1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. İlahiyat-Medrese Vuruşturulması
İlahiyat-Medrese Vuruşturulması

İlahiyat-Medrese Vuruşturulması

Medrese ya da ilahiyatla alakalı olmaksızın İslam’ı nereden nasıl alacağımız meselesidir, yani usul meselesidir.

20 Ocak 2020 Pazartesi 00:27A+A-

Faruk Beşer, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında medrese ile ilahiyat fakültelerini birbirinin  karşılığı gibi gösterme tartışmasını yorumluyor:

Bizi bir TV konuşmasından haberdar edip orada söylenenler konusunda görüşümüzü sordular, dinledim. Bütünü olarak bir şey söylemek mümkün değil. Deveye, neden boynun eğri denmesi gibi bir şey. Ama konuşmanın çağrıştırdığı bir iki usul meselesi üzerinde durmak istiyorum. Çünkü usul olmadan vusul olmaz.

Önce İmam Hatipler, İlahiyatlar, Medreseler diye başlayan genellemeler hep problemlidir ve yanıltıcıdır. Biz her şeyin doğrusuna doğru, eğrisine eğri deyip mükemmeli bulma yolunda olmalıyız. Bir Müslüman için mesele medrese-ilahiyat meselesi değil, günümüzde İslam’ın en mükemmel şekilde anlaşılıp anlatılması meselesidir. Medrese ya da ilahiyat bunun sadece birer aracıdırlar. Araçlar gaye olarak görülemez.

İlk kuruluş gayeleri ne olursa olsun, kabul etmeliyiz ki, İmam Hatip ve İlahiyat eğitimi ülkemiz için bir devrimdir ve çok büyük mesafeler alınmıştır. Hatta şu anda Türkiye gibi laik bir ülkedeki bu okullar, laik olmadıklarını söyleyen İslam ülkelerindeki benzerlerinden çok daha ileridirler. Bunu çeşitli İslam ülkelerinde üniversitelerde hocalık yapmış birisi olarak söylüyorum. Düşünün, şu anda Türkiye’de dört bine yakın İmam Hatip Okulu, bunun bir milyona yakın öğrencisi; yüzden fazla İlahiyat fakültesi, bunun yüz bine yakın öğrencisi, beş altı bin hocası var. Bunların her birinin dört dörtlük olması zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Ama bu haliyle de olsa bu okullar Türkiye’yi dönüştürmeyi başarma yolundadır. Beş altı bin ilahiyat hocasından beş kişiyi, hadi bir sıfır daha koyun, elli kişiyi sakata çıkarsanız geriye kalanları şu andaki haliyle medreselerdeki emsalinden çok daha donanımlı ve çok daha sağlamdır. Ali Haydar Efendi ‘medreseden çıkan zındık hiçbir yerden çıkmaz’ dermiş. Bir milyon öğrenci içerisinde tabii ki deisti de çıkar, ateisti de. Medreseden de çıkar ilahiyattan da çıkar. Allah şöyle buyurmuyor mu? ‘Ey Muhammed, sen çırpınsan da bu adamların çoğu iman etmeyecekler… İman edenlerinin çoğu da müşrik olarak iman edecek’. ‘Bahtiyar müminler topu topu bir avuç kadar öncekilerden, birazcık da sonrakilerden ibarettir’. Önemli olan hakkın ve hayrın hâkim olmasıdır.

Yine de kabul etmeliyiz ki, mevcut ilahiyatlar Osmanlı’nın son yetmiş beş yılında yetişen ulema ayarında âlimler henüz yetiştiremedi. Ancak onlar bir geleneğin, bir birikimin son halkaları idiler. Kitabına, diline, yazısına, kültürüne kadar her şeyi budanan bir ülkede yeni bir geleneğin oluşması için daha epeyce zamana ihtiyaç var. Ama toplam kalite olarak ilahiyatlar bu düzeyi yine de yakalamışlardır.

Buna karşılık bugün adına medrese denen geleneksel kurumlarımız Osmanlı’nın medreselerinin de çok çok gerisindedirler. Şu anda İlahiyatlara karşılık övüneceğimiz bir medrese eğitimimiz var mı? O halde mesele bunları birbirleriyle vuruşturma meselesi değil, dediğimiz gibi bunları bugüne hitap edecek kırata ulaştırıp eksikliklerini tamamlama meselesidir. Şu anda bile ilahiyatların geleneksel eğitimden, onun da ilahiyatlardan alacağı çok şey vardır. Bizim gibi cahil Müslümanlar başka hiçbir şey bulamazsak bu meseleyi bile bir ayrıştırma, çatıştırma ve bir tefrika meselesi haline getiririz.

Söyleyeceğim ikinci nokta, medrese ya da ilahiyatla alakalı olmaksızın İslam’ı nereden nasıl alacağımız meselesidir, yani usul meselesidir. Yirmi beş yıl önceki şu tespitimi bir kez daha söylüyorum; Kitaplarda yazılan her şey İslam ise, siz bana istediğiniz gibi bir İslam ısmarlayın, ben kendimden hiçbir şey katmadan size onu hazırlayıp veririm. İslam diye önce bir ideoloji yumağı oluşturup sonra oradan buradan kırparak onu savunma ya da İslamlaştırma böyle bir şeydir. Akademik çalışmalar da, bütün eksikliklerine rağmen, bunun için gereklidir. ‘Ben eski bir kitapta yerini buldum, pabucun fezailinden bahsediyordu. Bir hadisin sahih olması için onun bizim sadâtımızın kitaplarında bulunması bizim için sıhhat ölçüsüdür. Biz usul musul tanımayız’ gibi ifadeler cehaletten öte fecaattir ve sanıldığı gibi bunlar medrese ürünü de değildir, kafamızda kurguladığımız İslam’ın hazlarımız doğrultusunda sunumundan ibarettir.

Bunun öbür ucunda da ‘hadis usulü, yalan söyleme usulüdür’ gibi daha büyük bir fecaat vardır. Allah bizi bütün fecaatlerden ve fecilerden kurtarsın.

Buna rağmen böyle bir İslam anlayışında dahi eskiye göre çok şeylerin değiştiğini gördüm ve ümitlerim arttı. Demek ki, geç de olsa anlayacağız.

 

HABERE YORUM KAT

3 Yorum