1. YAZARLAR

  2. Kürşat Bumin

  3. İşkence mi dediniz?
Kürşat Bumin

Kürşat Bumin

Yazarın Tüm Yazıları >

İşkence mi dediniz?

13 Nisan 2009 Pazartesi 12:00A+A-

Olay üzerinden iki hafta geçmesine rağmen halen aklımı kurcalıyor. Mustafa Balbay'a atfedilen "günlükler"de yer alan İlhan Selçuk- Şenkal Atasagun karşılaşmasına ilişkin hatıradan söz ediyorum.

Bildiğim kadarıyla Atasagun'dan konuya ilişkin bir yalanlama gelmedi bugüne kadar.

Demek ki yazabilirim.

Hatırlıyorsunuzdur muhakkak; Balbay, İlhan Selçuk, Şenkal Atasagun, İris Atasagun, MİT Müsteşar Yardımcısı Miktad Alpay ve Cem Hoca'nın yerlerini aldığı bir yemek davetinde konuşulanlardan söz ediyordu.

Atasagun'un davetlisiydiler.

Yemek sırasında Atasagun, "İlhan Bey, ben size yıllar sonra bir anı anlatacağım. Ama anlatmalı mıyım anlatmamalı mıyım bilmiyorum" diye söze girerek devam ediyor: "Erenköy'de ben bir gece nöbetçiyim…. Sizi bir odada tutuyorlar. Gözleriniz bağlı… Sanıyorum yatağa da hiç olmayacak biçimde bağlı tutuyorlar. Buna gerek yok dedim. Çözdüler. Siz bir ilaç istediniz, verdim."

Bildiğiniz gibi bu "anı", Ziverbey Köşkü'nde Cumhuriyet yazarına işkence edildiği güne ait.

Atasagun'un bu itirafı karşısında eşi araya girerek şöyle diyor: "İlhan Bey, gerçekten o akşam eşim anlattı ben de ne kadar üzülmüştüm anlatamam."

Haklı, "üzülmez" mi insan?

Atasagun'un eşinin bu sözlerinden anlıyoruz ki, mesai saatlerinde olup bitenler akşam saatlerinde evde de gözden geçiriliyor.

Atasagun devam ediyor: "Tabii geçmişte çok hatalar yaptık… Zamanda geriye bakınca gülüyorsunuz… O dönem hepimiz üzülmüştük… Karşılıklı önyargılar vardı.. Bize göre her solcu kişi, her TKP'li bu memlekete zarar verecek kişiydi. Tabii sizce de bizler faşisttik…. Zamanla sizi anladık…"

Bu sözler üzerinde hemen hiç durulmadı nedense.. Oysa bu sözlerden şu türden sorular türetilebilirdi kolaylıkla:

"Zamanda geriye bakınca gülüyorsunuz" ne demek? Ortada "gülünecek" bir durum mu var. Olsa olsa "Zamanda geriye bakınca kahroluyoruz" demek daha uygun düşmez mi?

Sonra şu cümle: "Karşılıklı önyargılar vardı." Oldu mu şimdi. "Önyargılar" her zaman oldu, bugün de var, yarın da olacak. Ama bu "önyargılar"ı gidermenin yolu devletin istihbarat kuruluşunun işkence yapması mıdır? Ne alâkası var?

"Zamanla sizi anladık" cümlesi de problemli. İşkenceci ve işkence mağdurunun "zamanla" da olsa birbirlerini anlaması diye bir şey var mı?

Neyse uzatmayayım. Ancak Balbay'ın günlüklerinden ortaya dökülen bu "anılar" bana –kaçınılmaz olarak- şunu düşündürdü: Nasıl oluyor da, gözetimi altında tuttukları insanlara işkence yapıldığına şahit olup bunu bugün dile getiren bir yüksek bürokrat hâlâ (nerede, kimlerin nazarında bilmiyorum ama) "saygınlığını" koruyabiliyor? Ziverbey'de yaşananlar –tabii ki- sadece Şenkal'ı ilgilendirmiyor. Besbelli ki bir kurum olarak MİT, işkencenin son derece makul görüldüğü bir merkezdir.

Söyleyin o zaman; bu bahis açılmadan, özür dilemesi gerekenlerin özür dilemesi, yargılanması gerekenlerin yargılanması sağlanmadan "model ortaklık" mümkün mü?

Atasagun, Ziverbey'den sonra başka bir iş tutup "kötülüklerini" gördüğü kurumuna sırt çevirseydi, İlhan Selçuk'a ilaç vermesi bugün bir "anı" olarak anlatılabilirdi. Ama öyle değil ki; Selçuk'a ilaç veren memur yükselerek kurumunun başına geçti.

Demek ki, "işkence" bahsinin doğru dürüst değerlendirilip vicdanlarda tartılabilmesi için daha çok fırın ekmek yememiz gerekiyor.

Madem ki söz Atasagun üzerinden "işkence"den açıldı, Tuncay Güney'in son günlerde gazeteleri ve ekranları kaplayan "işkence" açıklamalarına da değinelim.

Okuyor ve izliyorsunuz, inanılmaz, insana "ne vahşi memleket" ("vahşiler" olarak söz edilen kişilerden özür dileyerek) dedirten açıklamalar bunlar. Sizi bilmem ama ben satırları üçer beşer atlayarak okuyorum.

Önceki gün Milliyet gazetesinde de konuya ilişkin bir haber vardı. Altında da "okur yorumları".

Güney'in açıklamalarını hızla geçip "yorumlar"a ulaştım.

İşin bu faslı da inanılmazdı benim açımdan.

Güney, sorgusu sırasında başına gelenleri anlatıyor, ama aşağıda okurların önemli bir kısmı bu açıklamalardan hiç mi hiç etkilenmeden durumu yorumluyorlar. Şöyle "yorumlar" mesela:

"Bu ne olduğu belirsiz kişiye inanan var mı?"

"Bu adamı dikkate almamak gerek, bir sürü saçmalıklar söylüyor.."

"Bu adamın haber değeri filan yok, yeter artık bunu çıkarmayın tv'ye."

"Kendi yazdığı senaryosunda oynayan bu adamı televizyonlara çıkartan…"

Yeter bu kadarı herhalde.

Burada dikkat çekilmesi gereken husus şu:

"O adam" şöyledir böyledir o başka bir konu. Ancak "o adam" poliste gördüğü işkenceyi –hem de nasıl ayrıntılı- anlatmakla meşgul. Böyle bir durum karşısında ne diyeceğiz? "Hadi lan!" diyerek gazetenin "Galeriler" bölümünü mü tıklayacağız, yoksa "Bu memleketin polis teşkilatına ilişkin bu türden iddialar varsa, sorumlu birisinin bunu bize açıklaması gerekir" mi diyeceğiz?

Sizi bilmem, ben ikinci seçeneği işaretliyorum. Gazetelerde ve televizyon ekranlarında bu hikayeler ile karşılaşmak "memleket sevgimi" hepten süpürecek bu gidişle doğrusu.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT