğidir. Yani kişiler, aileler, toplumlar ve devletler ıslahın farklı merhalelerinde olabilirler.

Bu nedenle, bu bazlarda yapılacak ıslah çalışmalarında, öncelikle ıslah seviyelerinin doğru tespit edilmesi, zaman, zemin ve imkanlara göre doğru ıslah projelerinin yapılması gerekmektedir.

Türbelerin Yıkılması Meselesi

Güncel bir mesele olan, türbelerin şirk unsurları haline geldiği kanaatiyle yıkılmaları veya tahrip edilmeleri meselesini, bu esaslar dahilinde tahlil etmeye çalışalım. Malum olduğu üzere tevhid ve ahiret konusu, nebevi mesajın ana temasıdır. Bu konularda ilk günden itibaren açık ve kesin bir mesaj, tavizsiz bir duruş söz konusudur. Lakin, bu duruşun hikmetli ve kişisel bir duruş olduğunu da görüyoruz.

Mesela, 31.Lokman Suresi 13’ten 15’e kadar olan ayetleri okuyalım. Ayetlerde ana babanın şirk konusundaki tavsiye ve ısrarlarına uyulmaması istenirken, onlara karşı cephe alınması yada onların imana zorlanması istenmediği gibi, onlarla iyi geçinilmesi ve onların sahiplenilmesi istenilmektedir. Bu hikmetli tutum ile, hem ana baba haklarının ödenmesi, hem de onların zamanla tevhidi mesajı kabullenmelerinin zemini sağlanmaya çalışılmaktadır. Yani bu tutum aslında bilinçli olarak yapılan ve tedriciliği gözeten hikmetli bir ıslah projesidir.

Yine, sahte ilahlar ilk günden itibaren red edilirken, Mekke feth edilip Mekkelilerin ekserisi İslama girinceye kadar, değil sıradan putlar, Kabe’nin içindeki putlara karşı bile her hangi bir şey yapılmamış, sadece onların sahte ilahlar olduğu açık olarak ve devamlı deklare edilmekle yetinilmiştir. Bilindiği gibi Kabe’nin putlardan temizlenmesi, Mekke’nin fethi ve Mekkelilerin ekseriyetinin islamı kabulü sonrası gerçekleştirilmiştir.

Rivayetlere göre, peygamberimizin vefatının ardından, Ömer (ra)’ın hilafeti esnasında; Hudeybiye’de yanında peygamberimize rıdvan biyatının yapıldığı ağacın insanlarca kutsanmaya başladığını öğrenen Ömer (ra), bu ağacın şirk unsuru haline getirilmesini önlemek için hemen o ağacı kestirmiştir. Bu davranış, doğru zaman ve zeminde doğru ve hikmetli bir tutum olup, tevhitten şirke doğru bir bozulmayı (tağyir) önleme amaçlıdır. Lakin bu tür şirk unsurlarının, bir kısım dindar çevrelerce, yüz yılların getirdiği bir netice olan, tevhidin özü ve gereği olarak görülmesi halinde aynı hareket tarzı ne derece doğru ve hikmetli olabilir?

Burada, 21.Enbiya Suresi 51’den 71’e kadar olan ayetler ile 37.Saffat Suresi 83’ten 100’e kadar olan ayetlerde anlatılan, İbrahim (as)’ın kavminin putlarını kırması kıssası üzerinde durmak gerekir. Kıssadan anlaşıldığına göre, İbrahim (as)’ın niyeti putları kırarak putperestliği ortadan kaldırmak değil, putların sahteliğini kavmine anlatmak için yapmış olduğu bir plandır (keyd).

İbrahim (as)’ın putlar konusunda yapmış olduğu hikmetli tebliğe 6.Enam Suresi 74’ten 83’e kadara olan ayetlerde değinilmiştir. Zaten 16.Nahl Suresi 125. ayette, Rabbimizin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet etmemiz ve gerektiğinde insanlarla en güzel yollarla cidal etmemiz emredilmiştir.

Önemli olan maddi putları değil, manevi putları, yani şirki, düşünce ve duygu ve hatta bilinçaltı boyutunda ortadan kaldırmaktır. Bu durum gerçekleştiğinde maddi putlar ortadan kalkmasa bile çok önemli değildir. Artık onlar birer sahte ilah değil, birer tarihi eser durumuna düşeceklerdir zaten. Nitekim günümüzde müzelerde geçmiş kavimlerin ilah olarak tanıdıkları pek çok put bulunmakta, bu putlar günümüz insanı için bir taş yada en fazla tarihi bir eserden fazla bir anlam ifade etmemektedirler. Ve hatta akledebilenler için şirkin insanı ne denli aşağı konuma düşürdüğünü gösteren ibret nişaneleri olabilmektedirler.

Manevi putları ortadan kaldırmadan, maddi putları ortadan kaldırsak bile, insanlar durmadan kendilerine yeni maddi putlar edinmekte hiç zorlanmayacaklardır. Üstelik, insanlar ortadan kaldırdığımız bu putlar nedeniyle putçuluğa daha bir sarılacak, ıslah olmaları iyice zorlaşacaktır. Bu nedenlerle, bizler put ve putçuluğu red ederken, maddi putları yakıp yıkmaya değil, insanlardaki putçuluğu ortadan kaldırmaya çalışmalıyız.

