1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Hendek ve Siyaset
Hendek ve Siyaset

Hendek ve Siyaset

PKK’nin bütün bu uğraşları boşa çıktı. Kürt halkı, dün de bugün de, devrimci halk savaşına destek vermedi. Şehirler ayaklanma çağrısına itibar etmedi. Bu halk hendek kazmakla gidilebilecek bir yolun olmadığını biliyor.

14 Eylül 2015 Pazartesi 18:00A+A-

Doç. Dr. Vahap Coşkun / Dicle Ünv. Hukuk Fakültesi / Star

KCK (Koma Civakên Kurdistan / Kürdistan Topluluklar Birliği)

DTK (Demokratik Toplum Kongresi / Kongreya Civaka Demokratîk)

HDK (Halkların Demokratik Kongresi)

HDP (Halkların Demokratik Partisi)

DBP (Demokratik Bölgeler Partisi)

PYD (Partiya Yekîtiya Demokratîk / Demokratik Birlik Partisi)

PJAK (Partiya Jiyana Azad a Kurdistanê / Kürdistan Özgür Yaşam Partisi)

HSB (Halk Savunma Birlikleri)

HPG (Hêzên Parastina Gel / Halk Savunma Güçleri)

YDG-H (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi / Tevgêra Ciwanen Welatparêz yên Şoreşger)

Sayılarını artırmak mümkün. Hepsinin ortak özelliği, PKK’nin etrafındaki örgütler olmaları. Kimi siyasi, kimi askeri, kimi de para-militer bir nitelik taşıyor. Bazı yorumcular PKK’nin yanında yöresinde bu kadar çok örgütün olmasını anlamlandırmakta zorlanıyorlar. Ya da kısaltmalara takılıyorlar. “Alfabede kullanılacak harf kalmadı, yapılacak kısaltma kalmadı” diye hayret belirtenler ya da küçümseyenler de oluyor. Oysa bu tür bir örgütlenmenin genel olarak iki işlevinden söz edilebilir: Sadakat, kontrol, hâkimiyet

İlki, mümkün olduğunca çok sayıda insanı harekete bağlıyor. Her bir örgüt mensuplarına bir kimlik veriyor, toplumda bir statü kazandırıyor. Örgüt sayısının fazlalığı, harekete bir kişiyi çok fazla yerde kullanma olanağı sağlıyor. Mesela bir dönem partide yer bulunup başkanlık veya vekillik yapan bir kişi, bir sonraki dönem de DTK yönetimine geçiyor. Sıfatı ve mekânı değişse de kişi hep aynı ağın içinde yer alıyor. Böylelikle bir taraftan kişinin sadakati, diğer taraftan da hareketin kişi üzerindeki denetimi sürekli kılınıyor.

İkincisi, böylesine yaygın ve çeşitli örgütlenme sayesinde bütün kesimler ile irtibat kuruluyor. Kadınları, gençleri, öğrencileri, iş çevrelerini, medyayı, vb. farklı grupları hedefleyen yapılarla toplumun kılcal damarlarına giriliyor. Rakip siyasilerin etkinlikleri kırılıyor, söylemleri boşa çıkarılıyor, her yerde eylem ve söylem üstünlüğü ele geçiriliyor. Herkes kontrol altına alınmaya, bütün alanlarda mutlak bir kontrol ve hegemonya oluşturulmaya çalışılıyor. 

Şehirde silahlanma

Son dönemlerde bu örgütlerden en çok YDG-H’nin adı ön plana çıktı, çıkıyor. YDG-H’nin kuruluş tarihi ilginç: 2013. Yani çözüm sürecinin başladığı dönem. Kuruluşunda PKK kamplarında eğitim almış militanların rol aldığı YDG-H asıl olarak şehirlerdeki gençlere ve çocuklara dayanıyor. Bu gençler ve çocukların ağırlıklı bir kısmı, 1990’lı yılların şiddetine doğrudan maruz kalmış ve şehirlere göç etmek zorunda bırakılmış ailelerden geliyor. Şehirlerde doğmuşlar, yaşları itibariyle 1990’ları yaşamamışlar, ama o yılların öyküleriyle, travmalarıyla büyümüşler. Kendilerinden önceki kuşaklara göre daha radikal, sert ve sekter tavırlarıyla dikkati çekiyorlar.

