
Gidecek hiçbir yer kalmadı – kapana kısıldık
Ölüm, birçokları için daha kolay ve daha “uygun” bir seçenek haline geldi.
Malak Hijazi’nin Electronic Intifada’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
2025 yılının Ocak ayında ateşkes ilan edilmeden önce, ben de Gazze'nin kuzeyinde kalan 400.000 kişiden biriydim.
Bu deneyim çok zorlu ve dayanılmazdı. İsrail bizi güneye doğru zorlamak için elinden gelen her şeyi yaptı. Bir yıldan fazla bir süre boyunca şiddetli bombardımanlara, satranç tahtası gibi yerinden edilmeye ve kıtlığa katlandık.
Ama ailem ve ben ayrılmayı reddettik.
İşgalin bizi doğduğumuz, büyüdüğümüz ve hayatımızın çoğunu geçirdiğimiz yerleri terk etmeye zorlayamayacağını biliyorduk. Gazze'nin kuzeyini terk edersek, işgalcilerin topraklarımızı ele geçireceğini de biliyorduk.
Ocak-Mart 2025 arasında, insanların nihayet evlerine dönmelerine izin verilen kısa süreli ateşkes, Filistin tarihinin en görkemli ve önemli anı gibi hissettirdi.
Filistinliler, terk etmek zorunda kaldıkları kuzeydeki evlerine geri döndüler.
Ancak bu dönüş, şimdi acımasız bir oyun gibi geliyor.
8 Ağustos 2025'te İsrail güvenlik kabinesi, Başbakan Binyamin Netanyahu'nun Gazze Şehri'ni ele geçirme ve çoğu zaten yerinden edilmiş olan yaklaşık 900.000 kişiyi terk etmeye zorlama planını onayladı.
Bu haber, Ekim 2023'ün en karanlık anılarını geri getirdi. O zaman, bir milyondan fazla Filistinli'ye 24 saat içinde Gazze'nin kuzeyini tahliye etmeleri emredilmişti.
Aynı acımasız senaryolar tekrarlanıyor ve Gazze'deki insanlar inanamadan soruyor: Neden geri dönmemize izin verdiler ki, sonra yine gitmemiz için zorluyorlar?
Hareket etmek imkânsız
Şu an her zamankinden daha tehlikeli hissediliyor.
İlk kez, kalanlar bile – ailem ve ben dâhil – burada kalamayabileceğimizi fark ediyoruz.
İsrail şu anda Gazze Şeridi'nin yüzde 70'ini kontrol ediyor.
Cibaliye mülteci kampı ve Şucaiyye dâhil kuzey bölgesi zaten harabeye dönmüş durumda ve İsrail ordusu mahallelere doğru ilerliyor.
Geçmişte, bölgemize kara harekâtı düzenlendiğinde ailem geçici olarak Cibaliye kampındaki akrabalarımızın evlerine taşınırdı ve kampta durum tehlikeli hale geldiğinde akrabalarımız bize gelirdi, tıpkı satranç tahtasındaki taşlar gibi.
O zamanlar bile seçeneklerimiz kısıtlıydı, ama şimdi bu seçenekler de ortadan kalktı.
Gidecek hiçbir yer kalmadı – kapana kısıldık.
İnsanlar Gazze Şehrinin batı kesiminde, denize yakın bir bölgede sıkışmış durumda, kaçacak yerleri yok.
Batıda deniz var; doğuda ve kuzeyde ise İsrail güçleri yaklaşıyor.
Her yön engellenmiş durumda ve şehir içinde hareket etmek bile imkânsız hale geldi.
9 Eylül sabahı, duvarları ve sinirlerimizi sarsan amansız bir gece bombardımanının ardından, İsrail ordusunun Gazze Şehrindeki 900.000 kişiye güneydeki “insani yardım bölgesi” olarak adlandırdıkları yere gitmelerini emrettiği haberini duydum.