Çocukluğumda köyümde birer şirk unsuru haline gelmiş 3 tane yatır vardı. O zamanlar köylüler bunlardan korkar ve çeşitli beklentilerle onların yüzü suyu hürmetine dua ederler, Cuma geceleri ve kandillerde kenarlarında mum yakarlardı. Bu yatırlardan biri yol yapımı nedeniyle ortadan kaldırılırken, diğerleri aynen duruyor. Lakin değişen toplumsal şartlar ve bu konuda yetersizde olsa yapılan uyarılar neticesi, bu gün neredeyse sıradan mezarlardan farkları kalmamış durumda. Bu konuda yapılan uyarıların topluma iyice mal olması neticesi olarakta, muhtemelen zamanla bu yatırlar tamamen sıradan mezarlar olarak addedilecek, yatırlar kalmakla birlikte, birer şirk unsuru olma özelliklerini tamamen kaybedecekler.

Günümüzde yatırlar ve diğer kutsal sayılan yerler konusunda, özellikle selefi ekol mensuplarının bireysel ve cemaat bazında yaptıkları (yada onlara isnat edilen) uygulamaları bu açıdan değerlendirdiğimizde; bu tür davranışlar iyi niyetle, tebliğ ve cihad niyetiyle yapılsa bile, çok yanlış davranışlar olduğunu, böyle yapanların kaş yapayım derken göz çıkardıklarını söyleyebiliriz.

Gerek Sünnilere ve gerekse Şiilere ait türbe ve yatırlar ile kutsal sayılan benzeri mekanların birer şirk unsuru haline getirildiği vakıası açık ve nettir. Lakin, bu mekanlara saldırmak yada yıkmak kesinlikle hikmetsiz ve tedriciliğe aykırı büyük ve ölümcül hatalardır. Yapılması gereken, hikmetli bir şekilde ve güzel öğütlerle, buraların şirk içeren konumlarını insanlara sabırla ve çeşitli yol ve vesilelerle anlatmaktır.

Bu noktada ifrat ve tefritten kaçınılmalıdır. Yani, halkın genel durumunun olumsuzluğuna bakılarak, şirk olan hususların yumuşatılması ve dini kılıflar bulunması büyük bir hata olduğu gibi; buraların yakılıp yıkılması yada buralara gelen insanlara saldırılması ve hatta öldürülmeleri daha büyük bir hatadır.

Bilindiği üzere bu mekanlar, buraları kutsallaştıranlarca açık olarak şirk unsuru ve put olarak vasıflanmamakta, birtakım yanlış yorumlarla islamın özü ve gereği gibi algılanmakta ve sunulmaktadır. İslamın gerçeklerini idrak ettikleri takdirde çoğunun bu şirk inanışlarından vaz geçmesi muhtemel olan bu insanları zorla bu inanışlarından vaz geçirmemiz yada değer verdikleri bu mekanları tahrip etmemiz, ıslahtan ziyade fesada sebebiyet verecektir. Yapmamız gereken bıkmadan ve usanmadan, hikmet ve güzel öğütle insanları bu tür şirk unsurlarından vazgeçmeye davet etmeye devam etmek olacaktır.

Eğer insanlar buraların şirk konumlarını anlar ve vazgeçerlerse, bu mekanların şirk konumları kendiliğinden ortadan kaybolmuş, buraları birer tarihi eser haline gelmiş olur ve bu halleriyle korunmalarında bir mahsur olmaz. Hatta belki korunmalı ve gelecek nesillere, bu tarihi eserlerin bir zamanlar nasıl şirk unsuru haline geldiği ibret için aktarılmalıdır. Tıpkı bizlerin müzelerde bulunan geçmiş kavimlere ait heykel – putları ibret nazarıyla izlediğimiz gibi.

Yapılan tüm uyarılara rağmen, insanlar buralara yükledikleri kutsal anlayışlarından vaz geçmezlerse, her çeşit vasıtayla devamlı uyarmaktan öte yapacak bir şeyimiz yoktur. Çünkü, 88.Ğaşiye Suresi 21’den 26’ya kadar olan ayetlerde açıklandığı üzere, insanlara hakkı hatırlatmakla sorumlu olmakla beraber hakkı kabule zorlama gibi bir görev ve yetkimiz yoktur. Yine 2.Bakara Suresi 256. ayette bildirildiği üzere, görev ve yetkimiz insanları hakkı kabule zorlamak değil, hakkı net (mubin) olarak ulaştırmaya (tebliğ) çalışmaktır.

Bu hikmetli ve uzun vadeli çabalar inşaallah meyvesini verecek, zamanla bu tür mekanlara bakışın aşama aşamada olsa değiştiğini ve bir gün tamamen sıradan tarihi mekanlara dönüştüklerini göreceğiz inşaallah.  

Lakin, bu mekanlara zarar vermek, insanları zorla buralardan alıkoymak gibi hikmetsiz davranışlar; insanların bu mekanlara daha fazla sarılmalarına, içinde bulundukları şirk hakkında en ufak bir muhasebeye girişmemelerine, bulundukları şirk üzere nefsani – hevai (cahili) duygularla iyice pekişmelerine ve uyarılara tamamen kör ve sağır kalmalarına sebep olacaktır.

YAZIYA YORUM KAT

7 Yorum