Önemli soru şu: PKK, böyle bir yapıyı neden kurdu: Tam da temel gayesi “silahsızlanma” olan bir sürecin içine girildiği bir esnada gençlerden ve çocuklardan oluşan bir silahlı yapılanmaya neden gitti? Kendisiyle bağlantılı iki siyasi parti, çok sayıda sivil toplum örgütü, güçlü bir medya ağı vb. varken PKK’nin şehirlerde böyle bir birim kurmasının altında yatan neden neydi? YDG-H özelinde başlıca iki sebebin olabileceği kanısındayım.

Devletimsi yapı

Birincisi, PKK’nin etki alanında bulunan geniş bir genç ve çocuk nüfus var. PKK bunu, çözüm sürecini gözeterek, siyasi alana yönlendirebilirdi. Ancak bunun yerine PKK gençleri ve çocukları sürekli olarak sokakta ve teyakkuz halinde tuttu, onları mobilize etti. Bunun üzerinden devşirdiği güçle de otoritesini tahkim etti.

Bugün YDG-H’nin sadece şiddet eylemleri yapmakla sınırlı bir işlevi yok. PKK, çözüm sürecinde bölgede “devletimsi” bir yapının temellerini atmaya çalıştı. Mesela mahkemeler kurarak “yargılama”yı üstlendi. İş insanlarından “vergi” adı altında paralar aldı. Yol keserek ve kimlik kontrolü yaparak “asayiş” vazifesi gördüğünü iddia etti vs. Yani devletin yargılama ve şiddet alanındaki tekelini kırarak kendisini devletin fonksiyonlarını icra eden bir güç odağı olarak konumlandırma gayreti içine girdi. YDG-H tüm bu faaliyetlerin merkezinde yer alıyor, PKK’nin şehirlerdeki gücünün simgesi oldu.

İkincisi, YDG-H aynı zamanda PKK haricindeki siyasi grupları ve genel olarak toplumu sindirmek, baskılamak ve denetlemek noktasında da iş görüyor. Bilhassa potansiyel taşıyan siyasi hareketlerin kontrol altına alınması ve toplumun belli bir doğrultuda harekete geçirilmesi (misal herkesin kepenk kapatmaya mecbur kılınması gibi) noktasında YDG-H’nin zor gücüne başvuruluyor. Böylece herkese ve her kesime PKK’nin bölgedeki etkinliği gösteriliyor, iktidarın PKK’de olduğu hissi veriliyor ve bunu kalıcı kılmak adına sürekli eylemler yapılıyor.

Şehir, hendek, barikat 

İl ve ilçe merkezlerinde hendekler kazmak YDG-H’nin en gözde eylem biçimlerinden biri. Şehirlerin yoksul kenar mahallelerinde hendekler açılıyor, barikatlar yapılıyor ve içleri patlayıcı ile dolduruluyor. Güvenlik güçleri bu hendekleri kapatmaya ve barikatları kaldırmaya geldiklerinde ise çatışma çıkıyor. YDG-H güvenlik güçlerinin buralara girmesini engellemeye çalışıyor. Böylece devletini giremediği, sadece kendisinin sözünün geçtiği mahalleler ve bölgeler olduğu görüntüsünü vermek istiyor.

Hendek ve barikat, yeni değil. 6-8 Ekim Olaylarından sonra yaygınlaştı ve özellikle Cizre’de hayatı durma noktasına getirdi. Hendek kazmak, PKK’nin savaşı şehirlere taşıma stratejisinin bir parçası. Beklenmedik bir durum değildi bu. Bölge büyük bir hızla şehirleşti. Köylerden kentlere yoğun bir nüfus aktı. Sosyoloji değişti. PKK açısından şehirde eylem yapmanın imkânları arttı. Dolayısıyla çözüm sürecinin akamete uğraması halinde çatışmaların kırsaldan kente kaydırılacağı, şehirlerin bir savaş mekânına çevrilmek isteneceği belliydi. Peki, hedef ne?    

