1. YAZARLAR

  2. Süheyb Öğüt

  3. Hayat tarzı keyif tarzı-laiklik tarzı
Süheyb Öğüt

Süheyb Öğüt

Yazarın Tüm Yazıları >

Hayat tarzı keyif tarzı-laiklik tarzı

19 Temmuz 2010 Pazartesi 00:10A+A-

Türkiye’de en merkezi siyasi tartışmaların alt metnini maalesef keyif meselesi teşkil ediyor. Her seferinde “acaba AKP ve diğer ‘dindar’ kitleler bizim tatilde doruklarına vardırdığımız keyiflerden alacağımız payı mı elimizden alıp yok etmek istiyor” sorusu dünyevileşmiş kesimin zihinlerinde dolanıp duruyor.

Tatil dendiğinde gözünüzde nasıl bir manzara canlanıyor? Ya da daha doğru bir ifadeyle Hollywood filmlerinin-dizilerinin ve televolelerin dayattığı imajlar/hayaller tarafından nasıl bir manzara canlandırılıyor? Ben benimkisini söyleyeyim: Palmiye desenli bermuda mayo giyen, kaslı, güneş gözlüklü ve bilhassa sörf tahtalı erkekler; habire kremlenip sere serpe güneşlenen bikinili sarışınlar; frizbi atan ergenler; kumsalda voleybol oynayan çılgın gençler; şezlongda kitap okuyor numarası yapan umutlu ihtiyarlar; denizde çığlıklar atarak yüzen neşeli çocuklar; sahil diskolarında yapılan köpük banyoları; ve bu banyolarda dans edip kendinden geçen aşırı alkollüler; bu alkollüleri daha da bir kendilerinden geçirmeye kendilerini adamış striptizciler; önüne gelenle düşüp kalktığı düşünülen mini etekli turistler; ateşin etrafında gitar çalıp kâh neşelenen kâh hüzünlenen üniversiteliler; halkı eğlendirdiği iddia edilen, cambazla tiyatro oyuncusu arası, yarı çıplak ve her daim mütebessim animatörler; adına “aşk” denen, gençler için tatilin/tatil mekanlarının telosunu ve ethosunu teşkil eden, o kısa süreli ama sık yaşanan cinsellik tecrübeleri; havuz başında pipetle yudumlanan rengarenk kokteyller; ve bir de tabii ki Fedon...

Keyif alanı siyasidir

Sanıyorum tatil denince herkesin gözünde üç aşağı beş yukarı böyle bir manzara canlanıyordur. Bendeki tatil hayalini bu kadar teferruatlı anlatmamın sebebi, “tatil” diye tabir edilen şeyin aslında mutlak olmasa da saf bir keyfe taalluk ettiğini, azami dünyevi hazlarla dolu bir keyif çekirdeğine tekabül ettiğini izhar etmek. Bu bariz hakikati -keyfi- izhar etmemin sebebiyse, bizzat kendisinin siyasi bir mevcut olduğunu, içinde vücut bulduğumuz bütün siyasi düzeni mümkün kılan unsurların başında geldiğini tescil etmek. Nitekim, tatilde içtima eden keyifler, dünyevi cumhuriyet Türkiye’sinin siyasi düzeninin genelinde açıktır ve halkın plajları işgal etmesinden muzdarip “vatandaşlar” bu keyifleri, güçleri ve ahlakları yettiğince yaşamaktadırlar. Hangi keyif alanının ne kadar açık olacağına dair nihai kararı ise egemen iktidar verdiği için, her bir keyif alanı, açıldığı andan itibaren doğrudan siyasileşmektedir.

Mesela tatilde içki içebilir, hatta içkinin dibine vurabiliriz; amma ve lakin uyuşturucu diye tasnif edilen maddelere [alenen] el dahi süremeyiz. Bunlar katı bir şekilde yasaklanmışlardır. Hemen soralım: Neden? Şayet mesele “uyuşturucu” şeklinde tasnif edilen maddelerin insanlara zarar vermesi, insanların akıllarını kullanmalarını engellemesi, onları bağımlı hale getirmesi ve hatta suça teşvik etmesiyse, aynı haltları alkol de yemektedir; bu son derece açıktır. Peki ama neden alkol “uyuşturucu” maddelerden hiçbir bir fark arz etmeyen hususiyetlere sahip olmasına rağmen mubahlaştırılmaktadır? Laf aramızda pek çok “uyuşturucu” madde, alkol kadar da uyuşturma gücüne sahip değildir ancak bu yine de onları yasaklı olmaktan kurtarmaya yetmemektedir. Hülasa egemen iktidar herhangi bir rasyonel zeminden tamamen mahrum bir şekilde esrar ve eroin gibi belli keyif maddelerini yasaklayıp alkol ve sigara gibi belli keyif maddelerini serbest bırakmakta ve bu suretle keyfi siyasileştirerek keyfimizin kahyası olmaktadır.

Gel gelelim bu durum, keyiflerine pek düşkün, içkisi için darbe yapmaya her daim hazır, yeri geldiğinde demokrat da olabilen (!) laikçi abi ve ablalarımızı hiç mi hiç rahatsız etmemektedir. 

Plajda serbest, okulda ı-ıh 

Başka bir misal daha verelim: Plajlarda genç kızların bikini giymesi yasak değildir, yani hukukun yasak alanına dahil edilmemiştir. Fakat genç kızların plajlarda bacakları açık gezmesine müsaade eden hukuk, kızların okulda etek boylarına karışmakta hiçbir beis görmemekte, diz kapağının üzerine çekilen etekleri disiplin suçu olarak tavsif etmektedir. Rejimin yani hukukun kapıcılarıysa, önce plajda bikiniyle güneşlenen lise öğrencisini Türkiye’nin “aydınlık”, “çağdaş”, “modern”, “ileri” yüzü olarak takdim etmekte, sonra da aynı öğrenciyi okulda eteğini diz üstüne çekip dolaşmaya başladığı zaman kendisini “disiplinsiz”, “ahlaksız”, “edepsiz”, “terbiyesiz” gibi sıfatlarla tavsif etmektedirler.

Kızların bırakın bacaklarını göstermelerine tanga giyip popolarını bile teşhir etmelerine müsaade eden egemen iktidar, sonra da çıkıp bu kızların okulda giydikleri eteklere ahlaki bir boy biçmeye, kızların okulda bacaklarını teşhir edebilecekleri sınırı tayin etmeye kalkışmaktadır. Ve bu çelişkiler de laikçi abi ve ablalarımızı zerre kadar rahatsız etmemektedir. 

Herkes kurtlarını döksün

Doğrusu bütün bu çelişkiler kendi içlerinde ciddi bir anlama sahiptir: Egemen iktidarın bazı keyiflere bazı alanlarda müsaade edip bazı alanlarda yasaklamasının, aynı hususiyetlere sahip keyiflerden bazılarını tamamen yasaklayıp bazılarını mubahlaştırmasının arkasında, kendi egemenliğini tekit ve teyit etmek istemesi yatmaktadır.

Egemen iktidarı egemen kılan şey, bütün rasyonel sorgulamalardan azade bir şekilde karar verebilmesidir: Gayet irrasyonel bir şekilde “içki mubah, esrar yasak”, “bikini serbest, diz-üstü etek suç” diyebilmesidir. Dolayısıyla egemen iktidar açısından, kendi verdiği kararın mahiyeti değil mevcudiyeti önemlidir. Diğer taraftan egemen iktidar, bütün keyif alanlarını açık tutar, bütün keyifleri mubahlaştırırsa, o zaman, tesis etmeye çalıştığı siyasi düzen/rejim tehlikeye girer, kendisini bile yerinden edecek içtimai-iktisadi-siyasi bir kaos yaşanır. Herkesin alkolün yanında esrar ve eroin de içtiği, liselere bikiniyle geldiği, işyerlerinde getirdikleri striptizcilerle dans ettikleri, memurlarının animatörler gibi hareket ettikleri, gençlerin şehrin olur olmaz her yerinde ateş yakıp gecenin bir yarısında şarkılar söylediği yani kısaca bütün vatandaşların daimi bir “tatil” yaşadığı “modern” bir ülke tasavvur etmek mümkün değildir. Bu yüzden egemen iktidar, hayatı tatil ve çalışma, özel ve kamusal, plaj ve okul, uyuşturucu ve alkol, disko ve kamu binaları, Bodrum ve İstanbul olmak üzere ikiye böler. Ve bu bölünmüş hayat şekillerinin arasındaki sınıra kendisi keyfî, istikrarsız ve anlamsız bir şekilde karar verir durur. 

Tatil mekanları, siyasi düzenin kısmen de olsa askıya alındığı mekanlardır. Tıpkı toplama kampları gibi. Nasıl ki toplama kamplarında Yasanın askıya alınmasıyla beraber “normalde”    hayvan muamelesi yapılamayan insanlara havyan muamelesi yapmak, onları   sahip oldukları haysiyetlerinden tecrit ederek biyolojik yığınlara indirgemek mümkün olmaktadır; işte aynı şekilde tatil mekanlarında da Yasanın askıya alınmasıyla beraber okulda teşhir edilemeyen bacakları teşhir etmek, kamusal mekanlarda yakılamayan ateşi yakmak, kullanılması yasak olan esrar ya da eroini aşırı dozda alkolle ikame etmek, kamu binalarından tecrit edilen striptizcilerin özgürce boy göstermesini sağlamak mümkün olmaktadır.

Dolayısıyla tatil mekanları Yasanın askıya alındığı, egemen iktidar tarafından bastırılan keyfin geri döndüğü ve insanların birbirlerini saf keyif nesnelerine indirgedikleri “toplanma” kamplarına tevafuk etmektedirler. Bu kampların amacıysa, insanların bütün “kurtlarını” dökmelerini sağlamak ve kapitalizmin hizmetine hazır hale getirip egemen iktidara ve onun tesis ettiği siyasi düzene angaje etmektir.

Eğlenmiyorsan bölücüsün

İşin garip tarafı, egemen iktidar tarafından anlamsızca tayin edilen keyif sınırlarına tâbi olan cemaatler, bu sınırları yukarıda yaptığımız şekilde sorgulamak yerine bu sınırların gözcülüğüne “inkılap” etmeyi tercih etmektedirler. Böylece mevzubahis cemaatlerin siyasi ideolojileri, tam da bu keyif sınırlarının içinde kalan alanı muhafaza ve müdafaa etmek olarak teşekkül etmektedir. İçki içmek, bikini giymek, diskoda çılgınlar gibi dans etmek siyasetin en hayati meseleleri olarak görünür kendilerine. Bu keyifleri nefyedenlerse, mutlak surette yok edilmesi gereken hasımlar, ıslah edilemez keyif bozguncusu bedhahlar, azılı keyif hırsızlarıdırlar. Rejimin selameti ve cemaatin hüviyeti bu keyif alanlarının açık olmasına bağlıdır. Bu yüzden egemen iktidar tarafından “çağdaşlık”, “modernlik” gibi geyikler dahilinde mubahlaştırılan keyifleri nefyedenlerle yapılacak her türden mücadele şekli en mukaddes vazifeye “inkılap” etmektedir. Siz istediğiniz kadar yırtının “ben içkiyi, bikinili gezmeyi tasvip etmesem de böyle yaşamak isteyenleri de bu keyiflerinden mahrum etmek istemiyorum” diye. Hiçbir işe yaramayacaktır.

Zira siz artık keyif dairesinin dışında, keyifleri kaçıracak o tekinsiz mekandasınızdır; isteseniz de istemeseniz de. Mutlak düşmansınızdır. Yaptığınız her tür icraat da -bunlara bu keyiflerin isteyenler tarafından daha rahat yaşanmasına dair yaptığınız demokratik hukuki-siyasi-iktisadi tertibatlar da dahildir- keyifleri kaçırmaya yönelik olacaktır, o kadar!

Üç sorulu sorgulama

Böyle bir düşman kesimin temsilcisi olan Tayyip Erdoğan’a o ilk sahneye çıktığı 94 senesinin belediye seçimleri arifesinde merkez medya tarafından her seferinde ısrarla şu üç soru sorulmuştu: Genelevleri kapacak mısınız? Meyhaneleri kapatacak mısınız? Taksim’e cami yapacak mısınız? Bu üç sorunun üçü de Erdoğan’ın kendisine “laik” diyen kesimin keyiflerini çalıp çalmayacağına, keyif bozgunculuğu yapıp yapmayacağına dair tahkikatın uzantısı olarak gündeme gelmişlerdi.

Nitekim Erdoğan ne genelevleri ne meyhaneleri kapatmış ne de Taksim’e cami yaptırmıştır ama yine de bu kesimi kendisinin bir keyif hırsızı olmadığına on altı senedir hala ikna edememiştir. İkna edemediği için de her bir icraatı keyif hırsızlığının bir kılıfı ya da bir tür ön hazırlığı olarak telakki edilmiştir, edilmektedir. Buna Anayasa değişikliği de dahildir. Bakmayın siz Doğan medyasının AKP vesayeti geliyor tantanalarına, asıl mesele hala keyif meselesidir. Çünkü AKP vesayeti gelirse (ki böyle bir şeyin olmadığını, olamayacağını her dürüst insan teslim edebilir) Doğan medyasının hitap ettiği kesim açısından hasıl olacak en kötü netice “genelevlerin ve meyhanelerin kapatılmasından, Taksim’e camii yapılmasından” ve bunların türevleri olan diğer keyif bozgunculuklarından başka bir şey değildir. Nitekim ara sıra kopartılan yaygaralar da hep “hayat tarzlarının” yani keyif tarzlarının tehlikede olduğu üstünedir.

Ya keyfimizi kaçırırlarsa?

Türkiye’de en merkezi siyasi tartışmaların alt metnini maalesef keyif meselesi teşkil ediyor. Her seferinde “acaba AKP ve diğer ‘dindar’ kitleler bizim tatilde doruklarına vardırdığımız keyiflerden alacağımız payı mı elimizden alıp yok etmek istiyor” sorusu dünyevileşmiş kesimin zihinlerde dolanıp duruyor. Bu yüzden hiçbir zaman “toplumsal konsensüs” sağlanamıyor. Bu soru muhataplarınca kristalize edilip bütün aptallığı gözler önüne serilmedikçe de bu böyle devam edecektir.

[email protected]

STAR

YAZIYA YORUM KAT