Uyarı, Netanyahu'nun şu açıklamadan kısa bir süre sonra geldi: “Son iki günde, bu kulelerden 50'si yıkıldı. Hava kuvvetleri onları yıktı. Şimdi tüm bunlar, ana yoğun operasyonun, yani şu anda Gazze Şehrinde organize olup toplanan kuvvetlerimizin kara harekâtının sadece bir giriş, bir ön hazırlık aşamasıdır.”
Haritalarda, tüm bölge kırmızı renkle işaretlenmişti – bu renk artık tehlike ve ölümü simgeliyor.
Netanyahu bu saldırıları “ön hazırlık” olarak nitelendirirken, bizim için hayat sürekli bir cehennem haline geldi.
İsrail’in F-16’ları ve helikopterleri şehri bombalamaya devam ederken, quadcopter insansız hava araçları da havada dolaşıyor. Bazen tahliye emirleri içeren broşürler atıyorlar, bazen de küçük bombaları doğrudan başlarımızın ve evlerimizin üzerine atıyorlar. Kişisel olarak duyduğum hakaretler yayınladılar, bize inek ve köpek dediler ya da “Bekleyin. Yakında Gazze Şehrini işgal edeceğiz” diye bağırdılar.
Son günlerde İsrail, Gazze'deki Al-Soussi ve Al-Roya kuleleri de dâhil olmak üzere birçok önemli binayı yıktı. Bu binalar, bir zamanlar mahallelere dayanak noktası olan ve şehre bir yapı, kimlik ve hatta modernlik hissi veren simgesel yapılar idi. Bu binalarda yaşayan aileler bir anda evsiz kaldılar.
Bu binalar da düzinelerce çadırla çevriliydi; evlerini kaybeden aileler bu çadırlarda yaşıyordu.
Kuleler yıkıldığında, enkaz çadırların bulunduğu alanları ezdi ve yerinden edilmiş insanlar bir kez daha yerlerinden edildi, barınakları yaşanmaz hale geldi.
Bu bir savaş değil. Her zırhlı araç, evler, sokaklar ve bunların arasındaki her şeyi dâhil olmak üzere yüz metre içindeki her şeyi yok etmeye yetecek kadar patlayıcı taşıyor. Tanklar, mekanize avcılar gibi sokaklarda dolaşıyor ve tüm mahalleleri panik içinde kaçmaya zorluyor.
Ailem ve ben, Gazze Şeridi'nin daha güneyinde bir daire bulmak için çaresizce aradık. Han Yunus ve Refah çoktan yerle bir edildi, harabeye döndü. Kışın çadırda hayatta kalamayız. Her numarayı aradık, arkadaşlarımıza yalvardık, durmadan aradık.
Gazze'de bizi kabul edecek hiçbir yer kalmadı.
Kalmak mı, gitmek mi?
En eski püskü çadırlar bile çok pahalı. Tek bir çadırın fiyatı bin doları aşabiliyor – evlerini ve geçim kaynaklarını kaybetmiş insanlar için imkânsız bir meblağ.
Bazı aileler güneye taşınmaya çalıştı, ancak sözde güvenli bölgelerde hiçbir şey bulamadıklarında geri döndüler.
Uluslararası Kızılhaç Komitesi başkanı bile, Gazze Şehrini “mevcut koşullar altında güvenli ve onurlu bir şekilde” tahliye etmenin “imkânsız” olduğunu söyledi; çünkü yeterli alan yok. Gazze Şeridi, insanların hala hareket edebildiği ve Refah veya Han Yunus gibi şehirlerde barınak bulabildiği Ekim 2023'teki haline benzemiyor artık.
Birçok insan, hayatlarını riske atmak istedikleri için değil, soykırıma tanık olduktan sonra hissettikleri uyuşuk kayıtsızlık nedeniyle ayrılmayacak. Ölüm, birçokları için daha kolay ve daha “uygun” bir seçenek haline geldi.
Bizim için artık seçim yapma illüzyonu bile yok. Duvarlar üzerimize çöküyor ve biz sadece nereye gidebileceğimizi değil, hiç yer kalıp kalmayacağını da soruyoruz.
*Malak Hijazi, Gazze'de yaşayan bir yazardır.











HABERE YORUM KAT