İki hedeften bahsedilebilir: Biri, doğrudan sivilleri hedef yapmak, savaşın içine taşımaktır. Güvenlik güçleri ile halkı karşıya getirmektir. Kadın çocuk, genç yaşlı demeden herkesin bir kurşuna, bir bombaya kurban olma ihtimalini büyütmektir. Devletin tepkisini sertleştirip halkı devlete karşı seferber etmektir. Şehrin çeperlerinde kurtarılmış bölgeler elde edip devletin kendi halkı ile savaştığı intibaını vermektir.

Diğeri ise, Türkiye’nin batısında bir infial uyandırmaktır. Yoğun ve yaygın bir biçimde toplumun sinir uçlarına dokunan eylemler yaparak kitlelerde bir öfke patlamasına yol açmaktır. Farklı kimlikleri karşı karşıya getirerek bir iç çatışmanın fitilini ateşlemektir. Nefretin sokakları esir almasını sağlamaktır. Kanın ve barut kokusunun etrafı kapladığı bir ortam yaratarak siyaseti tamamen devreden çıkarmaktır.

Hedefler bunlar. Peki, PKK bu hedeflere ulaşabilir mi? Bunu belirleyecek olan, Kürt halkının tavrıdır. Görünen şu: PKK, halkı silahlanmaya çağırıyor. “Öz savunma” deyip halkı kendi savunma önlemlerini almaya davet ediyor. “Devrimci halk savaşı” yürüttüğünü belirtiyor, halka isyan çağrısında bulunuyor. Tahrik ve tazyikle kitleleri savaş meydanına sürüklemeye gayret ediyor.            

Zorlama savaş

Lakin PKK’nin bütün bu uğraşları boşa çıktı. Kürt halkı, dün de bugün de, devrimci halk savaşına destek vermedi. Şehirler ayaklanma çağrısına itibar etmedi. Bugünkü toz duman, ortamı bulanık kılabilir, birçok şeyin görünmesini engelleyebilir ama hakikat şu: Kürt halkı savaşmak istemiyor. Tam tersine fırsat bulduğu her anda çatışmaların bir an önce durmasını talep ediyor, barış arzusunu yüksek bir sesle dillendiriyor.

Bunun da sebebi açık: Halk, sorunların siyaset vasıtasıyla çözülebileceğini biliyor. İleri sürülen talepler için ölmenin ve öldürmenin bir gereklilik olmadığını görüyor. Silahın herkes için faciaya kapı açmaktan başka bir sonuç üretmeyeceği geçmiş tecrübelerinden çıkarıyor. Siyasetin yolları açıkken ve siyasi mekanizmalarla taleplerini gerçekleştirmenin olanağına erişmişken silaha el atmayı kabul etmiyor. Evini yurdunu terk ediyor, binbir zahmeti göze alıp göç yollarına düşlüyor ama savaşın bir parçası olmayı reddediyor.       

Türkiye’de silahlı mücadele manasını kaybetti. Halk gücünü sandıkta gösterdi. Bir oy sandığının ne derece mühim ve kıymetli olduğunu etti. Bu halk hendek kazmakla gidilebilecek bir yolun olmadığını da biliyor, hendeklerin daha fazla gencin ölümünden öte bir netice doğurmadığını da. Geleceğini hendeklerde değil, siyasette arıyor.

Sorun ise PKK’de düğümleniyor. PKK bu durumu kabullenmiyor, siyasetin ön almasını ve inisiyatifin siyasi aktörlerin eline geçmesini hazmedemiyor. Zorlama bir savaşı yürütmek istiyor PKK. Ama bir halka, arzusu hilafına bir savaş dayatmanın imkânı yok. PKK -geçmişte olduğu gibi şimdi de- bu gerçeğe boyun eğmek zorunda kalacak.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum